2024-03-29T16:33:08Z
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/oai/request
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/326
2016-03-15T10:20:16Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_205
Uylaş, Mustafa Ufuk
TR192876
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi
2016-02-22T10:00:21Z
2016-02-22T10:00:21Z
2015
http://hdl.handle.net/11684/326
Karaciğer iskemi-reperfüzyon uygulanmıĢ ratlarda Quercetinin karaciğer hasarında antioksidan özelliği ile düzeltici etkisinin incelenmesi amacıyla cinsiyetleri erkek olan ağırlıkları 200-250 gr. arasında değişen Sprague-Dawley cinsi 50 adet rat kullanıldı. 10’ ar adet rattan oluĢan sham grubu, karaciğer Ġ/R grubu, karaciğer Ġ/R + 25mg/kg Quercetin grubu, karaciğer Ġ/R + 50mg/kg Quercetin grubu ve karaciğer Ġ/R + 100mg/kg Quercetin grubu olmak üzere beĢ gruba ayrıldı. Sham grubuna sadece laparatomi yapıldı. Diğer gruplardaki tüm ratlara laparatomi sonrası karaciğere 1 saat iskemi 2 saat reperfüzyon uygulandı.Reperfüzyon sonrası ratlardan Aspartat transaminaz (AST), Alanin transaminaz (ALT), Katalaz (CAT), Malondialdehid (MDA) için kan örnekleri, ayrıca Malondialdehid (MDA) için karaciğer doku örnekleri, histopatolojik inceleme için karaciğer doku örnekleri alındı. Tedavi gruplarında AST, ALT, MDA (serum) değerlerinde anlamlı azalma görülürken katalaz değerlerinde anlamlı olmasa da azalma saptanmıĢtır. Karaciğerdeki histopatolojik değiĢiklikler açısından tedavi gruplarından 25 mg/kg Quercetin ve 50 mg/kg Quercetin anlamlı düzelmeler gözlenmiĢken 100 mg/kg Quercetin verilen grupta düzelmekısmı olmuĢtur. Quercetin, hembiyokimyasal hemde histolojik açıdan anlamlı düzelmeler sağladığı göz önüne alındığında Gskemi-reperfüzyon hasarının beraberinde getirdiği komplikasyonlarda ve mortalitede azalmaya yol açabileceği düşünüldü
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2015-07-08T06:45:32Z
No. of bitstreams: 1
10066235.pdf: 1828582 bytes, checksum: 5b4adb6edd652cb6278f5cb979244f56 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Gskemi
Karaciğer iskemi ve reperfüzyonda quercetinin koruyucu etkisi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/342
2016-03-16T01:00:12Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_204
Topaloğlu, Ahmet
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi
2016-03-15T10:08:43Z
2016-03-15T10:08:43Z
2015-05-29
http://hdl.handle.net/11684/342
Bu çalışmamızda 2000-2014 yılları arasında, yabancı cisimlerin aspirasyonları ve yutulması (YCAY) nedeni ile kliniğimize yatırılarak takip ve tedavi edilen 629 hastayı retrospektif değerlendirildi. Hastaların şikayetleri incelendiğinde; en sık öksürük 175 (%29,9), solunum sıkıntısı 82 (%14), morarma 64 (%10,9), kusma 39 (%6,7), hırıltılı solunum 37 (%6,3), öğürme 28 (%4,8), ve yutamama, yutkunmakla batma 27 (%4,6) şikayeti ile başvurdular. 99 hastanın herhangi bir şikayeti yoktu. 629 hastanın 47’si (%7,3) sadece yatırılarak gözlendi. 343 hastaya bronkoskopi (%54,6), 135 hastaya özefagoskopi yapıldı (%21,5). 18 (%2,9) hastaya özefagoskopi veya bronkoskopiye ek olarak, özofagus dilatasyonu, inguinal bölge cerrahisi, hemodializ için katater yerleştirilmesi gibi ek işlemlar yapıldı. 15 (%2,4) hastaya bronkoskopi ardından özefagoskopi de yapıldı. 35 (%5,6) hastada laringoskopi yeterli oldu. 10 (%1,6) hastaya laparotomi yapıldı. Lokalizasyonu tesbit edilen 592 hastadaki yabancı cisimler incelendiğinde, sağ ana bronşta 113 (%19,1) , sol ana bronşta 89 (%15) olmak üzere, sağ ana bronşta daha sık izlendi. Özofagus 1. darlıkta 74 (%12,5), 2. darlıkta 13 (%2,2) 3. darlıkta 15 (%2,5) yabancı cisme rastlandı. Yabancı cisimlere müdahele geciktirilmemeli, yerinde ve zamanında yapılan işlemle hastanın tedavisi düzenlenmelidir. Sonuç olarak hastaya özgü yaklaşım-doğru plan-zamanında yapılan işlemle çocuklar sağlığına kavuşacaktır.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-03-15T10:07:17Z
No. of bitstreams: 1
10073924.pdf: 3205139 bytes, checksum: 99ce475e82e887cfb72c411a460105ee (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Yabancı Cisim
Çocuklarda gastrointestinal ve solunum sistemi yabancı cisimlerinde tanı ve tedavi yaklaşımı
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/343
2016-03-16T01:00:06Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_214
Kılıççalan, Harun
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Üroloji
2016-03-15T11:04:16Z
2016-03-15T11:04:16Z
2015-09-16
http://hdl.handle.net/11684/343
Üriner sistem taş hastalığı, sık karşılaşılan ve tekrarlama eğiliminde olan önemli bir sağlık problemidir. Sık görülmesi ve tekrarlama olasılığından dolayı başarılı bir tedaviyle böbreğin taĢtan tam olarak temizlenmesi, minimal morbidite, maksimal böbrek fonksiyonlarının korunması ve tekrarların geciktirilmesi sağlanmalıdır. Bu yüzden ESWL ve minimal invaziv cerrahi yöntemler açık cerrahiye tercih edilmektedir. Bu çalışmada üriner sistem taş hastalığı tedavisinde sıkça başvurulan ESWL ve PNL yöntemlerinin, etkinlik ve güvenirlilik açısından retrospektif olarak değerlendirilmesi amaçlandı. ESWL ve PNL yapılan toplam 400 hastanın retrospektif olarak bilgilerine ulaşıldı. Gruplar arasında cinsiyet ve işlem yönü açsısndan fark saptanmadı. YAŞ ve VKG oranları bakıldığında anlamlı fark saptandı. Taş boyutuna bakılmaksızın gruplar karşılaştırıldığında, ESWL grubunda % 53.5, PNL grubunda ise % 80.5 taşsızlık saptandı. Taş boyutu 10-20 mm olan taşlar değerlendirildiğinde, ESWL‘ de % 45.3, PNL‘ de ise % 87.9 taşsızlık oranı tespit edildi. Lokalizayon açısından değerlendirildiğinde pelvis ve alt kaliks taşlarında taşsızlık açısından anlamlı fark saptandı (p<0.001). ESWL‘ de pelvis taşlarında % 46.9, alt kaliks taşlarında % 27.3 taşsızlık saptanırken, PNL‘ de % 86 ve % 94.1 saptandı. Komplikasyonlar açısından iki grup değerlendirildiğinde benzer oranlar saptandı. Majör komplikasyon oranları PNL‘de daha yüksek saptandı. PNL ve ESWL üriner sistem taş hastalığında uygun taş boyutu ve lokalizasyonlarında güvenle kullanılabilen etkin yöntemlerdir.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-03-15T11:01:29Z
No. of bitstreams: 1
10077966.pdf: 1170737 bytes, checksum: e6175da5a3f02b23628d855cf1567284 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Üriner Sistem Taş Hastalığı
Üriner sistem taş hastalığı tedavisinde kullanılan extracorporeal shock wave lithotripsy (eswl) ve prekütan nefrolitotomi yönteminin etkinliğinin retrospektif olarak değerlendirilmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/349
2016-03-25T01:00:13Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_213
Çelik, Deniz
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Tıbbi Pataloji
2016-03-24T09:07:47Z
2016-03-24T09:07:47Z
2015-09-16
Dr. Çelik, D. Tuba Uterinanın Tümünün Örneklenmesinin Tubal Patolojilerin Tanımlanma Sıklığı Üzerine Etkisinin Araştırılması, Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2015.
http://hdl.handle.net/11684/349
ÇalıĢmaya total abdominal histerektomi
ve/veya salpingo-ooforektomi spesmenlerinden 116 endometrial karsinom, 31 seröz
over karsinomu, 5 seröz borderline tümör, 6 seröz kistadenom, 7 seröz tubal
karsinom, iki primer peritoneal seröz karsinom, 7 adet metastatik karsinom ve 156
adet leiomyoma uteri olgusu dahil edilmiĢtir. ÇalıĢmada tubada yeni tanımlanmıĢ,
diğer seröz tümörlerin prekürsörü olduğu düĢünülen seröz tubal intraepitelyal
karsinom (STIC) varlığı ve tubadaki bu prekürsör lezyonun diğer seröz tümörlerle
(ovaryan, tubal, peritoneal) birlikteliği araĢtırılmıĢtır. ÇalıĢmamızda toplam altı
hastada STIC görülmüĢtür. Seröz tubal intraepitalyel karsinom yedi seröz tubal
karsinomun ikisinde, 42 seröz ovaryan karsinomun birinde izlenmiĢ ; geri kalan üç
adet STIC lezyonu overde hemorajik korpus luteum, intramural yerleĢimli
leiomyoma uteri ve seröz kistadenofibrom gibi benign patolojiler ile birliktelik
göstermektedir. Ayrıca çalıĢmada tubal tutulumun izlendiği endometrial karsinom
(evre 3A) ve seröz over karsinom (evre 2) hastalarının, tubaları da SEE-FIM
yöntemiyle örneklenmiĢtir. Hastaların tanı sıklığının, literatürde daha önce rastgele
tubal örnekleme yapılan yöntemle arasındaki farklılığı araĢtırılmıĢtır.
ÇalıĢmamızdaki seröz over karsinom olguları ile literatür verileri karĢılaĢtırıldığında,
tubanın tamamının örneklenmesinin evre değerlendirme açısından istatistiksel olarak
anlamlı farklılık oluĢturduğu tespit edilmiĢtir (p<0.001). Tubada serozal tutulum
sıklığı endometrial karsinomlarda (%57,1) diğer tümörlere göre (%14-54) anlamlı
düzeyde yüksek bulunmuĢtur (p<0.001).
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-03-24T08:52:21Z
No. of bitstreams: 1
10077561.pdf: 4719454 bytes, checksum: 28ccc026da3a03db28938955b63efe4c (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
STIC
Tuba uterinanın tümünün örneklenmesinin tubal patolojilerin tanımlanma sıklığı üzerine etkisinin araştırılması
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/375
2016-05-06T00:00:14Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_205
Başpınar, Mustafa
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi
2016-05-05T08:24:19Z
2016-05-05T08:24:19Z
2015
Başpınar , M. ‘Kanserli Kolon Hücre Dizisinde Seranib-2 Maddesinin Apoptoz Oluşumuna Ve Hücre Yaşamına Olası Etkileri’ini araştırılması , Eskişehir Osman Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi Eskişehir 2015
http://hdl.handle.net/11684/375
Bu çalıĢma insan kolon kanser hücre dizisinde
(Caco2) seranib-2 maddesinin apoptozis üzerine atkisini araĢtırmıĢtır.Bizim
çalıĢmamızda, seranib-2 nin Caco-2 hücre canlılığı üzerine etkisi kontrol ile
karĢılaĢtırıldığında 1 μM’dan itibaren azalmaya baĢladığı ve 50 μM konsantrasyonda
24 ve 48 saatte sırasıyla % 47 ve % 52 oranında azalttığı görülmüĢtür. RT-PCR
sonuçlarına göre, gruplar arasında TNF-alfa mRNA düzeylerinde herhangi bir fark
gözlenmezken 24 saatte TNF-alfaR1 mRNA düzeyleri, her iki konsantrasyonda da
kontrole göre azalmıĢ, 48 saatte ise bir fark oluĢmamıĢtır. ASAH mRNA düzeyleri
ise 48 saat sonrası 50 μM’lık tedavi grubunda tüm gruplara göre anlamlı düzeyde
yüksek bulunmuĢtur. Böylece çalıĢmamız, seranib-2’nin zaman ve doz bağımlı güçlü
anti-kanser etkisinin olduğunu ortaya koymaktadır. TNF-alfa mRNA
ekspresyonunun değiĢmemesi ancak TNF-alfaR1 mRNA düzeylerinin kontrole göre
azalmıĢ olması ise seranib-2’nin farklı yolaklardan etki edebileceğini göstermiĢtir.
ASAH mRNA düzeyinin tedavi gruplarında yüksek çıkması kullanılan seranib-2
dozunun ASAH ekspresyonunu düĢürmede etkin olmadığını veya hücre ölümünün
seramidaz inhibisyonundan farklı bir yolakdan seramidaz enzim ürünleri olan
sfingozin ve sfingozin-1-fosfat inhibisyonuyla olabileceğini düĢündürmektedir.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-04-20T14:26:18Z
No. of bitstreams: 1
10073460.pdf: 2125317 bytes, checksum: dea4b1f0d1fd028e4e8051c58105bd88 (MD5)
tur
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
Kolon Kanseri
Kanserli kolon hücre dizisinde seranib-2 maddesinin apoptoz oluşumuna ve hücre yaşamına olası etkileri
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/576
2016-08-09T00:00:10Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_205
Sarsılmaz, Hakan
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi
2016-08-08T09:18:28Z
2016-08-08T09:18:28Z
2015-10-22
Sarsılmaz, H. ‘Böbrek İskemisine; İskemik Postconditioning, Karaciğer İskemik Postconditioning Ve Pravastatinin Koruyucu Etkisinin Araştırılması, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi Eskişehir 2015.
http://hdl.handle.net/11684/576
İskemik postconditioning in İskemi-reperfüzyon hasarında koruyucu etkisi birçok organda gösterilmiştir. Biz çalışmamızda karaciğerde uygulanan postconditioning iskeminin uzak organ olan böbreğe etkisini araştırmayı planlıyoruz. Remote postconditioning etki; İskeminin kaçınılmaz olduğu cerrahi girişimlerde, özellikle organ transplantasyonlarında,organ canlılığını ve yaşam sürelerini artıran basit ucuz etkili bir yöntem olmaya adaydır. Bu çalışma; özellikle renal transplantasyon sonrası görülen ve organ reddine ve hasarına neden olan iskemi-reperfüzyon hasarını engellemede iskemik postconditioning uygulamasının etkinliğini araştırmak ve klinik çalışmalara zemin oluşturmak amacıyla yapılacaktır. Bu amaçla 80 spraque Dawley sağlıklı dişi rat rastgele 4 gruba ayrıldı(n=16); Sham, kontrol, böbrek sonkoşullanma ve karaciğer(uzak organ) sonkoşullanma. Bütün gruplarda bulunan ratlar randomize olarak 24 ve 48 saatlik iki alt gruba ayrıldı. Sham grubundaki hayvanlara sadece laparotomi ve organ(karaciğer-böbrek) pedikül diseksiyonu yapıldı. Diğer gruplara sağ nefrektomi yapıldı. I/R hasarı 45 dk’lık sol pedikül oklüzyonunu takiben 24 ve 48 saatlik reperfüzyon ile sağlandı. İskemik sonkoşullanma 10 dk reperfüzyon sonrası karaciğer veya böbreğe uygulanan 10 dk lık kısa iskemilerle yapıldı. Bu çalışmamızda 45 dakikalık böbrek iskemi sonrası uygulanan lokal (böbrek) sonkoşullanma ve uzak(karaciğer ) iskemik sonkoşullanmanın böbrekte oluşan iskemi reperfüzyon hasarını azalttığı histopatolojik olarak , ultrastrüktürel olarak ve laboratuar bulguları ile ortaya konmuştur. iskemi ve reperfüzyona bağlı hasarın yoğun olarak izlendiği ilk 48 saaat ayrıntılı parametrelerle incelenmiş olup elde edilen sonuçlar iskemi reperfüzyon hasarını engellemede klinik uygulamalar için yol gösterici olduğu ortaya konmuştur.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-07-28T08:49:49Z
No. of bitstreams: 1
10086808.pdf: 3067006 bytes, checksum: 2d3d6d338f1002aff1d17c73e0060af8 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Böbrek İskemi
Böbrek iskemesine; iskemik postconditioning, karaciğer iskemik postconditioning ve pravastatinin koruyucu etkisinin araştırılması
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/577
2016-08-09T00:00:15Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_202
Onay, Meryem
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Koleksiyonu
2016-08-08T09:18:34Z
2016-08-08T09:18:34Z
2015-10-22
Onay, M. Batın cerrahisi uygulanan vücut kitle indeks ≥30 (BMI) üzerinde olan obez hastalarda nöromuskuler bloğun geri döndürülmesinde neostigmin ve sugammadeksin karşılaştırlması. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2015.
http://hdl.handle.net/11684/577
Bu çalışma, ESOGÜ Tıp Fakültesi Hastanesi ameliyathanesinde genel anestezi altında açık veya laparoskopik batın cerrahisi planan ASA I-II-III(American Society of Anesthesiologists), BMI≥30 un üzerinde olan ,18-65 yaş hastalarda yapıldı. Noninvaziv monitorizasyonla birlikte nöromuskuler monitorizasyon için TOF - Watch (Organon Teknika,Boxtel, Hollanda) uygulandı. Anestezi indüksiyonunda;intravenöz pentotal (3-6mg/kg) ,remifentanil 1 mcg/kg, idamesinde inhalasyon anesteziği sevofloran % 2-3 ve %50 oksijen+ %50 N2O kullanıldı. Uyarıya yanıt alındıktan sonra hastaya vekuronyum 0.1 mg/kg verildi. Train of four (TOF) yanıtların kaybolduğu (TOF sayısı 0) anda trakeal entübasyon uygulandı. Cerrahi dönem ise; hastanın kliniğine göre ve TOF değerinin 0-2 arasında olacak şekilde (cerrahinin türüne göre) 0.01 -0,02 miligram/kilogram (mg/kg) vekuronyum ile ek doz uygulandı. Derlenme döneminde ise nöromuskuler bloğun geri döndürülmesinde TOF sayısının 2 nin üzerinde ve klinik olarak diyafram haraketlerinin başlanması beklendi. Nöromuskuler bloğun geri döndürülmesinde sugammadeks (grup sug) 2mg/kg ve neostigmin (grup neo) 0.05mg/kg ile birlikte atropin 0,02mg/kg uygulandı . TOF oranı 0.9 olduğunda ve hastanın klinik değerlendirilmesi sonucu extübe edildi. Grup sug ve neo hastalarda T2’den TOF oranı 0.9’a ulaşma süresi sırasıyla 3,7 dk (dakika) ve 14 dk idi. (p<0,001) Grup neo da ise kendi içinde derlenme süresi ile BMI arasında ilişki bulundu. ( p=0,017; r =0,399)Grup sug da ise BMI ile arasında ilişki saptanmadı. Sonuç olarak PORC obezitede öngörülebilir bir komplikasyondur. Sugammadeks, neostigmine göre obezite gibi kritik hastalarda daha hızlı ve güvenli hava yolu sağlamada etkin bir ajandır.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-07-28T08:59:01Z
No. of bitstreams: 1
10088334.pdf: 3952026 bytes, checksum: 6ccae0e10119cbe477a006dc61e49329 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Obezite
Batın cerrahisi uygulanan BMI≥30 üzerinde olan obez hastalarda nöromüsküler bloğun geri döndürülmesinde neostigmin ve sugammadeksin karşılaştırılması
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/589
2016-08-09T00:00:18Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_210
Pehlivan, Müberr
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları
2016-08-08T09:19:36Z
2016-08-08T09:19:36Z
2015
Pehlivan, M. Baş boyun malign tümörlerinde skuamöz hücreli karsinom tanısı alan hastalarda lenf nodu metastazlarının değerlendirilmesinde ultrason elastrografinin tanısal değeri. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2015.
http://hdl.handle.net/11684/589
Biz bu çalışmada, ultrason elastografi’nin baş ve boyun malign tümörlerinde
skuamöz hücreli karsinom tanısı alan hastalarda lenf nodu metastazının
değerlendirilmesinde, potansiyel rolünü ortaya koymaya çalıştık. Çalışmaya 18 yaş
üstü, baş boyun malign tümörü olan, pimer tümöre yönelik cerrahi ve boyun
disseksiyonu planlanan 23 hasta, 30 boyun dahil edildi. Tüm hastalara cerrahi öncesi
lenf düğümlerinin değerlendirilmesi için ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi ve
elastografi yapıldı. Daha önce boyun bölgesinde herhangi bir nedenle operasyon
öyküsü olan, bilgisayarlı tomografi görüntüleme tekniğinin kalitesini etkileyebilecek
özelliklere sahip (metal diş protezi gibi) hastalar çalışmaya dahil edilmedi. Boyun
diseksiyonu sırasında lenf düğümleri bölgesel olarak işaretlendi ve histopatolojik
olarak metastatik lenf nodları belirlendi. Radyolojik görüntüleme yöntemleri ile tespit
edilen reaktif veya metastatik lenf nodları histopatolojik değerlendirme sonuçları ile
karşılaştırıldı ve elastografi sonuçları ile diğer radyolojik görüntüleme yöntemlerine
ait sonuçlar karşılaştırıldı. Elastogram ve SR değerlerine göre, elastografinin bening
ve malign ayrımında duyarlılık, özgüllük ve doğruluk değerleri sırası ile %88.9,
%69.2, %80.6 ve %100, %84.6, %93.3 idi. Palpasyon ve bilgisayarlı tomografi için
ise bening ve malign ayrımında duyarlılık, özgüllük ve doğruluk değerleri sırası ile
%47, %92, %66.7 ve %70.6, %92.3, %80 idi. Çalışmamıza ait tüm sonuçlarımız
doğrultusunda, elastografinin BBMT’lü hastalarda lenf nodları değerlendirilirken
hastanın primer tümörünün değerlendirilmesi için kullanılan radyolojik
görüntülemeye ek olarak yapıldığı takdirde lenf nodu evrelemesinin daha doğru bir
şekilde yapılacağını düşünüyoruz. Bu katkının özellikle N0 olarak evrelendirilen
BBMT’de daha değerli olacağı kanısındayız.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-08-01T08:44:31Z
No. of bitstreams: 1
10084391.pdf: 2000731 bytes, checksum: 2e45bbf4decd0e6cd1e164d9f0b46966 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Baş Boyun Malign Tümörleri
Baş boyun bölgesi tümörlerinde skuamöz hücreli karsinom tanısı hastalarda lenf nodu metastazlarının değerlendirilmesinde ultrason elastrografinin tanısal değeri
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/603
2016-08-09T00:00:30Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_201
Şakalar, Şaben
Esogü, Tıp Fakültesi, Acil Tıp
2016-08-08T09:23:33Z
2016-08-08T09:23:33Z
2015
Şakalar, Ş. Acil serviste akut kolesistit şiddetinin belirlenmesinde kan prokalsitonin düzeyi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2015.
http://hdl.handle.net/11684/603
Çalışma; Acil Servis’te 2013
Tokyo Kılavuzu!na göre akut kolesistit tanısı konulan hastalarda, yeni bir
enflamasyon göstergesi olarak kabul edilen prokalsitonin düzeyinin akut kolesistit
şiddetinin değerlendirmesinde etkinliğininin saptanması planlanarak 01.06.2013-
01.10.2014 tarihleri arasında ileriye dönük yapılmıştır. 18 yaĢ ve üzeri hastalar
çalışmaya alındı. Toplam 95 hastanın 48’i erkekti. Hastalar akut kolesistit şiddet
düzeylerine göre 3 evreye ayrıldı. Tüm hastalardaki ortalama prokalsitonin düzeyi
5.82 ± 2.58 (0.1-221.3) ng/ml olarak hesaplandı. Prokalsitonin düzeyi ortalaması
evre 1 hastalar için 0.377 ± 0.08 (0.01-1.75) ng/ml, evre 2 hastalar için 1.73 ± 1.09
(0.2-21.19) ng/ml, evre 3 hastalar için 14.02 ± 6.61 (0.5-221.3) ng/ml olarak
saptandı. Prokalsitonin düzeyi ile akut kolesistit şiddet düzeyi arasında istatiksel
anlamda ileri düzeyde farklılık saptanmıştır.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-08-01T08:54:43Z
No. of bitstreams: 1
10075186.pdf: 1262262 bytes, checksum: eebea452e3905960dcf3c64fdd9f8727 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Prokalsitonin
Acil servise başvuran hastalarda akut kolesistit şiddetinin belirlenmesinde kan prokalsitonin düzeyi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/591
2016-08-09T00:00:29Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_212
Cemboluk, Özlem
Esogü, Tıp Fakültesi, Plastik Rekonstrüktrif ve Estetik Cerrahi
2016-08-08T09:21:37Z
2016-08-08T09:21:37Z
2015
Cemboluk, Ö. Rat tam kalınlıklı deri defektlerinde dermal analogların kontraksiyon üzerine etkileri. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2015.
http://hdl.handle.net/11684/591
Çalışmamızda, hayvan yara kontraksiyon modelinde, kollajen-glukozaminoglikan dermal analog (Integra®) ile kollajen-elastin dermal analog (Matriderm®)’in etkilerini karşılaştırmak amaçlanmıştır. Dermal analogların yara iyileşme özellikleri makroskopik ve mikroskopik olarak değerlendirilmiştir. Çalışmada 3 gruba ayrılan 21 adet Sprague-Dawley cinsi dişi sıçan kullanılmıştır. Deney grubu-I ve II’de (n=7), ratların sırtlarına, 2 adet 2.5 x 2.5 cm’lik tam kat cilt defekti oluşturularak, defektlerden biri kollajen-GAG dermal matriks (Integra®) veya kollajen-elastin dermal matriks (Matriderm®) ile; diğeri dermal analogsuz yalnızca tam kalınlıklı deri grefti ile iyileştirilmiştir. Deney grubu I ve II, greftleme sonrası 0., 7., 14. ve 30. günlerde fotoğraflanmıştır. Deney grubu-III’te (n=7), ratların sırtına 3 adet 1.5 x 1.5 cmlik defekt oluşturularak defektler kollajen-GAG dermal matriks (Integra®), kollajen-elastin dermal matriks (Matriderm®) ve de yalnızca ince tam kalınlıklı deri grefti ile onarılmıştır. Deney grubu-III’ten greftleme sonrası 14. ve 30. günlerde histolojik değerlendirme için biyopsi alınmıştır. Histolojik incelemede epidermis ve dermis kalınlıkları, granülasyon dokusu, kollajen depolanması, elastin lifler, inflamatuar hücreler ve myofibroblastik hücreler değerlendirilmiştir. Makroskopik olarak her iki dermal analog, TKDG’ne göre kontraksiyonu azaltmıştır. Ancak bu azalış istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. Histolojik olarak, dermal analog gruplarındaki inflamatuvar hücre popülasyonu TKDG grubundan daha az bulunmuştur ancak yabancı cisim reaksiyonu gruplar arası farklılık göstermemiştir. 30. gün biyopsilerinde, kollajen ve elastin liflerin dağılımının skar dokusu ile benzer olduğu görülmüştür. TKDG grubunda myofibroblast popülasyonu da dermal analog grubundan fazla bulunmuştur; ki bu fazlalık zaman içerisinde gerçekleşecek olan yara kontraksiyonunun göstergesi olarak kabul edilebilir.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-08-01T13:05:10Z
No. of bitstreams: 1
10072692.pdf: 1657656 bytes, checksum: 6857a492633e0d994fbe4198a466c601 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Tam Kat Deri Defektleri
Rat tam kalınlıklı deri defektlerinde dermal analogların kontraksiyon üzerine etkileri
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/592
2016-08-09T00:00:31Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_207
Tambova, Emre
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Göz Hastalıkları
2016-08-08T09:21:48Z
2016-08-08T09:21:48Z
2015
Tambova,E. 65 Yaş Üstü Toplumda Görme Kaybına Yol Açan Retina Hastalıklarının Yerinde ve Erken Saptanması, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir 2015.
http://hdl.handle.net/11684/592
Retina hastalıkları, 65 yaş üstü toplumda en önemli geri dönüşümsüz görme kaybı nedenlerindendir. YaĢa Bağlı Makula Dejenerasyonu (YBMD), Diyabetik Retinopati (DR) ve Retinal Vasküler Hastalıklar bu grup hastalıkların en sık görülen çeşitleridir. Çalışmamızda hastaların oturdukları çevrelere gidilerek, çok sık görülen bu hastalıkların erken ve yerinde saptanmasını amaçladık. Eskişehir Tepebaşı Belediye'si ve Eskişehir Odunpazarı Belediye'since tahsis edilen belde evlerinde nonmidriyatik fundus kamera (Optos Tx-200), otorefraktometre cihazları eĢliğinde 3965 olgunun değerlendirmesi yapıldı. Elde edilen veriler kurumlar arası uzaktan bağlantı sistemi adı verilen teletıp yöntemi ile değerlendirildi. 1502 gözde patolojik durum saptandı ve 217 olgu Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı'na cağırılarak ileri tetkik ve tedavileri yapıldı. Patoloji saptanan 1502 gözün 354' ünde YBMD, 143'ünde DR, 374'ünde Hipertansif Retinopati (HTRP), 29'unda RVT, 59'unda Arka Vitreus Dekolmanı (AVD), 31'inde Astreoid Hiyalozis, 57'sinde Glokomatöz Optik Disk (OD) değişikliği ve 443'ünde diğer retinal patolojiler saptandı. Olguların ortalama görme seviyelerinde %60 oranında görme kaybı mevcuttu. Patoloji saptanan olgular ESOGÜ Göz hastalıkları polikliniğinde değerlendirildi ve tedavileri düzenlendi. Sonuç olarak; Eskişehir il ve ilçelerinde ikamet etmekte olan 65 yaş ve üzeri toplumda görme azlığına yol açan retina hastalıkları ciddi bir toplumsal sorun yaratmaktadır. Teletıp tekniği ile orta ve ileri yaştaki hastalar hastanelere kadar gelmeden oturdukları çevrede muayene olabilmekte, böylece hem erken teşhis ve tedavi olanağı hem de ekonomik olarak ciddi maliyet kazanımları elde edilebilmektedir.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-08-01T13:12:04Z
No. of bitstreams: 1
10081131.pdf: 2953276 bytes, checksum: 999c426db21848162f6d32231134ac44 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Yaşa Bağlı Makula Dejenerasyonu
65 yaş üstü toplumda görme kaybına yol açan retina hastalıklarının yerinde ve erken saptanması
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/596
2016-08-09T00:00:47Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_205
Uylaş, Mustafa Ufuk
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi
2016-08-08T09:22:23Z
2016-08-08T09:22:23Z
2015-04-06
Uylaş, M. U. Karaciğer iskemi reperfüzyonda Quercetinin koruyucu etkisi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlik Tezi , Eskişehir, 2010.
http://hdl.handle.net/11684/596
Karaciğer iskemi-reperfüzyon uygulanmış
ratlarda Quercetinin karaciğer hasarında antioksidan özelliği ile düzeltici etkisinin
incelenmesi amacıyla cinsiyetleri erkek olan ağırlıkları 200-250 gr. arasında değişen
Sprague-Dawley cinsi 50 adet rat kullanıldı. 10’ ar adet rattan oluşan sham grubu,
karaciğer İ/R grubu, karaciğer İ/R + 25mg/kg Quercetin grubu, karaciğer İ/R +
50mg/kg Quercetin grubu ve karaciğer Ġ/R + 100mg/kg Quercetin grubu olmak üzere
beş gruba ayrıldı. Sham grubuna sadece laparatomi yapıldı. Diğer gruplardaki tüm
ratlara laparatomi sonrası karaciğere 1 saat iskemi 2 saat reperfüzyon
uygulandı.Reperfüzyon sonrası ratlardan Aspartat transaminaz (AST), Alanin
transaminaz (ALT), Katalaz (CAT), Malondialdehid (MDA) için kan örnekleri,
ayrıca Malondialdehid (MDA) için karaciğer doku örnekleri, histopatolojik inceleme
için karaciğer doku örnekleri alındı. Tedavi gruplarında AST, ALT, MDA (serum)
değerlerinde anlamlı azalma görülürken katalaz değerlerinde anlamlı olmasa da
azalma saptanmıştır. Karaciğerdeki histopatolojik değişiklikler açısından tedavi
gruplarından 25 mg/kg Quercetin ve 50 mg/kg Quercetin anlamlı düzelmeler
gözlenmişken 100 mg/kg Quercetin verilen grupta düzelme kısmı olmuştur.
Quercetin, hembiyokimyasal hemde histolojik açıdan anlamlı düzelmeler sağladığı
göz önüne alındığında İskemi-reperfüzyon hasarının beraberinde getirdiği
komplikasyonlarda ve mortalitede azalmaya yol açabileceği düşünüldü.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-08-03T12:48:06Z
No. of bitstreams: 1
10066235.pdf: 1828582 bytes, checksum: 5b4adb6edd652cb6278f5cb979244f56 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
İskemi/Reperfüzyon
Karaciğer iskemi ve reperfüzyonda quercetin’in koruyucu etkisi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/627
2016-08-16T00:00:47Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_210
Şenol, Cemile
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları
2016-08-15T12:38:37Z
2016-08-15T12:38:37Z
2014
Şenol, C. Bilgisayarlı tomografi ile konka kemik hipertrofisi saptanan hastalarda burun tıkanıklığının preoperatif ve postoperatif objektif ve subjektif olarak değerlendirilmesi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2014.
http://hdl.handle.net/11684/627
Bu çalışmada inferior konka hipertrofisinde kemik konkanın rolünü araştırmayı ve
kemik konkaya cerrahi müdahale sonucunda burun tıkanıklığını objektif ve subjektif
testler ile değerlendirmeyi amaçladık. Burun tıkanıklığı şikayeti olan ve bilgisayarlı
paranazal tomografi ile kemik konka hipertrofisi saptanan 30 hasta çalışma grubunu
oluşturdu. Burun tıkanıklığı olmayan ve başka nedenlerle temporal kemik
bilgisayarlı tomografisi çekilen 30 hasta kontrol grubunu oluşturdu. Çalışma
grubundaki hastalara burun tıkanıklığını düzeltmek amacıyla submukozal rezeksiyon
tekniği uygulandı. Bu hastalara operasyon öncesi ve sonrası VAS ve akustik
rinometri testleri uygulandı. Kontrol grubundaki hastalara da VAS ve akustik
rinometri testleri uygulandı. Bütün hastaların bilgisayarlı tomografilerinde inferior
konkanın medial mukoza, lateral mukoza ve kemik konka kalınlıklarının horizontal
ölçümleri yapıldı. Subjektif değerlendirmeler sonucunda, çalışma grubundaki
hastaların burun tıkanıklığı şikayetinde operasyon öncesine göre azalma sağlandı
(p<0.001). Akustik rinometri ile elde edilen objektif verilere göre de hastaların burun
tıkanıklığı şikayetinde belirgin düzelme olduğu izlendi (p<0.001). Çalışma
grubundaki hastaların medial mukoza, lateral mukoza ve kemik konka
kalınlıklarının, kontrol grubunda ki hastaların ölçümlerine göre yüksek olduğu
görüldü (p<0.001). Burun tıkanıklığının en sık nedenlerinden birisi olan konka
hipertrofilerinde doğru tedavi seçimi için ayrıntılı muayene gereklidir. Hem tanı hem
tedavi seçiminde bilgisayarlı tomografi gibi görüntüleme yöntemleri ve hastanın
burun tıkanıklığını objektif değerlendiren akustik rinometri gibi testler oldukça
yararlıdır. Kemik konka hipertrofisi saptanan hastalarda submukozal rezeksiyon
tekniği güvenle kullanılabilen bir yöntemdir.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-08-11T13:04:59Z
No. of bitstreams: 1
Referans No 10068007.pdf: 1195667 bytes, checksum: 92b0938828897334088a2235c7740799 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
İnferior Konka Hipertrofisi
Bilgisayarlı tomografi ile konka kemik hipertrofisi saptanan hastalarda burun tıkanıklığının preoperatif ve postoperatif objektif ve subjektif olarak değerlendirilmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/653
2016-10-21T00:00:08Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_209
Güneysu, Elif
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kalp ve Damar Cerrahisi
2016-10-20T07:52:36Z
2016-10-20T07:52:36Z
2014
Güneysu, E. İloprostun Deneysel İskemi Reperfüzyon Modelinde Gastroknemıus Kası Hasarı Üzerine Koruyucu Etkisi .Eskişehir Osmangazi Üniversitesitıp Fakültesi Kalp Ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi,Eskişehir, 2014.
http://hdl.handle.net/11684/653
Bu deneysel çalışmamızda ki amacımız rat alt ekstremite iskemi reperfüzyon sonrası gastrokinemius kasında oluşan iskemi-reperfüzyon hasarına iloprostun koruyucu etkisini araştırmaktır.
Çalışmamızda 24 adet Wistar Albino cinsi rat kullanıldı. Ratlar randomize olarak, eşit sayıda (n=8) üç gruba ayrıldı. Grup 1‟ de (sham) 6 saat süresince sadece anestezi uygulandı. Grup 2‟ de (kontrol) ve grup 3‟ de (İloprost tedavi grubu) anestezi verildikten sonra, turnike yöntemiyle ratların sağ arka ekstremitelerine, kalça eklemi hizasından turnike uygulanılarak 3 saat iskemi ve turnike açılarak 3 saat reperfüzyon uygulandı. Grup 3‟ te reperfüzyondan 30 dakika önce sağ internal juguler venden ıv 20 μg/kg dozda iloprost infüzyonu başlanıldı. İnfüzyon reperfüzyon süresince devam etti.
