2024-03-28T17:57:23Z
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/oai/request
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/335
2016-03-09T01:00:10Z
com_11684_124
com_11684_16
com_11684_2
col_11684_133
Afganistan’a yapılan dış müdahaleler ve ülkede bitmeyen etnik meseleler
Chaqmaq, Qudratullah
Köremezli, İbrahim
ESOGÜ, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler
11 Eylül Sonrası Afganistan
Afganistan Etnik Yapısı
Afganistan’da İç Savaş
Taliban
Afghanistan After September 11
Ethnic Structure of Afghanistan
Domestic Conflicts in Afghanistan
Bu tez Afganistan’da etnik gruplar arasındaki ihtilaflar ile dış müdahaleler arasındaki ilişkiyi incelemektedir. Bu doğrultuda 1979 yılındaki SSCB'nin Afganistan müdahalesinden günümüze kader Afganistan’da etnik gruplar arasındaki sorunlar ve bu sorunların kaynakları tartışılmıştır. Birincibölüm Afganistan’ın idari yapısı ve bu idari yapının hangi esasa göre tesis edildiğini açıklamaktadır. Afganistan’da yaşayan pek çok etnik grup bulunmakta ve bu etnik gruplar farklı bölgelerde yoğunlaşmaktadır. Bu durumun da idari yapı üzerinde etkisi bulunmaktadır. İkinci bölümdeAfganistan’ın etnik yapısı üzerinde durulmuş; etnik grupların özellikleri, tarihleri ve birbirleri ile münasebetleriincelenmiştir. Üçüncü bölümAfganistan’a yapılan dış müdahalelerin etnik gruplar üzerindeki etkilerini tartışmıştır. Bu bölümde ayrıca iç savaşın çıkışıve iç mücadelelerin etnik gruplar arasındaki ilişkiler üzerindeki olumsuz etkileri incelenmiştir. Dördüncü bölümde ise11 Eylül sonrası Afganistan’da kurulan yeni hükümet ve yeni anayasanın etnik gruplar arasındaki sorunların giderilmesi ve ulusal bir devletin inşası konusundaki etkileri üzerine bir sonuca ulaşmak için çaba harcanmıştır.
This thesis tries to explain the relations between the ethnic problems and foreign interventions in Afghanistan. From the Soviet invesion of Afghanistan in 1979 up to present the ethnic conflictsand their core reasons have been discussed. In the first chapter, the administrative structure of Afghanistan has been clarified. In the second chapter, ethnic composition of Afghanistan is explained, and historical evolution of ethnic groups and their current political and social peculiarities have been elaborated. In the third chapter, foreign interventions into the country and their very impacts on the ethnic groups have been analyzed. The unending civil war is also discussed in this chapter. Fourth chapter is on the post 9/11 events and the American invesion of Afghanistan. This chapter concentrates on the problems of establishing a sovereign national Afghan state and possibility of finding a solution for ethnic problems in Afghanistan.
2016-03-08T09:39:09Z
2016-03-08T09:39:09Z
2016-03-08T09:39:09Z
2015
masterThesis
http://hdl.handle.net/11684/335
tur
info:eu-repo/semantics/embargoedAccess
ESOGÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/435
2016-06-21T00:00:12Z
com_11684_124
com_11684_16
com_11684_2
col_11684_133
Egemenlik-koruma sorumluluğu ilişkisi ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin koruma sorumluluğu tespitindeki rolü
Yıldırım, Şafak Beren
Çakmak, Cenap
ESOGÜ, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler
Uluslararası Hukuk
Egemenlik
Koruma Sorumluluğu
Uluslararası Ceza Mahkemesi
International Law
Sovereignty
Responsibility to Protect
International Criminal Court
Tarih yıllar boyunca korkunç suçlara tanık olmuĢ ve hak ihlalleri karĢısında yeteri kadar adaleti sağlayamamıĢtır. Soğuk SavaĢ dönemi ile birlikte 50 yıllık pasif bir süreçten sonra 160 ülkenin katılımı ile beraber ilk daimi mahkeme kurulmuĢtur. Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) 20. yüzyılın sonunda kurulmuĢ ve daha çok 21. yüzyılda etkili olan ortak küresel taahhüdün bir ürünüdür.
