Tıp FakültesiFaculty of Medicalhttp://hdl.handle.net/11684/212024-03-28T16:19:35Z2024-03-28T16:19:35Zİmplant ilişkili enfeksiyonların önlenmesinde gümüş iyon katkılı kalsiyum fosfat temelli özel kaplama uygulanmış ortopedik implantların kullanımıBayrak, Hünkar Çağdaşhttp://hdl.handle.net/11684/43292022-08-11T00:01:09Z2020-01-01T00:00:00Zİmplant ilişkili enfeksiyonların önlenmesinde gümüş iyon katkılı kalsiyum fosfat temelli özel kaplama uygulanmış ortopedik implantların kullanımı
Bayrak, Hünkar Çağdaş
Hastalara uygulanmakta
olan otropedilk implantların en önemli sorunları osseointegrasyon yetersizliği ve enfeksiyon
gelişimine açık olmalarıdır. Bu çalışmanın konusu ortopedik klinik uygulamalarında kullanılan
metal implantların hem doku uyumunu arttıracak hem de implant ilişkili enfeksiyonları
önleyebilecek yüzey kaplamalarının geliştirilmesi ve bunun hastalarda denenmesidir. Bu amaç
doğrultusunda eksternal fiksatör, intramedüller çivi ve kalça protezi olmak üzere 3 grup
ortopedik implantın yüzeyi Ag+
iyon katkılı CaP esaslı seramik toz ile kaplanmıştır. Kaplama
yöntemi olarak Elektro Sprey Kaplama Metodu kullanılmıştır. Ag+
iyon katkılı CaP esaslı
antibakteriyel toz yaş kimyasal metot ile sentezlenmiştir ve sentez parametrelerine bağlı olarak
HAP ve TCP fazları oluşturulmuştur. Elektrosprey tekniği kullanılarak yapılan kaplamaların
klinik uygulamaları gerçekleştirilmiştir. Farklı süre boyunca hastada takılı kalan eksternal
fiksatör çivilerin yüzeyinde bulunan kaplamanın karakterizasyonu farklı yöntemler kullanılarak
yapılmıştır. Ayrıca klinik uygulama sonrası kemik ile implant ara yüzeyi detaylı bir şekilde
irdelenmiştir. Kaplama yapılan implantlar hastaların onayı ile cerrahi olarak uygulanmıştır. Bu
süreçte eksternal fiksatör grubunda şanz dipleri, proksimal femoral çivi ve parsiyel kalça
artroplastisi grubunda yara yerleri düzenli aralıklarla takip edilmiştir. Ek olarak hastalarda
karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri, enfeksiyon markerleri ve kan gümüş değerleri kontrol
edilmiştir. Eksternal fiksatör grubunda 91 adet şanzdan sadece 4 tanesinde şanz dibi akıntısı
olmuş, proksimal femoral çivi ve parsiyel protez hastalarında yara yerleri sorunsuz olarak
iyileşmiştir.Hiçbir hastada kan gümüş değerleri yükselmemiştir. Hastalarda gümüşün sistemik
toksik bir yan etkisi ve arjiri gibi bulgular görülmemiştir. Literatürdeki benzer özellikteki hasta
grupları ile kıyaslandığında çok daha düşük enfeksiyon oranları elde edilmiş, implant
osseointegrasyonu iyi bulunmuştur. Sonuç olarak gümüş iyon katkılı kalsiyum fosfat temelli
özel kaplama uygulanmış ortopedik implantların kullanımının implant ile ilişkili enfeksiyonu
önleyebilecek güvenli bir yöntem olduğu değerlendirilmiştir; The most important
problems of orthopedic implants are lack of osseointegration and openness to infection
development. The aim of this project is to develop surface coatings of orthopedic metal implants
to be used in the clinical applications that can both increase tissue compatibility and prevent
implant-related infections and clinical trials of this coatings. The surface of 3 groups of
orthopedic implants, external fixators, intramedullary nails and hip replacements, were covered
with Ag + ion doped CaP based ceramic powder. Electro Spray Coating Method was used for
coating. Ag + ion doped CaP based antibacterial powder was synthesized by wet chemical
method and HAP and TCP phases were created depending on the synthesis parameters .Clinical