Deney sonunda tüm gruplardan biyokimyasal analizler için kan örneği ve immünohistokimyasal değerlendirme için gastrokinemius kas doku örnekleri alındı. Alınan kan örneklerinde TNF- α, IL-1, IL-6 plazma düzeyleri ölçüldü. Gastrokinemius kas doku örnekleri formaldehit ile fikse edildi. Alınan kas dokudan biyokimyasal olarak MDA ve katalaz düzeyleri, histolojik olarak ıĢık mikroskobu altında hemotoksilen eosin ile genel doku değerlendirilmesi ve immünohistokimyasal olarak kaspaz tayini yapıldı.
Biyokimyasal inceleme sonuçlarına göre ĠR grubunda (grup 2) kas dokusunda MDA, serumda TNF-α ve IL-1 düzeyleri tedavi grubuna (grup 3) göre anlamlı derecede düşük bulunurken; kas dokusunda katalaz,serumda IL-6 düzeylerinde anlamlı fark bulunamamıştır. Kaspaz -3 immunohistokimyasal sonuçlarımıza göre ise İloprost iskelet kasında İR hasarının meydana getirdiği apopitozise karşı korumaktadır.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-10-06T09:06:46Z
No. of bitstreams: 1
10055027.pdf: 2215397 bytes, checksum: 02284e1118db860b9745ae41f9f0c3ed (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
İskemi/Reperfüzyon
İloprostun deneysel iskemi-reperfüzyon modelinde gastroknemius kası hasarı üzerinde koruyucu etkisi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/664
2016-10-21T00:00:36Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_206
Boztepe, Hacer
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahi
2016-10-20T07:53:32Z
2016-10-20T07:53:32Z
2014
Boztepe. H. Karnozinin tek akciğer ventilasyonuna bağlı akciğer hasarı üzerine koruyucu rolü. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2014.
http://hdl.handle.net/11684/664
Bu çalışmanın amacı,
sıçanlarda tek akciğer ventilasyonu sonrasında oluşan akciğer hasarı üzerine
karnozininin koruyucu rolünü araştırmaktır. Çalışma için 20 adet Sprague Dawley
cinsi sıçan randomize olarak, eşit sayıda (n=10) iki gruba ayrıldı. Kontrol grubuna 60
dakika süreyle tek akciğer ventilasyonu (TAV) devamında 30 dakika süreyle çift
akciğer ventilasyonu (ÇAV) uygulandı. Karnozin grubundaki sıçanlara deneye
başlamadan 10 dakika önce 250mg/kg dozunda intraperitoneal karnozin verildi ve
aynı ventilasyon protokolü uygulandı. Kontrol ve çalışma gruplarından TAV ve
ÇAV sonunda biyokimyasal analiz ve histopatolojik inceleme için akciğerden doku
örnekleri alındı. Biyokimyasal analizde doku superoksid dismutaz (SOD),
malondialdehit (MDA) ve tümör nekroz faktör alfa (TNF-α) düzeyleri ölçüldü.
Histopatolojik incelemede dokular hemotoksilen eosin ile boyandı ve akciğerlerde
oluşan hasar alveolar konjesyon, intraalveoler kanama, lökosit ve lenfosit
infiltrasyonu varlığı ve miktarına göre skorlandı. TAV ve ÇAV sonunda çalışma
grubu TNF-α düzeylerinde kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı düşüş
olduğu görüldü. Ancak TAV ve ÇAV sonunda her iki gruptada MDA ve SOD
değerlerinde anlamlı farklılık saptanmadı. Histopatolojik incelemede Karnozin
verilen grupta PMNL infiltrasyonu ve lenfosit infiltrasyon miktarının istatiksel olarak
anlamlı azaldığı görüldü. Sonuç olarak TAV kullanılarak yapılan göğüs cerrahisi
işlemlerinde özellikle TAV ile işlem süresi uzayacak olgularda karnozin
kullanımının TAV’nuna bağlı akciğer hasar ve ödemini azaltıcı etki göstereceğini
düşünüyoruz.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-10-06T12:06:43Z
No. of bitstreams: 1
10058970.pdf.pdf: 1626377 bytes, checksum: b3413178ef5e05487283584653f5467f (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Tek Akciğer Ventilasyonu
Tek akciğer ventilasyonu sonrası oluşan akciğer hasarı üzerine karnozinin koruyucu etkisi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/705
2016-12-01T01:00:28Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_208
Kaplan Karataş, Neşe
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları
2016-11-30T08:01:52Z
2016-11-30T08:01:52Z
2014
Kaplan Karakaş, N. ‘Endometrium adeno ca’lı hastalarda preoperatif nötrofil lenfosit oranının prognoza etkisi’ Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2014.
http://hdl.handle.net/11684/705
Malign tümörlerle sistemik inflamatuar cevap arasındaki prognostik ilişki, ilk olarak Reiss tarafından 1872 de rapor edilmiştir. Nötrofil lenfosit oranı (NLO) artışı, akciğer, böbrek, mide, meme, pankreas ve kolon kanseri gibi birçok solid tümörlerde ve ayrıca, serviks, vulva, endometriyum ve over kanseri gibi jinekolojik malignitelerde de rastlanmaktadır. Biz bu geriye dönük araştırmamızda, endometriyum kanserinde; preoperatif nötrofil lenfosit oranının, postoperatif tümör grade ve evresi ile ilişkisi olup olmadığını değerlendirmeyi amaçladık. Hastanemiz Jinekolojik Onkoloji Kliniği’nde, endometriyum kanseri tanısı alarak opere edilen 300 olgunun preoperatif nötrofil lenfosit oranının postoperatif tümör grade ve evresi ile ilişkisi araştırıldı. Bizim çalışmamızda ele alınan olgularda en düşük NLO 0,08, en yüksek NLO 15,45 olarak bulunmuştur. Tüm olguların genel ortalaması 2,7±1,16 bulunmuştur. Bu veriler değerlendirildiğinde NLO ile lenfovasküler invazyon varlığı (p=0,02< 0,05), servikal stromal tutulum (p=0,006< 0,05), seroza ve/veya adneks tutulumu (p=0,011< 0,05) arasında istatiksel olarak anlamlı farklılık saptandı. Sonuç olarak endometriyum kanseri olan olgular değerlendirilirken preoperatif yaş, histolojik tip, histolojik grade, myometrial invazyon, lenfovasküler alan invazyonu, serviks tutulumu, seroza ve adneksiyal tutulum, vajen parametrium tutulumu, lenf nodu tutulumu, periton sitolojisi, uzak organ metastazı prognoz açısından önem arzeder ve sürvi hakkında bir öngörü sağlayabilir. Birçok malignitenin ve çalışmada olduğu gibi bizim endometriyum kanseri çalışmamızda preoperatif lenfosit nötrofil oranının prognostik önemi bulunmuştur.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-11-28T06:05:21Z
No. of bitstreams: 1
10047772.pdf: 1006787 bytes, checksum: 331ff2a58c02588b6d952a349d0cc4cc (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Nötrofil Lenfosit Oranı
Endometrium adeno ca’li hastalarda preoperatif nötrofil-lenfosit oranının prognoza etkisi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/696
2016-12-01T01:00:40Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_201
Türközü, Mine
Esogü, Tıp Fakültesi, Acil Tıp
2016-11-30T08:00:44Z
2016-11-30T08:00:44Z
2014
Türközü,M. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Hastanesi Acil servisi’ne 10 gün içerisinde tekrar başvuran hastaların sıklığı, tekrar başvuru nedenlerinin incelenmesi: 1 yıllık inceleme. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2014.
http://hdl.handle.net/11684/696
Acil servise(AS) 10 gün içerisinde tekrar başvuran
hastaların sıklığını ve tekrar başvuru nedenlerini değerlendirip, AS
hizmetlerinin ileriye dönük planlanmasının yapılmasına ve böylece daha
hızlı, daha etkili, daha verimli AS hizmetlerinin sunulmasına katkıda
bulunmak amacıyla 01.11.2012-30.10.2013 tarihleri arasında Eskişehir
Osmangazi Üniversitesi Acil Servisi’ne 10 gün içerisinde tekrar başvuran 18
yaş ve üstü hastalar değerlendirildi. Hastaların demografik özellikleri, ilk ve
tekrar başvuru nedenleri, tekrar başvuru sayıları, ilk ve tekrar başvuru
sonrası sonuçları belirlendi. Çalışmaya 1832 hasta alındı. Başvuran
hastaların ortalama yaşı 43.54 ± 19.43 idi(18-91). Tekrar başvuru yapan
hastaların çoğunluğunu genç yaş grubu (18-25, %25.8) oluşturmaktaydı.
Hastaların 1029’u(%56.2) erkek, 803’ü(%43.8) kadındı.Bir defa tekrar
başvuran hasta sayısı (1627,%88.8) belirgin olarak yüksekti. Hastaların ilk
başvuru nedenleri en sık kas-iskelet sistemi (288, %15.7) ile ilgili tanılardı.
Hastaların büyük çoğunluğunun (1668, %91) ilk başvuru sonrası taburcu
edildi. AS’e tekrar başvuru nedenlerinden poliklinik hizmetine ulaşamamageç
ulaşma (993, %54.2) en sık neden olarak bulundu. Çalışmaya alınan
1832 hastanın 1599’u(%87.3) tekrar başvuru sonrası taburcu edilirken
114’ünün(%6.2) servise, 80’inin (%4.4) yoğun bakıma yatışı yapıldı.
Hastaların 8’i(%0.4) kaybedildi. Hastaların 29’u (%1.6) kendi isteği ile tedaviyi
kabul etmedi. 2’si (%0.1) sevk edildi. Tekrar başvurular AS yoğunluğunu ve
AS çalışanlarının iş yükünü artırmaktadır. Poliklinik hizmetine ulaşımını
kolaylaştırma gibi önlemler alınarak AS’e yapılan tekrar başvuru sayısı
azaltılabilir. Tekrar başvurularda dikkatli olunup yanlış tanı ve hastaneye
yatış gerektiren durumlar açısından dikkatli olunmalıdır.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-11-30T07:11:31Z
No. of bitstreams: 1
10058047.pdf.pdf: 1192507 bytes, checksum: b0434dcdab4b5d4fc6d739d2a842a602 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Acil Servis
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi acil servisi’ne 10 gün içerisinde tekrar başvuran hastaların sıklığı, tekrar başvuru nedenlerinin incelenmesi: 1 yıllık inceleme
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/697
2016-12-01T01:00:45Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_201
Çetinkaya, Osman
Esogü, Tıp Fakültesi, Acil Tıp
2016-11-30T08:00:47Z
2016-11-30T08:00:47Z
2014
Çetinkaya, O. Acil Servise Sağ Alt Kadran Ağrısıyla Başvuran Hastalarda Kullanılan Alvarado Skorlaması İle Prokalsitonin Düzeyinin Karşılaştırılması Ve Akut Apandisit Tanısına Etkisi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2014.
http://hdl.handle.net/11684/697
Acil
Servis’e sağ alt kadran ağrısı ile başvuran hastalarda alvarado skorlama yöntemiyle,
yeni bir enflamasyon göstergesi olarak kabul edilen prokalsitonin düzeyinin
korelasyonunu saptamak ve bunun akut apandisit tanısında etkinliğini göstermek
planlanarak 01.12.2012-31.11.2013 tarihleri arasında ileriye dönük yapılmıştır. 18
yaş ve üzeri hastalar çalışmaya alındı. Toplam 52 hastanın 17’si erkekti. Hastaların
alvarado skoru ortalaması 6.4 (2-10) olarak saptandı. Hastaların prokalsitonin
değerleri ortalaması 0.4328 ng/ml (0.0126ng/ml-14.6600 ng/ml). Hastaların 47 (%
90.4)’sinde prokalsitonin değeri normal (<0.5 ng/ml), 4(%7.7)’ünde sistemik
enfeksiyon sınırlarında (0.5-2 ng/ml), 1(%1.9) hastada septik şok sınırlarında
saptanmıştır (>10 ng/ml). Çalışmaya alınan 52 hastanın altın standart olarak kabul
edilen ameliyat sonrası patoloji raporlarına göre 49 (%94.2)’u akut apandisit tanısı
almıştır.Akut apandisit tanısı alan hastaların sadece 3(%6.1)’ünde prokalsitonin
değerleri pozitif (>0.5 ng/ml), 46(%93.8) ’sında negatif (<0.5 ng/ml) saptanmıştır.
Prokalsitonin değerinin pozitif olması ile akut apandisit tanısı arasında istatiksel
anlamda önemli düzeyde fark saptanmamıştır.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-11-30T07:16:41Z
No. of bitstreams: 1
10058074.pdf.pdf: 1015717 bytes, checksum: b790a225799681522decb0f2f9e2f8c8 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Prokalsitonin
Acil Servise sağ alt kadran ağrısıyla başvuran hastalarda kullanılan alvarado skorlaması ile prokalsitonin düzeyinin karşılaştırılması ve akut apandisit tanısına etkisi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/718
2016-12-01T01:00:26Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_208
Bağcı, Mustafa
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları
2016-11-30T08:03:34Z
2016-11-30T08:03:34Z
2014-09-10
Bağcı, M. Ultrasonografi ile Polikistik Over Görünümü Olan Hastaların Değerlendirmesi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları Ve Doğum Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2014.
http://hdl.handle.net/11684/718
Bu çalışmanın amacı; ultrasonografi ile polikistik over görünümü olan hastalarla, polikistik over görünümüne sahip olmayan kontrol grubu arasında klinik, hormonal ve biyokimyasal farklılıkların ortaya konulmasıdır. Araştırmamıza Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümüne Aralık 2012 ile Aralık 2013 arasında infertilite yakınmasıyla başvuran ve çalışma öncesi yazılı ve sözlü onam veren 238 hasta dahil edildi. Tüm hastalara ilk başvuruda hazırlanan anket uygulandı. Hastaların fizik ve pelvik muayeneleri yapılıp, TVUSG ile overleri değerlendirildi. Hastalardan hormonal tetkikler için kan örnekleri alındı. Hastalar klinik ve endokrinolojik özelliklerine göre PKOS olan 77 olgu, PKOS benzeri olan 74 olgu ve normal kontrol grubu 87 olgu olarak 3 gruba ayrıldı. PKOS’lu hastaların ailesinde PKOS daha sık bulunmuştur (p=0,001). PKOS’lu hastalarda VKI’nin ve android obezite sıklığının daha yüksek olduğu bulunmuştur. PKOS’lu hastalarda hiperandojenizmin klinik ve laboratuvar bulgularına daha sık rastlanmıştır. FG skorunun VKI, bel / kalça oranı, kandaki sT ve tT değerleri ile korelasyon göstererek arttığına ilişkin sonuçlar (p<0,001) bulunmuştur. Over rezervini belirlemede önemli bulgulardan olan toplam AFS’nın; normal grupta yaşın artması ile korelasyon (p=0,003) göstererek azaldığı, PKOS (p=0,216) ve PKO benzeri grupta (p=0,876) ise böyle bir ilişkinin olmadığı bulunmuştur. PKOS klinik ve laboratuvar bulguları olarak geniş bir çerçevede ortaya çıkabilmektedir. Hastalar kısa ve uzun dönem komplikasyonların önlenmesi için detaylı bir şekilde değerlendirilmelidir.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-11-30T07:30:40Z
No. of bitstreams: 1
10053511.pdf: 1728209 bytes, checksum: 603e5c8a7f206dd70e02496f3ae6cbae (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
PKO
Ultrasonografi ile polikistik over görünümü olan hastaların değerlendirilmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/699
2016-12-01T01:00:51Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_214
Bilgehan, Münir Ali
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Üroloji
2016-11-30T08:00:54Z
2016-11-30T08:00:54Z
2014
Bilgehan, M.A. Mesane Kanserlerinde Prognostik Faktörler. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir 2014.
http://hdl.handle.net/11684/699
Bu çalışmada mesane kanserlerinde etkili olabileceği düşünülen prognostik faktörlerin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Bu amaçla Haziran 1995 ve Haziran 2013 yılları arasında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı’nda primer mesane tümörü ön tanısı ile tek cerrah tarafından transüretral mesane rezeksiyonu (TUR-M) yapılan ve patoloji sonucu mesane kanseri rapor edilen en az 1 yıllık takibi olan 499 hastanın klinik ve demografik verileri incelendi. Hastalara ait klinik, radyolojik ve patolojik parametreler aynı cerrahın kayıtlarından temin edildi. Hastaların 450’si erkek (%90,2), 49’u kadındı (%9,8). Erkek/kadın oranı 9.1, yaş ortalaması 60,6 (21–85) idi. Ortanca takip süresi 62,2 ay (12–232) olup izlem sonunda 92 hastanın (%18,4) tümör nedeniyle kaybedildiği görüldü. Hastaların patolojileri ile değerlendirildiğinde, 198 hastanın Ta evresinde (%39,6), 196 hastanın T1 evresinde (%39,2), 105 hastanın ise T2 evresinde (%21,2) olduğu saptandı. Ta tümörlerde genel sağkalıma derecenin etkili olduğu, tümör boyutu, tümör sayısı, ilk 3. ayda yapılan sistoskopi ve CIS’ın Ta tümörlerde nüksüz sağkalıma etki eden bağımsız prognostik faktörler olduğu, Grade, tümör boyutu, tümör sayısı, CIS’ın da Ta tümörlerde progresyonsuz sağkalıma etki eden bağımsız prognostik faktörler olduğu bulunmuştur. T1 tümörlerde grade, ReTUR sonucu, CIS ve LVİ’nun genel sağkalıma etkili prognostik faktörler olduğu, ReTUR sonucu, ilk 3 ayda yapılan sistoskopide tümör olup olmaması, tümör boyutu, tümör sayısı ve LVİ’nun nüksüz sağkalımda bağımsız prognostik faktörler olduğu, grade, CIS, LVİ ve ReTUR sonucunun da T1 tümörlerde bağımsız prognostik faktörler olduğu bulunmuştur. Kasa invasif mesane kanserlerinde ise radikal sistektomi yapılan hastalarda, lenf nodu tutulumu ve hastalığın evresinin genel ve hastalıksız sağkalımda bağımsız prognostik faktörler olarak bulunmuştur. Tümör davranışını daha iyi öngören histolojik tiplerin tanımlanması, etkin ve pratik moleküler belirteçlerin bulunması ile hastalığın öngörüsünün arttırılabileceği düşünülmektedir.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-11-30T07:34:25Z
No. of bitstreams: 1
10058953.pdf: 1492348 bytes, checksum: 0bdc7f9360ebf8418da2fec0bdb51f31 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Mesane Kanseri
Mesane kanserlerinde prognostik faktörler
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/739
2016-12-07T01:00:20Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_211
Karakuş, Nazım
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji
2016-12-06T07:25:06Z
2016-12-06T07:25:06Z
2014
Karakuş N. Cerrahi Olarak Tedavi Edilen Asetabulum Kırıklı Hastaların Klinik ve Radolojik Sonuçlarının Değerlendirilmesi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi Eskişehir, 2014.
http://hdl.handle.net/11684/739
Bu çalışmanın amacı, kliğimizde asetabulum kırığı tanısıyla cerrahi olarak tedavi edilen hastaların klinik ve radyolojik sonuçlarının değerlendirilmesidir. Çalışmaya en az 2 yıl izlemi olan 115 hasta alındı. Kırıkların tümü elde edilen direk grafi ve bilgisayarlı tomografi bulguları ile Judet-Letournel sınıflamasına göre sınıflandırıldı. Radyolojik değerlendirme Matta’nın Radyolojik Kriterlerine göre yapıldı. Klinik sonuçlar Modifiye Merle D’Aubigne Değerlendirme ölçeği’ne göre değerlendirildi. Ortalama yaş 39.3 (14-80) ve ortalama takip süresi
6.8 yıl (2-18) idi. Hastaların 95’i erkek (%82,6), 20’si kadındı (%17,4). Hastaların 67’sinde sağ (%58,3), 48’inde sol (%41.7) asetabulum kırığı mevcuttu. Kırık oluşma nedeni 60 hastada AİTK (% 66,2), 41 hastada düşme ve yüksekten düşme (%35,7), 14 hastada ADTK (%12,2) idi.11 hastada preop peroneal araz mevcuttu (%9.6). hastada postop peroneal araz (%5,2) mevcut olup 5 i takiplerde tamamen düzeldi. 13 hastada posterior dislokasyon (%11,3) 6 hastada santral dislokasyon (%5,2) 22
hastada posttravmatik artroz (%19,1) 4 hastada klinik bulgu veren DVT (%3,5) 6
debridman gerektiren CAE (%5,2) 3 klinik bulgu veren PTE (%2,6) saptandı. 8 hastada klinik başarısızlık nedenli revizyon cerrahisi gerekli oldu.(%6,9) (6 TKP, 2 Artrodez) 8 hastada Brooker Evre III-IV heterotropik ossifikasyon bulgusu mevcuttu (%7,0). Matta’nın Radyolojik Kriterleri’ne göre redüksiyon, 64 hastada anatomik (%55.7), 38 hastada orta (%33), 13 hastada kötü (%11,3) olarak değerlemdirildi. Modifiye Merle D’Aubigne Değerlendirme Ölçeği’ne göre ; 53 hastada mükemmel (%46,1), 37 hastada iyi (%32,2), 14 hastada orta (%12,2) 11 hastada kötü (%9,6) klinik sonuç elde edildi.Çalışmamızda ; redüksiyon kalitesi, yaş (> 45 yaş) ve kırık tipi (T tip) ile klinik sonuçları kuvvetli ilişki olduğu görüldü.İyi ve mükemmel sonuç elde edebilmenin, optimal şartlarda uygulanan bir cerrahi, stabil bir internal tespit ve tam anatomik redüksiyon ile mümkün olduğu görüldü.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-12-05T06:15:57Z
No. of bitstreams: 1
10051417.pdf.pdf: 2936377 bytes, checksum: a75539d320c1d870dc3ff4032d25e075 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Asetabulum
Cerrahi olarak tedavi edilen asetabulum kırıklarının işlevsel ve radyoloji sonuçlarının değerlendirilmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/744
2016-12-07T01:00:17Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_210
Güney, Fatma
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları
2016-12-06T07:25:25Z
2016-12-06T07:25:25Z
2014
Güney, F. Tek taraflı kronik otitis media tanısıyla opere edilen hastalarda vestibüler sistemin etkilenmesinin preoperatif ve postoperatif vestibüler testlerle degerlendirilmesi. Eskisehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Bogaz Hastalıkları Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskisehir, 2014.
http://hdl.handle.net/11684/744
Kronik otitis medialı hastalarda bas dönmesi, nistagmus, bulantı, kusma gibi
septomların oluşması vestibüler sistemin etkilendiğini gösterir. Kronik otitis medialı
hastalarda labirenter sistemin olaydan ne kadar etkilendiğini göstermede en iyi test
elektronistagmografidir. Bu çalışmada tek taraflı kronik otitis media tanısıyla opere
edilen hastalarda vestibüler sistemin etkilenmesinin preoperatif ve postoperatif
vestibüler testlerle araştırılması amaçlanmaktadır. Hastalara preoperatif ve
postoperetif vestibüler muayane testleri, odyogram ve videoelektronistagmografinin
tüm testleri yapılmıstır. Postopertatif tüm testler ameliyat sonrası üçüncü ayda
yapılmıstır. Çalısmamızda preoperatif kalorik testte 13 (% 43.3) hastada KOM’la
aynı tarafta kanal parezisi saptandı. Preoperatif yapılan kalorik testler ile postoperatif
yapılan kalorik testler arasında anlamlı fark bulunmuştur (p= 0.001). Buna göre
hastaların %50’sine yakın bir kısmında yapılan ameliyatın isitme sistemi yanında
denge sistemini de olumlu etkilediği düşünülmüştür.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-12-06T06:32:41Z
No. of bitstreams: 1
10030514.pdf: 644325 bytes, checksum: 045fb61042b137335a2e0a36b3fa64d8 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Tek Taraflı Kronik Otitis Media
Tek taraflı kronik otitis media tanısı ile opera edilen hastalarda vestibüler sistemin etkinlenmesinin preoparatif ve postoperatif vestibüler testlerle değerlendirilmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/738
2016-12-07T01:00:23Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_214
Gürel, Abdullah
TR171365
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Üroloji
2016-12-06T06:39:43Z
2016-12-06T06:39:43Z
2014
Gürel, A. Üriner sistem taş hastalığı ve klotho gen polimorfizmi arasındaki ilşikinin araştırılması. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir 2014.
http://hdl.handle.net/11684/738
Üriner sistemde taş oluşumu; çevresel, anatomik ve genetik faktörlerin karşılıklı etkileşimine dayanan multifaktöryel bir olaydır. Epidemiyolojik çalışmalarda elde edilen veriler taş hastalığı prevalansının %3.5-18.5 arasında değiştiğini göstermiştir. Üriner sistem taş hastalığının (ÜSTH) en önemli özelliklerinden biri tekrarlama olasılığının fazla olmasıdır. Girişimsel tedavilerin maliyetinin yüksek olması, profilaktik tedaviye olan ilgiyi arttırmıştır. Taş hastalığının multifaktöryel doğası nedeniyle genetiğin katkısını tespit etmek zorluk arz etmektedir. Yapılan çalışmalarda yaşlanma karşıtı hormon (antiaging hormone) olarak bilinen Klotho geninin kalsiyum ve fosfor homeostazisinde son derece önemli rol oynadığı gösterilmiştir. Klotho, kalsiyum ve fosfor metabolizması üzerindeki etkisini B glukrodinaz aktivitesi ile göstermektedir. Yakın zamanda yapılan iki çalışma da klotho genindeki polimorfizmler ile üriner sistem taş hastalığı arasındaki ilişki bulunduğu saptanmıştır. Bu çalışmada üriner sistem taş hastalığı bulunan 103 hasta ve üriner sistemde taşı olmayan ve daha önceden taş öyküsü olmayan 102 kontrol grubu çalışmaya dahil edildi. Hasta ve kontrol grubu arasında yaş, cinsiyet açısından farklılık saptanmadı. Hasta ve kontrol grubu karşılaştırıldığında; hasta grupta yer alanların daha çok sedanter işlerde çalıştığı, beslenme şekli olarak daha çok hayvansal gıda ağırlıklı beslendikleri, vücut kitle indekslerinin daha yüksek değerlerde olduğu ve ailelerinde taş öyküsünün daha fazla görüldüğü sonucuna varıldı. Hasta grupta 24 saatlik idrar kalsiyum değeri kontrol grubuna göre yüksek saptandı. Hasta ve kontrol grubunda, klotho genindeki G395A, F352V ve C18118T polimorfizmleri karşılaştırıldığında hasta grupta G395A polimorfizmi, kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı oranda fazla saptandı. Β glukrodinaz düzeyi karşılaştırıldığında; hasta ve kontrol grubunda istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-12-06T06:38:04Z
No. of bitstreams: 1
10030411.pdf: 686403 bytes, checksum: cda23dcf5b7c9d447280fbd059fe83e9 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Üriner Sistem Taş Hastalığı
Üriner sistem taş hastalığı ve klotho gen polimorfizmi arasındaki ilişkinin araştırılması
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/758
2016-12-10T01:00:29Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_206
Aksu, Ebubekir
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahi
2016-12-09T07:03:12Z
2016-12-09T07:03:12Z
2014
Aksu E. Tek akciğer ventilasyonuna bağlı oluşan akciğer hasarına karşı pentoksifilinin koruyucu etkisi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2014.
http://hdl.handle.net/11684/758
Tek
akciğer ventilasyonu (TAV), cerrahi girişimi kolaylaştırmak amacıyla göğüs
cerrahisinde sık olarak uygulanan bir yöntemdir. TAV ve daha sonra çift akciğer
ventilasyonuna (ÇAV) geçiş ile birlikte gelişen patofizyolojik olaylar akciğer
hasarına neden olabilir. Bu çalışmanın amacı, sıçanlarda TAV’ a bağlı oluşan
akciğer hasarı sonrası pentoksifilinin koruyucu rolünü araştırmaktır. 20 adet
Sprague-Dawley cinsi sıçan randomize olarak, eşit sayıda (n=10) iki gruba ayrıldı.
Kontrol grubuna trakeostomi açılmasını takiben 60 dakikalık TAV sonrası 30
dakikalık ÇAV uygulandı. Pentoksifilin grubunda, aynı ventilasyon protokolü
uygulandı ve çalışmanın 10 dakika öncesinde 50 mg/kg pentoksifilin intraperitoneal
olarak verildi. Kontrol ve pentoksifilin grubunda 60 dakikalık TAV sonrası ve 30
dakikalık ÇAV sonrası biyokimyasal analiz ve histopatolojik inceleme için doku
örnekleri alındı. Malondialdehit (MDA), tümör nekroz faktör alfa (TNF-α) ve
süperoksit dismutaz (SOD) düzeyleri ELISA methodu kullanılarak ölçüldü.
Histopatolojik incelemede dokular hemotoksilen eosin ile boyandı ve akciğerlerde
oluşan hasar alveoler konjesyon, interstisyel ödem, intraalveoler kanama, polimorf
nüveli lökosit (PMNL) ve lenfosit infiltrasyonu varlığı ve miktarına göre skorlandı.
Pentoksifilin verilen grupta ÇAV sonrası ölçülen MDA ve TNF-α ölçümlerinde
istatistiksel olarak da anlamlı düşüş görüldü. SOD düzeyinde istatistiksel olarak
anlamlı yükselme görüldü. Histopatolojik incelemede pentoksifilin grubunda,
oluşan doku hasarının kontrol grubuna göre daha az olduğu gözlendi. Pentoksifilinin
akciğer hasarı üzerinde özellikle TAV sonrası reekspansiyon döneminde koruyucu
etkisi olduğunu düşünüyoruz.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-12-09T06:41:07Z
No. of bitstreams: 1
10043015.pdf.pdf: 1405382 bytes, checksum: 757af6c4f539f64c0666e642f706adb2 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Tek Akciğer Ventilasyonu
Tek akciğer ventilasyonuna bağlı oluşan akciğer hasarına karşı pentoksifilinin koruyucu etkisi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/759
2016-12-10T01:00:30Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_202
Tüfek, Dilara
TR102922
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Koleksiyonu
2016-12-09T07:03:17Z
2016-12-09T07:03:17Z
2014
Tüfek, D. Curcuminin tek akciğer ventilasyonu sonrası akciğerlerde oluşan iskemi/reperfüzyon hasarı üzerine antioksidan etkisi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Anestezi ve Reanimasyon Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2014.
http://hdl.handle.net/11684/759
Bu çalışmanın amacı t ek ak ci ğer
v enti l as yo n u so n r ası ak ci ğerl er de o lu şan i sk emi/ r ep er füz yo n h as ar ı
üz eri nd e cu r cumini n an ti ok sid an özelli ği ni n ar aştı rı lmas ıdı r . Çalışma,
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi TICAM labaratuarında cinsiyeti erkek, ağırlıkları
260-320 gr olan Sprague-Dawley cinsi 30 sıçan ile yapıldı. Sıçanlar rastgele 3
gruba ayrıldı. Kontrol grubuna 60 dk.TAV sonrasında 30 dk ÇAV uygulandı. DMSO
grubuna işlem öncesinde CUR çözmek için kullanılan miktarda DMSO
intraperitoneal olarak uygulandı. CUR grubuna işlem öncesinde 200 mg/kg CUR +
DMSO intraperitoneal olarak uygulandı.Çalışma sonunda deneklerden alınan akciğer
doku örneklerinden MDA, SOD, TNF-α çalışıldı, hemotoksilen-eozin boyama ile
doku mikroskobisi yapıldı. Çalışmamızda kullandığımız curcuminin yapılan pek çok
araştırmada MDA ve TNF-α düzeylerini düşürüp SOD düzeylerini yükselterek
antioksidan etki yaptığı gösterilmiştir. Bizim sonuçlarımız değerlendirildiğinde
MDA ve TNF-α değerlerinde düşme tespit edilmiş olup istatistiksel olarak anlamlı
bulunmadı. SOD değerinde yükselme tespit edilmiş olup bu değerde istatistiksel
olarak anlamlı bulunmadı. AC doku örneklerinin histopatolojik değerlendirilmesinde
kontrol grubunda meydana gelen alveoler konjesyon, interstisyel ödem, intraalveoler
kanama, PMNL ve lökosit infiltrasyonu göre diğer gruplarda istatistiksel olarak
anlamlı derecede azalmış olarak tespit edildi. Sonuç olarak; sıçanlarda TAV ile
oluşan İ/R hasar modelinde curcuminin İ/R hasarını, antioksidan mekanizma ile
azalttığı ancak istastistiksel olarak anlamlı olmadığı sonucuna vardık. CUR bu
etkisini net olarak değerlendirebilmek için ileri çalışmaların yapılması kanaatindeyiz.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-12-09T06:45:18Z
No. of bitstreams: 1
10042321.pdf: 3146457 bytes, checksum: ec57c892bae5c1204d147c56363e76df (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Tek Akciğer Ventilasyonu
Curcuminin tek akciğer ventilasyonu sonrasında oluşan akciğer hasarı üzerine etkisi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/838
2016-12-31T01:01:00Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_201
Kaplan, Davut
Esogü, Tıp Fakültesi, Acil Tıp
2016-12-30T10:31:37Z
2016-12-30T10:31:37Z
2013
Kaplan, D. Acil Servise başvuran kafa travmalı hastalarda yatakbaşı Ultrason (US) ile yapılan optik sinir kılıfı çapı ölçümü ile kafa içi basınç artışının saptanması ve klinik uyumluluğun değerlendirilmesi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2013.
http://hdl.handle.net/11684/838
Yatak baĢı ultrason ile optik sinir kılıfı çapı (OSKÇ) ölçülerek erken dönemde kafa içi basınç artıĢını (KĠBA) saptamak ve tedavilerini erken yönlendirmek amacıyla 1 Haziran 2011-30 Temmuz 2012 tarihleri arasında ileriye dönük olarak yapılmıĢtır. ÇalıĢmaya 18 yaĢından büyük glaskow koma skoru 13 ve altında olan kafa travmalı hastalar dahil edilmiĢtir. Ġyi eğitimli iki acil tıp asistanı tarafından her iki gözden OSKÇ ölçümü yapıldı. Hastalara bir saat içinde bilgisayarlı beyin tomografisi (BBT) çekilerek KĠBA değerlendirildi. Asistanlar BBT sonuçlarını bilmiyordu. BBT’yi değerlendiren nöroradyoloji uzmanı da US sonuçlarını bilmiyordu. US ve BBT sonuçları birbirleriyle anlamlı bir Ģekilde uyumluydu. Toplam 142 hastanın 108’i erkekti. Sağ ve sol göz için hem US hem de BBT OSKÇ ölçümleri arasında pozitif yönde korelasyon mevcuttu ( r=0,373). Travma türü araç dıĢı trafik kazası ve 3 metreden daha yüksekten düĢme olan hastalarda araç içi trafik kazası olan hastalara göre hem US hem de BBT de daha yüksek OSKÇ ölçümleri saptandı ( US:6,09±0,60 ve BBT:5,77±0,62) (p<0,05). BBT’de KĠBA bulguları olan hastalarda sol OSKÇ ölçümleri (6,13±0,57), KĠBA bulguları olmayan hastalara göre daha yüksek sol OSKÇ ölçüm (5,79±0,55) değerlerine sahipti ( p<0,05). Ölen hastalarda ölçülen OSKÇ yoğun bakımda yatan hastalara göre daha yüksek saptandı (p<0,05). OSKÇ ve hastanede kalıĢ süresi de pozitif yönde koreleydi (r=0,215). Yatak baĢı US ile OSKÇ ölçümü BBT ve klinik bulgular ile pozitif yönde korele saptanmıĢtır. Bu yöntem acil servislerde acil servis doktorlarına hasta yönetimi için yardımcı olmaktadır.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-12-26T06:49:57Z
No. of bitstreams: 1
10006677.pdf: 1295831 bytes, checksum: a554ea08eb301394e467e153a8f8ee2f (MD5)
tur
Optik Sinir Kılıfı Çapı
Acil servise başvuran kafa travmalı hastalarda kafa içi basınç artışının yatakbaşı ultrasonla saptanması ve klinik uyumluluğun değerlendirilmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/860
2017-01-03T01:00:21Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_212
Körmutlu, Ahmet
Esogü, Tıp Fakültesi, Plastik Rekonstrüktrif ve Estetik Cerrahi
2017-01-02T14:10:16Z
2017-01-02T14:10:16Z
2013
Körmutlu A. Adrenalin Solüsyonu, PRP Solüsyonu ve Tam Kanın Yağ Greftlerinin Viabilitesine Etkisi Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2013.
http://hdl.handle.net/11684/860
Otolog yağ greftleri gerek rekonstrüktif sebeple
gerek estetik uygulamalarda doku augmentasyonu, kırışıklık azaltılması ve vücut
şekillendirme amacıyla sıklıkla başvurulan uygulamalardır. Biyo-uyumluluğu,
ucuzluğu ve uygulama kolaylığı açısından avantajlı bir cerrahi işlem olmasına karşın
yağ dokunun yüksek rezorpsiyon oranları önemli bir dezavantajdır. Bu çalışmada
tümesent solüsyonunun içinde kullanılan adrenalin, yağ grefti ile kullanımı ihtiva
ettiği biyoaktif moleküller ile olumlu sonuçları tahmin edilen TZP solüsyonu ve yağ
grefti hazırlanma aşamasında dokudan süzülmesi önerilen tam kanın viabiliteye olan
etkisi araştırılmıştır.40 adet Sprague-Dawley cinsi sıçan 4 gruba ayrıldı. Grup
1(kontrol grubu)’de(n=10) sıçanın inguinal yağ yastığından alınan yağ grefti
dorsumuna ciltaltı yerleştirildi, başka bir uygulama yapılmadı.Grup 2’de(n=10) yağ
grefti+1/100000 adrenalin solüsyonu, grup 3’te(n=10) yağ grefti+PRP solüsyonu,
grup 4’te(n=10) tam kan ¼ hacim oranında eklenerek aynı cerrahi prosedürler
uygulandı. 6. ve 12.haftalarda yağ greftlerinin eksizyonu sonrası hacimleri tekrar
ölçülerek histolojik,stereolojik değerlendirmeler yapıldı. Greftleme ve eksizyon
sonrası hacimler sıvı taşırma yöntemiyle hesaplanıp sağkalım oranları,histolojik
skorlama,stereolojik olarak birim alanda damar uzunlukları(Lv) değerlendirilerek
istatistiksel çalışmalara dahil edildi. Verilerin istatistiksel analizi ile hacimsel olarak
TZP ve tam kan uygulanan greftlerin kontrol grubuyla farkının anlamlı olduğu
değerlendirildi.(p<0,05). Histolojik skorlama sonuçlarında gruplar arası anlamlı
farklılık izlenmedi.(p>0,05). Lv değerleri incelendiğinde TZP, adrenalin ve tam kan
gruplarının kontrol grubu ile aralarındaki farklılığın anlamlı olduğu görülmüştür.