Ġkinci Dünya SavaĢı ile birlikte Nuremberg ve Tokyo Mahkemeleri kurularak sistemde bir örnek oluĢturulmuĢtur. “uluslararası” bir ceza mahkemesi olmasından dolayı çok büyük önem taĢımaktadır. Uluslararası sistemdeki değiĢik bölgesel güçlerin varlığı, sistemde tüm devletlerin uyacağı ortak evrensel hukuk çerçevesine uyup uymamalarından kaynaklanan denge rejimi için Uluslararası Ceza Mahkemesi gerekli ve önemli bir organdır.
Özellikle 21.Yüzyılda insan haklarının daha çok sorgulanmaya baĢlanması ile insanlığa karĢı suçların yargılanması talepleri uluslararası toplulukta artmıĢ bu durum dolaylı yoldan UCM‟yi baĢvurulacak önemli bir organ kılmıĢtır. Dolayısı ile birçok farklı bölgesel devletin bir arada aynı anarĢik sistem altında gerek hükümetler arası gerek uluslararası örgütler çerçevesinde sağlamaya çalıĢtıkları bu düzende UCM caydırıcılık rolü üstlenmeyi amaç edinmiĢtir.
Özellikle Kuvvet Kullanma olgusunun 1990‟larda uluslararası sistemde yetersiz kalmasıyla 2000‟li yıllarda acil müdahalenin kapısını açacak, yani BirleĢmiĢ Milletler Güvenlik Konseyi‟nin iznine gerek duymadan müdahale yolunu açan ve uluslararası hukukta egemenlik kavramına yeni bir anlam katan Koruma Sorumluluğu olgusu ortaya çıkarılmıĢtır. Diğer bir deyiĢle, yapılan insani müdahalenin BMGK izni olmadan meĢrulaĢtırılması durumu ortaya çıkmaktadır.
UCM bu doğrultuda üstlendiği rol ile Koruma Sorumluluğu olgusunu bağımsız bir ceza mahkemesi olarak devletlerin vatandaĢlarını korumasında etkili bir rol oynamayı amaçlamıĢtır. Devletler Hukuku ve uluslararası anlaĢmalarda somut bir bağlayıcılığı olmayan, BMGK‟nin kendi rolü olarak üstlendiği Koruma Sorumluluğu olgusunda Uluslararası Ceza Mahkemesi‟ne de atıflarda bulunmaktadır.
History has become witness to horrible crimes throughout the years and could not be just enough towards these crimes for violations of rights. First permanent court for crimes was settled by the participation of 160 countries after a very passive period which Cold War has brought into the international system. The International Criminal Court (ICC) was established at the end of 20.century and became more effective in the 21.century as a product of a common global commitment. The establishment of Nuremberg and Tokyo Courts in conjunction with the Second World War set a precedent to the system. ICC has consequential value in the sense of being international.
Particularly, in 21.century with the examination thoroughly of the human rights more have made ICC greater extent competent and important. Hence, ICC assuming the role of deterrence where many different regional powers move on under the same anarchic system with trying to ensure a common framework with the support of governments and international organizations has been supported by all of actors. In accordance with the role assumed by Criminal Court seeks more states to be part of The Criminal Court. For that purpose, The Criminal Court is located in the heart of the global movement to suppress impunity. Thus the ICC, as an independent mechanism than The United Nations especially get involves where any state is not adequate for judgment in itself. At this stage the ICC takes part in issue to provide peace and justice. The absence of central authority, separations and internal conflicts can be utilized in return of colonialism. In other words, mostly human right abuses and lack of authorities can explain the presence of current African cases in ICC. Moreover, Georgia and South Korea cases are currently being followed which shows the effort of ICC to be more universal throughout the world.
The ICC has established with a structure of bottom-up. In this sense, states are the first responsible and concessionaire bodies. Thus, no solution can be found unless states give commitment to work in common framework. States that are composing the majority of the world‟s population are not party to the ICC. However, the ICC would be able to expand its jurisdiction with the support of party states and weaken the basis of new possible crimes in the system.