applications of the coatings made using the electrospray technique have been carried out. The
characterization of the coating on the surface of the external fixator nails, which remained
attached to the patient for a different period, was carried out using different methods. In
addition, after the clinical application, the bone and the implant interface was examined in
detail.Coated implants were surgically applied with the consent of the patients. During fallow up, the pin sites were observed at the external fixator group, and wound areas for the proximal
femoral nail and hip arthroplasty group at regular intervals. In addition, liver and kidney
function tests, infection markers and blood silver values were checked in patients. In the
external fixator group, only 4 out of 91 pin sites were infected. The wound areas healed without
any problem in patients with proximal femoral nails and hip arthroplasty. Blood silver values
did not increase in any patient. There were no findings such as a systemic toxic side effect of
silver and arginia in patients. Compared to similar patient groups in the literature, much lower
infection rates were obtained, and implant osseointegration was good. As a result, it has been
evaluated that the use of orthopedic implants with a silver ion added calcium phosphate-based
special coating is a safe method to prevent the implant-related infection
2020-01-01T00:00:00ZEskişehir Osmangazi Üniversitesi Hastanesi acil servisin’nde koah atak geçirme sıklığı ile tedaviye uyum arasında ilişkinin değerlendirilmesi: 1yıllık, ileriye dönük, gözlemsel çalışmaDargyerbyek, Jainagulihttp://hdl.handle.net/11684/43252022-08-11T00:01:10Z2020-01-01T00:00:00ZEskişehir Osmangazi Üniversitesi Hastanesi acil servisin’nde koah atak geçirme sıklığı ile tedaviye uyum arasında ilişkinin değerlendirilmesi: 1yıllık, ileriye dönük, gözlemsel çalışma
Dargyerbyek, Jainaguli
KOAH atağı hastanın yaşam kalitesini bozan, ek tedavi
gerektiren solunumsal yakınmalarda bozulmadır. Hastaların tedaviye uyumsuzluğu
atak nedenlerinden biridir. Hastaların tedaviye uyumu ile KOAH atak arasındaki
ilişkiyi araştırmayı amaçladık. Prospektif olarak 04.10.2017-04.10.2018 tarihleri
arasında başvuran 357 hasta çalışmaya alındı. Öğrenim düzeyi ilk öğretim ve altı
olanlar, tedaviye ulaşmakta zorluk çekenler (p=0.047), evde oksijen tedavisi alanlar
(p=0.011), acil serviste oksijen tedavi alan hastalar (p=0.029), cerrahi tedavi alanlar
(p=0.029) ve KOAH nedeniyle yaşam kalitesi her zaman-sıklıkla etkilenenler
(p=0.040) atak nedeniyle acil servise daha sık başvurdu. Hastaların kışın atak
nedeniyle başvuru sayısı diğer mevsimlere göre daha az idi (p= 0.008). Hastaların acil
serviste antibiyotik alanları (p=0.021), günlük düzenli fiziksel aktivitelerini her
zaman-sıklıkla yapanları (p=0.024) ve yakınlarından her zaman-sıklıkla destek alanları
(p=0.005) atak nedeniyle acil servise daha az sayıda başvurdu. Düzenli tedavi alan ve
almayan hastalarla (p=0.886) hekim tavsiyesine uyan ve uymayan hastaların (p=0.623)
acil servise atak nedeniyle başvuru sıklığında anlamlı fark saptanmadı. Sonuç olarak;
öğrenim düzeyi düşük olan, tedaviye ulaşmakta zorlanan, evde ve acil serviste oksijen
ihtiyacı olan ve cerrahi tedavi alan KOAH hastalarında atak geçirme sıklığı daha
fazladır. Acil serviste antibiyotik alan, günlük fiziksel aktivitesini iyi yapan ve
yakınlarından iyi destek alan KOAH hastalarında atak geçirme sıklığı daha azdır.