Ayrıca tam kan ile TZP grubunun da kendi aralarındaki farklılığın anlamlı olduğu
saptanmıştır. Sonuç olarak TZP ve tam kan gruplarının viabilite açısından ön plana
çıktığı bunlardan TZP’nin daha değerli olduğu anlaşılmıştır.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-12-26T06:54:53Z
No. of bitstreams: 1
10021148.pdf: 3240082 bytes, checksum: 41e3e4f29131cdf2ee003b55177e6fa4 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Yağ Grefti
Adrenalin solusyonu, PRP solusyonu ve tam kanın yağ greftlerinin viabilitesine etkisi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/878
2017-01-05T01:00:25Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_202
Yaşar, Nurbanu
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Koleksiyonu
2017-01-04T06:12:38Z
2017-01-04T06:12:38Z
2013
Yaşar, N. Rejyonel intravenöz anestezide lidokain ve lidokain-midazolamın etkinliklerinin karşılaştırılması. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Anestezi ve Reanimasyon Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2013.
http://hdl.handle.net/11684/878
Bu çalışmanın amacı üst ekstremite cerrahisi planlanan hastalarda rejyonel intravenöz anestezi uygulayarak lidokaine midazolam eklenmesi ile perioperatif anestezi ve analjezi kalitesinin üzerine etkilerinin araştırılmasıdır. Çalışma, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı ameliyathanesinde ASA I-II grubundan yaşları 18-60 arasından değişen 40 hasta ile yapıldı. Hastalar rastgele 2 guruba ayrıldı. Kontrol grubuna (Grup K) opere olacak koldan %2lik lidokain 3mg/kg, midazolam grubuna (Grup M) ise %2lik lidokain 3 mg/kg ve 50 μg/kg midazolam eklenip 40 cc volümde uygulandı. Hastaların operasyon öncesi demografik özellikleri ve hemodinamik parametreleri kaydedildi. Çalışma boyunca hemodinamik parametreler ile Visual Analog Skala (VAS) ve Ramsey Sedasyon Skorları (RSS) kaydedildi. Duysal ve motor blok başlama ve dönme zamanı ve ilk analjezik ihtiyaç zamanları kaydedildi. Grupların operasyon öncesinde ve operasyon süresince hemodinamik parametrelerinde periferik oksijen saturasyonu hariç anlamlı bir fark yoktu. Duysal ve motor blok başlama zamanları Grup M’de anlamlı olarak daha kısa bulundu. Motor blok dönme zamanı Grup K’da anlamlı olarak uzun bulundu. İlk analjezik gereksinim süresi, VAS ve RSS değerleri açısından her iki grup arasında fark bulunmadı. Sonuç olarak RİVA’da lidokaine midazolam eklenmesi ile daha hızlı başlangıçlı bir anestezi ve analjezi elde edilirken ilk analjezik gereksinimi az da olsa daha uzun bulunmuştur.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-12-29T07:05:58Z
No. of bitstreams: 1
10016310.pdf: 540515 bytes, checksum: 99cd1c3d374a0dfb76e0f5874ccccf90 (MD5)
tur
Rejyonel İntravenöz Anestezi
Rejyonel intravenöz anestezide lidokain ve lidokain-midazolamın etkinliklerinin karşılaştırılması
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/945
2017-01-25T01:00:17Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_203
Dinç, Oğuzhan
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi
2017-01-24T06:48:17Z
2017-01-24T06:48:17Z
2013
Dinç O, Deneysel Omurilik Yaralanmasında Metilprednizolon ve Klopidogrel’in Etkinliğinin Karşılaştırılması. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirürji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2013.
http://hdl.handle.net/11684/945
Spinal kord travmasının
patofizyolojisinde birbiri ile bağlı pek çok biyokimyasal ve moleküler kaskat sistemleri rol
oynamaktadır. Sistemik vasküler değişiklikler, hücre içi elektrolit dengesi, biyokimyasal
değişiklikler, lipid peroksidasyonu, serbest oksijen radikalleri, apoptozis, ekzitotoksisite,
nörotransmiterler ve enerji metabolizması bunların başlıcalarıdır. Yapılan çalışmalar travma
sonrası oluşan sekonder hasarın önlemesine ve azaltılmasına odaklanmıştır. Klopidogrel,
trombosit aktivasyonunu ve agregasyonunu engelleyen ADP bağımlı bir antitrombosit
ajandır. Yapılan birtakım deneysel çalışmalarda klopidogrelin antioksidan ve nöroprotektif
etkisi gösterilmiştir. Deneysel spinal kord travma modeli oluşturulan çalışmamızda 40 adet
sıçan kullandık. Kontrol grubunda normal biyokimyasal değerleri saptamak için 8 sıçan
kullanıldı. Travma grubunda 8 sıçana total laminektomi yapılarak anevrizma klibi ile kord
kompresyonu uygulandı. Aynı işlemler travma+çözücü grubuna uygulanarak sodyum klorür
çözeltisi intraperitoneal yolla tatbik edildi. Travma+metilprednizolon grubuna 30 mg/kg
bolus, 5,4 mg/kg idame dozu olarak 6 saat boyunca metilprednizolon intraperitoneal yolla
verildi. Travma+klopidogrel grubuna da 5 mg/kg klopidogrel travma sonrası intraperitoneal
yolla verildi. Tüm sıçanlar 48 saat sonra sakrafiliye edildi. Spinal kord doku örneklerinde
SOD düzeyleri, plazmada ise MDA düzeyleri değerlendirildi. Çalışmamızda metilprednizolon
ve klopidogrel verilen gruplarda plazma MDA düzeylerinin diğer gruplara göre düşük olduğu,
fakat kord dokusunda ölçülen SOD seviyelerinde gruplar arasında anlamlı farklılık olmadığı
görüldü. Bu bulgular bize klopidogrelin spinal kord travması tedavisinde nöroprotektif
etkisinden dolayı kullanılabileceğini göstermiştir. Fakat klopidogrelin klinik etkinliğini
kanıtlamak için daha fazla çalışmaya ihtiyacımız vardır.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-12-30T06:19:46Z
No. of bitstreams: 1
10022392.pdf: 1456370 bytes, checksum: 234917697480121764ad3db28ed8ff45 (MD5)
tur
Klopidogrel
Deneysel omurilik yaralanmasında metilprendnizolonun ve klopidogrelin etkinliğinin karşılaştırılması
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/930
2017-01-25T01:00:40Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_207
Yaz, Yasemin Aydın
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Göz Hastalıkları
2017-01-24T06:47:40Z
2017-01-24T06:47:40Z
2013
Aydın Yaz Y. Psödoeksfoliyasyon sendromu/Psödoeksfoliyasyon glokomunda oksidatif stresin rolü ve LOXL1 gen polimorfizmi ile ilişkisi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı, Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2013.
http://hdl.handle.net/11684/930
Psödoeksfoliyasyon sendromu (PES) anormal yapılı ektrasellüler matriks materyalinin göz ve göz dışı dokularda birikmesi ile karakterize yaşa bağlı elastozis olarak tanımlanır. PES’nun patogenezi tam olarak bilinmemekle birlikte genetik, çevresel ve epigenetik faktörlerin PES gelişiminde etkili olduğu düşünülmektedir. Çalışmamızda genetik açıdan LOXL1 gen polimorfizmi araştırılan PES/PEG olgularında oksidatif stres belirteci olarak lipit peroksidasyonun göstergesi malondialdehit (MDA), enzim yapısındaki antioksidanlardan süperoksit dismutaz (SOD) ve katalaz, enzim yapısında olmayan antioksidanlardan glutatyon (GSH) ile serbest radikal özelliğine sahip endotelyal kaynaklı damar gevşetici faktör olan nitrik oksit (NO) düzeyleri araştırılmıştır. Çalışmamızda MDA değerleri, kontrol, PES ve PEG grupları arasında sırasıyla yükselmiş ve birbirinden farklı bulunmuştur. Bu durum lipit peroksidasyonunun hasta grubunda önemli olduğunu, PEG’da daha yüksek bulunmasının glokom gelişmesinde rol oynayabileceğini düşündürmüştür. SOD ve katalaz PES, PEG olgularında kontrol grubuna göre daha düşük, GSH ise kontrol grubuna göre daha yüksek olarak saptanmıştır. SOD ve katalaz değerlerinin hasta grubunda daha düşük bulunması bu olguların antioksidan savunma sistemlerindeki yetersizlik ile ilişkilendirilmiştir. Glutatyonun (GSH) hasta grubunda yüksek olması ise oksidatif strese karşı kompansatuar bir yanıt olarak yorumlanmıştır. NO ise PEG olgularında diğer iki gruba göre daha düşük bulunmuştur. Bu bulgu PES’nda glokom gelişmesinde vasküler düzenleyici faktörlerin etkisini göstermesi açısından değerli olabilir. Tüm oksidatif stress belirteçlerinin PES ve PEG genetiğinde önemli bir yeri olan LOXL1 gen polimorfizmi varyantları ile ilişkisi saptanmamıştır.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-12-30T06:34:57Z
No. of bitstreams: 1
10023873.pdf: 1522875 bytes, checksum: 6b248be27ea94236cb7975761ca59209 (MD5)
tur
Psödoeksfoliyasyon Sendromu
Psödoeksfoliyasyon sendromu psödoeksfoliyasyon glokomunda oksidatif stresin rolü ve loxl1 gen polimorfizmi ile ilişkisi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/931
2017-01-25T01:00:41Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_201
Altuntaş, Mükerrem
Esogü, Tıp Fakültesi, Acil Tıp
2017-01-24T06:47:43Z
2017-01-24T06:47:43Z
2013
Altuntaş, M. Acil Servis’e başvuran akut iskemik inmeli hastalarda, Eskişehir bölgesinde uygulanan ‘‘akut inme protokolü’’nün etkinliğini ve hasta bakım sürecini değerlendirilmek, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2013.
http://hdl.handle.net/11684/931
İnme ülkemizde ölüm nedenleri arasında 3. sırayı almaktadır ve fonksiyon kaybının başta gelen nedenlerindendir. Akut iskemik inme hızlı tedavi gerektiren acil bir durumdur. İlk 3 saatte uygulanan rtPA akut iskemik inmede en etkili tedavi yöntemidir. Çalışmamızın amacı, merkezimizde uygulanan inme protokolünün etkinliğini değerlendirip deneyimlerimizi paylaşmaktır. Çalışmamızda Ekim 2012-Ekim 2013 tarihleri arasında hastanemiz Acil Servis‘ine başvuran inme semptomu gösteren tüm hastalar kayıt altına alındı. Bir yıllık süreyi kapsayan çalışmamızda inme belirtileriyle başvuran 419 hastanın 187 (%44,6) tanesi kadın, 232 (%55,4) tanesi erkek cinsiyete sahipti. Tüm hastalarda ortalama yaş 65.8 ± 13.1, kadınlarda 68.9 ±13,2 , erkeklerde 63.3 ± 13,2 olarak tespit edildi. Hastaların semptomlarının başlangıcından itibaren AS‘e gelişleri arasındaki ortalama süre 203,18 ± 199,2 dakika idi. Bu süre 112 ile gelenlerde diğer gruplara göre daha kısaydı (p<0,001). Hastaların semptom-kapı zamanı ortalama 148.05 ± 41.4 dakika ve kapı-iğne zamanı ortalama 66.35 ± 26.80 dakika idi. Kapı-BBT zamanı ise 24.1 ± 13.3 dakika idi. 50 hastaya rtPA verildi, 10 hastayada rtPA ve mekanik tomboliz ya da ikisinin kombinasyonu uygulandı. Cinsiyet ile rtPA verilme arasında erkekler açısından anlamlı iliĢki bulundu ( p<0,05). BBT ASPECT skoru ile rtPA verilme arasında anlamlı iliĢki saptandı ( p<0,001). 3 ay sonraki mRS ortalaması 3.1 ± 2.1 idi. 18 hastanın (%36) mRS değeri 0-1idi. 13 hastada ağır yetersizlik mevcuttu. Bulgularımız, akut iskemik inme tedavisinde ilk 3 saatte kullanılan rtPA‘nın güvenli bir tedavi olduğunu ve ilk 3 ayda fonksiyon kaybını azalttığını göstermektedir.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-12-30T06:39:28Z
No. of bitstreams: 1
10006637.pdf: 852355 bytes, checksum: cb2584cb8d5cff87133b1ad0ad9a6e9a (MD5)
tur
Akut İskemik İnme
Acil servis’e başvuran akut iskemik inmeli hastalarda, Eskişehir bölgesinde uygulanan “Akut inme protokolü”nün etkinliğini ve hasta bakım sürecini değerlendirmek
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/933
2017-01-25T01:00:42Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_201
Yıldız, Göknur
Esogü, Tıp Fakültesi, Acil Tıp
2017-01-24T06:47:48Z
2017-01-24T06:47:48Z
2013
Yıldız, G. Acil servise başvuran iskemik inmeli hastalarda yatak başı ultrasonografi ile ölçülen optik sinir kılıfı çapı ve kafa içi basıncı arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2013.
http://hdl.handle.net/11684/933
Biz iskemik inme sonrası kafa içi basınç artışını değerlendirmek amacıyla yatakbaşı ultrasonografi (US) ile optik sinir kılıf çapının (OSKÇ) ölçülmesini ve 3. ve 5. gün kontrol ölçümlerle en yüksek kafa içi basınç değerini saptamayı amaçladık. Çalışmaya, 25 Haziran 2011-25 Nisan 2012 tarihlerinde başvuran 18 yaş ve üstü iskemik inme yakınmaları olan (ani başlayan tek taraflı güçsüzlük, hissizlik, konfüzyon, konuşma bozukluğu, görme kaybı, baş dönmesi, dengesizlik) hastalar dahil edildi. Kafa içi basınç artışına sebep olan durumlar (kitle, hidrosefali, vs), kafa travması, metabolik bozukluklar (hiponatremi, hipernatremi, hipoglisemi, vs) ve gebe olan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Vital bulgular, GKS, NIHSS, ASPECT skoru, 1.günde BBT ile ölçülen OSKÇ değerleri, 1,3 ve 5. gün US ile ölçülen OSKÇ değerleri, taburculuk sırasındaki Modifiye Rankin Skoru (MRS) değerlendirildi. 82 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların yaş ortalaması 67,5 ±12,6 idi ve hastaların %51,2’si erkekti. Ortalama sistolik kan basıncı 152,1±31,1 ve diğer vital bulgular normal olarak saptandı. 1.gün, 3.gün ve 5.günde US’la ölçülen OSKÇ değerleri açısından sağ ve sol göz arasında fark saptanmadı (p>0,05). Sağ ve sol göz için 3. günde ölçülen OSKÇ 1. günden daha geniş saptandı (p<0,05). 5. günde ölçülen OSKÇ 3. günden daha dar saptandı (p>0,05). 5. günde ölçülen OSKÇ 1. günden daha geniş saptandı (p<0,05). Aynı ve çapraz gözde yapılan bütün US ve BBT ölçümleri pozitif yönde uyumlu saptandı (r=0,84). 5. gün sonuçlarına göre tPA alan hastalarda tPA almayanlara göre sağ göz OSKÇ daha geniş saptandı. OSKÇ ile cinsiyet, GKS, NIHSS, ASPECT skoru, MRS, dekompresif cerrahi ve yakınmaların başlangıcından itibaren geçen süre arasında ilişki saptanmadı. Acil serviste iskemik inme hastalarında kafa içi basınç artışını değerlendirmek ve tedaviye erken başlamak için US ile OSKÇ ölçümü klinisyenler için önemli bir seçenektir.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-12-30T06:45:32Z
No. of bitstreams: 1
10006681.pdf: 1251257 bytes, checksum: 6cc2fcac5a13ed086f781cc996bbcc3c (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Acil Servis
Acil servis’e başvuran iskemik inmeli hastalarda yatakbaşı ultrasonografi ile ölçülen optik sinir kılıfı çapı ve kafa içi basıncı arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/934
2017-01-25T01:00:18Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_208
Çiçek, Kıymet
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları
2017-01-24T06:47:50Z
2017-01-24T06:47:50Z
2013
Çiçek K. Ofis histeroskopi yapılmış olan olguların klinik olarak değerlendirilmesi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2013.
http://hdl.handle.net/11684/934
Amaç: Anormal uterin kanama, postmenopozal kanama ve infertilite nedenli başvuran ofis histeroskopi yapılan 500 hastanın klinik özelliklerinin değerlendirilmesi, TvUSG ve ofis histeroskopinin intrauterin patolojilerde diagnostik değerlerinin ölçülmesi amaçlanmıştır. Materyal ve metot: Araştırma retrospektif kohort çalışması olarak düzenlenmiştir. Ofis histeroskopi yapılan hastaların medikal özgeçmişleri ve hasta dosyaları Ocak 2008-Ocak 2013 ESOGÜ Tıp Fakültesi’nde tespit edilmiştir. Elde edilen veriler bilgisayar veri tabanından toplanmıştır. Bulgular: Anormal uterin kanama, postmenopozal kanama ve infertilite nedenli başvuran hastalarda endometrial polip en sık patoloji olarak bulunmuştur. Oranları sırasıyla %58, %55, %65’dir.Ofis histeroskopinin sensitivitesi %89.7, spesifitesi %80.9, PPD %75.4, NPD %92.3 olarak bulunmuştur. Ofis histeroskopinin myomlarda spesifitesi, sensivitesi, PPD, NPD sırasıyla %94.1, %96.5, %88.8, %98.2 olarak bulunmuştur. Sonuçlar: TvUSG ve ofis histeroskopi kombinasyonu intrauterin patolojilerin diagnostik değerlendirilmesinde etkilidir. Buna rağmen ofis histeroskopinin altın standart yöntem olduğunu düşünmekteyiz.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-12-30T06:49:39Z
No. of bitstreams: 1
10008058.pdf: 824216 bytes, checksum: e9d0409766f1ee181bb1b6265d31a559 (MD5)
tur
Anormal Uterin Kanama
Ofis histeroskopi yapılmış olan olguların klinik değerlendirilmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/854
2017-01-03T01:00:25Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_204
Çiftçi, Mehmet
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi
2017-01-02T14:10:00Z
2017-01-02T14:10:00Z
2013
Çiftçi, M. Ele gelmeyen testiste laparoskopik eksplorasyonun tanı ve tedavideki önemi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi (ESOGÜTF) Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2013.
http://hdl.handle.net/11684/854
Ele gelmeyen testis (EGT) tüm inmemiş testis olgularının %20‟sini oluşturur. Fizik muayene ve radyolojik görüntüleme yöntemleri çoğu zaman EGT tanısında yetersiz kalmaktadır. Tanısal laparoskopi, EGT tanısında giderek kullanımı artan bir yöntemdir. Bu çalışmaya, Ocak 2006-Aralık 2012 tarihleri arasında ESOGÜTF Çocuk Cerrahisi polikliniğine başvurup 65 EGT saptanan ve laparoskopik eksplorasyon (LAPE) yapılan 59 olgu dâhil edildi. Bu çalışma ile EGT tanı ve tedavisinde, LAPE‟nin yeri ve öneminin ortaya koyulması amaçlandı. LAPE için karar verilirken esas olarak fizik muayene ve başvuru sırasında varsa ultrason raporları dikkate alındı. LAPE ile intraabdominal saptanan testis, karşı iç halkaya uzanabilmesine göre kısa veya uzun pediküllü olarak gruplandırıldı. Ġntraabdominal testisin duktus deferens ve damarları dört grup, ekstraabdominal testisin duktus ve damarları ise üç grupta sınıflandırıldı. Bütün hastalar erken ve geç dönem kontrollere çağrıldı. Yaş ortalaması 46.79±49.83 ay bulundu. Olguların 18‟i sağ taraf, 27‟si sol taraf ve 10‟u iki taraflı idi. Çalışmaya dahil 65 EGT‟nin %33.8‟i intraabdominal yerleşimli, %58.5‟i inguinal kanalda, %3.1‟i skrotumda ve %3.1‟i ektopik bulundu. Bir EGT olgusunda testis agenezisi, iki olgumuzda ise tip IV poliorşidizm saptandı. Pedikülü kısa 7 EGT‟ye Stephen-Fowlers prosüdürü uygulandı. 32 EGT‟ye orşiopeksi ve LAPE ile damar ve duktus yapı değerlendirmesine göre ve inguino-skrotal eksplorasyonla da nubbin testis saptanan 25 EGT‟ye ise orşioektomi yapıldı. Yapılan cerrahi işlemler arasında anlamlı fark saptandı. Çalışmamızda USG‟nin EGT‟yi saptamada duyarlılığı %31.8, özgüllüğü %100 bulundu. Çalışmamızdan elde ettiğimiz sonuçlar ile, laparoskopik eksplorasyonun ele gelmeyen testisin tanı ve tedavisinde etkili bir yöntem olduğu düşünülmüştür. USG‟nin, EGT‟nin varlığını ve yerini saptamada yeterli veri veremeyeceği gözlenmiştir. Nubbin testisin bulunması için, eş zamanlı laparoskopik ve inguino-skrotal eksplorasyonun gerekliliği çalışmamızın sonuçları ile gösterilmiştir.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-01-02T06:30:30Z
No. of bitstreams: 1
10025120.pdf: 1247979 bytes, checksum: 78cf2974322ca1ad8a99ae63502fb0d7 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Ele Gelmeyen Testis
Ele gelmeyen testiste laparoskopik eksplorasyonun tanı ve tedavideki önemi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/857
2017-01-03T01:00:15Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_201
Can, Rumeysa
Esogü, Tıp Fakültesi, Acil Tıp
2017-01-02T14:10:10Z
2017-01-02T14:10:10Z
2013
Can, R. Acil servise başvuran yetişkin hastalarda sigara içme prevalansı ve ekonomik boyutu. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir,2013.
http://hdl.handle.net/11684/857
Bu çalışma erişkin acil servis
bölümüne başvuranlarda sigara içmenin klinik ve ekonomik önemini belirlemek
amacıyla yapıldı. Veriler prospektif olarak toplandı. Acil servise Nisan-Kasım 2011
tarihleri arasında başvuran Glaskow koma Skoru (GKS) >14 olan 4000, GKS≤ 14
156 hastaya sosyodemografik özellikleri, sigara içme alışkanlıkları, Fagerstrom
nikotin bağımlılık testi ve sigarayı bırakma ile ilgili istekleri soruldu. Hastalar takip
edilerek, acil servis hizmet bedelleri ve tanıları ICD-10 kodlamasına göre kaydedildi.
Çalışma 1974 (%47.5) erkek, 2182 (%52.5) kadın 4156 kişide yapıldı.Yaş
ortalaması 45.5 ± 20.1 idi. Hastaların %31.42 ü sigara kullanmaktaydı. Sigara
kullananların 430' unun (%32.9) kadın, 876' sının (%67.1) erkek; kullanmayanların
1752’ sinin (%61.5) kadın, 1098’ inin (%38.5) erkekti. Sigara içenlerin 847’ si
(%69.2) sigarayı bırakmak istemekteydi. Fagerstrom bağımlılık derecesine göre 304'
ü (%24.8) çok düşük , 371' i (%30.3) düşük, 215' i (%17.6) orta, 291' i (%23.8)
yüksek, 43' ü (%3.5) çok yüksek bağımlı olarak saptandı. Sigara kullanımı ile GKS
arasında anlamlı ilişki bulundu (X2=33.612; p=0.000<0.05). GKS≥ 14 olanların
1224’ ünün (%30.6) sigara kullanan, 2776’ sının (%69.4) sigara kullanmayan; GKS
≤ 14 olanların 82' sinin (%52.6) sigara kullanan, 74' ünün (%47.4) sigara
kullanmayan olduğu görüldü. Hastaların 3383’ ü (%82.0) taburcu oldu, 448' i
(%10.9) servise, 271' i (%6,6) yoğunbakıma yatırıldı. 3' ü (%0,1) acil servisi izinsiz
terk etti. 15' i (%0.4) tedaviyi reddetti. 1' i (%0.0) sevkedildi ve 7' si (%0.2) öldü.
Sigara kullanan hastaların acil servis hizmet bedeli ortalamaları (x=92.788), sigara
kullanmayanlarınkinden (x=73.920) yüksek bulundu. Alkol ile sigara kullanımı
arasında anlamlı ilişki bulundu (X2=537.022; p=0.000<0.05).
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-01-02T06:48:38Z
No. of bitstreams: 1
10024492.pdf: 2018653 bytes, checksum: 8f79d6a592d8f046380d6495e8a48cdf (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Acil Servis
Acil servise başvuran yetişkin hastalarda sigara içme prevalansı ve sigara içiciliğinin ekonomik boyutunu saptama çalışması
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/858
2017-01-03T01:00:19Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_203
Aydın, Emre Hasan
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi
2017-01-02T14:10:12Z
2017-01-02T14:10:12Z
2013
Aydın, HE. Deneysel omurilik yaralanmasında metilprednizolon ve propolis etkinliğinin karşılaştırılması. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirürji Anabilimdalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2013.
http://hdl.handle.net/11684/858
Spinal kord
travmaları artan nüfus ile birlikte son yıllarda özellikle genç toplumda ciddi sağlık
problemi haline gelmiştir. Çalışmamızda spinal kord travmasını takiben uygulanan
metilprednizolon ve propolisin apopotozis üzerindeki etkilerini araştırmak amacıyla
dört deney grubu (n=10) oluşturulmuştur. İlk grup hariç tüm gruplarda, klip yöntemi
kullanılarak spinal travma modeli uygulanmıştır. Tartışmalar olsa da
metilprednizolon dışında etkin ve klinik kullanımda olan tedavi yöntemi
olmadığından dolayı deney gruplarında propolisin aktif bileşeni olan kafeik asit
fenilesterin etkilerini kıyaslamak amacıyla bir gruptaki sıçanlara metilprednizolon
tedavisi uygulanmıştır. Tedavi sonrasında 48. saatte tüm sıçanlar tekrar operasyona
alınmış ve histolojik inceleme için laminektomi sahasındaki spinal kord dokusu
çıkarılmıştır. Histolojik değerlendirme amacıyla Hematoksilen Eozin ve TUNEL
boyama yöntemleri kullanılmıştır. Hematoksilen Eozin boyama ile ışık mikroskobisi
altında hücrelerde nekroz, vakuolizasyon, hemoraji ve genel hasar değerlendirilirken
TUNEL yöntemi ile boyanan lamlarda ile ışık mikroskobi altında apopototik hücre
sayımı yapılmıştır. Sonuçta; genel hasar değerlendirildiğinde propolis kullanılan
grup, travma grubu ile kıyaslandığında metilprednizolona benzer olumlu sonuçlar
elde edilmiştir. Ayrıca apoptotik hücre sayımı gruplar arasında kıyaslandığında,
travma grubuna göre metilprednizolon ve propolis apopotozisi engellediği
görülmektedir. Genel hasardan farklı olarak propolisin antiapoptotik etkinliği
metilprednizolona kıyasla daha belirgin olduğu saptanmıştır. Bu bulgular ışığında,
insan vücuduna hiçbir zararı olmayan, propolisin aktif bileşeni olan kafeik asit
fenilesterin klinik kullanıma girebileceği fakat konu ile ilgili ayrıntılı, destekleyici
deneysel çalışmalara ihtiyaç olduğu düşünülmektedir.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-01-02T06:55:00Z
No. of bitstreams: 1
10024848.pdf: 1300552 bytes, checksum: 28817ecae6027b699a9dfd22f950214f (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Metilprednizolon
Deneysel omurilik yaralanmasında metilprednizolon ve propolis etkinliğinin karşılaştırılması
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/859
2017-01-03T01:00:20Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_214
Kaya, Coşkun
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Üroloji
2017-01-02T14:10:13Z
2017-01-02T14:10:13Z
2013
Kaya C. Twinkling Artefaktının Böbrek Taşlarının İn vivo Biyokimyasal Yapıları ile İlişkilendirilmesi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilmi Dalı. Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir.2013.
http://hdl.handle.net/11684/859
Bu çalışmada
böbrek taşlarının in vivo ortamda Renkli Doppler Ultrason ile elde edilen Twinkling
Artefaktı özellikleri ile kimyasal bileşimlerinin tahmini yapılmaya, Twinkling
Artefaktın oluşmasında ve şiddetinde etkili olabilecek faktörler ortaya konmaya
çalışılmıştır. Bu amaçla Ağustos 2011 – Ağustos 2012 tarihleri arasında Eskişehir
Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Bölümü‟ne başvuran, yapılan tetkikler
sonucunda 2 cm‟den büyük böbrek taşı saptanan ve daha önce taşlı böbreğe hiçbir
ürolojik tedavi uygulanmayan, perkütan nefrolitotomi ameliyatı için uygun
endikasyonlara sahip 101 hasta çalışmaya dahil edildi. Her bir hastaya Renkli
Doppler Ultrasonografi yapılarak taşlar Twinkling Artefakatları açısından
değerlendirildi. Tüm taşlar Twinkling Artefakatları‟na göre Grade 0,1 ve 2 olmak
üzere 3 gruba ayrıldı. Tüm hastalara perkütan nefrolitotomi operasyonu yapıldı.
Ġşlem sonrası elde edilen tüm taşlar analize gönderildi. Analiz sonuçlarına göre 66
(%65.3) tane kalsiyum oksalat taşı saptandı. Kalsiyum oksalat mono hidrat ise saf
veya mikst halde en çok saptanan (%78,2) kimyasal tür olduğu gözlendi. Taşın
boyutu, kimyasal yapıları, böbrekte hidronefroz varlığı, hastanın vücut kitle indeksi
ve operasyon sonrası taşsızlık durumu ile Twinkling artefakt arasındaki ilişki
istatiksel olarak değerlendirildi. Twinkling artefaktın taşın kimyasal yapısını tahmin
etmeye yardımcı olmadığı, hastanın vücut kitle indeksi ve taşın boyutu arttıkça
Twinkling artefaktın şiddetlendiği saptandı. Bu bulgular sonucunda kilolu hastalar ile
taş yükü fazla olan hastalarda Twinkling artefaktın güvenililirliğinin yeterli
olamayacağı ilk kez gösterilmiş oldu. Yapılacak geniş kapsamlı in vivo çalışmalar
ile Twinkling artefaktın üriner sistem taş hastalığı tanısındaki yerinin daha da
netleşeceğini düşünmekteyiz.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-01-02T07:02:58Z
No. of bitstreams: 1
10025391.pdf: 1593515 bytes, checksum: d5ce086ab2ea0176b2eecfb9895f2cbd (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Üriner Sistem Taşı
Twinkling artefaktının böbrek taşlarının in vivo biyokimyasal yapıları ile ilişkilendirilmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/870
2017-01-05T01:00:30Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_211
Harmanşa, Selim
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji
2017-01-04T06:12:19Z
2017-01-04T06:12:19Z
2013
Harmanşa S. Femoroasetabular Sıkışma Sendromunda kalçanın güvenli cerrahi dislokasyonunun klinik ve radyolojik sonuçları. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi Eskişehir, 2013.
http://hdl.handle.net/11684/870
Bu çalışmanın amacı, femoroasetabular sıkışma (FAS) tanısı konan ve kalçanın emniyetli cerrahi dislokasyonu yöntemi uygulanarak ameliyat edilen hastaların klinik ve radyolojik sonuçlarının değerlendirilmesidir. Çalışmaya en az 6 ay izlemi olan 17 hasta alındı. Ortalama yaş 33.11 ± 11.07 yıl (19-52) idi ve takip süresi ortalaması 24.00 ± 13.64 ay (6-42) idi. Hastaların 6’sı erkek, 11’i kadındı. FAS 10 hastanın sol kalçasında, 6 hastanın sağ kalçasında, bir hastada her iki kalçada vardı. Hastaların tümüne ön arka pelvis, 90° Dunn ve kurbağa bacağı pozisyonunda direk grafi çekildi. Hastaların tümünde çekilen direk grafi ve manyetik rezonans artrografi görüntülerinde FAS’ı destekleyen bulgular kaydedildi. Hastaların kalça işlevsel durumları Harris kalça skorlaması (HKS) ile değerlendirildi. 3 hastaya tümsek tip sıkışma, 14 hastaya karışık tip sıkışma tanısı kondu. Ameliyat sırasında hastalara gerekli durumlarda femur boyun osteoplastisi, asetabular ön kenar osteoplastisi ve labrum onarımı yapıldı. 1 hastaya cup artroplastisi uygulandı. Hastaların ameliyat öncesi dönemde en sık ağrı duyduğu bölge kasıktı. 4 hastada sadece ön sıkışma testi, 13 hastada ön ve arka sıkışma testi pozitifti. Hastaların fleksiyon ve iç rotasyon hareket açıklıklarında ameliyat öncesi döneme göre anlamlı düzeyde artma olduğu tespit edildi (p<0,001). Hastaların radyolojik değerlendirmesinde alfa açısında ameliyat öncesi döneme göre anlamlı düzeyde azalma tespit edildi (p<0,001). Hastaların ameliyat öncesi HKS ortalaması 61.72 ± 8.28 puan (49-79), en son izlemdeki HKS ortalaması 90.83 ± 13.29 puan (49-100) olarak saptandı (p <0,001). 16 hastanın 13 tanesinde kalça işlevsel skoru son kontrolde mükemmeldi. 2 hastaya 1 yıl içinde başka bir merkezde total kalça protezi uygulandığı öğrenildi. Ameliyat sonrası dönemde 6 hastada trokanterik irritasyona bağlı semptomlar saptandı. FAS’ın cerrahi tedavisinde kalçanın emniyetli cerrahi dislokasyon ameliyatı yaş, cinsiyet ve FAS tipinden bağımsız olarak hastaların büyük bölümünde klinik olarak olumlu gelişmeler sağladığını tespit ettik.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-01-03T06:22:08Z
No. of bitstreams: 1
10016437.pdf: 2934450 bytes, checksum: d62f560f96cf79807c9b5c67c8ac3169 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Sıkışma
Femoroasetabular sıkışma sendromunda kalçanın emniyetli cerrahi dislokasyonunun radyolojik ve klinik sonuçları
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/871
2017-01-05T01:00:22Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_202
Metin, Filiz
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Koleksiyonu
2017-01-04T06:12:22Z
2017-01-04T06:12:22Z
2013
Metin, F. Major abdominal cerrahi geçiren tip 2 Diabetes mellitus hastalarında %6 hidroksietil nişasta solüsyonunun kan glukoz düzeyi ve hemodinami üzerine etkilerinin değerlendirilmesi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Anestezi ve Reanimasyon Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2013.
http://hdl.handle.net/11684/871
Bu çalışmanın amacı major abdominal cerrahi geçiren tip2 diabetes mellitus
hastalarında kullanılan %6 hidroksietil nişasta solüsyonunun kan glukoz düzeyi ve
hemodinami üzerine etkilerini araştırmaktır.Çalışma major abdominal cerrahi
planlanan ASA II-III Tip 2 diyabetik 18- 65 yaş arası 37 erkek, 23 kadın hasta
olmak üzere 60 hasta üzerinde yapıldı. Hastalar rastgele olarak 30’ ar kişilik 2 gruba
ayrıldı. Operasyon masasına alınan hastalar elektrokardiyogram(EKG), kan basıncı
ve periferik oksijen satürasyonu(Spo2) monitörizasyonu yapılarak takipleri alındı.