2016-06-20T11:55:01Z
2016-06-20T11:55:01Z
2016-06-20T11:55:01Z
2015
masterThesis
http://hdl.handle.net/11684/435
tur
info:eu-repo/semantics/embargoedAccess
ESOGÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/888
2017-01-11T01:00:16Z
com_11684_124
com_11684_16
com_11684_2
col_11684_133
Uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden sorunlarda kuvvet kullanma : Nato’nun Kosova müdahalesi örneği
Yıldırım, Yusuf
Özman, Alper
TR35351
ESOGÜ, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler
Uluslararası Barış ve Güvenlik
Kosova
Nato
Uluslararası hukukta kuvvet kullanma ve kuvvet kullanmanın hangi kurum
veya aktör tarafından nasıl ve ne şekilde gerçekleşeceği geçmişten günümüze
tartışılagelen konulardan birisi olmuştur. Bu çalışmada, uluslararası hukukta kuvvet
kullanmanın geçmiş çağlardan günümüze nasıl gerçekleştiği, hangi durumlarda yasak
veya meşru olduğu incelenmiştir. Kuvvet kullanma konusunda temel normları
düzenleyen BM örgütünün kuvvet kullanmaya bakışına örnek olaylar üzerinden
kısaca değinilip, örgütün kuvvet kullanmayı düzenleyen hükümleri analiz edilmiştir.
BM, uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden ve taraflar arasında meydana
gelebilecek uyuşmazlıkların çözümü hususunda, kuvvet kullanma görevini, NATO
gibi askeri ittifaklara devretmiştir. Bu bağlamda, uluslararası bir savunma ittifakı
olan NATO, BM Güvenlik Konseyi’nin verdiği yetki sayesinde kuvvet
kullanabilmektedir.
Bu çalışmada, ayrıca, NATO’nun kuruluşu ve genel yapısı incelenmiş, kuvvet
kullanma bağlamında BM Güvenlik Konseyi ile ilişkisi ele alınmış, NATO’nun
Soğuk Savaş öncesi ve Soğuk Savaş sonrasında izlemiş olduğu stratejik konsepte
değinilmiştir. Ayrıca Soğuk Savaş dönemi sonrası Sovyetler Birliği’nin dağılması
neticesinde varlığı tartışılan ittifakın, bünyesine yeni üyeler katarak gerçekleştirdiği
genişleme süreci ve ittifakın alan dışı faaliyetleri incelenmiştir. Soğuk Savaş sonrası dönemde, Balkanlarda, Sovyetler Birliği’nin dağılmasını
takiben oluşan süreçte, etnik çatışmalar ve ülkelerin bağımsızlık mücadeleleri
sonucunda bir kaos ortamı meydana gelmiştir. Kosova’da 1999 yılında yaşananlar da
bu kaosun bir sonucudur. Değişen uluslararası sistemde, NATO, Yugoslavya Federal
Hükümeti’nin sebep olduğu insani drama son vermek için Kosova’ya müdahalede
bulunmuştur. NATO’nun Kosova’ya müdahalesinin, uluslararası sistemde güvenlik
anlayışına nasıl etki ettiği ve bu müdahalenin uluslararası hukuka aykırı olup
olmadığı meselesi incelenmiş ve NATO’nun güvenlik anlayışında günümüze kadar
geçirdiği evreler de analiz edilmiştir.
The use of force in international law, and by which institution or actor, and
how and in what way the use of force will take place, is one of the discussed issues
from the past to present. In this study, how the use of force in international law
occurs from ancient times to the present day, and in which cases the use of force is
prohibited or legitimate, were investigated. The view of The UN organization, which
regulates fundamental norms about the use of force, and its regulated rules about it,
were analyzed by referring examples briefly. UN assigned the use of force duty to
military alliances as like NATO to the solution of threatening international peace and
security between parties from the aspect of disputes that may occur. Concardantly,
NATO, which is an international defense alliance, can use force thanks to the given
authority from The UN Security Council.