Düzenli tedavi alan, hekim tavsiyesine uyan tedaviye uyumlu KOAH hastalarında atak
sıklığı etkilenmemektedir; COPD exacerbations are
disturbances in respiratory symptoms, which require additional treatment and impair the
patient's quality of life. Patients' noncompliance with treatment is one of the causes of
exacerbation. We aimed to investigate the correlation between patients' compliance to
treatment and COPD exacerbation. Prospectively, 357 patients who applied to the
emergency department between October 04, 2017 and October 04, 2018 were included in
the study. Those with primary education and lower education level (p = 0.048), those who
have difficulty in accessing treatment (p = 0.047), those who receive oxygen therapy at
home (p = 0.011), the patients who receive oxygen therapy in the ED (p = 0.029), those
who receive surgical treatment (p = 0.029) and those whose quality of life has always been
frequently affected by COPD (p = 0.040) applied to the ED more frequently due to the
exacerbation. The number of admissions was lower in winter than in other seasons (p =
0.008). Patients on antibiotic (p = 0.021) in the ED, those who always do their daily
physical activities regularly (p = 0.024), and those who receive support from their relatives
(p = 0.005) applied to the emergency room less frequently due to the exacerbation. There
was no significant difference in the frequency of admittance to the emergency department
between patients who did and did not receive regular treatment (p = 0.886), and between
those who did and did not comply with physician's advice (p = 0.623). As a result, the
frequency of exacerbations is higher in COPD patients who have low education levels,
have difficulty in accessing treatment, need oxygen at home and in the ED, and receive
surgical treatment. The frequency of exacerbations is lower in COPD patients who take
antibiotics in the ED, do their daily physical activity and receive good support from their
relatives. The frequency of exacerbations is not affected in COPD patients who receive
regular treatment and comply with the advice of a physician
2020-01-01T00:00:00ZPreoperatif nötrofil/lenfosit oranının ve eritrosit dağılım genişliğinin izole kalp kapak ameliyatlarında postoperatif prognoza etkisinin araştırılmasıEkici, Resulhttp://hdl.handle.net/11684/42972022-08-10T00:02:34Z2021-01-01T00:00:00ZPreoperatif nötrofil/lenfosit oranının ve eritrosit dağılım genişliğinin izole kalp kapak ameliyatlarında postoperatif prognoza etkisinin araştırılması
Ekici, Resul
Bu çalışma 1 Ocak 2016 ile 1 Ocak 2020 tarihleri arasında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Hastanesine başvuran elektif izole kalp kapak ameliyatı geçirmiş hastaların preoperatif nötrofil/lenfosit oranın ve eritrosit dağılım genişliğinin postoperatif prognoz ile ilişkisinin değerlendirilmesi amacıyla gerçekleştirildi. Altmış sekiz hastayı içeren çalışma sonucunda hastaların ekstübasyon süresi ile yoğun bakım (YB) süresi ve hastane yatış süresi arasında pozitif yönlü ve orta düzeyde ilişki olduğu; mekanik ventilasyon (MV) süresi ile YB süresi ve Pre-op kırmızı kan hücresi dağılım genişliği (RDW) arasında pozitif yönlü ve orta düzeyde ilişki olduğu; YB süresi ile hastane yatış süresi, pre-op RDW, post-op kanama arasında pozitif yönlü ve düşük ve orta düzeyde ilişki olduğu; hastane yatış süresi ile pre-op RDW ve post-op kanama arasında pozitif yönlü ve düşük düzeyde ilişki olduğu belirlendi. Ayrıca değişen kapak sayısı ile cross klemp süresi, Pre-op RDW, post-op kanama, eritrosit süspansiyonu (ES), taze donmuş plazma (TDP) ve trombosit arasında pozitif yönlü ve düşük ve orta düzeyde ilişki olduğu ve pre-op RDW ile post-op kanama ve ES arasında pozitif yönlü ve düşük düzeyde ilişki olduğu gösterildi. Buna göre pre-op nötrofil lenfosit oranı ve RDW kalp kapak hastalığı cerrahi hastalarda başka belirteçler ile birlikte kullanıldığında prognostik açıdan anlamlı olacağı söylenebilir; This study was carried out to evaluate the relationship between preoperative neutrophil/ lymphocyte ratio and erythrocyte distribution width with postoperative prognosis in patients who had undergone elective isolated heart valve surgery between January 1, 2016 and January 1, 2020 at Eskişehir Osmangazi University Hospital. As a result of the study involving 68 patients, it was found that there was a positive and moderate relationship between extubation time and intensive care (ICU) duration and hospital stay; There is a positive and moderate relationship between mechanical ventilation (MV) duration and ICU duration and pre-op red blood cell distribution width (RDW); There is a positive correlation between the duration of ICU and hospital stay, pre-op RDW, and post-op bleeding, with a low and moderate level; It was determined that there was a positive and low level relationship between hospital stay and pre-op RDW and post-op bleeding. In addition, there is a positive and low and moderate relationship between the number of valves and cross-clamp time, pre-op RDW, post-op bleeding, erythrocyte suspension (ES), fresh frozen plasma (FFP) and thrombocyte. It has been shown that there is a positive and low level relationship between ball bleeding and ES. Accordingly, it can be said that pre-op neutrophil lymphocyte ratio and RDW valvular heart disease would be significant in terms of prognostic when used with other markers in surgical patients