Kapiller kan glukozu ölçüldü. Kontrol değerleri kaydedilerek glukoz, insülin ve
potasyum içeren GİK solüsyonu başlandı. Grup 1’deki hastalara %0,9 sodyum klorür
4ml/kg/saat hızda, Grup 2’deki hastalara %6 hidroksietil nişasta(HES)(130/0.4)
solüsyonu 10ml/kg/saat hızda başlandı ve indüksiyondan 60 dk sonrasına kadar
devam edildi. KAH, SAB, OAB, DAB, SpO2 değerleri intravenöz sıvı infüzyon
öncesi, anestezi indüksiyon sonrası 1. dk, 15.dk, 30.dk, 60.dk, ekstübasyon sonrası,
postoperatif 1.saatte kaydedildi. Kan glukoz seviyesi ölçümleri; intravenöz sıvı
infüzyonu öncesi(T0), indüksiyon sonrası(T1), indüksiyondan 1 saat sonra(T2),
operasyon bitiminde(T3) ve postoperatif 1.saatte(T4) yapıldı. Her iki grup arasında
kalp hızı, kan basıncı ölçümlerinde ve kan şekeri değerlerinde meydana gelen
değişimler istatistiksel olarak anlamlı değildi. Sonuç olarak Tip2 diyabetik hastalarda
%6 HES(130/0,4) solüsyonunun kan şekeri düzeyi ve hemodinami üzerine olumsuz
etkisinin olmadığını istatistiksel olarak tespit ettik. Diyabetik hastalarda %6
HES(130/0,4) solüsyonunun güvenilir bir şekilde kullanılabileceği sonucuna vardık.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-01-03T06:27:49Z
No. of bitstreams: 1
10008196.pdf: 1020389 bytes, checksum: 6570b3dab8c0749d67100f4e041cac7b (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Tip 2 Diabetes Mellitus
Major abdominal cerrahi geçiren tip 2 diabetes mellitus hastalarında %6 hidroksietil nişasta solüsyonunun kan glukoz düzeyi ve hemodinami üzerine etkilerinin değerlendirilmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/872
2017-01-05T01:00:16Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_201
Zorbozan, Onur
Esogü, Tıp Fakültesi, Acil Tıp
2017-01-04T06:12:24Z
2017-01-04T06:12:24Z
2013
Zorbozan O. Acil Servise başvuran akut ST segment yükselmeli miyokard infarktüsü hastalarında birincil perkütan koroner girişim zamanının değerlendirilmesi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2013.
http://hdl.handle.net/11684/872
Bu çalışmada 1 Ekim 2011-30 Eylül 2012 arasında Acil Servisimize başvuran akut ST segment yükselmesi olan miyokard infarktüsü (STEMĠ) hastalarında birincil perkütan koroner girişim (PKG) uygulanma süresinin tayini ve bu sürenin güncel tanı ve tedavi rehberlerine uygunluğunu değerlendirmek, aynı zamanda bu süreyi etkileyen faktörler ve bu sürenin morbidite ve mortalite üzerine etkilerini analiz etmek amaçlandı. Çalışmaya dahil edilen 167 olgunun %23.4‘ü kadın (yaş ort; 68, %76.6‘sı erkekti (yaş ort; 60.1Ortalama skoru kadın hastalarda 6, erkek hastalarda 3 idi ve ortalama TIMI skorunda cinsiyetler arasında anlamlı farklılık saptandı. Semptom-başvuru süresi 28 hastada 1 saatin altında, 47 hastada 1-2 saat arasında, 33 hastada 2-4 saat arasında, 13 hastada 6-12 saat arasında ve 29 hastada 12 saatin üzerindeydi. Ġstatistiksel olarak anlamlı olmamasına rağmen semptom-başvuru süresi uzadıkça yaş ortalaması ve 1 aylık mortalite arttı. Tüm olgularda ortalama EKG değerlendirme zamanı 3.25±2.63 dk., konsültasyon istem zamanı 3.06±3.21 dk., konsültan geliş zamanı 7.38±5.96 dk., aktivasyon zamanı 6.04±7.45 dk., laboratuar varış zamanı 27.14±21.86 dk., katater zamanı 10.6±4.43 dk., balon zamanı 12.12±5.80 dk., kapı–balon zamanı 68.8±28.8 dk. olarak saptandı. Aktivasyon ve laboratuar varış zamanı mesai saatlerinde mesai dışı saatlerdekinden anlamlı düzeyde daha kısaydı. Kapı-balon zamanı mesai dışı saatlerde, laboratuar varış zamanındaki uzamaya bağlı olarak, anlamlı düzeyde arttı. Tüm olguların %79.6‘sında kapı-balon zamanı hedef süre olan 90 dakikanın altında bulundu. Kapı-balon zamanı uzun olan hastalarda 1 aylık mortalite, TIMI skoruna göre hesaplanan beklenen 1 aylık mortaliteden daha yüksekti. Ayrıca, 112 ambulansı tarafından getirilen hastalarda ortalama EKG değerlendirme ve konsültasyon istem zamanı daha kısa, ortalama TIMI skoru daha yüksekti. Tersine, ayaktan başvuran hastalarda ortalama sistolik ve diastolik tansiyon değerleri daha yüksekti.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-01-03T06:33:39Z
No. of bitstreams: 1
10006688.pdf: 779253 bytes, checksum: d35b5b3d3bcb036e0b8bb2e1c9924d3c (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
STEMİ
Acil servise başvuran akut st segment yükselmeli miyokard infarktüsü hastalarında birincil perkütan koroner girişim zamanının değerlendirilmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/873
2017-01-05T01:00:17Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_208
Bademkıran, Cihan
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları
2017-01-04T06:12:27Z
2017-01-04T06:12:27Z
2013
Bademkıran C. Myom Nedenli Uygulanan Cerrahi Tedavi Olgularının Retrospektif Değerlendirilmesi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları Ve Doğum Anabilim Dalı, Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2013.
http://hdl.handle.net/11684/873
Amaç: Myoma uteri nedenli opere edilen olgulara uygulanan operasyon
tiplerinin karşılaştırılması Materyal Metod: Çalışmada Ocak 2007 ve Aralık 2012
tarihleri arasında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları
ve Doğum Anabilim Dalında leiomyom tanısı alan ve ameliyat yapılmış 266 olgunun
retrospektif olarak dosya bilgileri ve ameliyat notları incelendi, istatistiksel
karşılaştırmaları yapıldı. Sonuçlar: Olgularımızın 154 (% 57.9)’sine total abdominal
histerektomi,72(%27) sine laparatomi ile myomektomi, 21(%7.9)’ine operatif
histeroskopi ile myomektomi, 6(%2.3)’sına laparaskopik histerektomi, 3 (%1.1)’üne
subtotal abdominal histerektomi, 3 (%1.1)’üne vajinal histerektomi 3 (%1.1)’üne
vajinal myomektomi yapıldığı saptandı. Yaş ortalaması histerektomide 46.20,
myomektomide 35.55, operatif histeroskopi ile myomektomide 37.85 idi. Olguların
başvuru şikayetleri değerlendirildiğinde; en sık kanama düzensizliği(%44), ikinci
sıklıkta ise ağrı şikayeti(%26) ile başvurdukları saptandı. Olguların postoperatif
patolojileri incelendiğinde sadece leiomyom uteri tanısı %91.7‘sinde saptanmışken;
eşlik eden diğer patolojilerle birlikte değerlendirildiğinde toplamda %97.6’sında
leiomyom uteri saptanmıştı. Postoperatif dönemde komplikasyonlar yok denecek
kadar azdır. Operasyon tipine göre komplikasyonlarda opH/S yapılan 2 hastada
komplikasyon geliştiği görüldü. Postoperatif kanama histerektomi sonrası 2 olguda
ve myomektomi sonrası 1 olguda görüldü. Histerektomi sonrası 1 olguda barsak
seroza laserasyonu ve 1 hastada mesane yaralanması görüldü. Sonuç: Genç
hastalarda daha çok uterus koruyucu cerrahinin tercih edildiği gözlenmiştir.
Abdominal cerrahide komplikasyonların daha fazla olabilmektedir. Laparaskopik ve
robotik cerrahinin gelişmesi ile daha minimal invaziv cerrahinin önemi giderek
artmaktadır. Bunu karşılaştırmak için ileri prospektif çalışmalara ihtiyaç olduğunu
düşünmekteyiz.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-01-03T06:38:48Z
No. of bitstreams: 1
10007984.pdf: 1092858 bytes, checksum: e0a36c229c62e68167456c1cbe8dae66 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Leiomyoma Uteri
Myom nedenli uygulanan cerrahi tedavi olgularının retrospektif değerlendirilmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/902
2017-01-11T01:00:17Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_206
Durceylan, Erhan
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahi
2017-01-10T06:52:48Z
2017-01-10T06:52:48Z
2014
Durceylan. E. Melatoninin tek akciğer ventilasyonuna bağlı akciğer hasarı üzerine koruyucu rolü. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2014.
http://hdl.handle.net/11684/902
Bu çalışmanın amacı, sıçanlarda tek akciğer ventilasyonu sonrasında
oluşan akciğer hasarı üzerine melatoninin koruyucu rolünü araştırmaktır.
Çalışma için 20 adet Sprague Dawley cinsi sıçan randomize olarak, eşit
sayıda (n=10) iki gruba ayrıldı. Kontrol grubuna 60 dakika süreyle tek
akciğer ventilasyonu (TAV) devamında 30 dakika süreyle çift akciğer
ventilasyonu (ÇAV) uygulandı. Melatonin grubundaki sıçanlara deneye
başlamadan 10 dakika önce 10 mg/kg dozunda intraperitoneal melatonin
verildi ve aynı ventilasyon protokolü uygulandı. Kontrol ve çalışma
gruplarından TAV ve ÇAV sonunda biyokimyasal analiz ve histopatolojik
inceleme için akciğerden doku örnekleri alındı. Biyokimyasal analizde doku
superoksid dismutaz (SOD), malondialdehit (MDA) ve tümör nekroz faktör
alfa (TNF-α) düzeyleri ölçüldü. Histopatolojik incelemede dokular
hemotoksilen eosin ile boyandı ve akciğerlerde oluşan hasar alveolar
konjesyon, intraalveoler kanama, lökosit ve lenfosit infiltrasyonu varlığı ve
miktarına göre skorlandı. TAV ve ÇAV sonunda çalışma grubu MDA ve TNF-
α düzeylerinde kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı düşüş olduğu
görüldü. Yine çalışma grubunda, SOD düzeylerinde ÇAV sonunda yükselme
izlendi, bu yükselme özellikle TAV sonunda istatistiksel olarak anlamlı
bulundu. Histopatolojik incelemede melatonin verilen grupta oluşan doku
hasarının daha az olduğu gözlendi. Sonuç olarak mevcut bu bulgular
ışığında melatoninin TAV sonrasında oluşan akciğer hasarına karşı dokuyu
koruyucu rolü vardır.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-01-09T06:36:58Z
No. of bitstreams: 1
10034584.pdf: 3201124 bytes, checksum: 44f57c829e5389d335067318a0564529 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Tek Akciğer Ventilasyonu
Melatoninin tek akciğer ventilasyonuna bağlı akciğer hasarı üzerine koruyucu rolü
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/904
2017-01-11T01:00:26Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_204
Özdemir, Gökmen
Esogü, Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi
2017-01-10T06:52:53Z
2017-01-10T06:52:53Z
2014
Özdemir G. Hipertansif ebeveynlerin normotansif çocuklarında treadmill egzersiz testi ile kan basıncı yanıtlarının değerlendirilmesi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Kardiyoloji Bilim Dalı Tıpta Yan Dal Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2014.
http://hdl.handle.net/11684/904
Hipertansiyon öncesi prehipertansif bir
sürecin yaşandığı ve bu dönemin en önemli özelliğinin çeşitli stresörlere verilen
anormal kardiyovasküler reaktivite olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle
çalışmamızda, hipertansif ebeveynlerin normotansif çocuklarında (HENÇ), egzersiz
testinin her bir kademesi ve recovery döneminde oluşan kardiyovasküler yanıtın
kontrol grubu ile karşılaştırılarak değerlendirilmesi ve yaş grupları arasındaki
farklılıkların araştırılması amaçlandı. Çalışmaya 6-18 yaşları arasındaki sağlıklı ve
normotansif 110 çocuk alındı. Ebeveynlerin en az birinde hipertansiyon öyküsü olan
62 çocuk HENÇ grubunu, olmayan 48 çocuk NENÇ grubunu oluşturdu. Cinsiyet,
yaş, ağırlık, boy ve vücut kitle indeksi açısından gruplar arasında istatistiksel fark
yoktu (p>0.05). Tüm çocuklara Bruce protokolüne göre egzersiz testi uygulandı.
HENÇ grubunda istirahat SKB, kademe-2 SKB, kademe-3 SKB, maksimal SKB,
recovery dönemi 1., 3. ve 6. dakika SKB ölçümleri NENÇ grubuna göre istatistiksel
olarak daha yüksek saptandı (sırasıyla p=0,001, p=0,001, p=0,009, p=0,007, p=0,02,
p=0,001 ve p=0,001). Maksimal ve submaksimal kalp hızı ve kan basıncı
ölçümlerinin istirahat değerlerine göre değişiminde iki grup arasında fark izlenmedi
(p>0,05). Yaş grupları karşılaştırıldığında ise 6-10 yaş grubunda ölçümler arasında
istatistiksel fark olmadığı (p>0,05) ancak puberte ile beraber (>10 yaş) risk altındaki
bireylerin istatistiksel olarak daha yüksek KB yanıtı oluşturdukları izlendi. Sonuç
olarak, çalışmamızda, hipertansif ebeveynlerin normotansif çocuklarının açısından
risk altında olan çocukların egzersiz testi ile oluşturulan fiziksel strese, test süresince
ve recovery döneminde daha abartılı kardiyovasküler yanıt oluşturduğu saptandı. Bu
yanıt özellikle 10 yaşından sonra belirginleşmekteydi. Risk altındaki bireylerin
tanımlanması ile HT gelişmeden önce beslenme alışkanlıkları ve yaşam tarzındaki
değişiklikler yapılması ile HT gelişimini önlemek veya en azından geciktirmek
mümkün olabilecektir.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-01-09T06:50:37Z
No. of bitstreams: 1
10032227.pdf: 2178281 bytes, checksum: df13c3061382ee503d342bf6d15d9497 (MD5)
tur
Çocuk
Hipertansif ebeveynlerin normotansif çocuklarında treadmill egzersiz testi ile kan basıncı yanıtlarının değerlendirilmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/905
2017-01-11T01:00:28Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_201
Doğan, Serkan
Esogü, Tıp Fakültesi, Acil Tıp
2017-01-10T06:52:57Z
2017-01-10T06:52:57Z
2014
Doğan, S. Acil Servise araç içi trafik kazası nedeni ile başvuran hastalarda kan alkol düzeyi ile yaralanma ciddiyetinin ilişkisi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2014.
http://hdl.handle.net/11684/905
Acil servise araç içi trafik kazası (AİTK) ile başvuran hastalarda
kan alkol düzeyi ile yaralanma ciddiyeti, taburculuk ve ölümün ilişkisini belirlemek
ve hastaların bakımında, sonuçlandırılmasında daha dikkatli ve planlı olmak
amacıyla 15.09.2011–14.09.2012 tarihleri arasında ileriye dönük olarak yapılmıştır.
Çalışmaya 18 yaş ve üstü tüm AİTK geçirenler alınmıştır. Toplam 324 hastanın
210’u erkekti. 52’si (%16) alkollüydü. Alkol alımı en fazla (%26) 35-44 yaş
grubundaydı. Alkollü kazaların en sık (%32.2) saat 00:00-07:59 arasında olduğu
saptandı (p<0.05). Alkollülerde genel durum %42.9 oranla daha kötüydü (p<0.05).
Alkolsüzlerde Glasgow Koma Skalası (GKS) 14.50±0.12 iken alkollülerde
12.84±0.61 olup ağır (201 mg/dl ve üzeri) alkollülerde ise 11.66±1.40 olduğu
görüldü (p<0.05). Alkolsüzlerde Düzeltilmiş Travma Skoru (DTS) 7.67±0.50 iken
alkollülerde 6.97±0.29 olup ağır alkollülerde 6.04±0.81 olduğu görüldü (p<0.05).
Alkolsüzlerde Yaralanma Ciddiyet Skoru (YCS) 3(0-57) iken alkollülerde 6(0-66)
olup ağır alkollülerde 14(2-66) olduğu görüldü (p<0.05). Alkolsüzlerde Travma
Skoru Yaralanma Ciddiyet Skoru (TSYCS) 96.38±0.84 iken alkollülerde 87.37±3.85
olup ağır alkollülerde 77.08±9.75 olduğu görüldü (p<0.05). Alkollülerde ekstiremite
travmaları (%21.5) daha fazlaydı (p<0.05). Alkollülerde konsültasyon medyan değeri
1(0-5) iken alkolsüzlerde 0(0-7) olarak belirlendi (p<0.05). Hastaneye yatanların
%30.3’ünün, opere olanların %50’sinin ve ölenlerin %45.5’inin alkollü olduğu
saptandı (p<0.05). Alkolsüzlerde hizmet bedeli 242.23 TL. iken alkollülerde 510.04
TL. saptandı (p<0.05). Alkollülerde yaralanma ciddiyeti, hizmet bedeli, yatış,
ameliyat, ölüm ve sakatlık oranları daha fazladır. Kan alkol düzeyi Acil Tıp
hekimlerine bu hastaların bakımında ve sonuçlandırılmasında daha dikkatli ve planlı
davranmak adına yol gösterici olabilir.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-01-09T07:01:30Z
No. of bitstreams: 1
serkan tez tüm hali.pdf: 1182393 bytes, checksum: a46f8456cf35fcc1b7f4d059bdc91993 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Kan Alkol Düzeyi
Acil servise araç içi trafik kazası nedeni ile başvuran hastalarda kan alkol düzeyi ile yaralanma ciddiyetinin ilişkisi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/923
2017-01-17T01:00:34Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_202
Leloğlu, Nergis
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Koleksiyonu
2017-01-16T08:16:24Z
2017-01-16T08:16:24Z
2014
Leloğlu, N. Artroskopik diz cerrahisinde tek taraflı spinal blok için kullanılan düşük bupivakain dozlarının anestezi yeterliliği ve yan etkileri üzerine etkisi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2014.
http://hdl.handle.net/11684/923
Alt ekstremite cerrahisi
geçirecek hastalarda spinal anestezide yüksek seviye ve yüksek dozlara ihtiyaç
olmadığı düşüncesiyle, önerilen klasik dozlardan daha düşük bupivakain dozlarının
yeterli olabileceği, doza bağlı komplikasyonların da azalabileceği hipoteziyle;
çalışmamızda 5 mg ve 7.5 mg hiperbarik bupivakain kullanarak tek taraflı spinal
anestezide düşük dozların cerrahi anestezi ve hemodinamiye etkisinin araştırılması
amaçlandı. Çalışma, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Ameliyathanesinde ASA I-II grubu 18-60 yaş arası tek taraflı artroskopik diz
cerrahisi geçirecek 40 hasta ile yapıldı. Olgular 20 kişilik 2 gruba ayrılarak, Grup I’e
5 mg hiperbarik bupivakain, Grup II’ye 7.5 mg hiperbarik bupivakain uygulandı.
Uygulama sonrası hastalar lateral dekübit pozisyonda 10 dk bekletildikten sonra
supin pozisyona çevrildi. Hastaların hemodinamik parametreleri başlangıçta ve
spinal anestezi sonrası 1., 5., 10., 15., 20., 25., 30. dakikalarda, ve blok çözülene
kadar 15 dakikada bir kaydedildi. Hastaların duysal blok seviyesi, motor blok
seviyesi, duysal blok iki seviye gerileme zamanı, ayılma biriminde kalış süresi, hasta
memnuniyeti, ilk 24 saatte miksiyon zamanı kaydedildi. Hipotansiyon ve bradikardi
açısından gruplar arasında anlamlı fark bulunamadı. Grup I’de 1 hastada, Grup II’de
2 hastada hipotansiyon gelişti. Grup I’de 3 hastada, Grup II’de ise 5 hastada
bradikardi gelişti. Her iki grupta da ilk 90 dk ek doz ihtiyacı olmadı. Operasyon sonu
motor blok her iki grupta da 20 hastadan 13’ünde 0 olarak bulundu. Sonuç olarak;
gruplar arasında anlamlı fark bulunamamakla birlikte, 5 mg hiperbarik bupivakain
uygulanarak potansiyel risklerin daha az olması ve tüm hastalarda en az 90 dk cerrahi
anestezi sağlaması nedeniyle 90 dk’yı geçmeyen alt ekstremite cerrahisinde tavsiye
edilebilir doz olduğu kararına varıldı.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-01-10T06:06:10Z
No. of bitstreams: 1
10035364.pdf: 3360877 bytes, checksum: 4e8db9e01bf5275f5048fb83cd574cdc (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Tek Taraflı Spinal Blok
Artroskopik diz cerrahisinde tek taraflı spinal blok için kullanılan düşük bupivakain dozlarının anestezi yeterliliğive yan etkileri üzerine etkisi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/975
2017-01-28T01:00:33Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_205
İyiol, Ahmet Ragip
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi
2017-01-27T13:15:37Z
2017-01-27T13:15:37Z
2014
İyiol, A.R. Süperıor Mezenterik Arter Oklüzyonu Oluşturulmuş Ratlarda Karnozin’in İskemi/Reperfüzyon Hasarına Koruyucu Etkisi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2014.
http://hdl.handle.net/11684/975
Bu çalışmada; mezenter iskemi oluşturulmuş ratlarda karnozinin
iskemi reperfüzyon hasarına koruyucu etkisi araştırıldı. Çalışmada cinsiyet farkı
gözetilmeksizin 200-250 gram ağırlığındaki 30 adet Sprague-Dawley türü fareler
kullanıldı. Deney hayvanları üç gruba ayrıldı. Grup 1‟de (kontrol grubu) SMA
izole edilerek ortaya konuldu ancak bağlanmadı. Grup 2‟de (iskemi / reperfüzyon
sham grubu ) SMA izole edilerek aortadan çıktığı yerin hemen distalinden 60
dakika klempe edildi sonrasında 120 dakika reperfüzyon uygulandı. Grup 3‟te
(intestinal iskemi /R + karnozin grubu) ise SMA izole edilerek aortadan çıktığı
yerin hemen distalinden klempe edildi sonrasında 120 dakika reperfüzyon
öncesinde karnozin 50 mg/kg i.p. olarak uygulandı. Ġskemi/reperfüzyona bağlı
intestinal hasarı araştırmak üzere terminal ileumdan doku örnekleri ve
intrakardiyak kan elde edildi. Sonuç olarak kontrol grubuna ait deney
hayvanlarının bağırsaklarında normal morfolojiye sahip bağırsak mukoza yapısı
gözlendi. Karnozin kullanılan deneklerde ise hücresel hasar sham-iskemi grubuna
göre azalmış olarak bulundu. Altın standart tedavinin bulunmadığı iskemi
reperfüzyon hasarında birçok ajan değişen süre ve dozlarda araştırılmaya devam
edilmelidir.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-01-24T06:22:04Z
No. of bitstreams: 1
10027046.pdf.pdf: 1253731 bytes, checksum: aec01f1aa930a51a3f8242891bb33808 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Mezenter İskemi
Süperior mezenterik arter oklüzyonu oluşturulmuş ratlarda Karnozin’in iskemi/reperfüzyon hasarına koruyucu etkisi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/979
2017-01-28T01:00:15Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_213
Tokmak, Serdar
Esogü, Tıp Fakültesi, Tıbbi Patoloji
2017-01-27T13:17:08Z
2017-01-27T13:17:08Z
2014
Tokmak S. Oral Kavite Skuamöz Hücreli Karsinomlarında Galectin-3 Ekspresyonunun Değerlendirilmesi ve Prognostik Önemi. Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2014.
http://hdl.handle.net/11684/979
Oral kavite skuamöz hücreli karsinomlarında prognozu güvenilir bir şekilde öngörmeyi sağlayabilecek faktörler üzerinde çalışılmaktadır. Klinik gidişi öngörme amacıyla birçok faktör araştırılmıştır. Ancak tümörlerin biyolojik özellikleri hakkında bilgi sağlayacak yeni prognostik faktörlere ihtiyaç duyulmaktadır. Galektin-3’ün hücre adezyonu, diferansiyasyon, anjiogenez, apoptoz, tümörigenez ve metastaz gibi birçok biyolojik olayda rol aldığı bilinmektedir. Galektin-3’ün oral kanserlerin progresyonundaki rolü henüz iyi anlaşılamamıştır. Literatürde oral kanserlerde galektin-3 ekspresyonu ile ilişkili az sayıda çalışma bulunmaktadır. Çalışmamızda immünohistokimyasal olarak galektin-3 ekspresyonunun oral kavite skuamöz hücreli karsinomlarındaki prognostik rolü araştırılmıştır. Oral kavite yerleşimli skuamöz hücreli karsinom tanısı alan 60 olguyu içeren (28 olgu dudak, 21 olgu dil, 4 olgu ağız tabanı, 3 olgu orobukkal mukoza, 3 olgu retromolar trigon, 1 olgu gingivobukkal bileşke yerleşimli) çalışmamızda boyanma şiddeti ve yüzdesine ait değerlerin çarpımından elde edilen toplam skor açısından değerlendirilen sitoplazmik galektin-3 ekspresyonu ile diferansiyasyon derecesi ve invazyon şekli arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmıştır (p<0.05). Tek ve çok değişkenli analizde nükleer ve sitoplazmik galektin-3 ekspresyonu ile hastalığın gidişi arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmamıştır (p>0.05). Sitoplazmik galektin-3 ekspresyonu ile diferansiyasyon derecesi ve invazyon şekli arasında anlamlı bir ilişki saptanmış olmakla birlikte, bulgularımız oral kavite skuamöz hücreli karsinom olgularında galektin-3 ekspresyonunun rekürrens ve ölüm risklerini öngörmede yararlı bir belirleyici olmayabileceğini düşündürmektedir. Ancak oral skuamöz hücreli karsinomlarda galektin-3 ekspresyonunun rolünü araştırmak üzere geniş serileri içeren çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-01-24T06:30:31Z
No. of bitstreams: 1
10027936.pdf: 2369155 bytes, checksum: 2e466a9623dfdab61bcdc88a219d60ff (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Oral Kavite
Oral kavite skuamöz hücreli karsinomlarında galektin-3 ekspresyonunun değerlendirilmesi ve prognostik önemi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/978
2017-01-28T01:00:53Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_211
Özdemir, Hüsamettin
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji
2017-01-27T13:15:46Z
2017-01-27T13:15:46Z
2013
Özdemir H. Medial malleol kırıklarının kapalı redüksiyon perkütan tespit (KRPT) yöntemi ile tedavisi ve sonuçlarının değerlendirilmesi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2013.
http://hdl.handle.net/11684/978
Çalışmada medial malleol kırıklarında
kapalı redüksiyon perkütan tespit yönteminin ileriye dönük olarak klinik ve
radyolojik sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlandı. Çalışma Mart 2011 ile Temmuz
2013 tarihleri arasında ayak bileği travması nedeniyle hastanemize başvurup medial
malleol kırığı tanısı alan 21’i erkek (%61.8) ve 13’ü kadın ( %38.2) toplam 34
hastayı kapsamaktadır. Hastaların ilk başvuruları sırasında yaş, cinsiyet, travma
nedeni, eşlik eden diğer travma ve hastalık bilgileri kaydedildi. Ayak bileklerine ön
arka, yan ve mortis grafileri çekilerek kırık tipleri belirlendi. Operasyon sırasında alt
ekstremiteye turnike uygulanmadı. Ortalama ameliyat süresi 39.2 (14-78) dakika
olarak saptandı. Ameliyat sonrasında hastalara elastik ayak bileği bandajı dışında
herhangi bir atel vb harici rijit tespit kullanılmadı. Ameliyat sonrası erken dönemde,
özellikle ayak bileği fleksiyon ve eksktansiyon hareketlerine hemen başlandı.
Ortalama takip süresi 17.9 (3-31) ay olarak saptandı. Ameliyattan sonra 1 ay, 3 ay ve
yıllık periyodik poliklinik kontrolleri sırasında hastalar klinik ve radyolojik açıdan
incelendi. Veriler Weber, AOFAS ve Frieburg protokollerine göre değerlendirildi.
Weber protokolüne göre yapılan değerlendirmede 21(%65.6) hasta mükemmel, 6
(%18.7) hasta iyi, 5(%15.7) hasta kötü olarak belirlendi. Olgular AOFAS
protokolüne göre değerlendirildiğinde 30(%93.8) hasta iyi, 2(%6.2) hasta kötü olarak
tespit edildi. Frieburg protokolüne göre değerlendirildiğinde ise 30(%93.8) hastada
iyi, 1(%3.1) hastada orta, 1(%3.1) hastada kötü sonuç elde edildi. Sonuç olarak
medial malleol kırığının cerrahi tedavisinde kapalı redüksiyon ve perkütan tespit
yöntemi hem minimal invaziv bir cerrahi teknik, hem de klinik ve radyolojik olarak
oldukça iyi sonuçları ile etkili ve ekonomik bir tedavi yöntemidir.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-01-24T06:46:07Z
No. of bitstreams: 1
10028628.pdf: 8692118 bytes, checksum: 6ce068b664b7b9abae779743d0ffe9d2 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Medial Malleol
Medial malleol kırıklarının kapalı redüksiyon perkütan tespit yöntemi ile tedavisi ve sonuçlarının değerlendirilmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/949
2017-01-28T01:00:32Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_205
Tarkan, Müslüm
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi
2017-01-27T13:14:24Z
2017-01-27T13:14:24Z
2014
Tarkan, M. Deneysel Olarak Peritoneal Yüzey Hasarı Oluşturulmuş Sıçanlarda Vitamin D (1,25-OH2D3)’nin Peritoneal Adezyon Üzerindeki Etkilerinin Araştırılması, Eskisehir Osmangazi Üniversitesi, Tıpta Uzmanlık Tezi, Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Eskişehir, 2014.
http://hdl.handle.net/11684/949
Adezyon veya cerrahi olarak abdominal
organlarda gelişen peritonit ve endometriosis, kanser tedavilerinde kullanılan
kemoterapi ve radyoterapinin sebep olduğu fibröz bantlar peritoneal adezyona neden
olurlar. Bu konudaki çalışmalar ve gelişmelerle adezyon formasyonu
azaltılabilmektedir ama en iyi sonucu veren veya bu sorunu kesin çözen bir tedavi
ortaya konamamıştır. Bir çok metod ve ajan adezyon oluşumunu engellemek için
kullanılagelmiştir. Buna rağmen postoperatif adezyonlar önemini korumaya devam
etmektedir ve tam olarak çözülememiştir. D vitamini dışarıdan alınabildiği gibi vücut
tarafından da sentezlenebilmektedir. Daha önceki çalışmalarda D vitaminin
karaciğerde TIMP-1, MMP-9, kollajen 1alfa1 aracılığı ile fibröz doku oluşumunu
önlediği gösterilmiştir. Bu çalışma deneysel olarak ratta oluşturulmuş peritoneal
adezyon modelinde D vitamininin etkisini araştırmak amacıyla yapılmıştır.
Çalışmada 24 tane 200-250 gr arasında ağırlığa sahip Sprague-Dawley erkek rat
kullanılmıştır. Hayvanlar ratgele 3 gruba ayrılmıştır. 1.Grupta (kontrol); batın ön
katları geçilerek parietal periton ortaya kondu. 2.Grupta (PA Grubu); batın açılarak
peritoneal adezyon oluşturuldu. 3.Grupta (PA Grubu); batın açılarak peritoneal
adezyon oluşturuldu ve hayvanlara D Vitamini uygulandı. Deney prosedüründen
sonra doku üzerinde histolojik ve serumda biyokimyasal incelemeler yapıldı. Cerrahi
sırasında PA grubunda peritoneal adezyonların oluştuğu PAD grubunda ise
peritoneal adezyonun daha az oluştuğu gözlenmiştir. PA ve PAD grupları arasında
inflamasyon, vasküler proliferasyon ve PAI-1 gradingin histolojik skorlamaları
açısından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur. PA ve PAD grupları arasında
biyokimyasal parametreler açısından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamamıştır
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-01-25T07:01:50Z
No. of bitstreams: 1
10027039.pdf.pdf: 2456328 bytes, checksum: 30682bee29c8d2397eca6f3f7f1546c0 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Postoperatif Peritoneal Adezyon
Deneysel olarak peritoneal yüzey hasarı oluşturulmuş sıçanlarda vitamin D (1,25-OH2D3)’nin peritoneal adezyon üzerindeki etkilerinin araştırılması
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/950
2017-01-28T01:00:41Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_211
Gök, Onur
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji
2017-01-27T13:14:26Z
2017-01-27T13:14:26Z
2014
Gök O. Ön Çapraz Bağ Rüptürü Cerrahisinde Kullanılan Transfiksasyon ve Endobutton Cerrahi Yöntemlerinin Sonuçlarının Değerlendirilmesi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi Eskişehir, 2014.
http://hdl.handle.net/11684/950
Bu çalışmanın amacı, ÖÇB yetmezliği tanısı konulan, otojen hamstring tendon grefti ve iki farklı femoral tespit yöntemi kullanılarak ÖÇB rekonstrüksiyonu yapılan 83 hastanın fonksiyonel sonuçlarının değerlendirilmesidir. 43 hasta transfiksasyon, 40 hasta endobutton tekniği kullanılarak ameliyat edildi. Hastaların 72’ si erkek (%86.7), 11’ i kadındı (%13.3). Hastaların 48’i sağ (%57.8), 35’ i sol dizdi (%42.2). Hastaların ortalama yaşı 27.2 idi (16-46). Hastaların ameliyat öncesi öyküleri alınıp, Ön çekmece, Lachman, Pivot Shift testleri ve genel muayeneleri yapılarak, röntgen grafileri ile manyetik resonans görüntüleri elde edildi. Hastaların fonksiyonel değerlendirmeleri ameliyat öncesinde ve en son kontrolde Lysholm skoru ve İnternasyonel Diz Dokumantasyon Komitesi Değerlendirme Formuna (IKDC) göre yapıldı. Ameliyat öncesi 57 olan (46-74) Lysholm skor ortalaması ameliyat sonrası transfiksasyon uygulanan grupta 93.81, endobutton uygulanan grupta 94.48 olarak bulundu. Hastaların ameliyat öncesi ve sonrası Lysholm değerleri arasında anlamlı farklılık bulundu (p˂0,001). İki grup arasında Lysholm değerleri açısından anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). IKDC değerlendirme sistemine göre ameliyat öncesi 6 hasta grup B, 42 hasta grup C, 35 hasta grup D iken ameliyat sonrası 58 hasta grup A, 25 hasta grup B olarak değerlendirildi. Hastaların ameliyat öncesi ve sonrası IKDC değerleri arasında anlamlı farklılık bulundu (p<0,001). İki grup arasında IKDC değerleri açısından anlamlı farklılık saptanmadı.(p>0.05) Sonuç olarak doğru hasta seçimi ile birlikte çift katlı hamstring tendon grefti kullanılarak yapılan artroskopik ÖÇBR’ da endobutton ve transfiksasyon cerrahi tekniklerinin doğru uygulanması, erken dönemde kontrollü rehabilitasyon programı uygulanması ve sık poliklinik kontrolleri ile yüz güldürücü sonuçlar elde edilebilmektedir.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-01-25T07:07:35Z
No. of bitstreams: 1
10028557.pdf: 1601548 bytes, checksum: e71eaca621e282564585a2056e008bcf (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Ön Çapraz Bağ
Ön çapraz bağ rüptürü cerrahisinde kullanılan transfiksasyon ve endobutton cerrahi yöntemlerinin sonuçlarının değerlendirilmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/951
2017-01-28T01:00:45Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_212
Ceylan, Sezi
Esogü, Tıp Fakültesi, Plastik Rekonstrüktrif ve Estetik Cerrahi
2017-01-27T13:14:29Z
2017-01-27T13:14:29Z
2014
Ceylan S. Makrofaj migrasyon inhibitör faktörün düzeylerinin hipertrofik skar ile ilişkisi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik, Rekontrüktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2014.
http://hdl.handle.net/11684/951
Çalışmamızda multipotent bir potein olan Makrofaj Migrasyon İnhibitör Faktörün
hipertrofik skar gelişimi sürecindeki ekspresyon düzeylerinin gösterilmesi
amaçlanmıştır. Bu amaçla toplam 30 adet balb-c/nu fare kullanılmıştır ve bu fareler
6 gruba ayrılmıştır. Her farenin sırtına 2x1 cm genişliğinde abdominoplasti ameliyatı
olan hastalardan çıkan cilt fazlalığından alınan kısmi kalınlıklı deri grefti
konulmuştur. Oluşturulan hipertrofik skarlardan 3., 21., 60., 120., 150. ve 210.
günlerde biyopsiler alınmıştır. Alınan bu örneklerden MIF ekspresyon düzeylerine ve
dermis kalınlığına bakılmıştır. Dermis kalınlığınlığında tüm gruplarda kontrol
grubuna göre artış gözlenirken özellikle 21, 60 ve 120 günlerdeki bu artış istatiksel
olarak da anlamlı bulunmuştur. 150 ve 210. günlerde ise hem klinik hem de
histolojik olarak hipertrofik skar özelliklerinin gözlendi. MIF ekspresyon
düzeylerinde ise tüm gruplarda kontrol grubuna göre bifazik artış gözlendi. Ancak bu
artış muhtemelen grupları oluşturan deneklerin azlığı nedeniyle istatiksel olarak
anlamlı bulunmadı. Sonuç olarak derin dermal travmalar sonrasında gelişen
hipertrofik skar kaşıntı, ağrı, hareket kısıtlılığı gibi fonksiyon bozuklarının yanısıra
görünümleri ile hastaların psikososyal yaşamını etkilemekte ve yaşam kalitelerini
önemli ölçüde düşürmektedir. Hipertrofik skarın insana özgü olması ve
patofizyolojinin hala tam olarak anlaşılamamış olması nedeniyle etkin bir tedavisi de
bulunamamıştır. Hipertrofik skar patofizyolojisinde yer alan birçok mekanizma ile
direk veya indirek ilişkisi olan ve yara iyileşmesinde anahtar role sahip olduğu
inanılan MIF ile hipertrofik skar arasındaki ilişkinin daha detaylı çalışılması ileride
hipertrofik skar tedavisi veya önlemede alternatif bir seçenek olabilir.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-01-25T07:12:11Z
No. of bitstreams: 1
10029517.pdf: 1607134 bytes, checksum: 41d3757e59146c2511c0ee573355d261 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Hipertrofik Skar
Makrofaj migrasyon inhibitör faktör düzeyinin hipertrofik skar ile ilişkisi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/960
2017-01-28T01:00:40Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_202
Gelir, İsmail Kerem
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Koleksiyonu
2017-01-27T13:14:55Z
2017-01-27T13:14:55Z
2012
Gelir, İ.K. Abdominal histerektomi uygulanan hastalarda preemptif olarak verilen ketamin ve deksketoprofenin postoperatif ağrı üzerine etkisi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2012.
http://hdl.handle.net/11684/960
Çalışmamızda abdominal histerektomi
uygulanan hastalarda deksketoprofen ve ketamin infüzyonunun preemptif analjezi
üzerine etkisini araştırmayı amaçladık. Bu çalışma, Kasım 2011 – Kasım 2012
tarihleri arasında, genel anestezi altında abdominal histerektomi operasyonu geçiren
18 – 60 yaş arasında, ASA I-II, 50 hasta üzerinde gerçekleştirildi. Çalışmaya dahil
edilen hastalar rastgele iki gruba ayrıldı: Grup 1’e operasyondan 30 dakika önce 50
mg deksketoprofen 100 ml serum fizyolojik içerisinde İV infüzyon ile verildi.