In this study, also, the establishment and the general structure of the NATO
have been examined, and its relation with the The UN Security Council has been
handled in the context of the use of force, and also NATO’s strategic concept, which
is followed in the pre and post Cold War, has been mentioned. Besides, the
enlargement process of the alliance, which its existence discussed as a result of the
dissolution of The Soviet Union, and the off-site activities of this alliance have been
investigated. A chaos enironment occured as a result of the ethnic identity conflicts and
the independence struggles after the Cold War in the Balkans following the breakup
period of The Soviet Union. What happened in Kosovo is a result of this chaos in
1999. NATO decided to put an end to the humanitarian tragedy performed by The
Federal Yugoslavian Goverment in Kosovo according to the changes in the
international system. How the intervention of NATO’s in Kosovo changed the
concept of security understanding in the international system, and whether this
intervention was against to international law has been examined, and the phases of
the security understanding of the NATO were analyzed from the past to the present
as well.
2017-01-10T06:52:02Z
2017-01-10T06:52:02Z
2017-01-10T06:52:02Z
2014
masterThesis
http://hdl.handle.net/11684/888
tur
info:eu-repo/semantics/embargoedAccess
ESOGÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1051
2017-07-13T00:00:47Z
com_11684_124
com_11684_16
com_11684_2
col_11684_133
Orta Asya’da güvenliğin sağlanmasında Kazakistan’ın rolü
Gurbandurdyyeva, Gunesh
Duran, Hasan
ESOGÜ, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler
Kazakistan
Orta Asya
Sovyet Birliği'nin çöküşü yeni bağımsız devletlerin ortaya çıkmasıyla
sonuçlanmıştır. Bağımsızlığını yeni kazanan devletler güvenlik sorunları ile
karşılaşırken aynı zamanda kendi yönetim türlerini şekillendirme ve kendi
politikalarını izleme fırsatı yakalamıştır. Kazakistan bağımsızlığını kazanan ülkeler
arasında kendi ayakları üzerinde hızla yükselmeyi başarmıştır. Kazakistan Sovyet
Birliği'nin nükleer mirasından kurtularak ve çok taraflı politika izleyerek komşuları
ile olan sınır sorunlarını çözebilmiştir. Bu politikalar, diğer ülkeler ile dostane
ilişkilerin korunmasına ve uluslararası ve bölgesel örgütlere katılmada Kazakistan’a
yardımcı olmuştur. Ayrıca Kazakistan'ın dış politikası, ülkeyi dünyada barış ve
istikrarın bir destekçisi olarak sunmuştur.
Bu tez, 1991 yılı sonrasında bölgesel güvenliği sağlamak amacıyla
oluşturulan organizasyonları ve bunların faaliyetlerini analiz etmektedir. Bununla
birlikte Kazakistan’ın bu örgütlerdeki faaliyetleri de incelenmiştir. Bu araştırma, Orta
Asya’da güvenliğin sağlanmasında Kazakistan’ın rolünü ve Kazakistan’ın dünyada
olumlu bir imajının olup olmadığını ve bölgesel bir güç olarak tanınıp tanınmadığını
araştırmayı amaçlamaktadır.
The collapse of the Soviet Union has resulted in the emergence of several
new independent states. These states had the opportunity to form their own regimes
and pursue their own policies while facing security problems. Among the new
independent countries, Kazakhstan has succeeded to rise rapidly on its own feet.
Kazakhstan was able to solve border issues with its neighbors by applying
multilateral policies and disengaging the nuclear inheritance of the Soviet Union.
These policies have helped Kazakhstan to develop friendly relations with other
countries and to take part in international and regional organizations. In addition,
Kazakhstan’s foreign policy has presented the country as the promoter of peace and
the stability in the world.
This thesis analyzes the organizations which are established after 1991 in
order to provide regional security and their activities. Moreover, the activities of
Kazakhstan in these organizations are also analyzed. This study aims to analyze the
role of Kazakhstan in providing security in Central Asia and whether Kazakhstan has
a positive image in the world and is known as a regional power or not.