2021-01-01T00:00:00ZObezitede yeme tutum ve davranışlarının; homa-ır, leptin, ghrelin değerleri ve karar verme süreçleri ile ilişkisinin incelenmesiGüzel, Başakhttp://hdl.handle.net/11684/42962022-08-10T00:02:33Z2021-01-01T00:00:00ZObezitede yeme tutum ve davranışlarının; homa-ır, leptin, ghrelin değerleri ve karar verme süreçleri ile ilişkisinin incelenmesi
Güzel, Başak
Obezite, günümüzde önlenebilir ölümlerin sigaradan sonra gelen ikinci en önemli nedenidir. Güncel çalışmalar obezitenin aynı zamanda zihinsel bir yanının olduğunu düşündürmekte olup obezitenin zihinsel yönü ve bunun biyokimyasal ve nörobilişsel özellikleriyle ilişkisine dair yapılmış çalışmalar yetersizdir. Bu çalışmanın amacı obezitede görülen yeme tutum ve davranışlarını saptamak, leptin, ghrelin ve HOMA-IR değerlerini ölçmek, karar verme süreçlerini de kapsayan bilişsel işlevleri incelemek ve bu parametreler arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktır. Bu amaçla 01.06.2020-15.10.2020 tarihleri arasında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Endokrinoloji Polikliniği’ne başvuran obezite hastalığı olan ve araştırmaya dahil edilme kriterlerini karşılayan 73 hasta ve hasta grubuyla yaş, cinsiyet ve eğitim düzeyi açısından eşleştirilmiş 72 kontrolün antropometrik ölçümleri yapılmış, leptin, ghrelin ve HOMA-IR değerleri ölçülmüş, katılımcılara yeme tutum ve davranışlarını ölçen ölçekler ve Cambridge Neuropsychological Test AutomatedBattery’ye ait 5 nörobilişsel test uygulanmıştır. Çalışmamızda obezite grubunda duygusal yeme davranışı anlamlı düzeyde fazla saptanmış olup nörobilişsel testlerden sensorimotor işlev, risk ayarlaması, sürekli dikkat ve işlem belleği fonksiyonları anlamlı olarak düşük saptanmıştır. Leptin ve HOMA-IR ile duygusal yeme arasında pozitif ilişki gösterilmiş olup ghrelin ve duygusal yeme arasında tutarlı bir ilişki saptanamamıştır. Ayrıca leptin ve HOMA-IR ile risk ayarlaması parametresi arasında da pozitif ilişki gösterilmiş olup çalışmamız obezitede bu korelasyonu gösteren bildiğimiz ilk çalışmadır. Sonuçlarımız obezitenin zihinsel yönünün, bu kişilerde var olan risk ayarlaması konusundaki zorlanmanın katkı sağladığı bir emosyon regülasyon problemi olduğunu göstermektedir; Obesity is currently second only to cigarette smoking as a leading cause of preventable death. Current studies suggest that obesity also has a mental aspect, and studies on this aspect of obesity and its relationship with its biochemical and neurocognitive features are insufficient. The aim of this study is to determine eating attitudes and behaviors in obesity, to measure leptin, ghrelin and HOMA-IR values, to examine cognitive functions including decision-making processes, and to reveal the relationship between these parameters. For this aim, patients who were diagnosed with obesity from Eskisehir Osmangazi University Hospital Endocrinology Outpatient Clinic between the dates 01.06.2020-15.10.2020 participated in the study. Cambridge Neuropsychological Test Automated Battery and scales to assess eating patterns were applied to 73 patients with obesity and 72 healthy controls matched for age, sex and education level. Anthropometric parameters, leptin, ghrelin and HOMA-IR levels were measured. In our study, emotional eating behavior was found to be significantly higher in the obesity group compared to the control group, and sensorimotor function, risk adjustment, sustained attention and working memory functions were found to be significantly lower in neurocognitive tests. A positive correlation has been shown between leptin and HOMA-IR and emotional eating, but the correlation between ghrelin and emotional eating was inconsistent. Inaddition, a positive correlation was shown between leptin and HOMA-IR and the risk adjustment parameter, which to our knowledge, this is the first study showing this correlation in obesity. These results indicate that the mental aspect of obesity is an emotion regulation problem contributed by the difficulty in risk adjustment in these individuals
2021-01-01T00:00:00Z