Anestezi indüksiyonu sonrası 0,5 mg/kg ketamin bolus yapılıp ardından 0,07
mg/kg/saat olacak şekilde infüzyon başlandı ve cilt kapatılana kadar devam edildi.
Cilt insizyonundan 15 dakika sonra 100 ml serum fizyolojik İV infüzyon ile verildi.
Ekstübasyondan hemen önce 3 mg morfin yapıldı. Grup 2’ye operasyondan 30
dakika önce 100 ml serum fizyolojik İV infüzyon ile verildi. Anestezi indüksiyonunu
takiben cilt insizyonundan 15 dakika sonra 50 mg deksketoprofen 100 ml serum
fizyolojik içerisinde İV infüzyon ile verildi. 0,5 mg/kg ketamin bolus yapılıp
ardından 0,07 mg/kg/saat olacak şekilde infüzyon başlandı ve cilt kapatıldıktan sonra
sonlandırıldı. Ekstübasyondan hemen önce 3 mg morfin yapıldı. Ameliyattan sonra
her iki gruba da hasta kontrollü analjezi (HKA) yöntemi ile morfin başlandı. Aldrete
derlenme skorunun 9 olduğu dakika 0. dakika kabul edilip 1, 4, 8, 12 ve 24. saatlerde
sistolik kan basıncı (SKB), diyastolik kan basıncı (DKB), ortalama kan basıncı
(OKB), kalp atım hızı (KAH) ve periferik oksijen satürasyonları (SpO2), RSS, VAS,
VRS, morfin tüketimi ve yan etkiler kaydedildi. Çalışmamızın sonucunda; 1 ve 4.
saatlerdeki VAS değerleri, 4 ve 8. saatlerdeki VRS değerleri, 4, 8, 12 ve 24
saatlerdeki morfin tüketim miktarları grup 1’de anlamlı olarak düşük saptandı. Sonuç
olarak; preoperatif dönemde başlanan deksketoprofen ve ketamin infüzyonunun
preemptif analjezi üzerine etkisi olduğu kanaatine varıldı.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-01-27T06:38:47Z
No. of bitstreams: 1
452099.pdf.pdf: 1527081 bytes, checksum: c1980e4e305b4072da3940b60c9094f3 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Preemptif Analjezi
Abdominal histerektomi uygulanan hastalarda preemptif olarak verilen ketamin ve deksketoprofenin postoperatif ağrı üzerine etkisi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/961
2017-01-28T01:00:14Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_210
Şakalar, Emine
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları
2017-01-27T13:14:58Z
2017-01-27T13:14:58Z
2012
Şakalar, E. Başarısız dakriyosistorinostomi operasyonu sonrası fizik muayene ve paranazal tomografi bulgularının değerlendirilmesi: Prospektif çalışma. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2012.
http://hdl.handle.net/11684/961
Kronik
dakriyosistit nazolakrimal sistemdeki tıkanıklık sonucu meydana gelir, tedavisi
cerrahidir. Çalışmamızda endoskopik dakriyosistorinostomi yapılan hastalar
değerlendirildi, hastaların eşlik eden sinonazal patolojileri paranazal sinüs
tomografileri ve endoskopik nazal muayeneleri ile değerlendirildi. Başarılı ve
başarısızlıkla sonuçlanan gruplarda eşlik eden sinonazal patolojiler ayrı ayrı
değerlendirildi. Başarısızlıkla sonuçlanan hastalarda, çekilen paranazal sinüs
tomografi ve nazal endoskopik muayene bulguları başarı ile sonuçlanan hastalar ile
karşılaştırıldığında, sinonazal patolojinin varlığı açısından anlamlı olarak farklı
bulundu (p<0.05*). Her iki grupta da eşlik eden sinonazal patolojiler mevcuttu.
Başarısızlıkla sonuçlanan hastalarda belirgin sinonazal patolojilerin var olduğu
saptandı. Sonuç olarak dakriyosistorinostomi operasyonu öncesinde hastalar; eşlik
edebilecek sinonazal patolojiler açısından hem endoskopik nazal muayene hem de
radyolojik olarak BT kesitleri ile değerlendirilmeli ve tedavisi bu veriler ile daha
doğru bir şekilde planlanmalıdır.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-01-27T06:45:33Z
No. of bitstreams: 1
454068.pdf.pdf: 1501849 bytes, checksum: 745edef6a7195bc581bd07721eff9fa6 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Başarısız Dakriyosistorinostomi
Başarısız dakriyosistorinostomi operasyonu sonrası fizik muayene ve paranazal bt bulgularının değerlendirilmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1023
2017-06-06T00:00:44Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_201
Çağlayan, Turgay
101931
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Acil Tıp
2017-06-05T06:36:14Z
2017-06-05T06:36:14Z
2016
Çağlayan, T. Acil serviste hemorajik ve iskemik serebrovasküler hastalık tanısı alan hastalarda kan laktat düzeyinin prognoz üzerine etkisi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2016.
http://hdl.handle.net/11684/1023
Çalışmamızın amacı iskemik ve hemorajik inme tanısı alan hastalarda, venöz kan laktat değerinin prognoz üzerine etkisinin araştırılmasıdır. Çalışmamıza, ESOGÜ acil servisine başvuran ve 12 saatten kısa süreli iskemik veya hemorajik inme tanısı alan 18 yaş üstü hastalar dahil edildi. Hastaların demografik bilgileri, ilk başvuru, 24 ve 72. saat venöz kan laktat düzeyleri ve NIHSS’i, BT bulguları, ilk başvuru ve 3. ay mRs’si kayıt edildi ve aralarındaki ilişki değerlendirildi. Çalışmaya 51’i (%58) erkek, 72’si (%81,8) iskemik, 16’sı (%18,2) hemorajik inme tanısı alan toplam 88 hasta dahil edildi. Çekilen BBT’de iskemik inme tanısı alan 56 (%63,6) hastada, enfarkt alanı MCA sulama alanının 1/3’ünden küçük, 9 (%10,2) hastada 1/3-2/3’ü arasında, 7 (%8) hastada 2/3’ünden büyük idi. Hemorajik inme tanısı alan 16 hastanın ise 12 (%13,6)’sinde intraparankimal, 4 (%4,5)’ünde subaraknoid kanama tespit edildi. Başvuru, 24 ve 72 saat venöz kan laktat düzeyleri sırasıyla: 1,98±1,36 mmol/L, 1,63±0,77 mmol/L, 1,41±0,56 mmol/L idi. Venöz kan laktat düzeylerinin zamanla azaldığı ve bunun da istatistiksel olarak anlamlı olduğu tespit edildi (0-24 Saat p=0,019, 0-72 saat p<0,001). İskemik inmeli hastlarda ilk başvuru venöz kan laktat düzeylerinin; enfarkt alanı büyüklüğü MCA sulama alanının 2/3’ünden büyük olanlarda, 1/3’ünden küçük olanlara göre daha yüksek olduğu (p=0,018) tespit edildi. Hemorajik inmelerde ise ilk başvuru venöz kan laktat düzeylerinin subaraknoid kanamalarda, intraparankimal kanamalara göre daha yüksek olduğu (p=0,047) tespit edildi. Başvuru, 24 ve 72. Saat laktat düzeyleri ile NIHSS ve mRs arasında anlamlı ilişki tespit edilemedi. İnme hastalarında NIHSS ve mRS ile ilişkisi bulunamayan venöz kan laktat düzeyi ölçümü, kanama tipi ve iskemik enfarkt alanı büyüklüğünün belirlenmesinde ve inme yönetiminde acil tıp hekimlerine yardımcı olabilir.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-05-31T08:02:49Z
No. of bitstreams: 1
10130099.pdf: 776943 bytes, checksum: 591cefbb53714ac7248c28c0b568e05d (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
İnme
Acil serviste hemorajik ve iskemik serebrovasküler hastalık tanısı alan hastalarda kan laktat düzeyinin prognoz üzerine etkisi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1024
2017-06-06T00:00:46Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_202
Şen, Erman
102486
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon
2017-06-05T06:36:16Z
2017-06-05T06:36:16Z
2016
http://hdl.handle.net/11684/1024
Çalışmamızda spinal blok uygulanan hastalarda blok öncesi perfüzyon indeks ile spinal blok sonrası gelişebilecek hipotansiyon arasındaki ilişki ve spinal blok öncesi iv sıvı verilmesinin spinal blok sonrası gelişebilecek hipotansiyonu önlemede ve operasyon sırasında hipotansiyon tedavisinde kullanılan efedrinin kullanımına olan etkisini değerlendirmeyi amaçladık. Bu çalışma, 05 Ağustos 2015- 05 Ağustos 2016 tarihleri arasında, spinal anestezi altında cerrahiye alınan 18-100 yaş aralığındaki, ASA I,II,III 7 kadın,94 erkek toplam 101 hastanın dosyalarının incelenmesi ile gerçekleştirildi. Hasta dosyaları ve anestezi takip formlarından yapılan incelemelerde hastaların demografik özellikleri, spinal blok için kullanılan hasta pozisyonu, lokal anestezik cinsi ve miktarı, duyusal blok seviyesi, vaka içerisindeki hemodinamik ölçümleri ile perfüzyon indeks değeri, gelişmiş ise hipotansiyon zamanı, kullanılmış ise efedrin miktarı ve ilk kullanım zamanına dair veriler tespit edildi. Elde edilen verilerin istatistiksel anlamlılığı t-testi, Pearson Ki-Kare testi, Wilcoxon işaretli sayılar testi ve Mann Whitney U testleri ile değerlendirildi. P>0.05 anlamsız, P<0.05 anlamlı kabul edildi. Spinal blok uygulanmış olan hastalara istenilen blok seviyesine göre farklı dozlarda hiperbarik bupivakain uygulanmış. Hastaların spinal blok öncesi ve vaka içerisinde hemodinamik değerleri ve perfüzyon indeksleri takip edilmiş. Hastaların %25,7’sinde spinal blok sonrası vaka sırasında hipotansiyon gelişmiştir. Hastalarda yaş arttıkça ve duyusal blok seviyesi yükseldikçe hipotansiyon insidansı artmıştır. Spinal blok öncesi Pİ değerleri ile hipotansiyon arasında ilşiki kurulamazken, OAB değerleri arasında anlamlı ilişki görülmüştür. Hastaların %37,6’ine spinal blok öncesi 10 ml/kg yükleme kristaloid mayi uygulanmış. Yükleme mayi uygulama hipotansiyon gelişimini engellememiş ve efedrin kullanımı miktarını ve zamanını etkilememiştir. Yükleme mayi verilmesi hastaların kalp tepe atımı ve perfüzyon indekslerini anlamlı şekilde değiştirmiştir. Sonuç olarak bizim çalışmamızda incelenen veriler doğrultusunda perfüzyon indeks, hastalarda spinal blok sonrası hipotansiyon gelişimini öngörmemizde belirleyici olmamıştır. Ayrıca spinal blok öncesi yükleme kristaloid sıvı uygulanmasının spinal blok sonrası hipotansiyonu gelişimini engellemediği ve efedrinin kullanım dozu ve ihtiyacını azaltmadığı belirlenmiştir.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-05-31T08:17:10Z
No. of bitstreams: 1
10132512.pdf: 995782 bytes, checksum: b80302d1787445b4f6f49089f32c845c (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Perfüzyon Indeks
Spinal blok uygulaması öncesi perfüzyon indeks (>3.5) ile hipotansiyon gelişimi tahmininin doğruluğu ve hipotansiyon gelişmesi öngörülen hastalarda volüm yüklemesinin (10ml/kg) efedrin kullanımı üzerine etkisi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1044
2017-06-06T00:00:49Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_202
Uzan, Çağdaş Alp
102992
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon
2017-06-05T06:38:05Z
2017-06-05T06:38:05Z
2016
Uzan, Ç. A. Kontinyu spinal anestezi yapılan hastalarda spinal blok kalitesi ve postspinal baş ağrısı sıklıklarının retrospektif olarak değerlendirilmesi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2016.
http://hdl.handle.net/11684/1044
Çalışmamızda kontinyu
spinal anestezi (KSA) altında operasyona alınmış ortopedik vakalarda duyusal ve
motor blok seviyeleri tespiti ile spinal blok kalitesini ortaya koymak ve postspinal
baş ağrısı (PSBA) sıklıklarını tespit etmeyi amaçladık. Bu çalışma, Ocak 2015-
Şubat 2016 tarihleri arasında, KSA altında ortopedik alt ekstremite cerrahisine alınan
55-92 yaş aralığındaki, ASA II, III, IV 18 erkek, 15 kadın toplam 33 hastanın
dosyalarının incelenmesi ile gerçekleştirildi. Anestezi kayıtlarından ve servis takip
formlarından yapılan incelemelerde hastaların PSBA sıklığı, bulantı-kusma, kulak
çınlaması, ışığa duyarlılık, sese duyarlılık oranları ve hemodinamik ölçümleri ile
motor ve duyusal blok seviyesi kayıtları tespit edildi. Elde edilen verilerin
istatistiksel anlamlılığı Pearson Ki-Kare testi, Kruskal Wallis H testi ve Mann
Whitney U testleri ile değerlendirildi. P>0.05 anlamsız, P<0.05 anlamlı kabul edildi.
Spinocath, B. Braun® seti kullanılarak 27-gauge (G) iğne üzerinden 22G kateter
yerleştirilerek KSA uygulanmış olan hastalara ilk doz 7,5 mg % 0.5 hiperbarik
bupivakain ve istenilen blok seviyesine ulaşılana kadar idame doz uygulanmış.
Hastaların tamamında 30-390 dakika süresince yeterli anestezi için uygun seviye
motor ve duyusal blok sağlanmıştır. Hastaların %48,52’sinde postoperatif ilk 24
saatte bulantı-kusma şikayeti görülmüştür.Bulantı-kusma şikayeti gelişen hastaların
%57,9’una postoperatif dönemde opioid verildiği görüldü. Hastaların hiçbirinde
PSBA’na rastlanılmamıştır. Sonuç olarak bizim çalışmamızda incelenen veriler
doğrultusunda iğne üzeri kateter tekniği (İÜKT) ile uygulanan KSA; PSBA sıklığı,
motor ve duyusal blok kalitesi açısından başarılı ve yeterli bir tekniktir denilebilir.
Ancak bu konuda kanıta dayalı yaklaşımlar geliştirebilmek için daha fazla sayıda
olgunun incelendiği çalışmalar gerekmektedir.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-05-31T08:24:20Z
No. of bitstreams: 1
10132340.pdf: 920845 bytes, checksum: b57497e0a9e2a81090ca2021daa7c922 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Postspinal Baş Ağrısı
Kontinyu spinal anestezi yapılan hastalarda spinal blok kalitesi ve postspinal baş ağrısı sıklıklarının retrospektif olarak değerlendirilmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1088
2017-08-22T00:00:31Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_202
Çobaner, Nurdan
TR103200
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon
2017-08-21T12:18:17Z
2017-08-21T12:18:17Z
2017
Çobaner, N. Sıçanlarda LPS ile oluşturulmuş sepsis modelinde astaksantinin karaciğer dokusunda antienflamatuar etkilerinin araştırılması. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Anestezi ve Reanimasyon Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2017.
http://hdl.handle.net/11684/1088
Çalışmamızda astaksantinin (AST) sepsiste
antienflamatuar etkinliğinin araştırılmasını ve antienflamatuar etkinliği kanıtlanmış
olan deksametazon (DEKS) ile karşılaştırılmasını amaçladık. Çalışmamız, etik kurul
onayı sonrasında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi TICAM laboratuarında toplam
40 sıçan 5 gruba ayrılarak yapılmıştır. Birinci gruba sadece dimetilsülfoksit
(DMSO), ikinci gruba lipopolisakkarit (LPS), üçüncü gruba AST, dördüncü gruba eş
zamanlı olarak LPS ve AST, beşinci gruba eş zamanlı olarak LPS ve DEKS
verilmiştir. Yirmi dördüncü saatte anestezi altında laparotomi sonrası karaciğer
dokusu ve kan örnekleri alınmıştır. İstatistiksel değerlendirme için GrapPad Prism6
programı kullanıldı. DMSO grubuna göre AST ve DEKS+LPS gruplarında plazma
TNF-alfa düzeyleri anlamlı düşük bulunmuştur. DEKS+LPS grubundaki TNF-alfa
düzeyleri AST+LPS grubundaki değerlere göre anlamlı olarak daha fazla düşmüştür.
Dokudaki TNF-alfa düzeylerinde LPS grubunda DMSO grubuna göre anlamlı
yükseklik bulunmuştur, AST+LPS ve DEKS+LPS gruplarında ise LPS grubuna göre
anlamlı olarak düşüklük bulunmuştur; ancak DEKS+LPS grubu ve AST+LPS grubu
arasında anlamlı fark bulunmamıştır. Doku Nükleer Faktör-kappa B düzeyleri
AST+LPS ve DEX+LPS gruplarında anlamlı olarak düşük bulunmuştur. Ancak iki
grup arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır. Karaciğer dokusundaki apoptotik
hücre yüzdesi AST+LPS ve DEKS+LPS gruplarında LPS grubuna göre belirgin
düşük bulunmuştur. Plazmada ve karaciğer dokusunda bakılan sitokin düzeylerinde
AST grubunda olumlu sonuçlar elde edilmiştir. Aynı zamanda deksametazon
uygulaması ile karşılaştırıldığında farklılıklar olmakla birlikte benzer ölçüm değerleri
de elde ettik. Apopitoz görülen hücre oranları değerlendirildiğinde anlamlı olarak
AST’in etkin olduğu sonucuna ulaştık. Sepsis patogenezinin kompleks bir süreç
olması nedeniyle iyi tasarlanmış daha fazla sayıda çalışma yapılması gerekmektedir.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-08-02T11:15:17Z
No. of bitstreams: 1
10136018.pdf.pdf: 2357327 bytes, checksum: d523e5d4bfe8cbe953e5d4189f834262 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Astaksantin
Sıçanlarda LPS ile oluşturulmuş sepsis modelinde astaksantinin karaciğer dokusunda antienflamatuar etkilerinin araştırılması
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1090
2017-08-22T00:00:38Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_201
Çanakçı, Mustafa Emin
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Acil Tıp
2017-08-21T12:18:22Z
2017-08-21T12:18:22Z
2016
Çanakçı, M.E. Triaj kategorisi 3 (acil olmayan) olarak değerlendirilen hastalarda psikiyatrik hastalık yaygınlığının prime md ölçeği ile değerlendirilmesi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2016.
http://hdl.handle.net/11684/1090
Acil servisimize başvuran triaj kategorisi 3 olan hastaların psikiyatrik hastalık oranları yaygınlığının değerlendirilmesi amaçlandı. Çalışma gözlemsel ve prospektif olarak planlandı. Acil servisimize 11.12.2015-10.03.2016 tarihleri arasında başvuran, triajda yeşil alan olarak değerlendirilen, herhangi bir psikiyatrik hastalık tanısı olmayan ve onam veren 18 yaş üstü hastalar Prime MD ölçeği ile değerlendirildi. Çalışma başlamadan önce ölçekle ilgili personel eğitimi verildi. Hastanın acil servis süreci tamamlandıktan sonra taburculuk öncesinde hasta bakımında görev almamış bir asistan doktor tarafından ölçek formları uygulandı. 3 aylık sürede yeşil alanımıza 14067 hasta başvurdu ve 4320’si çalışmaya dahil olmayı kabul etti. Hastaların %54.1’i kadın, %45.9’u erkekti. Yaş ortalaması 30.03±11.7 idi. %39.5’i üniversite mezunu idi. Özgeçmişte %84.3’ünde herhangi bir ek hastalık yoktu. Ölçek değerlendirmesinde %44.1 hastada en az bir psikiyatrik hastalık saptandı. Prime MD ölçeğine göre en fazla saptanan tanılar %24.7 ile minör depresyon, %12.2 ile majör depresyon idi. Duygudurum bozuklukları, anksiyete bozuklukları ve somatoform bozuklukların kadınlarda erkeklere göre, alkol kötüye kullanımının ise erkeklerde kadınlara göre anlamlı düzeyde fazla olduğu saptandı. Özgeçmişinde süregen ek hastalık varlığının alkol kötüye kullanımı dışında tüm modüllerde psikiyatrik hastalık oranında anlamlı artışa neden olduğu görüldü. Çalışmamızda Prime MD ölçeği kullanılarak acil servis kalabalığına yol açtığı düşünülen kategori 3 hastaları arasında azımsanmayacak derecede en az bir psikiyatrik bozukluk saptandı. Ciddi acil patolojisi bulunmayan ve psikiyatrik hastalığı olanlar hastane çalışanlarında yorgunluğa ve gerçek acil vakalara yeterince zaman ayrılamamasına neden olmaktadır. Ek olarak önemsenmeyen bu hasta grubunun aslında psikiyatrik hastalıkları olduğu fark edilmemektedir. Hastaların acil servise gezinti amaçlı gelmediği anlaşılmalı hastaların yardım çığlığına kulak verilmelidir.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-08-03T05:28:19Z
No. of bitstreams: 1
10130100.pdf: 2902351 bytes, checksum: 4f5dc73deb18886c178e3c3b7c5a310b (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Kategori 3 Hasta Grubu
Acil serviste triaj kategorisi acil olmayan (kategori 3) hasta grubunda prime-md değerlendirme ölçeği aracılığı ile ruhsal bozuklukların yaygınlığının araştırılması
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1104
2017-08-22T00:00:40Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_212
Özgül, Mahmut
ID189933
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Plastik Rekonstrüktrif ve Estetik Cerrahi
2017-08-21T12:19:01Z
2017-08-21T12:19:01Z
2017
Özgül, M. Sıçanlarda curcuminin otolog yağ greftlerinin sağ kalımına etkisinin belirlenmesi: deneysel çalışma. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik Rekonstruktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2016.
http://hdl.handle.net/11684/1104
Curcumin, C. longa bitkisinin (Zerdeçal) kökünden ekstrakte edilen,
uzun zamandır doğu tıbbında, ağrı ve enfeksiyonlarda semptomatik tedavi amaçlı
kullanılan, son 20 yıldır modern tıpta kullanımıyla ilgili çalışmalar yapılan bir
maddedir. Kemoterapi rejimlerinin toksisitelerinin azaltılmasında, diabetes
mellitusta- mikrovaskuler komplikasyonların önlenmesinde, gözde inflamasyon ile
giden hastalıkların tedavilerinde, yara iyişelmesi ile ilgili yapılan birçok çalışmada
kullanılmış ve olumlu sonuçlar raporlanmıştır.19,21,69 Çalışmada 84 adet Sprague
Dawley (dişi) cinsi sıçanda inguinal yağ yastıklarından yağ greftleri alınarak, ağırlık
ve volumleri ölçüldükten sonra ensede cilt altında oluşturulan bir cebe yerleştirildi.
Sıçanlar 5 grupta [sham, control, oral curcumin(OC), topikal curcumin(TC), oral +
topical curcumin(OTC)] olacak şekilde çalışma planlandı. Her gruptan (sham hariç)
ikişer sıçan çalışmanın 1., 4., 7., 14. günlerinde (erken dönem), geriye kalanlar 98.
gününde (geç dönem) sakrifiye edilerek volum ve ağırlık ölçümleri ve perilipin ile
immunohistokimyasal ve Hemotoksilen Eozin ile mikroskopik incelemeleri yapıldı.
Topikal curcumin uygulanan gruplarda (TC, OTC) yağ greftlerinin ağırlık ve
hacimlerindeki “yüzde değişim” topikal uygulanmayan gruplarınkine göre (C, OC)
istatistiksel açıdan anlamlı- anlamlıya yakın oranda az olarak gerçekleşti. (p< 0,05-
p= 0,062). Ġmmunohistokimyasal ve histolojik açından preparatların incelenmesinde
ise topikal curcumin uygulanan yağ greftlerinde erken dönemde adiposit hücre
bütünlüğünün daha iyi korunduğu, hücresel infiltrasyonun, hemorajinin, kist vakuol
formasyonlarının daha az olduğu, damarlanmanın daha fazla olduğu saptandı. Yağ
greftleri üzerine topikal curcumin uygulanması yağ greftlerinin sağ kalımına katkı
sağlamıştır.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-08-09T06:33:38Z
No. of bitstreams: 1
10143086.pdf: 7556235 bytes, checksum: 805581c83a2264c4c822d6d05e257d42 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Yağ Grefti
Sıçanlarda curcuminin otolog yağ greftlerinin sağ kalımına etkisinin belirlenmesi : deneysel çalışma
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1107
2017-08-22T00:00:13Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_208
Uslu, Ece
TR186173
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları
2017-08-21T12:19:07Z
2017-08-21T12:19:07Z
2016
Uslu, E. Endometrium kanserinde myometrial invazyon paterninin evre ile ilişkisi. ESOGÜ Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2016.
http://hdl.handle.net/11684/1107
Endometrium kanseri kadınlarda meme,
barsak ve akciğer kanserinden sonra dördüncü en sık görülen kanserdir. Genel olarak
bakıldığında kadınların yaşamları boyunca % 2-3’ünde endometrium kanseri
gelişecektir. Erken tanı, evre, rekürrens için pek çok çalışma yapılmış ve
yapılmaktadır. Bu çalışmada, endometrium kanserinde myometrial invazyon paterni
çeşitlerinin evreyi etkileryip etkilemediğini değerlendirmek amaçlanmıştır.
Çalışmaya Mayıs 2014 – Ekim 2015 arasında ESOGÜ Tıp Fakültesi Hastanesi’nde
total abdominal histerektomi, bilateral salpingo-ooferektomi, infrakolik
omentektomi, pelvik-paraaortik lenfadenektomi, sitolojik örnekleme yapılmış,
postoperatif patoloji sonucunda endometriyum kanseri çıkan olgular katılmıştır.
Başka bir merkezde opere olmuş ya da neo-adjuvan kemoterapi almış hastalar
çalışmaya dahil edilmemiştir. Patoloji Anabilim Dalı’nda raporlanan sonuçlarda
myometrial invazyon paterninin düzgün sınırlı (itici), diffüz stromal inflamasyon,
adenomyozis benzeri, MELF gruplarından birine dahil edilerek evre ile olan ilişkisi
incelenmiştir. Çalışmada myometrial invazyon paternleri arasında MELF paterni en
çok Evre 3’te izlenirken diğer paternler en çok Evre 1A’da görülmektedir. Grade ile
myometrial invazyon paterni incelendiğinde Grade 1 en çok itici paternde
görülmüştür. Grade 3 en çok MELF paterninde görülmüştür. Tüm paternlerde en çok
grade 2 görülmüştür. Sonuç olarak endometrium kanserinde myometrial invazyon
paterninin evreyi etkileyebildiğine dair bulgular mevcuttur. Bu etkinin tek başına
olup olmadığı daha büyük bir hasta popülasyonu ile yeni çalışmalarla
desteklenmelidir.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-08-09T07:05:16Z
No. of bitstreams: 1
10142101.pdf: 22112912 bytes, checksum: 7d6ba3684d481f361a7dd94d04890e86 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Endometrium Kanseri
Endometrium kanserinde myometrial invazyon paterninin evre ile ilişkisi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1092
2017-08-22T00:00:32Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_213
Sarı, Zeliha Burcu
TR183311
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Tıbbi Patoloji
2017-08-21T12:18:27Z
2017-08-21T12:18:27Z
2016
Sarı, Z. B. Renal Onkositom ve Kromofob Renal Hücreli Karsinom Ayırıcı Tanısında KAI1 (CD82), S100A1 ve CK7 Ekspresyonunun Rolü. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı tıpta uzmanlık tezi, Eskişehir, 2016.
http://hdl.handle.net/11684/1092
Tüm kanserlerin yaklaşık %2’sini oluşturan malign
renal tümörlerin %5’ini kromofob renal hücreli karsinomlar meydana getirir. Renal
onkositom ise kromofob renal hücreli karsinomlar gibi toplayıcı duktusların
intercalated hücrelerinden kaynaklanan benign böbrek tümörüdür. Histolojik ve
sitolojik benzerliklerinin aksine klinik ve biyolojik davranışlarındaki farklılık
nedeniyle, bu iki tümörün ayırıcı tanısı oldukça önemli ve patolojinin zor
konularından birisidir. Ayırıcı tanı için çeşitli immünohistokimyasal belirteçler
araştırılmıştır. Ancak, ayırıcı tanıdaki zorluklar devam etmektedir ve ilave
belirteçlere gereksinim duyulmaktadır. Duktal tipte keratinlerden biri olan CK7
meme, pankreas, akciğer, tiroid, over, endometrium, mesane ve bazı böbrek
tümörlerinde eksprese edilmektedir. Kalsiyum bağlayıcı S100 protein ailesinin ilk
tanımlanan üyesi olan S100A1, hücre siklus ve diferansiyasyonu dahil birçok
hücresel fonksiyonu düzenlemektedir. KAI1 (CD82) metastaz baskılayıcı fonksiyon
yapan bir tetraspanin membran proteinidir. Bu çalışmada, 29 kromofob renal hücreli
karsinom (23 klasik ve 6 eozinofilik varyant) ve 17 onkositom olgusunda
immünohistokimyasal olarak CK7, S100A1 ve KAI1 (CD82) ekspresyonlarını
araştırdık. Bu belirteçler tek tek ve birlikte değerlendirildiğinde, ekspresyonları
açısından kromofob renal hücreli karsinom ve onkositomlarda anlamlı düzeyde
farklılık saptandı (p<0.000). Benzer anlamlı sonuç eozinofilik kromofob renal
hücreli karsinom ve onkositom arasında da belirlendi (p<0.000). Bulgularımız,
kromofob renal hücreli karsinom ve onkositom ayırıcı tanısında CK7, S100A1 ve
KAI1 (CD82) kullanımının faydalı olabileceğini ortaya koymaktadır.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-08-10T08:04:09Z
No. of bitstreams: 1
10135229.pdf.PDF: 3557974 bytes, checksum: 2cbe44f7fdd9f713fa3a22c890d533b8 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Onkositom
Renal onkositom ve kromofob renal hücreli karsinom ayırıcı tanısında KAI1 (CD82), S100A1 ve CK7 ekspresyonunun rolü
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1148
2017-11-18T01:02:36Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_213
Yıldırım, Güneş Deniz
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Tıbbi Patoloji
2017-11-17T05:30:46Z
2017-11-17T05:30:46Z
2016
Yıldırım, G. Mide Karsinomlarında Nucleostemin’in (Guanine nucleotide-binding protein-like 3) Prognoz ile ĠliĢkisinin Değerlendirilmesi. EskiĢehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, EskiĢehir 2016.
http://hdl.handle.net/11684/1148
Mide kanseri Dünya‟da en sık görülen ve en sık ölüme neden olan kanserler arasında ilk 5‟te yer almaktadır. Hastalığın erken dönemlerindeki nonspesifik semptomlar nedeniyle sıklıkla tanı alması gecikmektedir. Günümüzdeki gelişmiş tedavi seçeneklerine rağmen prognozu oldukça kötüdür. Nükleostemin, kök hücre özelliğinin devamının sağlanmasında rol aldığı belirtilen bir çekirdek proteinidir. Nükleostemin hücre içi diğer proteinlerle etkileşimi sayesinde hücre siklus düzenleniminde görev almaktadır. Son yıllarda ribozomal biyogenez, telomer hasarını azaltma ve genom koruyucu rolü ortaya konmuştur. Bu çalışmada da mide kanserinde klasik prognostik parametrelerin yanısıra kolay uygulanabilir, güvenilir bir prognostik belirteç arayışı çerçevesinde, hücre proliferasyon belirteci olarak rol oynayan nükleostemin proteininin ekspresyon durumu ve prognoz ile olan ilişkisinin ortaya konması amaçlanmıştır. Bu çalışmaya ESOGÜ Tıp Fakültesi Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı‟nda 2006-2015 yılları arasında total ya da subtotal mide rezeksiyonu geçirmiş ve mide karsinomu tanısı almış 103 olgu dahil edilmiştir. Üretici firmanın önerdiği prosedüre uygun olarak anti-nükleostemin antikoru ile immunohistokimyasal boyama işlemi gerçekleştirilmiş ve nükleer boyanma pozitif kabul edilmiştir. Çalışmamız sonucunda 70 olguda yüksek, 33 olguda düşük nükleostemin ekspresyonu saptanmıştır. Yüksek nükleostemin ekspresyonu ile lenfovasküler invazyon, metastatik lenf nodu sayısı, ekstrakapsüler yayılım ve T evresi arasında negatif korelasyon mevcuttur. Düşük nükleostemin ekspresyonu olan olgularda hastalıksız ve genel sağkalım süreleri belirgin biçimde daha kısadır. Çok değişkenli analizde ise nükleostemin ekspresyonunun mide kanserlerinde sağkalım üzerinde bağımsız prognostik faktör olmadığı görülmüştür. Nükleostemin ekspresyonunun mide kanserlerinde prognozu ön görmede yardımcı olabileceği düşünülmektedir. Ancak bu bulgunun yeni çalışmalarla desteklenmesi güvenilirliğinin artmasını sağlayacaktır.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-11-13T10:58:11Z
No. of bitstreams: 1
10133923.pdf.pdf: 2179081 bytes, checksum: ebb2b06f45535bc9c65a6e07289bb9a5 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Mide Kanseri
Mide karsinomlarında nucleostemın’in (Guanine nucleotide-binding protein-like 3) prognoz ile ilişkisinin değerlendirilmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1151
2017-11-18T01:00:17Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_201
Dolgun, Hakan
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Acil Tıp
2017-11-17T05:30:54Z
2017-11-17T05:30:54Z
2017
Dolgun, H. Acil Serviste New York Heart Association klinik kalp yetersizliği sınıflaması ve Pro-BNP değerinin odaklanmış akciğer ultrasonundaki “B çizgileri” sayısı ile uyumu: ileriye dönük, kesitsel çalışma. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2016.
http://hdl.handle.net/11684/1151
Çalışmamızda acil serviste New York Heart Association (NYHA)
klinik kalp yetersizliği sınıflaması ve Pro-BNP değerinin odaklanmış akciğer
ultrasonundaki “B çizgileri” sayısı ile uyumunun incelenmesini amaçladık.
Nisan 2015 – Temmuz 2016 tarihleri arasında nefes darlığı yakınmasıyla Eskişehir
Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Servisi’ne başvuran, kalp yetersizliği
tanılı 18 yaş ve üstü hastalar ileriye dönük olarak alındı. Çalışma gücünün 0.95
olması için gerekli gönüllü sayısı 138 olarak belirlendi. B çizgi sayıları 4C konveks
almaç kullanılarak tedaviye başlamadan önce ölçülerek “BLUE Protokolü”nde
belirtilen BLUE noktalarına göre “sağ üst”, “sağ alt”, “sağ yan”, “sağ arka”, “sol
üst”, “sol alt”, “sol yan” ve “sol arka” şeklinde kaydedildi. Klinik kalp yetersizliği
sınıflamaları NYHA sınıflaması uygulanarak hesaplandı, Pro-BNP ölçümleri hastane
acil biyokimya laboratuvarında çalışıldı. Çalışmaya alınan hastaların 92’si erkek (%
64.3), 51’i kadındı (% 35.7). Akciğer ultrasonundaki B çizgi sayısının NYHA
sınıflaması değerleriyle sağ üst, sağ alt, sağ yan, sağ arka, sol üst, sol alt, sol yan ve
sol arka bölgeler için (sırasıyla r=0.910, r=0.905, r=0.881, r=0.908, r=0.882,
r=0.892, r=0.881 ve r=0.895) kuvvetli bir ilişki içerisinde olduğu saptandı (p<0.001).