2017-07-12T05:25:37Z
2017-07-12T05:25:37Z
2017-07-12T05:25:37Z
2016
masterThesis
http://hdl.handle.net/11684/1051
tur
info:eu-repo/semantics/embargoedAccess
ESOGÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1118
2017-11-17T01:01:36Z
com_11684_124
com_11684_16
com_11684_2
col_11684_133
Devlet-içi çatışma analizi : Chavez ve Maduro dönemlerinde Venezuela’da politik çatışmalar
Dinçer, Deniz Pelin
Özçelik, Ali Onur
TR59663
ESOGÜ, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler
Politik Çatışma
Sosyal Çatışma
Chavez
Petro-Devlet
Political Conflict
Social Conflict
Petro-State
Dünyanın kanıtlanmış en büyük ham petrol rezervine sahip Venezuela’da,
petrol gelirleri, tarih boyunca ülkenin hem ekonomik hem de siyasi gelişmelerinde
önemli rol oynamıştır. 1958 yılında Punto Fijo Paktını imzalayan ülke elitleri,
seçimleri kimin kazandığına bakmaksızın, petrol gelirlerini kendi aralarında
paylaşmışlar, böylece ülkede petrol gelirlerinin paylaşılamaması üzerine ortaya
çıkabilecek olası çatışmaların önüne geçmişlerdir. Ancak 1998 yılında Hugo
Chavez’in ülke başkanı olarak seçilmesi bu 40 yıllık dönemi sona erdirmiştir. Hugo
Chavez, ülkedeki petrolü kamulaştırmak suretiyle petrol gelirlerini Punto Fijo
elitlerinden almıştır; böylece Venezuela’da 1998 yılında başlayan ve halen devam
eden politik çatışma ortaya çıkmıştır.
Bu çalışmanın amacı, Venezuela’da uzun yıllardır devam eden devlet-içi
çatışmalar üzerine vaka çalışması metodunu kullanarak kapsamlı bir analiz yapmaktır.
Söz konusu çatışmaların faktörleri üzerine literatürdeki baskın görüş çatışmanın
toplumsal kutuplaşmaları içeren sosyal bir çatışma olduğu görüşüdür. Bu çalışmada
ise çatışmanın sosyal değil, çevresel faktörleri (petrol gelirleri) içeren politik bir
çatışma olduğu sonucuna varılmıştır.
Venezuela has the world's largest proven crude oil reserves. Oil revenues has
played an important role in both economic and political development of the country.
The country's elite, who signed the Punto Fijo pact in 1958, shared the oil revenues
among themselves, regardless of who won the elections, thus avoiding possible
conflicts that could arise as a result of the oil revenues not being shared in the country.
However, the election of Hugo Chávez as the country's president in 1998 ended the
40-year period. By expropriating the oil in the country, Hugo Chávez took the oil
revenues from the hands of the Punto Fijo elites, thus the political conflict in
Venezuela has started in 1998 and to today it still continues.
The aim of this work is to conduct a comprehensive analysis of long-standing
intra-state conflicts in Venezuela by adopting case study methodology. The dominant
opinion in the literature claims that the ongoing Venezuelan conflict has social factors
like social polarization, ergo it is a social conflict. However, according to the results
of this analysis, the conflict in the country is political and has different political and
environmental factors like oil revenues.