Pro-BNP değerlerinin de (sırasıyla r=0.796, r=0.764, r=0.747, r=0.791, r=0.727,
r=0.746, r=0.773 ve r=0.784) kuvvetli bir ilişki içerisinde olduğu saptandı (p<0.001).
NYHA evreleri ile B çizgileri sayısı incelendiğinde, B çizgi sayılarının her evre için
önemli düzeyde farklı olduğu bulundu (p<0.001). Akciğer ultrasonundaki B çizgi
sayısının, NYHA evreleri ve Pro-BNP değerleriyle kuvvetli bir şekilde ilişkili olduğu
bulunmuştur. Hasta başında yapılan akciğer ultrasonu ile hastanın kalp yetersizliğine
bağlı klinik şiddeti hakkında kuvvetli bir öngörü sağlanmaktadır.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-11-15T11:32:36Z
No. of bitstreams: 1
10143194.pdf: 705016 bytes, checksum: 2f5b07ae4a0f2ebcab9fd264e76ae5ef (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Kalp Yetersizliği
Acil serviste New York heart association klinik kalp yetersizliği sınıflaması ve pro-bnp değerinin odaklanmış akciğer ultrasonundaki “B çizgileri” sayısı ile uyumu : ileriye dönük, kesitsel çalışma
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1155
2017-11-18T01:02:38Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_202
Akcan, Alpaslan
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon
2017-11-17T05:31:05Z
2017-11-17T05:31:05Z
2017
Akcan, A. Kalça cerrahisi geçiren geriatrik hastalarda anestezi yöntemlerinin yaş gruplarına göre mortaliteye etkisi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2017.
http://hdl.handle.net/11684/1155
Çalışmamızda kalça cerrahisi geçiren geriatrik dönem hastalarda yaş faktörünün ve anestezi yöntemlerinin mortalite üzerine etkilerini değerlendirmeyi amaçladık. Bu çalışma, 01 Ocak 2014 – 31 Mayıs 2016 tarihleri arasında, kalça cerrahisi için ameliyat edilen 65 yaş ve üzerindeki 101 erkek, 157 kadın olmak üzere toplam 258 geriatrik hastanın dosyalarının incelenmesi ile gerçekleştirildi. Hastane elektronik kayıt sisteminden, hasta dosyalarından, anestezi takip formlarından ve Sağlık Bakanlığı Ölüm Bildirim Sistemi üzerinden, hastaların yaşı, cinsiyeti, yandaş hastalıkları ve ASA skoru, uygulanan anestezi yöntemi, ameliyatın süresi, ameliyat tarihi, ameliyatın tipi, çimento kullanımı, intraoperatif ve postoperatif gelişen komplikasyonları, kan transfüzyonu gereksinimleri, yoğun bakım takipleri, hastanede kalış süreleri, hastaneden çıkış şekli ve ölüm tarihleri elde edildi. Elde edilen verilerin istatistiksel anlamlılığı, Pearson Ki Kare ve Fisher’s Exact Testleri, Mann Whitney U Testi, Kruskal Wallis analiz testi, korelasyon analizleri ve lojistik regresyon analizleri ile değerlendirildi. P>0.05 anlamsız, P<0.05 anlamlı kabul edildi. Olgular 65-74 yaş arasındaki Yaşlı Grup (YG) ve 75 yaş ve üzeri Çok Yaşlı Grup (ÇYG) olarak iki grup halinde incelendi. Mortalite oranları, hastane içi %5, ilk 7 gün %2,7, 30 gün %6,5, 6 aylık mortalite %24 olarak bulundu. ÇYG’de ASA 3 ve 4 hastaların yüksek oluşu sebebiyle postoperatif dönem morbidite ve mortalitenin yüksek olduğu, morbidite ve mortalite gelişiminde ASA skorlamasının önemli olduğu görüldü. Ayrıca 75 yaş ve üzerindeki hastalarda rejyonal anestezi yöntemlerinin daha çok tercih edilmesine rağmen, anestezi yöntemleri arasında postoperatif morbidite ve mortalite açısından farklılık olmadığı saptandı. Sonuç olarak geriatrik dönem kalça cerrahilerinde ileri yaş ve ASA skoru önemli risk faktörleridir. Ancak yaş faktörünün, ileri çalışmalarla ele alınarak araştırılması gerekmektedir.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-11-15T11:58:28Z
No. of bitstreams: 1
10144807.pdf: 1266554 bytes, checksum: fc8e33c6adc1cf3f3e902d04d7ad6ee9 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Geriatrik Hastalar
Kalça cerrahisi geçiren geriatrik hastalarda anestezi yöntemlerinin yaş gruplarına göre mortaliteye etkisi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1158
2017-11-18T01:00:21Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_208
Yavaş, Gökhan
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum
2017-11-17T05:31:13Z
2017-11-17T05:31:13Z
2016
Yavaş, G. Farklı tip over kistlerinde laparoskopik kistektomi sonrasında overyan rezervin değerlendirilmesi. ESOGÜ Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2016.
http://hdl.handle.net/11684/1158
Laparoscpic excision in the treatment of ovarian cysts is used increasingly and accepted among gynecological surgeons. However, there is no adequate data of the side effects of this surgical procedure on the residuel ovarian parenchyma. The aim of our study is to determine the effects of laparoscopic ovarian cystectomy on the ovarian reserve parameters in different types of ovarian cysts. Sixty-one patients between the ages of 15-45 underwent laparoscopic surgery for benign ovarian cysts and 61 patients who were followed up for ovarian cysts were included in the study. Thirty patients who voluntarily accepted to participate in the study, with regular menstural periods, without premenopausal symptoms, did not have any endocrine pathology and did not have premature ovarian failure (POF) history were included in the study.Preoperative period on the 3rd day of menstruation FSH, LH, E2 AMH, CA 125,CA19-9 and were measured; also basal antral follicle in both ovaries were evaluated with transvaginal or transabdominal ultrasonography. Postoperative period on the 1st and 6th month, patients were called for control; hormone profile that includes FSH, LH, E2, AMH CA125 and CA19-9 were measured and AFS were counted by transvaginal or transabdominal ultrasonography on the 3rd day of menstruation. There was no statistically significant difference in AMH levels, however there was a statistically significant decrease in AFS in the group that operated for endometrioma.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-11-16T06:13:38Z
No. of bitstreams: 1
10135008.pdf: 1611602 bytes, checksum: f26f3db83120ada04886c6008e440521 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Antimüllerian Hormon
Farklı tip over kistlerinde laparoskopik kistektomi sonrasında overyan rezervin değerlendirilmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1250
2018-01-10T01:00:08Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_208
Öztürk, Emel Karakaş
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları
2018-01-09T07:45:39Z
2018-01-09T07:45:39Z
2015
Karakaş Öztürk, E. İn Vitro Fertilizasyon (IVF) olgularında serum ve folliküler sıvıda total oksidan ve total antioksidan seviyelerinin değerlendirilmesi.ESOGÜ Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2016.
http://hdl.handle.net/11684/1250
İnfertilite teşhisi konmuş hastaların İn Vitro Fertilizasyon (IVF)
uygulamalarında serum ve folliküler sıvılarında total oksidan kapasite (TOS) ,total
antioksidan kapasite (TAS) ve oksidatif stres indeksi (OSI) değerlerinin oosit
gelişimi,fertilizasyon, embriogenezis ve klinik gebelik üzerine etkilerini
değerlendirmeyi amaçladık.Aralık 2014-Haziran 2015 tarihleri arasında kliniğimizde
IVF protokolüne alınan 100 hastanın Gün-2, OPU günü, embriyo transferi anında
alınan serumlarında ve OPU’da toplanan folliküler sıvılarında total oksidan kapasite
(TOS) ,total antioksidan kapasite (TAS) ve oksidatif stres indeksi (OSI) değerleri
çalışıldı.Sonuç olarak ; 100 hastanın sosyodemografik özellikleri,sigara-alkol
kullanımı ,medikal hastalık öyküsü ,ilaç kullanım öyküsü,kullanılan IVF protokolleri
ile serumdaki ve folliküler sıvıdaki TAS,TOS ve OSI değerleri arasında anlamlı bir
fark saptanmadı ( p<0.05).Ayrıca serumdaki ve folliküler sıvıdaki TAS,TOS ve OSI
değerleri ile elde edilen oosit sayısı,embriyo kalitesi ve klinik gebelik olup olmaması
arasında da anlamlı bir fark saptanmadı ( p<0.05).
Sonuç;Çalışma hipotezimizin daha güçlü sonuçları açısından daha fazla sayıda hasta
popülasyonu ile çalışmalara ihtiyaç vardır.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2018-01-09T06:50:46Z
No. of bitstreams: 1
10103176.pdf: 5393270 bytes, checksum: 7d5abe583a1626d65e3a57d2d0cad120 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
IVF
İn vitro fertilizasyon (IVF) olgularında serum ve folliküler sıvıda total oksidan ve total antioksidan seviyelerinin değerlendirilmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1336
2018-02-27T01:00:58Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_211
Akceylan, Anıl
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji
2018-02-26T11:57:59Z
2018-02-26T11:57:59Z
2016
Akceylan, A. Rotator Manşet Yırtık Onarımı Yapılan Hastalarda Biceps Tenotomisi Uygulanan ve Uygulanmayan Olguların Klinik Sonuçlarının Karşılaştırılması. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi Eskişehir, 2016.
http://hdl.handle.net/11684/1336
Rotator kılıf yaralanmaları omuz hareket kısıtlılığının sık sebeplerindendir ve oldukça ağrı verici olabilir. Rotator kılıf yırtıklarını tamir etmek için birkaç yöntem bulunmaktadır. Cerrahi tekniklerdeki gelişmeler sayesinde daha az invaziv prosedürler bulunmuştur. Bu çalışmanın amacı mini artrotomi ile tedavi edilen biceps tendonu uzun başı dejenerasyonunun eşlik ettiği rotator cuff yırtığı olan iki hasta grubunda biceps tenotomisiz ve biceps tenotomili tedavinin klinik ve fonksiyonel sonuçlarını araştırmaktır. Mini artrotomi ile rotator cuff onarımı yapılan 32 hasta iki grup olarak incelendi ve grup A(tenotomi yapılan 13 hasta) ve grup B(tenotomisiz 19 hasta) ayrıldı. Bu ayrım ameliyat sırasında biceps tendonu uzun başındaki hasarlanmanın %30 ve üzerinde olmasına göre yapıldı. Ortalama takip süresi 16 ay ( 12 ile 24 ay aralığında) olarak belirlendi. Postoperatif tüm hastalara Constant omuz skorlama sistemi uygulandı. İki grubun değerlerini karşılaştırmak için Sigma –t testi oluşturuldu. Ortalama postoperatif skor; grup A için 86,7(aralık 61-95),grup B için 78,5(aralık 62-100) idi. Tüm hastalar 10-12 hafta içinde işlerine ve/veya günlük yaşam aktivitesine geri döndü. Takip süresince hiçbir komplikasyon gözlenmedi. İki grup arasında Constant skor skalası sonuçlarına göre önemli düzeyde fark saptanmadı.Mini artrotomi ile rotator cuff onarımı yapılan ve tenotomi uygulanan hastaların klinik sonuçları tenotomisiz gruba göre daha iyi gözlenmekle birlikte iki hasta grubu arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunamamıştır. Günlük fonksiyonel aktivite için biceps tenotomisinin olumsuz bit etki oluşturmadığı gözlenmiştir
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2018-01-11T11:18:08Z
No. of bitstreams: 1
10104852.pdf: 1872816 bytes, checksum: 5b36c2be3e87cc606d80b31b19af47f7 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Rotator Cuff
Rotator manşet yırtık onarımı yapılan hastalarda biceps tenotomisi uygulanan ve uygulanmayan olguların klinik sonuçlarının karşılaştırılması
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1347
2018-02-28T01:00:07Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_208
Türk, Yusuf
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum
2018-02-27T05:24:47Z
2018-02-27T05:24:47Z
2016
Türk, Y. Over kistektomi ameliyatı sonrası anti müllerian hormon- folikül stimüle edici hormon- lüteinizan hormon ve estradiol yansımaları. ESOGÜ Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2016.
http://hdl.handle.net/11684/1347
Over kistlerinin tedavisinde laparoskopik eksizyon kullanılması jinekolojik cerrahlar arasında gittikçe artan oranlarda kullanılan ve kabul görmüş bir tedavi yöntemidir. Bununla birlikte bu cerrahi prosedürün rezidüel over parankimi üzerine olan yan etkileri konusundaki veriler henüz yeterli değildir. Bizim çalışmamızın amacı laparoskopik over kist eksizyonu sonrası over rezerv belirteçleri üzerine etkisini araştırmaktır. 18-45 yaş arası benign over kisti nedeniyle laparoskopik cerrahi geçiren 54 hasta çalışmaya dahil edildi. Araştırmaya katılmayı gönüllü olarak kabul eden, menstruel siklusları düzenli seyreden, perimenopozal semptomları olmayan, herhangi bir endokrin patolojisi saptanmamış, ailesinde prematür over yetmezliği (POF) öyküsü olmayan 55 hasta çalışmaya dahil edildi. Preoperatif dönemde menstrüel siklusun 3. günü kanda folikül stimüle edici hormon (FSH), lüteinizan hormon (LH), östradiol (E2) ve anti-müllerien hormon (AMH) ölçümü yapıldı ve FSH/LH oranı hesaplandı; transvajinal veya transabdominal ultrasonografi (USG) ile her iki overdeki toplam bazal antral folikül sayısı (AFS) bakıldı. Postoperatif 6. ayda kontrole çağrılan hastalarda menstrüel siklusun 3. günü kanda FSH, LH, E2 ve AMH tekrar bakıldı ve FSH/LH oranı hesaplandı; transvajinal veya transabdominal USG ile de AFS tekrar değerlendirildi. Kontrol grubuna göre FSH ortalama postoperatif değeri preoperatif değerlere göre anlamlı olarak daha yüksekti (p<0.001). Kontrol grubuna göre bazal AFS için ise postoperatif değeri preoperatif değerlere göre anlamlı olarak daha düşüktü (p<0.001). Bu bulgular literaturdeki, over rezerv belirteçlerinden ultrasonografik bulguların daha erken dönemde etkilendiği bilgisi ışığında değerlendirildi.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2018-01-11T11:30:56Z
No. of bitstreams: 1
10109863.pdf: 1588007 bytes, checksum: aa415b1eb1444fb43751da81a29ffbd2 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Antimüllerian Hormon
Over kistektomi ameliyatı sonrası anti müllerian hormon- folikül stimüle edici hormon- lüteinizan hormon ve estradiol yansımaları
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1348
2018-02-28T01:00:11Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_211
Asfuroğlu, Zeynel Mert
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji
2018-02-27T05:24:50Z
2018-02-27T05:24:50Z
2016
Asfuroğlu, Z.M. Nano Gümüş İyon Katkılı Kalsiyum Fosfat Seramiklerin Kronik Osteomyelit Deney Modelinde Etkinliğinin Araştırılması. Hayvanlarda Deneysel Çalışma. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi Eskişehir, 2016.
http://hdl.handle.net/11684/1348
Bu çalışmada önce tavşan tibialarında deneysel olarak osteomiyelit geliştirildi. Ardından enfekte bölgenin debridmanı sonrasında boşluk olan bölgeye nano-gümüş iyon katkılı kalsiyum fosfat seramikten yapılmış yapay kemik greftleri yerleştirildi, hem defektin ortadan kalkması hem de enfeksiyonun lokal tedavisinin etkinliği incelendi. Çalışmada 24 adet tavşan denek olarak kullanıldı. Denekler üç gruba ayrıldı. Birinci gruba antibiyotikli kemik çimentosu (AKÇ), ikinci gruba nano-gümüş iyon katkılı kalsiyum fosfat seramik yapıda boncuklar (G-KFB) ve üçüncü gruba gümüş iyonu içermeyen nano-kalsiyum fosfat seramik boncuklar (KFB) uygulanarak etkinlikleri karşılaştırıldı. Bekleme süresi onuncu haftada sonlandırıldı. Ardından denekler sakrifiye edilerek gruplar kıyaslandı. Bulgular incelendiğinde KFB ve AKÇ grubunda yer alan deneklerde tedavi sonrasında radyografilerde osteomiyelit bulgularının devam ettiği, alınan yara yeri kültürlerinde Stafilokokkus Aureus üremesinin mevcut olduğu, makroskopik olarak apse gibi enfeksiyona ikincil belirtilerin oluştuğu gözlendi. Ayrıca histopatolojik inceleme sonrasında bu iki grupta kemik histolojisinde lökosit varlığı, granülasyon ve fibrozis dokusu, kemik kaybı, havers genişlemesi, periost reaksiyonu gibi kemik iltihabını gösteren bulgulara rastlandı. G-KFB grubunda ise onuncu hafta sonunda yapay greftin kemikle tamamen bütünleştiği ve yeni kemik oluşumunun başladığı histolojik olarak görüldü. G-KFB grubu, KFB grubu ile kıyaslandığında kemik yapım oranının ve osteoid doku oluşum yüzdesinin G-KFB grubunda daha fazla olduğu istatistiksel olarak kanıtlandı (p<0,001). Gümüş iyonunun antimikrobiyal özellikleriyle desteklenen nano-kalsiyum fosfat seramik yapıda boncuklar tedavide hem yeni kemik oluşumunu arttırmakta hem de yüksek antimikrobiyal etki göstermektedir. Sonuç olarak gümüş katkılı kalsiyum fosfat temelli yapay kemik greftlerinin kronik osteomiyelit olgularının tedavisinde etkili olabilecek bir yöntem olduğu düşünülmektedir.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2018-01-11T11:35:37Z
No. of bitstreams: 1
10104885.pdf: 3397170 bytes, checksum: 1c0717cbc56b424e1d43098be6964041 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Osteomyelit
Gümüş iyon katkılı kalsiyum fosfat seramiklerin kronik osteomyelit deney modelinde etkinliğinin araştırılması, hayvanlarda deneysel çalışma
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1350
2018-02-28T01:00:19Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_210
Töre, Nurullah
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kuak Burun Boğaz Hastalıkları
2018-02-27T05:24:55Z
2018-02-27T05:24:55Z
2016
Türe, N. Çörek otu ve nane uçucu yağının inhalasyon yolu ile sinüs mukozasına ulaşım miktarının araştırılması. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2016.
http://hdl.handle.net/11684/1350
Çörek otu ve nane yağı yurdumuzda çeşitli amaçlarla kullanılmaktadır.
Rinosinüzit ve alerjik rinit tedavisi bu kullanım alanları arasındadır. Bu çalışmada,
çörek otu ve tıbbi nane uçucu yağının inhalasyon yolu ile sinüs mukozasına ulaşım
miktarının araştırılması hedeflendi. Toplam 18 adet rat, her grupta 6 adet rat olacak
şekilde randomize 3 gruba ayrıldı. Grup 1; çörek otu uçucu yağ, grup 2; nane uçucu
yağ grubu, grup 3; kontrol grubu olarak adlandırıldı. Çörek otu uçucu yağı; % 4
(h/h), nane uçucu yağı; % 1 (h/h) oranlarında kaynamış distile su ile karıştırılarak
20*20*25 santimetre ölçülerinde kapalı sistem cam fanus içerisine yerleştirildi. Grup
1 ve 2 kapalı sistem cam fanus içerisinde uçucu yağa 20’şer dakika inhalasyona
maruz bırakıldı. Ratlar dekapite edilerek sinüs diseksiyonu yapıldı. Cam örneklem
şisesi içerisindeki sinüs mukozasından uçucu bileşenlerin adsorpsiyonu için Tepe
Boşluğu Katı Faz Mikroekstraksiyon (TB-KFME) yöntemi kullanıldı. Adsorbe
edilen uçucu yağ bileşenleri GK-KS yöntemi ile tespit edildi. Çörek otu uçucu yağı
inhalasyonuna maruz bırakılan ratların sinüs mukozasında α-pinen temel bileşen
olarak tespit edildi. Nane uçucu yağı inhalasyonuna maruz bırakılan sıçanların sinüs
mukozasında 1,8- sineol temel bileşen olarak tespit edildi. Çörek otu ve nane uçucu
yağının inhalasyon yolu ile kullanımında sinüs mukozasına ulaşım miktarının
araştırılmasını amaçladığımız bu çalışmada, inhalasyon yolu ile kullanıldığında, her
iki uçucu yağın, sinüs mukozasına ulaştığı gösterilmiştir. Topikal etkinliği bir çok
kinik araştırmada gösterilmiş ve yıllardır tedavi alanında güvenle kullanılan ilaçlara
benzer şekilde, antienfektif, antioksidan ve antiallerjik etkinliği gösterilmiş olan
çörek otu ve nane uçucu yağının da topikal uygulama ile kullanımının tedavide
başarılı sonuçlar vereceği kanaatindeyiz. Çalışmamızın bu konudaki yapılacak
farmakolojik, toksikolojik ve sonrasında klinik çalışmalar için de öncülük
edebileceği kanaatindeyiz.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2018-01-11T11:40:49Z
No. of bitstreams: 1
10124815.pdf: 6798828 bytes, checksum: 66f62ff874d5ce82a3fd7e84131ba2be (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Çörek Otu
Çörek otu ve nane uçucu yağının inhalasyon yolu ile sinüs mukozasına ulaşım miktarının araştırılması
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1352
2018-02-28T01:00:23Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_213
Çakmak, Hasan Şakir
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Tıbbi Patoloji
2018-02-27T05:25:04Z
2018-02-27T05:25:04Z
2016
Çakmak, H.Ş Erken evre Mikozis fungoides olgularında PUVA ve dar bant UVB’nin klinik ve histopatolojik etkilerinin değerlendirilmesi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir 2016.
http://hdl.handle.net/11684/1352
Mikozis fungoides kutanöz T hücreli lenfomaların en yaygın görülen tipidir ve yama, plak ve tümör evresi olarak 3’e ayrılır. MF’in etyolojisi ve patogenezi multifaktöriyeldir. Yıllardır araştırılmasına rağmen MF’in kesin etyopatogenezi hala tam bilinmemektedir. Erken evre MF tedavisinde PUVA ve DB-UVB tedavisi son yıllarda en sık kullanılan tedavi yöntemleri olmasına rağmen, erken evre MF olgularında PUVA ve DB-UVB tedavisi sonrası histopatolojik değişikliklerin değerlendirildiği çalışma sayısı oldukça azdır. Bu çalışmadaki amacımız erken evre MF olgularında PUVA ve DB-UVB tedavisinin klinik ve histopatolojik etkilerinin değerlendirilmesidir. Bu çalışmaya PUVA ve DB-UVB tedavisi almış 41 erken evre MF olgusu dahil edilmiştir. Tedavi öncesi ve sonrası epidermotropizm, stratum korneum, epidermis, dermal infiltrat, dermal fibrozis, diğer epidermal, dermal ve vasküler değişiklikler gibi histopatolojik özellikler ve tedaviye verilen klinik cevap değerlendirilmiştir. Ayrıca her iki grup için de tedavi sırasındaki yan etkiler kayıt altına alınmıştır. Tedavi sonrası DB-UVB grubundaki 18 olgunun 11’inde (%61.1) ve PUVA grubundaki 23 olgunun 14’ünde (%60.9) tam klinik cevap izlenmiştir. Her iki grupta tedavi sonrasında epidermotropizm kaybı, dermal infiltratta azalma ve diğer dermal ve vasküler değişiklikler açısından anlamlı fark izlenmiştir. Sonuç olarak PUVA ve DB-UVB’nin MF olgularının tedavisinde klinik cevap ve histopatolojik değişiklikler açısından benzer etkileri olduğu saptanmıştır.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2018-01-11T11:53:22Z
No. of bitstreams: 1
10124599.pdf: 2819033 bytes, checksum: 34b5d73f81a48e55f44496e5a03222e3 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Mikozis Fungoides
Erken evre mikozis fungoides olgularında dar band UBV ve PUVA’nın klinik ve histopatolojik etkilerinin değerlendirilmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1354
2018-02-28T01:00:21Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_207
Köseoğlu, Neslihan
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Göz Hastalıkları
2018-02-27T05:25:12Z
2018-02-27T05:25:12Z
2016
Köseoğlu, N.D. Retinal Ven Okluzyonu ve İskemik Optik Nöropati Etiyopatogenezinde Olası Ortak Faktörlerin Araştırılması. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı, Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2016.
http://hdl.handle.net/11684/1354
Çalışmamızda ESOGÜ Tıp Fakültesi Hastanesi Göz Hastalıkları polikliniğine başvuran yeni tanı alan iskemik optik nöropati (ION) ve retinal ven okluzyonu (RVO) hastalarının anatomik ve hematolojik parametrelerinin; aynı yaş aralığındaki, katarakt cerrahisi olacak hastalardan seçilen kontrol grubu ile oküler vasküler okluzyon etiyolojisini araştırmak amacıyla karşılaştırılması amaçlanmıştır. Çalışmaya yaşları 37 ile 79 arasında değişen 44 hasta dahil edildi. Hastaların, en iyi düzeltilmiş görme keskinliği, göz içi basınç düzeyleri, ön kamara derinlikleri, kornea kalınlıkları ölçüldü. Tüm hastalar diyabet, hipertansiyon ve diğer sistemik hastalıklar ile oküler patolojiler açısından sorgulandı. Hastalardan alınan kan örneklerinden; Faktör V Leiden mutasyonu, MTHFR mutasyonu, Protein C, Von Williebrand Faktör, Plazminojen Aktivatör İnhibitör-1 (PAI-1), plazminojen enzim düzeyleri ile birlikte koagulasyon testleri ve akut faz reaktanları çalışıldı. Sonuçlarımıza göre, her iki hasta grubunda yaş, cinsiyet, sistemik hastalık dağılımında fark saptanmamıştır. Göz içi basınç düzeyleri ve kornea kalınlıkları gruplar arasında anlamlı fark göstermezken, ön kamara derinliği RVO grubunda kontrol grubuna göre anlamlı derecede dar olarak bulunmuştur (p=0,028). Hiperkoagulasyona yol açan faktörlerden sadece MTHFR mutasyon varlığı ION ve RVO gruplarında kontrol grubuna göre daha sık olarak saptanmıştır (p=0,001). Akut faz reaktanlarından ise sadece sedimentasyon, ION hastalarında diğer gruplara göre anlamlı derecede artış göstermektedir (p=0,014). İskemik optik nöropati ve retinal ven okluzyonu daha çok ileri yaşta görülen hastalıklar olmakla birlikte çeşitli predispozan faktörlerin varlığı da söz konusudur. Çalışmamızda özellikle ön kamara derinliği ve MTHFR mutasyon varlığı bu hastalıklarla ilişkili bulunmakla birlikte daha fazla olgu sayısı içeren uzun süreli çalışmaların yürütülmesi faydalı olacaktır.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2018-01-11T11:58:52Z
No. of bitstreams: 1
10126009.pdf: 1052267 bytes, checksum: 1c66abff66c98e13c05c7cbf9f17ee3f (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
İskemik Optik Nöropati
Retinal ven okluzyonu ve iskemik optik nöropati etiyopatogenezinde olası ortak faktörlerin araştırılması
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1338
2018-02-28T01:00:23Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_210
Aksoy, Mehmet Akif
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kuak Burun Boğaz Hastalıkları
2018-02-27T05:24:22Z
2018-02-27T05:24:22Z
2016
Aksoy, MA. Deneysel timpanik membran perforasyonu onarımında greft ile birlikte kullanılan plateletten zengin plazmanın etkinliğinin araştırılması, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Anabilim Dalı, Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2016.
http://hdl.handle.net/11684/1338
Deneysel timpanik membran
perforasyonu onarımında plateletten zengin plazmanın (PRP) tek başına ya da yağ
grefti ile birlikte kullanıldığında olan etkilerinin gösterilmesi amaçlandı. Wistar albino
cinsi, yetişkin 30 adet dişi rat 3 gruba ayrıldı. İlk grupta yer alan ratlara bilateral
miringotomi yapıldı. Sol zara PRP solüsyonu uygulandı. Sağ zar kontrol amaçlı
spontan iyileşmeye bırakıldı. İkinci grupta yer alan ratların sol zarına miringotomi
yapıldıktan sonra inguinal bölgeden alınan yağ dokusu ile greftleme yapıldı. Üçüncü
grupta yer alan ratların sol kulak zarına miringotomi yapıldıktan sonra PRP emdirilmiş
yağ dokusu ile greftleme yapıldı. İlk grupta yer alan ratlara günlük otomikroskopik
kulak muayenesi yapıldı ve perforasyonların kapanma zamanları kaydedildi. İkinci ve
üçüncü grupta yer alan ratlara 3., 5., 7., 10. ve 14. günlerde her gruptan randomize 5’er
hayvan seçilerek otomikroskopik muayene yapıldı, greftlerin durumu değerlendirildi.
Ratların 21. gün dekapitasyonu sonrası histopatolojik inceleme yapıldı. İlk gruptaki
ratlarda PRP uygulanan kulaklarda perforasyon kapanma süresinin anlamlı derecede
kısa olduğu saptandı. Diğer yandan, ikinci ve üçüncü gruptaki ratların yağ greftleri
otomikroskopik ve histopatolojik olarak karşılaştırıldı. Üçüncü gruptaki ratlarda greft
rejeksiyonu görülmezken, ikinci gruptaki 1 ratta greft rejeksiyonu görüldü. İkinci ve
üçüncü grubun histopatolojik veriler yönünden karşılaştırılmasında normal adiposit
alanı ve matür damar sayısı yönünden Grup 3 lehine, granülasyon dokusu alanı ve
vakuolizasyon yönünden ise Grup 2 lehine anlamlı düzeyde yüksek sonuçlar elde
edilmiş olup, nekrotik alan yönünden iki grup arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır.
PRP, timpanik membran perforasyon iyileşme süresini hızlandırmış ve yağ grefti
başarı oranını arttırmıştır. Bu çalışma PRP ile birlikte hazırlanan yağ greftinin
etkilerini ortaya koymuştur.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2018-01-16T07:31:40Z
No. of bitstreams: 1
10111992.pdf: 1801622 bytes, checksum: 91f61349253789c54f39789e120aaf85 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Plateletten Zengin Plazma
Deneysel timpanik membran perforasyonu onarımında greft ile birlikte kullanılan plateletten zengin plazmanın etkinliğinin araştırılması
masterThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1327
2018-02-27T01:00:10Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_208
Yaşar, Özge Şahin
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum
2018-02-26T11:57:35Z
2018-02-26T11:57:35Z
2016
Şahin Yaşar, Ö. İleri evre pelvik organ prolapsusunda obliteratif ve rekonstrüktif cerrahi yöntemlerinin karşılaştırılması. ESOGÜ Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2016.
http://hdl.handle.net/11684/1327
Pelvik organ prolapsusu (POP) multifaktöriyel olarak gelişen alt üriner, rektoanal ve genital sistemlerin ürogenital hiatustan dışarı herniasyonudur. Prolabe olan organ ve sistemlerin herniasyon derecesine göre değişen disfonksiyonlar gelişmekte üriner rektal inkontinans, kronik pelvik ağrı ve cinsel işlev bozuklukları oluşmaktadır. Gebelik ve doğum, geçirilmiş pelvik cerrahi, yaş en belirgin risk faktörleridir. Hastanın yaşı, cinsel hayatı, hastanın beklentileri tercih edilen cerrahi yöntem seçimini etkilemektedir. Çalışmaya 2005 ile 2015 tarihleri arasında ESOGÜ Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı’nda ileri evre prolapsusu nedeniyle opere edilen 156 hasta dahil edildi. Bunlardan 35’ine modifiye LeForte operasyonu, 40’ına abdominal sakrokolpopeksi, 41’ine ön onarım, 30’una arka onarım ve 10’una vajinal sakrospinöz kolpopeksi uygulandı. Hastaların yaş, vücut kitle indeksi, doğum sayıları, operasyon süresi ve kanama miktarı, komplikasyon insidansları ve 3 hafta sonra yapılan muayene bulguları kaydedildi. Uzun dönem takiplerinde, hastalar en az 1 yıl sonra pelvik muayene ve yaşam kalite anketleri ile değerlendirildi. Ayrıca, modifiye LeForte operasyonu geçiren olgulara ayrıca operasyon nedeniyle pişman olup olmadıkları ve yakınlarına bu operasyonu önerip önermeyecekleri soruldu. Çalışmamız modifiye LeForte operasyonunun objektif ve sübjektif olarak başarılı olduğunu, yaşam kalitesini iyi yönde etkilediğini göstermiştir. Modifiye LeForte operasyonu yüksek anatomik başarı oranları, artmış hasta memnuniyeti sunmasıyla birlikte, komplikasyon oranının düşük olması sebebiyle POP’un cerrahi tedavisinde değerli bir alternatiftir.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2018-01-25T06:45:40Z
No. of bitstreams: 1
10117359.pdf: 1128950 bytes, checksum: df899571e668804f6f2a1f3db87e2ca3 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Pelvik Organ Prolapsusu
İleri evre pelvik organ prolapsusunda obliteratif ve rekonstrüktif cerrahi yöntemlerin karşılaştırılması
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1328
2018-02-27T01:00:16Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_208
Sevinç, Alişer
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum
2018-02-26T11:57:37Z
2018-02-26T11:57:37Z
2016
Sevinç, A. Plasentasyon bozukluğu ile birlikte olan gebeliklerde plasentanın histopatolojik incelenmesi. ESOGÜ Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2016.
http://hdl.handle.net/11684/1328
Plasenta gebelik sırasında anne ve fetus arasında besin transferi sağlarken temel bir endokrin organ görevi de görür. İntrauterin hayattaki olayların yansıması olarak plasenta; intrauterin hayatın günlüğü olarak kabul edilir.Biz bu çalışmamızda 2015-2016 yılları arasında plasentasyon bozukluğu sonucu gelişebilecek preeklampsi, intrauterin gelişme geriliği, oligohidroamnioz tanılı 50 gebe ile gebeliğinde plasentasyon bozukluğu düşündürecek kliniği olmayan 50 gebenin doğum sonrası plasentalarını histopatolojik olarak inceledik.Bu iki grubun plasentalarının histopatolojik incelemeleri sonrası sonuçlar arasında anlamlı fark tespit edilmedi.Ayrıca iki grup arasındaki bebeğin doğum kilosu, 1. ve 5. Dakika APGAR skorları,plasenta ağırlıkları gibi doğum sonrası parametreler de değerlendirildi.Plasenta ağırlığı hasta grubunda literatüre uygun olarak daha düşük bulunsa da istatistiksel olarak anlamlı değildi(p>0.05), diğer parametrelerde iki grup arasında benzerdi. İntrauterin hayattaki her problemin plasental patolojiye sebep olmayabileceği gibi; her plasental patolonin de klinik ile korele olmadığı sonucuna varıldı. Literatür incelendiğinde plasentasyon bozukluğu olan gebeliklerde ; plasenta incelendiğinde elde edilen patolojik verilerin klinikle korele olduğunu görülmektedir ancak bu konuda daha geniş katılımlı çalışmalara ihtiyaç vardır.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2018-01-25T06:51:46Z
No. of bitstreams: 1
10122029.pdf.pdf: 2006300 bytes, checksum: d7b6b7663654f6e9aa6f7c67a07569ca (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Plasentasyon Bozukluğu
Plasentasyon bozukluğu ile birlikte olan gebeliklerde plasentanın histopatolojik incelenmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1381
2018-03-03T01:00:32Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_201
Arslan, Ebubekir
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Acil Tıp
2018-03-02T07:11:10Z
2018-03-02T07:11:10Z
2016
Arslan, E. Acil servise başvuran üst gastrointestinal sistem kanamalı hastalarda kapı-endoskopik terapötik işlem zamanının hasta prognozu üzerine etkisi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2016.
http://hdl.handle.net/11684/1381
Çalışmamızdaki amaç, varis dışı akut üst GİS kanaması ile acil servise başvuran hastalarda, epidemiyolojik özelliklerin ve erken dönemde endoskopinin yararının belirlenmesidir. Prospektif olarak, etik kurul onayı alındıktan sonra, 2016 yılında acil servise üst GİS kanama şikayetleriyle başvuran, 18 yaş üstü, ve takibinde endoskopi uygulanan hastalar onamları alınarak incelendi. Hastaların demografik özellikleri, komorbid hastalıkları, vital bulguları, nazogastrik aspirat içeriği, gaita tipi, risk skorları, endoskopi uygulama zamanları ve prognostik parametreleri kaydedildi. Çalışmaya alınan 104 hastanın %57.7’si erkek ve yaş ortalamaları 58.63 idi. Hastaların %69.2’sinde ek hastalık, %43.3’ünde NSAİD kullanımı mevcuttu. Endoskopik işlem zamanı ile mortalite, transfüzyon ihtiyacı, tekrar kanama, cerrahi müdahale gerekliliği açısından bir farklılık saptanmadı. Ancak erken endoskopi uygulanan hastalarda; yatış gün sayıları (p=0.011) ve tedavi maliyetleri (p=0.030) açısından farklılık saptandı. Glasgow Blatcfhord risk skoruna göre, yüksek riskli 60 hastanın yer aldığı grubun, endoskopi yapılma sürelerine göre prognozları karşılaştırıldığında; geç endoskopi yapılan hastaların hastane yatış sürelerinin istatiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek olduğunu saptadık (p=0.033). Ancak transfüzyon ihtiyacı, tekrar kanama oranları ve tedavi maliyetleri açısından, istatiksel olarak anlamlı fark bulunamadı (sırasıyla p=1.000; p=0.077; p=0.330). Hastalarımızın hiçbirinde cerrahi müdahale gereksinimi ve mortalite olmamıştır. Acil servise başvuran akut GİS kanamalı hastalarda, erken terapötik endoskopik işlem, tanı ve tedavideki doğru ve başarılı sonuçlar için kaçınılmaz bir metottur. Özellikle yüksek riskli hastalarda uygulanan endoskopik terapötik işlemlerin, prognoza olumlu etkisi daha fazladır.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2018-02-06T06:22:03Z
No. of bitstreams: 1
10130097.pdf: 1520544 bytes, checksum: e317cb5725ff306330c04bd2bb021f7a (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Hematemez
Acil servise başvuran üst gastrointestinal sistem kanamalı hastalarda kapı-endoskopi süresinin hasta prognozu üzerine etkisi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1470
2018-04-14T00:00:21Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_211
Sargın, M. Barış
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji
2018-04-13T05:49:41Z
2018-04-13T05:49:41Z
2017
Sargın, M. B. Distal radius kırıklarında konik kompresif vida tespit etkinliğinin; plak+vida ve k-teli, tespit yöntemleri ile biyomekanik olarak karşılaştırılması. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2017.
http://hdl.handle.net/11684/1470
Distal radius kırıkları sık karşılaşılması ve kişinin günlük aktivitesini yakından ilgilendirmesi nedenleri ile önemli bir kırık tipidir. Tedavisinde kapalı redüksiyon ve alçılamanın yanı sıra, çeşitli cerrahi tedavi yöntemleri de uygulanmaktadır. Bu çalışmada deneysel olarak eklem dışı radius distal uç kırığı oluşturulan koyun önkol kemiklerine konik kompresif vida, plak+vida ve K-Teli tespit yöntemleri uygulandı. Hazırlanan 63 kemik preparat vida, plak ve tel grupları olarak 3 grupta ve dorsal kompresyon, volar kompresyon ve vertikal kompresyon olarak 3 subgrupta randomize olarak toplandıktan sonra kırık tespit işlemi yapıldı. Ardından kırık tespitli preparatların her birine Instron cihazı kullanılarak 250 N dorsal yüklenme, 250 N volar yüklenme ve 750 N aksiyel yüklenme kuvvetleri lineer olarak uygulandı. Kırık hattına uygulanan kuvvet ile birlikte kırık hattındaki ayrılma cihaz tarafından ölçülerek kaydedildi. İstatistiksel değerlendirmede SPSS programı kullanıldı. Veriler “Bağımsız Örneklemli t Testi” kullanılarak karşılaştırıldı. Dorsal yüklenmelerde konik kompresif vidaların etkinliği plak ve tel grubuna göre daha üstün bulundu. Volar yüklenmelerde vida ve plak grubunun tespit etkinliği benzer bulunurken, her iki grup da tel grubundan üstündü. Aksiyel yüklenmelerde vida ve tel grubunun tespit etkinliği benzer bulunurken, plak grubunun tespit gücü diğer iki gruba göre daha zayıf olarak gözlendi. Bu biyomekanik çalışma sonucunda konik kompresif vida ile tespit yönteminin, klinik olarak kullanıldığında, distal radius kırıklarında ucuz, pratik, erken rehabilitasyona izin verebilecek, güvenilir bir alternatif yöntem olabileceği düşünülmektedir.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2018-04-06T06:30:58Z
No. of bitstreams: 1
10147757.pdf: 1805414 bytes, checksum: 2e4bb13b3d0f1be13c6fec5969f2646c (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Konik Kompresif Vida
Distal radius kırıklarında konik kompresif vida tespit etkinliğinin; plak+vida ve k-teli, tespit yöntemleri ile biyomekanik olarak karşılaştırılması
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1468
2018-04-14T00:00:17Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_201
Koruk, Ruşengül
TR100552
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Acil Tıp
2018-04-13T05:49:36Z
2018-04-13T05:49:36Z
2017
Koruk, R. Acil servise başvuran hastalarda kontrastlı bilgisayarlı tomografi sonrası opak nefropatisi olasılığı, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Acil Tıp Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2017.
http://hdl.handle.net/11684/1468
Kontrast madde nefropatisi (KMN) kontrast madde (KM) kullanımı takiben 48-72 saat sonra oluĢan bazal kreatinin seviyesinde %25‘ten fazla artıĢ veya >0.5mg/dL artıĢ ile tanısı koyulur. Güncel literatürde acil serviste KMN sıklığı ile ilgili çalıĢmalar oldukça sınırlıdır. Bizde çalıĢmamızda acil serviste KMN sıklığını değerlendirmek ve acil servis uygulamalarında KMN riski olan hastaları öngörmeyi amaçladık. ÇalıĢmamız ileriye dönük olarak 01.09.2015-30.03.2016 tarihleri arasında acil servise baĢvuran bilgisayarlı tomografi (BT) çekilen 18 yaĢ üstü hastalarda yapıldı. ÇalıĢma gücünün 0.95 olması için gerekli gönüllü sayısı kontrastlı BT ve kontrastsız BT çekilen her grup için en az 160 olarak belirlendi. ÇalıĢmamıza her grup için 171 olmak üzere toplamda %49.1‘u (n=168) kadın 342 hasta alındı. Her iki grubunda BT çekiminden önceki, 24. saat ve 48. saat üre ve kreatinin değerleri kayıt edildi. KM verilen grubun 14‘ ünde (%8.1), almayan grupta ise 12‘ sinde (%7) nefropati geliĢtiği saptandı. Her iki grup arasında nefropati geliĢimi açısından fark saptanmadı (p=0.838). KM verilen grupta KMN geliĢimi açısından hastane yatıĢı (p=0.030), ileri yaĢ (p=0.026), anemi (p=0.045), lökositoz (p=0.005), GFH düĢüklüğü (p=0.028) risk faktörü olarak saptanırken, cinsiyetler (p=0.481), ek hastalıklar, hipotansiyon (p=0.728), caval indeks (p=0.66), kan laktat düzeyi (p=0.373) ve hastane yatıĢ süreleri (p=0.190) arasında istatiksel anlamlı bir fark saptanmadı. KM verilmeyen grupta nefropati geliĢimi açısından anemi (p=0.003), hastane yatıĢı (p=0.039), lökositoz (p=0.007) risk faktörü olarak saptanırken, yaĢ (p=0.498), cinsiyet (p=0.481), hastane yatıĢ süresi (p=0.340), kan laktat düzeyi (p=0.430), hipotansiyon (p=0.711), caval indeks (p=0.355), GFH (p=0.918) arasında istatiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı. Her iki grupta da acil servisten taburcu olan hastalarda nefropati tespit edilmedi. Acil serviste KMN için hidrasyon, sodyum bikarbonat ve NAC tedavisi alan ve almayan hastalar karĢılaĢtırıldığında bir fark saptanmadı (p=0.051). Koruyucu tedavi alan hastalar kendi arasında karĢılaĢtırıldığında aldıkları tedavi arasında KMN açısından fark saptanmadı (p=0.066).
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2018-04-10T07:43:46Z
No. of bitstreams: 1
10156658.pdf: 1079043 bytes, checksum: 8ccc106a96e7554d97e5183518de7ff0 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Kontrast Madde Nefropatisi
Acil servise başvuran hastalarda kontrastlı bilgisayarlı tomografi sonrası opak nefropatisi olasılığı
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1488
2018-04-18T00:00:32Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_207
Önal, Özkan
TR186171
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Göz Hastalıkları
2018-04-17T05:21:35Z
2018-04-17T05:21:35Z
2017
Önal, Ö. Katarakt Cerrahisinde Kullanılan Torik Göziçi Lenslerin Astigmatik Düzeltici Etkisi ve Hastaların Yaşam Kalitesi Üzerine Olan Etkilerinin Değerlendirilmesi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2017.
http://hdl.handle.net/11684/1488
Bu uzmanlık tezinin amacı, günümüzde katarakt cerrahilerinde kullanılan en gelişmiş göz içi lenslerinden biri olan Trifokal Torik göz içi lenslerinin (GİL) astigmatlı gözlere yapılan katarakt cerrahisinde etkinliğini ve güvenilirliğini araştırmaktır. Eylül 2016 - Mart 2017 tarihleri arasında 18 hastanın 36 gözüne Trifokal Torik GİL, 20 hastanın 40 gözüne Multifokal GİL, 20 hastanın 40 gözüne de Monofokal GİL takıldı. Hastaların preoperatif ve postoperatif uzak (6mt), yakın (40 cm) ve orta (80cm) mesafe görme keskinlikleri, LogMAR görme eşelleri ile bakıldı. Hastaların keratometrik değerleri Lensstar LS-900 cihazı ve üzerine monte edilen T-Cone aparatı ile alındı. Kontrast duyarlılık ve Kamaşma testi için CSV-1000E, yakın derinlik hissi testi için Titmus Stereotest, uzak derinlik hissi testi için Distance Stereo Randot Test kullanıldıTrifokal Torik ve diğer iki kontrol grubundaki toplam 116 gözün uzak mesafe görme keskinlikleri cerrahiler sonrası istatistiksel olarak anlamlı düzeyde arttı (p<0.001). Ayrıca Trifokal Torik grubundaki 36 gözün orta ve yakın mesafedeki görme düzeylerinde anlamlı artış sağlandı (p<0.001). Postoperatif kontrast duyarlılık ve kamaşma testlerinde Trifokal Torik ve Multifokal grubundaki hastaların şikayetleri, Monofokal grubundaki hastalara göre her 4 uzaysal frekans düzeyinde (3-6-12-18 CPD) daha fazlaydı. Hastalara preoperatif ve postoperatif uygulanan NEI-VFQ-25 İşlevsel Görme Ölçeği anketine göre üç grubun yaşam kalite değişimleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamadı (p=0.237). Hastaların genel memnuniyet düzeyleri sorgulandığında Trifokal Torik uygulanan hastaların %88 oranında çok memnun olduğu, %12 oranında ise memnun olduğu görüldü.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2018-04-11T06:30:14Z
No. of bitstreams: 1
10155953 tez.pdf: 1856957 bytes, checksum: 94637a01431e61602d5a41aa95f271d2 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Katarakt
Katarakt cerrahisinde kullanılan torik göziçi lenslerin astigmatik düzeltici etkisi ve hastaların yaşam kalitesi üzerine olan etkilerinin değerlendirilmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1490
2018-04-18T00:00:33Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_202
Akkemik, Ümit
TR103101
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon
2018-04-17T05:21:41Z
2018-04-17T05:21:41Z
2017
Akkemik, Ü. Kliniğimizde Postlaminektomi sendromu tanılı hastalarda yapılan girişimsel işlemlerin tedavi etkinliğinin retrospektif olarak araştırılması.Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir,2017.
http://hdl.handle.net/11684/1490
Çalışmamızda Postlaminektomi sendromu tansısı almış, ağrısı sayısal derecelendirme ölçeğine (SDÖ) göre 7 ve üzeri hastalara uygulanan girişimsel işlemleri; işlem sonrası SDÖ puanındaki değişimin değerlendirilmesini amaçladık. Bu çalışma, 01.02.2010-01.02.2015 tarihleri arasında başvurusu bulunan ve girişimsel işlem yapılan 18 yaş ve üzerindeki 69 kadın, 38 erkek olmak üzere 107 hastanın dosyalarının incelenmesi ile gerçekleştirildi. Polikliniğimizde bulunan ağrı takip formları ve hastane otomasyon sistemi kullanılarak, hastaların ağrı lokalizasyonu, postoperatif süreleri, yapılan girişimsel işlemler ve işlem sonrası ağrı durumları tesbit edildi. Elde edilen verilerin istatistiksel anlamlılığı Pearson Ki-Kare testi, Kruskal Wallis H testi, Friedman ve Mann Whitney U testleri ile değerlendirildi. P>0.05 anlamsız, P<0.05 anlamlı kabul edildi. Girişimsel işlemler ile, hastaların %48,5’inde, %50’den fazla ağrıda azalma tesbit edilmiştir. Radiküler karekterde ağrısı bulunan hastalarda başarı oranı %66,7 olarak tesbit edilmiştir. TFSE işlemi uygulanan hastaların %28,8’inde ağrı palyasyonu sağlanırken, dorsal root ganglio radyofrekans termokoagulasyon işlemi uygulanan hastalarda bu oran %44,4 olarak tesbit edilmiştir. Kalıcı Spinal kord stimülatörü (SKS) takılan hastaların ağrı puanları diğer hasta grupları ile karşılaştırıldığında ise kalıcı SKS, hem istatistiksel hem de klinik olarak anlamlı derece etkin bulunmuştur (p<0,001). Postlaminektomi sendromu çoğu zaman tek bir patolojiden kaynaklanmaz ve çoğu zaman birden fazla girişime ve tekrara ihtiyaç duyulur. Postlaminektomi sendromu multisidipliner yaklaşım gerektiren ve çoklu tedavi seçeneklerinin hastaya göre karar verilerek uygulanmasını zorunlu kılan bir hastalıktır. Tedavi seçenekleri ile ilgili daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2018-04-11T06:34:45Z
No. of bitstreams: 1
10155620.pdf: 719372 bytes, checksum: d7135df3357a8e270ad0e4413708418f (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Postlaminektomi Sendromu
Kliniğimizde postlaminektomi sendromu tanılı hastalarda yapılan girişimsel işlemlerin tedavi etkinliğinin retrospektif olarak araştırılması
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1499
2018-05-09T00:00:38Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_214
Ülgen, Ali
TR182059
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Üroloji
2018-05-08T05:29:14Z
2018-05-08T05:29:14Z
2017
Ülgen, A. Prostat kanserli hastalarda transrektal ultrason eşliğinde biyopsi, manyetik rezonans görüntüleme ve radikal prostatektomi spesmenlerinin bulgularının karşılaştırılması. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Üroloji Anabilim Dalı, Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2017.
http://hdl.handle.net/11684/1499
Günümüzde yaşam süresindeki artış ve insidansı göz önüne alındığında prostat kanseri bir halk sağlığı problemi haline gelmiştir. Prostat kanseri tanısı, prostat spesifik antijen (PSA) yüksekliği ve/veya parmakla rektal muayenedeki (PRM) patolojik bulgular nedeniyle transrektal ultrasonografi (TRUS) kılavuzluğunda yapılan sistematik ve şüpheli alanlara yönelik biyopsilere dayanmaktadır. Fakat prostat kanserinin tanısından tedavi sonrası takibine kadar, karar verme algoritmalarında yol gösterici güvenilir modalitelere ihtiyaç duyulmaktadır. Çalışmamızda prostat kanseri nedeniyle radikal retropubik prostatektomi (RRP) yapılan hastaların TRUS kılavuzluğunda biyopsi (TRUS-Bx) ve preoperatif manyetik rezonans görüntülemede (MRI) saptanan patolojik ve radyolojik bulguların karşılaştırılması yapılarak, MRI’ın tanı, evreleme ve cerrahi planlamadaki yeri değerlendirilmiştir. MRI 47 hastanın 46’sında (%97.87) tümör saptamış, 88 tümör odağının ise 49’unu (%55.68) tespit etmiştir. MRI ile TRUS-Bx’ye göre daha az tümör odağının saptanmasına rağmen bunların klinik anlamlılıklarının daha fazla olması, MRI’ın klinik önemsiz kanserleri tespit etmeyip klinik önemli kanserleri ise atlamadığına işaret etmektedir. Ayrıca MRI’ın ekstraprostatik uzanım (EPE) saptamada yüksek özgüllüğe (0.94) fakat düşük duyarlılığa (0.26) sahip olduğu gösterilmiştir. İnvazyon olan 16 SV’ün sadece 4’ü (%25) MRI ile tespit edilmiş, duyarlılık, özgüllük, pozitif öngörü değeri (PPV) ve negatif öngörü değeri (NPV) 0.25, 1.00, 1.00 ve 0.87 bulunmuştur. Çalışmamızda metastatik lenf nodu (LN) olan 7 hastanın 2’si (%28.57) MRI ile saptanmış, MRI’da patolojik vasıfta özellikler gösteren LN izlenmeyen 39 hastada (%82.98) buna uyumlu şekilde patolojik incelemede de metastaz tespit edilmemiştir. Buna göre MRI’ın metastatik LN saptamadaki duyarlılık, özgüllük, PPV ve NPV’i 0.28, 0.97, 0.66 ve 0.88 bulunmuştur. MRI çekim standartlarının sağlanması, merkezlerde yaygınlaşması ve deneyimin artması ile daha çok kullanım alanı bulacaktır.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2018-04-18T08:03:14Z
No. of bitstreams: 1
10148148.pdf: 1323732 bytes, checksum: edf0cd51b2ceb6d9e6579f104b8e6457 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Prostat Kanseri
Prostat kanserli hastalarda transrektal ultrason eşliğinde biyopsi, manyetik rezonans görüntüleme ve radikal prostatektomi spesmenlerinin bulgularının karşılaştırılması
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1518
2018-05-09T00:00:56Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_202
Türkmen, Yunus
TR195075
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon
2018-05-08T05:31:03Z
2018-05-08T05:31:03Z
2017
Türkmen Y. Anestezi yoğun bakım ünitesinde yatan hastaların yakınlarının memnuniyet düzeyinin anket çalışması ile değerlendirilmesi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2017.
http://hdl.handle.net/11684/1518
Dünyada sağlık sektöründe özelleşme ve sağlık sigortalarının yaygınlaşması ile birlikte, sağlık hizmetinin kalitesinin değerlendirilmesi önem kazanmakta olup, kalitenin değerlendirilmesinde önemli bir parametre de, hasta yakınlarının memnuniyetin ölçülmesidir. Bu çalışmanın amacı Anestezi Yoğun Bakım Ünitesi’nde yatan hasta yakınlarının memnuniyetini değerlendirebilmek ve verilen hizmeti iyileştirebilmek için hastanın tedavisi ve bakımı, hasta hakkında verilen bilginin niteliği, yoğun bakım ünitesi çalışanlarının hasta yakınına karşı tutumları, karar verme süreci ile ilgili memnuniyetinin araştırılmasıdır. Çalışma Aralık 2016-Şubat 2017 tarihleri arasında Anestezi Yoğun Bakım Ünitesi’nde tedavi edilen toplam 62 hastanın yakını ile yapılmıştır. Yoğun bakım üniteleri için geliştirilmiş aile memnuniyetini sorgulama formunda, hasta yakınlarına samimi bilgi verilip verilmediği (bilgi), hasta yakınlarında hastanın durumunun iyileşeceğine olan umut konusunda güven verilebilirliği (güven), hasta yakınının fiziksel veya duygusal olarak hastanın yanında olabilmesi (yakınlık), hasta yakınlarına verilen destek (destek), hasta yakınlarının kişisel konforları (konfor) ile ilgili sorular yöneltildi. Anket sonuçları Shapiro Wilk testi, t testi, Mann Whitney U testi ile analiz edildi. Çalışmaya katılan hasta yakınlarının yoğun bakım hizmetimizden memnuniyeti değerlendirildiğinde, ortalamanın %77,6 olduğu saptandı. Hasta yakınlarının en fazla memnuniyet duyduğu alt bölümler sırası ile bilgi (%80,1) ve yakınlıktı(%79,6). En az memnuniyet duyulan alt bölümün konfor (%74,1) olduğu saptandı. Çalışmada hastaların yakınlarının yoğun bakım ünitemizde verilen bakımdan ortalama düzeyde memnun olduklarını saptadık. Memnuniyet düzeyini farklı birçok parametre etkilediği için bu çalışmada kullanılan değişken sayısının artırılması ile yapılacak çalışmalarda etkinliği artıracak yönde sonuçlar elde edilebilir.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2018-04-25T06:32:30Z
No. of bitstreams: 1
10153180.pdf: 1010659 bytes, checksum: dd23d76aa0f708a2e8fb5fbf50143f5e (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Aile Memnuniyeti
Anestezi yoğun bakım ünitesi’nde yatan hastaların yakınlarının memnuniyet düzeyinin değerlendirilmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1520
2018-05-09T00:00:48Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_208
Şentürk, Metin
TR195324
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları
2018-05-08T05:31:08Z
2018-05-08T05:31:08Z
2017
Şentürk, M. Pelvik kitlelerde ortalama trombosit hacminin ayrıcı tanıda etkinliği. ESOGÜ Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2017.
http://hdl.handle.net/11684/1520
Bu çalışmanın amacı ameliyat edilmiş
pelvik kitleli hastaların preoperatif ve postoperatif OTH’lerinin karşılaştırılması,
OTH’deki değişikliğin malign neoplazi ayırımında kullanılmasının belirlenmesidir.
Gereç ve Yöntem: Çalışma retrospektif düzende planlanmış olup ESOGÜ Kadın
Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalında Ocak 2012- Ocak 2017 tarihleri arasında
yapılan pelvik kitle tanısı ile ameliyat olan hastaları kapsamaktadır. Hastalara ait
bilgiler, hasta dosyaları ve ameliyat defterinden belirlenip hasta yaşı, paritesi,
gravida, preoperatif lökosit, lenfosit, nötrofil, platelet, NLO, PLO, OTH, postoperatif
lökosit, lenfosit, nötrofil, platelet, NLO, PLO, OTH değerleri ve CA 125 düzeyleri
araştırıldı. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 361 hastanın ortalama yaşı 52,10 yıldır.
En sık görülen tanı seröz karsinom olarak gelmiştir 73 hastada (%20,2) görülmüştür.
361 hastanın 201’inde (%55,7) malign olmayan neoplaziler, 133’ünde (%36,8)
malign ve 27’sinde (%7,5) borderline over neoplazmı saptanmıştır. 43 hastanın
(%11,9) hiç gebe kalmamıştır, ortanca gravidanın 3, ortanca paritenin 2 olduğu
belirlenmiştir. Malign neoplazm saptanan hastalara göre malign neoplazm
saptanmayan hastaların yaş, preoperatif OTH, sağ over, CA 125 düzeyi, preoperatif
lenfosit, postoperatif lenfosit, preoperatif platelet, postoperatif platelet, preoperatif
NLO, postoperatif NLO, preoperatif PLO ve postoperatif PLO’nun yüksek olduğu
saptanmıştır. Ayrıca malign over neoplazmı saptanan hastalara göre borderline over
neoplazmı saptanan hastalarda CA 125 düzeyi ve preoperatif PLO’nun da yüksek
olduğu saptanmıştır. Sonuç: Pelvik kitle saptanan ve bu nedenle operasyon planlanan
hastaların malign neoplazm ayırıcı tanısında diğer klinik ve görüntüleme yöntemleri
yanında preoperatif OTH, CA 125, NLO, PLO değerlerinden preoperatif
yararlanılabileceği düşünülmüştür.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2018-04-25T08:02:45Z
No. of bitstreams: 1
10161581.pdf: 1185512 bytes, checksum: 9ee738288640d4043a2410437ee8ae2a (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Pelvik Kitle
Pelvik kitlelerde ortalama trombosit hacminin ayırıcı tanıda etkinliği
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1521
2018-05-09T00:00:12Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_205
Özdemir, Görkem
TR195324
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi
2018-05-08T05:31:10Z
2018-05-08T05:31:10Z
2017
Özdemir, G. Süperior mezenterik arter oklüzyonu oluşturulmuş ratlarda timokinon’un iskemi/reperfüzyon hasarına koruyucu etkisi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2017.
http://hdl.handle.net/11684/1521
Bu çalışmada amaç; mezenter iskemi oluşturulmuş ratlarda timokinonun iskemi reperfüzyon hasarına karşı koruyucu etkisini araştırmaktı. Çalışmamızda timokinon’un etkisini 50 mg/kg ve 100 mg/kg dozlarında iki ayrı grupta inceledik. Çalışmamızda timokinonu çözeltmek için dimetil sülfoksit (DMSO) kullandık ve DMSO’nun iskemi/reperfüzyon hasarındaki etkilerini ayrı bir grupta gözlemledik. Çalışmada cinsiyet farkı gözetilmeksizin 200-250 gram ağırlığındaki 35 adet Wistar Albino türü sıçanlar kullanıldı. Deney hayvanları beş gruba ayrıldı. Grup 1’de (kontrol grubu) SMA izole edilerek ortaya konuldu ancak bağlanmadı. Grup 2’de (iskemi/reperfüzyon grubu-sham) SMA izole edidi, atravmatik pensler kullanılarak 60 dakika klampe edildi ardından klempler açılarak 120 dakika reperfüzyon sağlandı. Grup 3’te (İ/R+ Timokinon 50 mg/kg grubu) SMA izole edildi 60 dakika boyunca atravmatik pensler kullanılarak klampe edildi ardından hayvanlara 50 mg/kg timokinon i.p verildi, klempler açılarak 120 dakika reperfüzyon sağlandı. Grup 4’te (İ/R +DMSO) SMA izole edildi, 60 dakika boyunca atravmatik pensler kullanılarak klampe edildi, ardından hayvanlara 0.2 ml DMSO+0.8 ml distile su i.p verildi klempler açılarak 120 dakika reperfüzyon sağlandı. Grup 5’de (İ/R+100 mg/kg timokinon) ise SMA izole edildi, 60 dakika boyunca atravmatik pensler kullanılarak klampe edildi ardından hayvanlara 100 mg/kg timokinon i.p verildi ardından klempler açılarak 120 dakika reperfüzyon sağlandı. İskemi/reperfüzyona bağlı intestinal hasarı araştırmak üzere terminal ileumdan doku örnekleri elde edildi ve intrakardiyak kan örnekleri alındı. Çalışmamızda timokinon 50 mg/kg kullanılan deneklerde hücresel hasar sham-iskemi grubuna göre azalmış olduğu görüldü. Timokinon 100 mg/kg kullanılan grupta ise hücresel hasar sham-iskemi grubuna göre bir fark olmadığı görüldü. Çalışmamızda kullanılan çözelti ajanımız DMSO’nun yarattığı etkilere bakarsak DMSO grubundaki deneklerde hücresel hasar sham-iskemi grubuna göre azalmış olduğu bulunmuştur.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2018-04-25T08:07:13Z
No. of bitstreams: 1
10563364.pdf: 2883408 bytes, checksum: 3f7cceec07ab2b349ccbafb0a267672c (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Mezenter İskemi
Süperior mezenterik arter oklüzyonu oluşturulmuş ratlarda timokinon’un iskemi/reperfüzyon hasarına koruyucu etkisi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1560
2018-06-09T00:00:10Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_210
Turan, Şükrü
TR121220
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları
2018-06-08T05:29:25Z
2018-06-08T05:29:25Z
2017
Turan, Ş. Yarık damak-yarık dudaklı çocuk hastalarda orta ve iç kulak etkilenmesinin geniş band timpanometri, hava ve kemik yolu işitsel beyin sapı potansiyel ölçümleri ile değerlendirilmesi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Anabilim Dalı, Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2017.
http://hdl.handle.net/11684/1560
Bu çalışmada, yarık dudak patolojisinin eşlik ettiği veya etmediği yarık damak tanısı ile opere edilmiş çocuk olgularda; objektif test yöntemleri ile orta ve iç kulak fonksiyonlarını değerlendirmeyi ve kontrol grubundaki sağlıklı bireylerle karşılaştırmayı amaçladık. Ek olarak, opere edilmiş yarık damak ± yarık dudaklı hasta grubunun orta kulak parametrelerinin yeni bir test yöntemi olan Geniş Bant Timpanometre (GBT) testi ile belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda, daha önce yarık damak tanısı ile opere edilen ve başarılı damak onarımı yapılmış, yaşları 1-5 yıl arasında olan 23 olgu (46 kulak) hasta grubuna dahil edildi. Bilinen sağlık problemi olmayan, yaşları 1-5 yıl arasında olan 23 olgu (46 kulak) ise kontrol grubunu oluşturdu. Her iki gruba da tanısal hava ve kemik yolu İşitsel Beyinsapı Uyarılmış Potansiyelleri (ABR) testi ve Geniş Bant Timpanometre testi yapıldı. Hasta grubunda hava yolu ABR testinde V. dalganın gözlendiği eşik uyaran şiddeti kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek bulunurken, kemik yolu ABR testinde her iki grup arasında anlamlı farklılık saptanmadı. GBT testinde hasta grubunda kontrol grubuna göre; basınçlı absorbans değerleri ve timpanogram tepe basınçlarında anlamlı farklılık gözlenirken, kulak kanalı hacmi ve rezonans frekans değerlerinde her iki grup arasında anlamlı farklılık saptanmadı. Yapılan testler sonucunda hasta grubunda toplam 19 (%41.3) kulakta efüzyonlu otitis media (EOM), 2 (%4.3) kulakta da çok ileri derecede sensörinöral tip işitme kaybı gözlenmiştir. Yirmi beş (%54.4) kulak ise sağlıklı olarak saptanmıştır. Yarık damak onarım operasyonu sonrasında bile %41 gibi yüksek oranlarda EOM sıklığı olması, bu olguların odyolojik testler ve fizik muayene eşliğinde düzenli aralıklarla uzun dönem takibinin gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2018-05-14T06:57:11Z
No. of bitstreams: 1
10173208.pdf: 1299129 bytes, checksum: ce9d6f5576d6093a95afc3383c0e6bc7 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Yarık Damak
Yarık damak-yarık dudaklı çocuk hastalarda orta ve iç kulak etkilenmesinin geniş bant timpanometri, hava ve kemik yolu işitsel beyin sapı potansiyel ölçümleri ile değerlendirilmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1565
2018-06-09T00:00:32Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_208
Arslan, Samet
TR195073
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum
2018-06-08T05:29:45Z
2018-06-08T05:29:45Z
2017
Arslan, S. Operatif histeroskopi sonrası intrauterin adezyonların değerlendirilmesi. ESOGÜ Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2017.
http://hdl.handle.net/11684/1565
İntrauterin adezyonlar ilk
kez 1894 yılında Fritsch’in bildirdiği postpartum küretaj sonrası amenore izlenen
yirmi beş yaşındaki bir olgunun sunulmasıyla literatüre girmiştir. İntrauterin adezyon
insidansında günümüzde artış görülmektedir. Bunun iki nedeni; adezyon tanısının
kolaylaşması ve adezyon oluşmasına neden olabilen intrakaviter uterin cerrahi
uygulamalarının artmış olmasıdır. Prognozun adezyonların ciddiyeti ile olan yakın
ilişkisi ve adezyonların yüksek derecelere varan nüks oranları sebebiyle erken tanı
ve adezyon önleyici stratejiler önem arzetmektedir. Yine operasyon sonrası tekrar
adezyon formasyonun önlenmesine yönelik tedbirlerin etkinlikleri de tartışmalıdır.
Bu koşullar altında intrauterin adezyonların önlenebilmesine yönelik tedbirler büyük
önem arzetmektedir. Bu çalışma operatif histeroskopi sonrası yapılan ofis
histeroskopinin hem erken tanı hem de tedavide etkinliğini belirlemek amacıyla
yapılmıştır. Retrospektif yöntemle planladığımız ve kontrollerin bir kısmı prospektif
olarak gerçekleştirdiğimiz bu analitik çalışmamızda, Ocak 2014-Mayıs 2017 tarihleri
arasında bilgisayar ortamındaki operasyon kayıtları esas alınarak Eskişehir
Osmangazi Üniversitesi Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’nde operatif
histeroskopi uyguladığımız reprodüktif, perimenopozal ve postmenopozal dönemde
olan ve farklı jinekolojik şikayetlerle polikliniğimize başvurmuş 78 hasta
değerlendirmeye alınmıştır. Hastalardan postoperatif 1.hafta ve 1.ayda ofis
histeroskopi yapılan hastalar grup 1; postoperatif 1.ayda ofis histeroskopi yapılan
hastalar grup 2 olarak gruplandırıldı. Operasyon sonrası görüntüler
değerlendirildiğinde her iki grup arasında adezyon görülme sıklığında istatistiksel
olarak anlamlı fark bulunamamıştır. Ancak postoperatif dönemde ofis histeroskopi
yapılması planlanıyor ise bu işlemin erken dönemde yapılması hem erken tanı hemde
tedavi şansı yaratabilmektedir. Bu düşüncenin desteklenmesi için daha çok sayıda
hastayı kapsayan çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2018-05-29T05:46:20Z
No. of bitstreams: 1
10168759.pdf: 5645904 bytes, checksum: 9731e6a4ead32f17a5b25d88176cb286 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
İntrauterin Adezyon
Operatif histeroskopi sonrası intrauterin adezyonların değerlendirmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1566
2018-06-09T00:00:33Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_207
Küçükiba, Kübra
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Göz Hastalıkları
2018-06-08T05:29:48Z
2018-06-08T05:29:48Z
2017
Küçükiba, K. Yaşa Bağlı Maküla Dejeneresans Hastalarında Geniş Açılı Dijital Fundus Otofloresans Görüntülerinde Periferik Retinal Değişikliklerin Değerlendirilmesi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2017.
http://hdl.handle.net/11684/1566
Yaşa bağlı maküla dejeneresansı gelişmiş ülkelerde 65 yaş ve üzeri bireylerde santral görme kaybının en sık nedenidir. Makülayı etkileyen YBMD gibi hastalıklarda eski kameralarla periferik retina görüntülemesi sağlanamamaktadır. Yeni nesil cihazların kullanıma girmesiyle periferik retina rahatça görüntülenmeye başlanmıştır. Çalışmamızda kliniğimize başvuran YBMD hastalarının renkli ve otofloresans fundus görüntülerinde periferik retina değişikliklerini değerlendirilerek, görülme sıklığının belirlenmesi, hastalığın evresi ve tedavi ile ilişkisini araştırmayı amaçladık. Çalışma grubunda YBMD tanısı olan 277 hastanın 550 gözü, kontrol grubunda sağlıklı olan 45 hastanın 90 gözü değerlendirildi. Hastaların yaşlarının ortanca değeri çalışma ve kontrol grubu için 73 (66-78) ve 63 (61-70.25) olarak bulundu. Çalışma grubunda yer alan 92 göz (%16.7) erken evre, 99 göz orta evre (%18), 95 göz coğrafik atrofi (%17.3) ve 264 göz neovasküler (%48) tip YBMD olarak değerlendirildi. Renkli fundus görüntüleri değerlendirildiğinde çalışma grubunda yer alan 550 gözün %67.8’sinde, kontrol grubunda yer alan 90 gözün %47.8’inde zon 2, zon 3 bölgelerinin en az birinde periferik retinal değişiklik olduğu bulundu. İki grup arasındaki bu fark istatistiksel olarak anlamlıdır (p < 0.001). Çalışma ve kontrol grubu için zon 2’de görülen otofloresans değişiklik oranı sırasıyla %21.6, %1.1, zon 3 superiorde %29.6, %18.9, zon 3 inferiorde %32.4, %22.2 olarak bulundu (p < 0.001, p: 0.036, p: 0.054). Zon 2 ve zon 3 superior görüntülerinde çalışma grubunda kontrol grubuna kıyasla istatistiksel olarak anlamlı şekilde daha fazla periferik otofloresans değişiklik olduğu bulundu.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2018-05-29T05:51:19Z
No. of bitstreams: 1
10173654.pdf: 1502112 bytes, checksum: 80281f35cbcdea558997d0eb1b668642 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Yaşa Bağlı Maküla Dejeneresansı
Yaşa bağlı maküla dejeneresans hastalarında geniş açılı dijital fundus otofloresans görüntülerinde periferik retinal değişikliklerin değerlendirilmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1541
2018-06-09T00:00:35Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_201
Çatal, Emre
TR103083
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Acil Tıp
2018-06-08T05:28:28Z
2018-06-08T05:28:28Z
2017
Çatal, E. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Acil servisine 1 yıl boyunca başvuran akut dekompanse kalp yetersizliği vakalarının ileriye dönük gözlemsel incelenmesi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Acil Tıp Anabilim Dalı, Tıpta Uzmanlık Tez, Eskişehir, 2017.