2017-11-16T11:59:34Z
2017-11-16T11:59:34Z
2017-11-16T11:59:34Z
2017
masterThesis
http://hdl.handle.net/11684/1118
tur
info:eu-repo/semantics/openAccess
ESOGÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1266
2018-01-10T01:00:29Z
com_11684_124
com_11684_16
com_11684_2
col_11684_133
Suriyeli mültecilerin siyasal söylemdeki yeri (2011-2016) Türkiye örneği
Çim, Ece
Koca, Burcu Toğral
ESOGÜ, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler
Söylem
Göç
Söylem Analizi
Suriyeli Mülteciler
Discourse
Migration
Discourse Analysis
Syrian Refugees
Sosyal bilimlerde son yıllarda çalışılan bir alan olarak söylem analizi, bilgi ve gerçekliğin üretimi noktasında iktidar ilişkileri ile bağlantılıdır. Günümüzde iktidarın elinde bulundurduğu söylem gücü yoluyla sosyo-ekonomik, kültürel ve siyasal ilişkilerin üretimi ve tekrar üretimi mümkündür. Son yıllarda Suriye İç Savaşı’ndan kaçarak Türkiye’ye sığınan mültecilerin siyasi arenada gerek parti programları gerekse seçim propagandaları yoluyla özneleştirildiği gözlemlenmektedir. Bu çalışmanın odak noktasını Suriyeli mülteciler üzerine üretilmiş siyasal söylemler oluşturmuş olup bu çalışmada multidisipliner bir tez olarak dilbilimsel bir söylem analizinden çok söylem ve pratiğin uyumunun irdelenmesi ön planda tutulmaktadır. Bu bağlamda daha çok Foucauldian analizden yararlanılarak, siyasal aktörlerin kullandıkları söylem öznesi ile pratikte Suriyeli mültecilerin özneleşme sürecinin birbiri ile paralelliği incelenmektedir.
Tez içerisinde ileri sürülen tartışmalar üç aşamada şekillenmektedir: ilk aşama; söylem ve söylem analizi hakkında kavramsal çerçevenin, kullanılan terimlerin kuramsal altyapı ile kurgulanması; ikinci aşama; Suriyeli mültecilerin göç etme sürecini kavrama açısından Suriye İç Savaşı’nın kısa tarihsel arka planı akabinde, Suriyeli mültecilere yönelik sosyal ve hukuki düzenlemelerin ortaya konulması; son aşamada ise bu çalışmanın siyasal söylem üzerine analiz kısmını oluşturan hâlihazırda politikalarını icra etme gücü olan partilerin öncelikle milletvekilleri ile yapılan mülakatlara, devamında parti programlarına, seçim propagandalarına, TBMM tutanaklarına, medyada verilen konu hakkındaki demeçlerine yer verilmesi ve pratikteki özne konumlarının incelenmesi şeklindedir. Genel olarak bu tez üç ana fikir üzerine yoğunlaşmıştır. Birincisi, bilgi-iktidar ilişkileri söylemlerle güçlendirilir ve tekrar tekrar üretilerek yerleşmiş pratikler olarak karşımıza çıkmaktadır. İkinci olarak, son yıllarda Suriyeli mülteciler siyasal söylemlerle yoğun bir şekilde özneleştirilmektedirler. Son olarak, Suriyeli mülteciler üzerine yapılacak bir söylem analizi, pratiklerin ve siyasal söylemin paralelliklerinin/karşıtlıklarının incelenmesi şeklinde kurgulanmalıdır.
Discourse analysis as one of the most studied issues of social sciences these days is related to power relations in terms of production of information. The production and the reproduction of the socio-economic, cultural and political relations are possible today through political leaders’ power of discourse. Over the last few years Syrians taking refugee in Turkey are used as subjects in political parties’ programs and electoral campaigns. Then, the present multi-disciplinary study concerns political discourses produced in Turkey regarding Syrian refugees. It focuses on the coherence between parties’ rhetoric and practice instead of a linguistic analysis of political discourses. We used particularly Foucauldian analysis in order to understand the connection between the rhetoric used for the subject by political figures and the subjectivity process of Syrian refugees. For this purpose, we firstly set up the conceptual framework on discourse and discourse analysis by taking into consideration the theoretical bases of used terms. Secondly, following the description of the historical background of the Syrian civil war, social and legal regulations regarding Syrian refugees in Turkey were introduced to understand Syrian migration process. At last, the statements of political parties in the Assembly and speeches of their leaders, having the power and the ability to produce politics were examined to view the “subject” Syrian refugee in their agenda, elections campaigns, Parliamentary minutes, and in politics press releases. Briefly, this study focuses on three main points: Firstly, information-power relationships can be strengthened through discourses that produce and reproduce these relationships as established practices. Secondly, the subjectivity process of Syrian refugees emerges through political discourse. Finally, the discourse analysis about Syrian refugees can be realized by examining convergence and divergence between political discourses and practice.