http://hdl.handle.net/11684/1541
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Hastanesi Acil Servisinde bir yıllık sürede, acil serviste akut kalp yetersizliği yönetimi yapılan ve onam veren 18 yaş üstü hastalar çalışmaya alınmıştır. Çalışmada hastaların demografik ve klinik özellikleri, acil servis süreçleri ve taburculuk sonrası 3-6 aylık periyodları kayıt altına alınmıştır. Toplam 734 hasta çalışmaya dâhil edilmiştir. Hastaların %55 (404)’ ü erkekti. Yaş ortalaması erkek popülasyon için 73.3, kadın popülasyon için 71.3 idi. % 77.4’ü 65 yaş üzerindeydi. 65 yaş üstü grupta 3-6 ay arası ölme riski 4.72 kat fazlaydı (OR=4.720;1.118-19.935 %95 CI). Hastaların %52.7 (387)’sinde yeni tanı (de novo) kalp yetersizliği (YKY) bulundu. Bu grupta tetikleyici olarak kontrolsüz hipertansiyon %57.6, akut koroner sendrom % 30, KOAH alevlenme 22.7, akut pulmoner emboli %3.1 bulundu. Akut dekompanse kalp yetersizliği grubunda nedenlere bakıldığında kontrolsüz hipertansiyon 69.2, diyet uyumsuzluğu ise %53 ve taşiaritmi varlığı (%25.9) ön planda idi. YKY grubu KKY grubuna göre acil serviste daha uzun sürede diüretik (p<0.012), nitrat (p<0.006) ve asetilsalisilik asit (p<0.003) ile karşılaştı. Acil Servisten perkutan koroner girişim planı YKY grubunda KKY grubuna göre daha fazlaydı (sırayla %17.6 ve %10.1) (p=0.003 OR 0.523;0.338-0.809 %95 CI).YKY grubu KKY grubuna göre ortalama 16 dakika daha fazla acil serviste kaldı (p>0.47). 30 dakikadan önce verilen diüretik ve nitratın acil serviste kalış süresini anlamlı olarak azalttığı görüldü (sırayla p=0.001 ve p=0.001). 3 ve 6 aylık ölüm oranlarına bakıldığında YKY ve KKY grupları arasında anlamlı fark yoktu. 3 ve 6 aylık dönemde tekrar başvurular incelendiğinde KKY grubu YKY grubuna göre daha sık acil servise gelmiştir (0-3 aylık dönem sırayla %50.6 ve %38.5, p=0.002) (4-6 aylık dönem sırayla %47.9 ve %35.8, p=0.003). Elde edilen bulgular ışığında, kalp yetersizliği hakkında farkındalığının arttırılarak, acil serviste kalış süresinin ve tekrarlayan acil servis başvurularının azaltılabileceği öngörülmüştür. Özellikle 65 yaş üstü hastalarda 4-6 aylık ölüm oranı riskinin dikkate değer ölçüde fazla olması, bu yaş grubunda daha dikkatli olunması gerekliliğini öngörmüştür.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2018-05-29T06:22:55Z
No. of bitstreams: 1
10169708.pdf: 1720034 bytes, checksum: 6c665977d1be584b12414a1646c489bd (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Akut Kalp Yetersizliği
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi acil servisine 1 yıl boyunca başvuran akut dekompanse kalp yetersizliği vakalarının ileriye dönük gözlemsel incelenmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1638
2019-01-31T01:07:11Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_204
Alıcı, Çiğdem Arslan
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi
2019-01-30T08:19:11Z
2019-01-30T08:19:11Z
2017
Çiğdem AA. Üreteropelvik darlıkta klinik, radyolojik ve sintigrafik verilerin laparoskopik piyeloplasti sonrası erken ve geç dönem seyrinin değerlendirilmesi, EskiĢehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2017.
http://hdl.handle.net/11684/1638
Laparoskopik piyeloplasti (LP), üreteropelvik bileşke darlığı (ÜPBD) olan hastalarda teknolojik gelişmelerle birlikte artan bir sıklıkta cerrahi yöntem olarak tercih edilmektedir. Bu çalışmada ÜPBD nedeniyle LP yapılan olguların tedavi öncesi klinik, radyolojik ve sintigrafik bulgularının, tedavi sonrası erken ve geç dönemdeki seyrini karşılaştırarak sonuçlarımızın değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı‟nda Ocak 2010 ile Mayıs 2016 tarihleri arasında ÜPBD nedeniyle LP uygulanan 68 olguya ait demografik özellikleri, klinik bulguları, radyolojik ve sintigrafik incelemeleri, intraoperatif özellikleri ve postoperatif klinik, radyolojik ve sintigrafik incelemelerinin takipleriyle ilgili veriler değerlendirildi. ÜPBD nedeniyle 68 hastaya (51 erkek, 17 kız) LP yapıldı. Hastaların 24‟ü antenatal hidronefroz, 46‟sı karın ağrısı, hematüri ve idrar yolu enfeksiyonu(İYE) bulguları sonrasında yapılan tetkikler sonucunda ÜPBD tanısı aldı. Hastalar ameliyat öncesi USG ve DTPA-MAG3 görüntülemeleriyle takip edildi. Cerrahi esnasında hastaların 13‟ünde(%19.1) aberan damar basısı, 4‟ünde(%5.8) malrotasyon ve birinde(%1.4) polip saptandı. Hastaların 13‟ünde(%19.1) transmezokolik LP, 55‟inde(%80.8) retrokolik LP uygulandı; 33 hastada laparoskopi yardımlı ekstrakorporeal piyeloplasti yapıldı. Hastalar postoperatif dönemde 1,3,6. ay ve 1. yılda USG ve 6. ayda DTPA-MAG3 görüntülemeleriyle takip edildi. Postoperatif USG takiplerinde hidronefrozun gerilediği(p<0.001), parankim kalınlığının arttığı(p<0.001), kalisiyel dilatasyonun azaldığı(p<0.001) izlendi. Sintigrafide, postoperatif dönemde böbrek fonksiyonlarının istatiksel olarak anlamlı olmamakla birlikte(p>0.05) arttığı ve aktivite yarılanma sürelerinin azaldığı(p>0.05) izlendi. LP deneyimli kliniklerde uygun endikasyonlar ile yapıldığında başarılı sonuçları olan bir cerrahi tedavi yöntemidir.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2018-06-12T08:55:44Z
No. of bitstreams: 1
10167119.pdf: 834475 bytes, checksum: b86845787981eae00bfb9bb11017e8ed (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Laparoskopik Piyeloplasti
Üreteropelvik darlıkta klinik, radyolojik ve sintigrafik verilerin laparoskopik piyeloplasti sonrası erken ve geç dönem seyrinin değerlendirilmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1723
2020-03-05T01:00:43Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_208
Yaltı, Ebru
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum
2020-03-04T08:55:46Z
2020-03-04T08:55:46Z
2012
Yaltı, E. Preterm eylem, EMR ve gebelik kaybı öyküsü olan gebelerde Chlamydia trachomatis prevalansının araştırılması. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları Ve Doğum Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2011.
http://hdl.handle.net/11684/1723
Chlamydia trachomatis cinsel yolla bulaşan
hastalıkların en sık bakteriyel nedenidir. Enfeksiyon sıklıkla asemptomatik geçer.
Ancak pelvik inflamatuar hastalık, infertilite, kronik pelvik ağrı ve ektopik gebelik
risklerini artırarak uzun dönemde kalıcı sekeller bırakır. Bu yüzden enfeksiyonun
erken tespit ve tedavisi için taramanın önemi büyüktür. Literatürde Chlamydia
infeksiyonunun preterm doğum, erken membran rüptürü ve spontan abortus gibi kötü
gebelik sonuçlarına neden olup olmadığı tartışmalıdır. Bizim çalışmamızda preterm
eylem ve/veya EMR tanısı olan 55 gebe, spontan abortusu olan 51 gebe ve miada
ulaşmış komplikasyonsuz gebeliği olan 51 hasta dahil edildi. Servikal sürüntüde PCR
ve DFA tekniği ile Chlamydia trachomatis taraması yapıldı. Gebelerde Chlamydia
trachomatis prevalansı PCR ile % 1.2, DFA tekniği ile de % 8.2 olarak bulundu.
Spontan abortusu olan hastalarda her iki teknikle de antijen saptanamadı. Preterm
eylemi olan gebelerde PCR ile %3.6, DFA ile %14.5 oranında Chlamydia
trachomatis saptandı. Ancak kontrol grubu olan miad gebeler ile karşılaştırıldığında
istatistiki olarak anlamlı bir farklılık oluşmadı. Pelvik muayenede servisit tespit
edilen 19 gebe hastanın PCR ile ikisinde, DFA ile dokuzunda Chlamydia trachomatis
antijeni saptandı. Servisiti olmayan hastalar ile karşılaştırıldığında sonuçlar istatistiki
olarak anlamlı idi.(p<0.005) Sonuç olarak Chlamydia varlığı ile preterm eylem, EMR
ve abortus gibi gebelik komplikasyonlarını ilişkilendirebilmek için daha fazla
çalışmaya ihtiyaç vardır.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2020-02-26T12:49:09Z
No. of bitstreams: 1
425647.pdf: 666055 bytes, checksum: 58dead447eba99452cdf7a6dc93fa274 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Chlamydia Trachomatis
Preterm eylem, emr ve gebelik kaybı öyküsü olan gebelerde chlamydia trachomatis prevalansının araştırılması
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1729
2020-03-05T01:00:20Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_201
Şen, Süleyman Esat
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Acil Tıp
2020-03-04T09:00:14Z
2020-03-04T09:00:14Z
2012
Şen, S.E. Acil servise başvuran yaşlı hastaların çoklu ilaç kullanımının hastaların klinik süreçlerine etkisi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2011.
http://hdl.handle.net/11684/1729
ÇalıĢmanın amacı acil servise baĢvuran yaĢlı hastalarda çoklu ilaç kullanımının
hastaların klinik süreçlerine etkisini belirlemekti. ÇalıĢmaya yaĢ ortalaması
73,78±7,99 olan toplam 1060 hasta (508 (%48) kadın; 552 (%52) erkek) dahil edildi.
Verilerin standart bir Ģekilde toplanabilmesi için daha önce hazırlanan Çoklu Ġlaç
Kullanımı Klinik Değerlendirme Formu kullanıldı. Bu form ile hastaların demografik
özellikleri, baĢvuru yakınması, triaj sınıfı, yaĢadığı yer, bakım yardımcısı olup
olmadığı, GKS, SMMT ve EGYA skorları, daha önceden tanı aldığı hastalıkları,
konsültasyon yapılıp yapılmadığı, yapıldıysa konsültasyon sayısı ve konsültasyonu
yapan bölüm veya bölümlerin isimleri, istenen tetkikler, hastanın kullandığı ilaç
sayısı ve ilaçların isimleri, baĢvuru sırasında tanı konulan hastalıklar ve hastanın
sonlanım durumu kayıt edildi. Hastaların kullandıkları ilaç sayısı ile diğer klinik
parametreler karĢılaĢtırıldı. Hasta yaĢı arttıkça kullanılan ilaç sayısının yükseldiği
görüldü. Kadınlarda çoklu ilaç kullanımı daha yaygındı. Kullanılan ilaç sayısı ile
baĢvuru Ģikayeti, triaj sınıfı, yaĢam yeri, GKS, SMMT ve EGYA skorları,
konsültasyon istenip istenmediği, son tanı, acil serviste kalıĢ süresi ve klinik son
durum arasında istatistiksel olarak anlamlı bir iliĢki tespit edilmedi. Kullanılan ilaç
sayısı ile hastanın bakım yardımcısının olması ve daha önce sahip oldukları
hastalıklar arasında anlamlı bir iliĢki saptandı. Bakım yardımcısı olan hastalarda
kullanılan ilaç sayısı daha yüksekti. HT, DM, KAH, KKY, KOAH ve BY tanısı olan
hastaların az sayıda ilaç kullandığı (0-5 sayıda ilaç) belirlendi. Ayrıca kullanılan ilaç
sayısı arttıkça acil laboratuar kullanımı artarken, ilaç sayısının az olduğu grupta,
merkezi laboratuarı, hematoloji laboratuarı ve USG kullanım oranı daha yüksekti.
Fakat, kullanılan ilaç sayısı ile direkt grafi, BT, mikrobiyoloji laboratuarı, EKO,
farmakoloji laboratuarı, endoskopi ve MRG tetkiklerinin kullanımı arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir iliĢki saptanmadı.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2020-02-26T13:19:22Z
No. of bitstreams: 1
426978.pdf.pdf: 1467795 bytes, checksum: 577c05a6cdc650e2ecfc0dc81fe137ed (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Acil Servis
Acil servise başvuran yaşlı hastaların çoklu ilaç kullanımının hastaların klinik süreçlerine etkisi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1878
2021-03-10T01:05:35Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_201
Kuas, Çağlar
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Acil Tıp
2021-03-09T12:22:35Z
2021-03-09T12:22:35Z
2019
Kuas Ç. ‘Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Hastanesi Acil Servisinde, Künt Karın Travmalı Çocuk Hastaların Yönetiminde Laboratuvar Testlerinin, Solid Organ Yaralanmasındaki Etkinliğinin Bir Yıllık İleriye Dönük Gözlemsel Araştırılması.’ Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2019.
http://hdl.handle.net/11684/1878
Çalışmamızın amacı, künt karın travması nedeni ile acil serviste değerlendirilen çocuk hastalarda, laboratuvar tetkiklerinin solid organ yaralanmasının tespitindeki tanısal değerliliklerinin araştırılmasıdır. 1 yıl boyunca acil serviste, künt karın travması nedeni ile değerlendirilen hastalarda yürütülen ileriye dönük kesitsel tanısal değerlilik çalışmasıdır. Çalışmaya dahil edilen 323 hastanın 209’u (%63,9) kız, 118’i (%36,1) i ise erkekti. Hastaların ortanca yaşı 10 (ÇA: 7-15) olarak saptandı. En sık saptanan yaralanma mekanizması kazara olan düşmelerdi. Başvuru yakınması olarak saptanan karın ağrısı ve bulantı, fizik muayede saptanan karın duvarında harici lezyon, karında hassasiyet ve defansın karın içi yaralanmaları görmede istatiksel olarak anlamlı birer belirteç olduğu saptandı (p<0,05). BBT (Bilgisayarlı Batın Tomografisi) çekilen 283 hasta incelendiğinde; 27 (%9,5) hastada 35 patolojik bulgu saptandı. Toplamda 18 (%6,3) hastada ise batın içi yaralanma saptandı. Karın içi yaralanmalar arasında en sık karaciğer yaralanması saptandı. Hastaların yönetiminde kullanılan laboratuvar tetkiklerinden; ALT, AST, amilaz ve lipaz tetkiklerinin anormal saptanmasının, karın içi yaralanmaları ön görmede istatiksel olarak anlamlı olduğu saptanırken(p<0,05), çalışılan hiçbir tetkikin yeterli duyarlılık ve özgüllüğe sahip olmadığı görüldü. ALT’nin karın içi yaralanmalarının tespitindeki kestirim değeri >72,4 U/L olarak saptandı. Bu değerdeki duyarlılığı %61 (%95 GA: 36-83), özgüllüğü %90 (%95 GA: 85-93) olarak saptandı. AST’nin ise kestrim değeri >136,5 U/L olarak saptandı. Bu değerdeki duyarlılığı %67 (%95 GA: 41-87), özgüllüğü %72 (%95 GA: 67-78) olarak saptandı. Künt karın travması sonrası istenen laboratuvar tetkiklerinin karın içi yaralanmaları ön görmede iyi birer belirteç olmadığı saptanmıştır. Laboratuvar tetkiklerinin travma mekanizması, hastanın mevcut yakınmaları ve fizik muayene bulguları ile birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2020-03-11T13:02:35Z
No. of bitstreams: 1
10286709.pdf: 714107 bytes, checksum: f3750229b3cdc3bc5cea31e233d5136d (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Çocuk Travma
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Hastanesi acil servisinde, künt karın travmalı çocuk hastaların yönetiminde laboratuvar testlerinin, solid organ yaralanmasındaki etkinliğinin bir yıllık ileriye dönük gözlemsel araştırılması
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1885
2021-03-10T01:05:43Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_202
Özgün, Emine
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon
2021-03-09T12:23:34Z
2021-03-09T12:23:34Z
2019
Özgün,E. Laparoskopi yapılan pediatrik hastalarda renal oksijenizasyonun near-infrared spektroskopi ile değerlendirilmesi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık tezi, Eskişehir, 2019.
http://hdl.handle.net/11684/1885
Bu çalışma, 1.01.2018-11.02.2019 tarihleri arasında yaşları 1ay-12 yaş arası olan pediatrik cerrahi yapılan 40 hasta dahil edildi. Çalışmamızda hastalarda laparoskopinin renal oksijenizasyon üzerindeki etkisini nearinfrared spektroskopi ile değerlendirmeyi amaçladık. Veriler bağımsız çalışanlarca kaydedildi ve verilerin değerlendirilmesinde Pearson Ki-Kare ve Pearson Kesin (Exact) Ki-Kare analizleri ve analizlerin uygulanmasında; SAS University Edition (Statistical analysis was performed using SAS version 9.2 software (SAS Institute, Cary, North Carolina) programından yararlanıldı. P>0.05 anlamsız, P<0.05 anlamlı olarak kabul edildi. Çalışmamızda laparoskopik cerrahiler sırasındaki renal nearinfrared spektroskopi (NIRS) değerlerinin laparotomi grubu verileri ile karşılaştırması sonucunda pnömoperitonyuma bağlı olarak laparoskopi grubunda azaldığını tespit ettik. Laparoskopi sırasında renal oksijenizasyondaki azalmaların intraabdominal basınçtaki artışla ilişkili olduğunu ve düşük intraabdominal basınç kullanıldığı zaman dahi pnömoperitonyum verildikten kısa süre sonra kalp hızı ve kan basınçları üzerinde ve solunum sisteminde ciddi değişiklikler yaratmaksızın laparoskopinin renal kan akımını etkilediği ve renal satürasyon değerlerini düşürdüğü sonucuna ulaştık.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2020-03-11T13:21:31Z
No. of bitstreams: 1
10298459.pdf: 934685 bytes, checksum: 728c459dad51ec056732b8254a2473c4 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Laparoskopi
Laparoskopi yapılan pediatrik hastalarda renal oksijenizasyonun near infrared spektroskopi ile değerlendirilmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1800
2021-03-05T01:00:13Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_211
Akalın, Yavuz
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı
2021-03-04T07:45:40Z
2021-03-04T07:45:40Z
2005
http://hdl.handle.net/11684/1800
Bu çalışmanın amacı alt ekstremitenin rotasyonel dizilimi ile dizin primer osteoartriti arasında herhangi bir ilişki olup olmadığını araştırmaktır.
Primer diz osteoartriti ön tanısı düşünülen, yaş ortalaması 60,1 (43-81) olan 85 gönüllü hasta çalışmaya alındı. Hastaların 170 alt ekstremitesinde, ayakta çekilen diz ön-arka grafilerinde anatomik eksen ölçümleri yapıldı. Bilgisayarlı tomografi ile asetabular anteversiyon, femoral torsiyon, diz torsiyonu ve tibial torsiyonları ölçüldü.
Hastalar radyografik olarak evrelendirildi ve 4 gruba ayrıldı. Ayrıca anatomik eksen değerlerine göre 6 guruba ayrıldı. Son olarak yaş gruplarına göre 4 guruba ayrıldı. Daha sonra hastaların evrelerine göre, anatomik eksen (varus açılarına) göre ve yaşlarına göre rotasyon ölçümleri istatistiksel olarak fark ve ilişki açısından değerlendirildi. Yaş ile hastaların evreleri ve varus açıları istatistiksel olarak karşılaştırıldı.
Hastaların evrelerine, varus açılarına ve yaşlarına göre rotasyonel değerlerinin hiçbirinde istatistiksel olarak anlamlı fark ve ilişki bulunmadı. Hastaların yaşları ile evreleri ve varus açıları arasında da istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu.
Primer diz osteoartriti olan hastaların alt ekstremite rotasyonel profili hastaların yaşına göre, evrelerine göre ve varus açılarına göre değişiklik göstermez. Hastaların yaşıyla, osteoartrit evresinin ve varus açılarının arasında ilişki yoktur.
Submitted by Ramazan Karayel (g1216) on 2021-01-18T11:23:12Z
No. of bitstreams: 1
Dr.Yavuz AKALIN.doc: 2780672 bytes, checksum: 3cffbd3a82bfb856e111ae399bedbd81 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Diz
Primer diz dejeneratif osteoartritinde alt ekstremite rotasyon profili
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1817
2021-03-05T01:00:17Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_209
A. Özdemir, Coşkun
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı
2021-03-04T10:24:56Z
2021-03-04T10:24:56Z
2005
http://hdl.handle.net/11684/1817
Radiyal arter grefti, çapının koroner arter çapına yakın olması, arter duvarının bir greft için uygun kalınlıkta ve dirençte olması, uzunluğunun yeterli olması, cerrahi olarak kolay çıkarılabilmesi ve uzun dönem açık kalma oranlarının internal mammariyan artere yakın değerlerde olması bu grefti internal mammariyan arterden (İMA) sonra ikinci seçenek haline getirmiştir.
Radiyal arter kullanımını kısıtlayan en önemli etkenlerin başında radiyal arter spazmı gelmektedir(5). Radiyal arterde oluşan ve CABG sonrasında mortalite ve morbidite artışına neden olabilen spazmı engellemek amacıyla, uzun yıllardan beri çeşitli farmakolojik ajanlar kullanılmıştır. Bu amaçla en yaygın kullanılan ajanlar, diltiazem, papaverin, nitrogliserin, verapamil ve fenoksibenzamindir.
Çalışmamızda koroner bypass cerrahisinde greft olarak kullanılacak radiyal arterlerin çıkarılması esnasında topikal olarak kullanılan diltiazem, papaverin ve iloprostun antispazmotik etkilerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır. Bu amaçla, hastalar biri kontrol grubu olmak üzere, 4 gruba ayrılarak, koroner bypass cerrahisi sırasında greft amacıyla çıkarılan radiyal arterlerin çıkarılmaları esnasında bu üç maddeden bir tanesi topikal olarak uygulandı. Radiyal arter çıkarıldıktan sonra distal ucundan kesilen yaklaşık 2 cm’lik bir segment Krebs-Henseleit fizyolojik solüsyonu içerisinde organ banyosu laboratuarına götürüldü. Preparatlar 15’er dakika ara ile 4 kez Krebs-Henseleit fizyolojik solüsyonu ile yıkandı. Daha sonra sırasıyla 0,2 mililitre 10-4 M, 10-3 M, 10-2 M fenilefrin, 0,2 mililitre 10-6 M, 10-5 M, 10-4 M, 10-3 M, 10-2 M noradrenalin, 0,25 mililitre 67 mM KCl, 0,2 mililitre 10-4 M, 10-3 M, 10-2 M serotonin verilerek kasılma cevapları değerlendirildi ve uygulanan her vazokonstriktör maddeden sonra maksimum kasılma cevabı elde edilince 0,2 mililitre 10-4 M, 10-3 M, 10-2 M asetilkolin verilerek gevşeme cevapları değerlendirildi.
Gruplar içerisinde diltiazem grubunda antispazmotik etki açısından diğer iki gruba göre belirgin bir üstünlük vardı. Ancak en çok dikkati çeken nokta, daha önce topikal antispazmotik olarak kullanılmamış olan iloprostun, bu alanda çok yaygın olarak kullanılan papaverin olan üstünlüğü idi. Serotonine bağlı olan kasılmada her iki ilacın istatistiksel olarak aynı derecede etki göstermesi dışında diğer tüm vazokonstriktif ajanlara karşı iloprost istatistiksel olarak daha iyi yanıt vermiştir. Papaverinin endotel üzerine olan hasarlayıcı etkisi son zamanlarda yapılan çalışmalarla ortaya konulmuştur(49). Buna karşın iloprostun sitoprotektif etkileri bilinmektedir(53).
Sonuç olarak, son zamanlarda periferik oklüziv arteriyel hastalıkların tedavisinde giderek artan bir sıklıkta kullanılmayan başlayan iloprostun, artık yarar-zarar oranı tartışmalı hale gelen papaverine göre iyi bir alternatif olduğu düşüncesindeyiz. Bu konuda yapılacak başka çalışmalarla da konunun ayrıntılı olarak araştırılmasının, kalp cerrahisine yeni antispazmotik ajanların kazandırılmasına yardım edebileceği düşüncesini taşımaktayız.
Submitted by Ramazan Karayel (g1216) on 2021-01-18T11:37:40Z
No. of bitstreams: 1
TEZİM 31-8-05.doc: 903168 bytes, checksum: 459347e01a6a9ad760994887dfc06afb (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Koroner Bypass
Koroner bypass cerrahisinde radiyal arter greftleri üzerine uygulanan diltiazem, papaverin ve iloprostun antisapazmotik etkileri
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1832
2021-03-05T01:00:19Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_209
Yaşar, Bilnur
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı
2021-03-04T11:14:02Z
2021-03-04T11:14:02Z
2005
http://hdl.handle.net/11684/1832
Ani başlangıçlı olmayan monomorfik VT, ani başlangıçlıdan presipite eden RR siklüs kısalması olmadan daha sık oldu, oran olarak daha hızlıydı ve daha düşük ejeksiyon fraksyonlu ıle birlikteydi. .Monomorfik VT’nin ani başlangıçlı olanı , kısa RR intervalinden önçe gelmesi, daha yavaş siklüs uzunluğu ve daha az kötü EF ile karakterizeydi.
Submitted by ÖNDER GÜNGÖR (g1063) on 2021-01-19T08:26:50Z
No. of bitstreams: 1
TEZ BİLNUR 5.doc: 2575872 bytes, checksum: 0b2483c1d428051a8b4c73b09e4c6400 (MD5)
tur
Ventrikül Taşikardiler
Ventrikül taşikardilerinin başlangıç özelliklerinin araştırılması
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1833
2021-03-05T01:00:23Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_202
Akçay, Gülseren
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
2021-03-04T11:14:09Z
2021-03-04T11:14:09Z
2005
http://hdl.handle.net/11684/1833
Bu çalışma Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim Dalı’nda transüretral rezeksiyon (TUR) uygulanacak yaşları 40-73 arasında değişen 44 erkek hasta üzerinde prospektif plasebo kontrollü olarak yapıldı.
Operasyondan 8 saat önce aç bırakılan hastalar rastgele 2 gruba ayrıldı. İndüksiyondan 1 saat önce Grup I’e (n=23) dahil edilen hastalara 16mg lornoksikam oral, grup II’ye (n=21) dahil edilen hastalara ise plasebo oral yolla verildi.
Hastaların, indüksiyon öncesi ve sonrası, entübasyon sonrası, operasyon boyunca (5,10,20,30,40,50. dakika) sistolik (SAB), diastolik (DAB), ortalama (OAB) arteryel basınçları, kalp atım hızı (KAH) ve periferik oksijen satürasyon değerleri kaydedildi. Operasyon boyunca ihtiyaç halinde remifentanyl 0,25gr/kg dozunda intravenöz yoldan verildi. Tüm olguların postoperatif hemodinamik takipleri (SAB, DAB, OAB, KAH ve periferik oksijen satürasyon değeri) ekstübasyon sonrası, 10, 20, 30, 60, 240. dakikalarda kaydedildi.
Ayılma odasında hastalara HKA aleti bağlandı. 100 cc serum fizyolojik içine 200mg tramadol konularak yükleme dozu yapılmadan bolus dozu 20mg, kilitli kalma süresi 20 dakika, 4 saatlik limit 80mg olacak şekilde cihaz programlandı. Analjezik ihtiyacı olduğunda hastalara düğmeye basması söylendi.
Postoperatif 30,60 ve 90. dakikalarda VAS ile hastaların ağrı durumları değerlendirildi. Hastaların postoperatif 4. saat sonunda toplam tramadol tüketimleri kaydedildi. Verilerin istatistiki değerlendirilmesi bağımsız t testi ve non-parametrik veriler için Mann-Whitney U testi kullanılarak yapıldı.
İntraoperatif dönemde hemodinamik verilerde gruplar arasında fark saptanmadı. Postoperatif erken dönemde SAB, DAB,OAB’ da gruplar arasında anlamlı istatistiksel fark saptandı. İntraoperatif narkotik tüketimi gruplar arasında benzerdi. Postoperatif tramadol tüketimi lornoksikam grubunda anlamlı düşük bulundu. VAS ağrı skoru postoperatif 30 ve 60. dakikada lornoksikam grubunda istatistiksel olarak anlamlı düşük bulundu.
Preoperatif olarak verilen oral 16 mg lornoksikamın, postoperatif hasta konforunu arttırdığı ve erken postoperatif dönemde analjezi ihtiyacını azalttığı sonucuna varıldı.
Submitted by Ramazan Karayel (g1216) on 2021-01-19T08:37:40Z
No. of bitstreams: 1
tez .doc: 1575936 bytes, checksum: 57af07653f50766346701d5675f83089 (MD5)
ESOGÜ,Sağlık Bilimleri Enstitüsü
tur
SAB ortalama değerleri
transüretral rezeksiyon yapılan hastalarda preoperatifolarak verilen lornoksikamın erken postoperatif analjezi üzerine etkisi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1934
2021-03-10T01:06:04Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_202
Serbest, Servet
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı
2021-03-09T13:47:40Z
2021-03-09T13:47:40Z
2005
http://hdl.handle.net/11684/1934
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı’na bağlı Nefroloji Bilim Dalı’nda prospektif olarak diyaliz polikliniğinde takip ve tedavi görmekte olan hastalar ile yapılan bu çalışmada 1.gruba (10 E, 12 K) serum albumin düzeyi < 3,5 g/dl veya nPCR <1 g/kg/gün olan malnutrisyonlu ve yaş ortalamaları 46,86 ± 11,23 olan hastalar, 2.gruba serum albumin düzeyi >3,5 g/dl veya nPCR >1 g/kg/gün olan (14 E, 8 K) malnutrisyonu olmayan ve yaş ortalamaları 50,40 ± 8,79 olan hastalar alındı. Hasta gruplarının yaş sınırlaması 25-65 yıl olarak belirlendi. Hastalar en az 6 aydır hemodiyaliz veya periton diyalizi tedavisi alıyorlardı. 3.Grup olan kontrol grubuna yaş ve cinsiyeti hasta grubuna uyumlu 20 normotansif (10 E, 10 K) ve yaş ortalamaları 47,95±7,18 olan sağlıklı birey alındı.
Gruplar arasında başlangıçta bakılan parametrelerden CRP, trigliserit, total kolesterol, LDL ve homosistein düzeyleri yönünden anlamlı bir fark saptanmadı. HDL ve malondialdehit düzeylerinde ise gruplar arasında anlamlı fark vardı.
Daha sonra 1.gruba N-asetilsistein (NAC) eff. tablet 2x600 mg, 2 ay süreyle verildi. Bu hastalardan 8’i HD, 14’ü PD hastasıydı. Bu 2 aylık dönem içinde hastaların Kt/V oranlarında anlamlı değişiklik olmadı. 2 ay sonra tekrar bakılan CRP düzeyleri, trigliserit, total kolesterol, HDL, LDL, homosistein ve malondialdehit düzeylerinde gruplar arasında anlamlı bir fark saptanmadı. NPCR, albumin, total protein düzeylerinde ise gruplar arasında anlamlı fark saptandı.
Bir antioksidan ajan olan NAC ile, diyaliz hastalarının beslenme parametrelerinde 2 aylık kısa bir süre içinde anlamlı artışlar elde edildi. Bu sonuçlar diyaliz hastalarında antioksidan tedavinin önemi ve NAC’ın antioksidan etkinliğini göstermesi açısından önemli kabul edildi.
Submitted by Ramazan Karayel (g1216) on 2021-01-19T08:48:33Z
No. of bitstreams: 1
tez.doc: 1201152 bytes, checksum: 4ff8f98087a5a0aaa6d5dfea1174faf8 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Trigliserit
Diyaliz hastalarında N-asetilsistein'in antioksidan etkinliği ve nutrisyonel parametrelere etkisi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1933
2021-03-10T01:06:04Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_202
Öz, Yasemin
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı
2021-03-09T13:46:24Z
2021-03-09T13:46:24Z
2005
http://hdl.handle.net/11684/1933
Son yıllarda çeşitli nedenlerle immündüşkün hasta popülasyonu artışı ile orantılı olarak fırsatçı mantar infeksiyonlarının görülme sıklığında da artış saptanmaktadır. Sistemik fungal infeksiyonlar yüksek oranda mortalite ve morbiditeye yol açmaktadırlar. En sık etkenler Candida ve Aspergillus türleridir. Kullanılan ilaçların dar spektrumu, toksisitesi, tolere edilebilme güçlüğü ve dirençli suşların ortaya çıkması nedeniyle tedavi genellikle zordur. Özellikle tek ilaç tedavisine cevap vermeyen hastalarda ya da dirençli suşların varlığında kombinasyon tedavisi düşünülebilir.
Bu çalışmada 30 C.albicans suşuna karşı, klasik antifungal ajan amfoterisin B ile en sık kullanılan antifungal flukonazol ve azol grubunun yeni üyelerinden olan vorikonazolün tek başlarına ve ikili kombinasyonlarında aktiviteleri değerlendirildi. Test edilen suşlara karşı üç antifungalin hem broth mikrodilüsyon hem de E test yöntemi ile MİK değerleri saptandı ve testler arasındaki tutarlılık değerlendirildi. AmB+FLU ve AmB+VOR kombinasyonlarında ilaç etkileşmelerini değerlendirmek için checkerboard broth mikrodilüsyon ve E test yöntemleri kullanıldı.
Test edilen tüm suşlar her iki yöntemle de flukonazole duyarlı bulundu. Broth mikrodilüsyon ve E test yöntemi ile elde edilen MİK aralığı sırasıyla amfoterisin B için 0.125-0.5 ve 0.016-0.25 g/ml, flukonazol için 0.125-1.00 ve 0.032-1.00 g/ml, vorikonazol için 0.008-0.062 ve 0.003-0.016 g/ml saptandı. Testler arasındaki tutarlılık amfoterisin B, flukonazol ve vorikonazol için sırasıyla %83.3, %96.6 ve %96.6 olarak bulundu.
AmB+FLU kombinasyonunda checkerboard yöntemi ile %3.3 sinerji ve %96.6 etkisizlik, E test yöntemi ile %6.6 sinerji, %13.3 antagonizma ve %80 etkisizlik saptandı. İki yöntem arasındaki tutarlılık %76.6 idi. AmB+VOR kombinasyonunda her iki yöntemle %6.6 sinerji ve %93.3 etkisizlik gözlendi. Bu kombinasyonda testler arası tutarlılık %86.6 idi.
Sonuçlarımıza göre, kombine veya tek başına antifungal etkinliği saptamada E test yöntemi, broth mikrodilüsyon ve checkerboard yöntemlerine alternatif olabilir. Düşük oranlarda sinerji ve antagonizma saptanmasına karşı, amfoterisin B ve azollerin kombinasyonunda ilaçlar sıklıkla birbirlerinden etkilenmediler.
Submitted by Ramazan Karayel (g1216) on 2021-01-19T09:00:34Z
No. of bitstreams: 1
tez.doc: 2169856 bytes, checksum: 2a5485f8fcd079c367bcfc2074404aaa (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Candida
Candida albicans izolalarında amfoterisin B ile flukonazol ve vorikonazol kombinasyonlarının in vitro etkisi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1931
2021-03-10T01:06:05Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_202
Ardıç, Nazan
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı
2021-03-09T13:43:11Z
2021-03-09T13:43:11Z
2005
http://hdl.handle.net/11684/1931
Erken tanının yararlarının bilinmesine rağmen servikal kanser önemli bir kadın sağlığı problemi olmaya devam etmektedir. Çoğu ülkede mali kısıtlılıklar altında sitoloji tabanlı bir tarama programı oluşturmak ve kısıtlı alt yapıyla bunu sürdürmek zordur. Sitolojik taramaya alternatif olabilecek daha basit tarama metotlarıyla ilgili çalışmalar bu metotların dünyanın en gelişmemiş bölgelerinde dahi kullanılabileceğini göstermiştir. Çalışmamız Türkiye’de servikal kanser ve öncül lezyonlarını tarama çalışmaları açısından bazal bilgi elde etmek ve uygun tarama testi ve koşullarını belirlemek amacıyla planlanmıştır.
Eskişehir Alpu ilçesinde ikamet eden 513 kadında klinik bulgular, sitoloji, asetik asitle görsel değerlendirme ve dijital kolpografi yöntemleriyle servikal neoplazi preinvaziv lezyonları taranmıştır. Tarama sonucunda 125 kişide (%24.4) tarama testlerinden en az birisi pozitif saptanmıştır. Pozitif saptanan bireyler kolposkopik inceleme için kliniğe çağrılmış ve 84 kişi (167.8) başvurmuştur. Kolposkopik değerlendirme yapılan 77 kişinin 39’unda anormallik saptanmış, 40 kişiden biyopsi alınmış ve 9 kişide servikal intraepitelyal lezyon tespit edilmiştir. Asetik asit ile görsel değerlendirme ve klinik sensitivitesi, pap spesifisitesi ve pozitif prediktif değeri en yüksek test olarak gözlenmiştir. Farklı yaş gruplarında testlerin özelliklerinde ve katılımcı sayısında değişiklikler izlenmiştir. Menopozda olma ve olmama durumuna göre test özelliklerinde farklılıklar saptanmıştır. Testlerin paralel uygulanmalarında sensitivitede artma izlenmiş, görsel değerlendirme ve sitoloji kombinasyonlarının farklı vakaları belirlediği gözlenmiştir.
Submitted by Ramazan Karayel (g1216) on 2021-01-19T09:18:51Z
No. of bitstreams: 1
TEZ-N ARDIÇ.doc: 4099072 bytes, checksum: ffae6c8c44e3f2de1eddd560af855967 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Menopoz
Serviks neoplazilerinin taranmasında kilinik bulgular, sitolojisi, asetik asitle görsel değerlendirme ve dijital kolpografi yöntemlerinin etkinliğinin araştırılması
physicsThesis
MToxMDB8Mjpjb21fMTE2ODRfODV8Mzp8NDp8NTpkaW0=