2018-01-09T07:46:19Z
2018-01-09T07:46:19Z
2018-01-09T07:46:19Z
2017
masterThesis
http://hdl.handle.net/11684/1266
tur
info:eu-repo/semantics/embargoedAccess
ESOGÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1284
2018-02-07T01:00:18Z
com_11684_124
com_11684_16
com_11684_2
col_11684_133
Türkiye’de göç ve biyopolitika : Iraklı mülteciler örneği
Çıngır, Ömer Faruk
Erdağ, Ramazan
ESOGÜ, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler
Göç
Politika
Biyopolitika
Iraklı Mülteciler
Migration
Politics
Biopolitics
Iraqi Refugees
Bu çalışmada Türkiye’deki Iraklı mülteciler örneği üzerinden biyopolitika ve devlet ilişkisi irdelenmeye çalışılmıştır. Bu noktada öncelikle biyopolitika kavramı üzerindeki farklı tanımlar ve tartışmalar ele alınmış, ardından biyopolitika kavramının göç uygulamaları içerisindeki yeri, göçmenlere karşı uygulanan biyopolitik önlemler ve göç-biyopolitika ilişkisi tartışılmıştır. Türkiye’nin göç rejimi ve tarihi, Türkiye’deki göç müktesebatı post pozitivist bir bakış açısıyla ve içerik analizi, söylem analizi metotlarıyla incelenmiş, Türkiye’deki göç uzmanları ve Iraklı mültecilerle birebir gerçekleştirilen mülakatlarla çalışmanın nesnel yönü güçlendirilmiştir. Sonuç bölümünde mülakatlarda elde edilen sonuçlar analizlerle karşılaştırılarak Türkiye’de hali hazırda uygulanmakta olan göç uygulamaları ve müktesebatı tahlil edilmeye çalışılmış ve bu politikaların göçmenlerde nasıl karşılık bulduğu mülakatlarla anlaşılmaya çalışılmıştır. Çalışma hem nitel hem de nicel yöntemleri kullanarak post-pozitivist ve yorumsamacı bir paradigmayla kavramları ele almayı hedeflemektedir.
In this study, the relation between biopolitics and the state was examined through the case of Iraqi Refugees in Turkey. At this point, firstly, different definitions and debates about biopolitics were discussed. After that, the concept of biopolitics place within migration practices, biopolitical precautions against immigrants/refugees and migration-biopolitics relation were challenged. Turkey’s migration regime and history, along with the migration acquisitions in Turkey, were examined by using content analysis, discourse analysis with post-positive perspective. Also, the objectivity of the study was strengthened via interviews in which both the migration experts in Turkey and Iraqi refugees participate. In the conclusion section, the results of interviews and the analyses were compared and thereby an effort was made to resolve and explain the current migration practices and acquisitions in Turkey. To sum up, this study aims to deal with the post-positively and hermeneutical paradigm through using both qualitative and quantitative methods.
2018-02-06T07:09:04Z
2018-02-06T07:09:04Z
2018-02-06T07:09:04Z
2016
masterThesis
http://hdl.handle.net/11684/1284
tur
info:eu-repo/semantics/openAccess
ESOGÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1300
2018-02-09T01:00:15Z
com_11684_124
com_11684_16
com_11684_2
col_11684_133
Uluslararası hukukta kuvvet kullanımının değişen içeriği : Gürcistan, Ukrayna ve Filistin olayları
Eroğuz, Esra
Çakmak, Cenap
ESOGÜ, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler
Meşru Müdafaa Hakkı
Silahlı Saldırı
Doğal Hak
Gürcistan
Ukrayna
Filistin
The Right of Self Defense
Armed Attack
Natural Right
Georgia
Ukraine
Palestine
Birleşmiş Milletler Antlaşmasının kabulü ile birlikte devletlerin kuvvet kullanması ve kuvvet kullanma tehdidinde bulunması yasaklanmıştır. BM Antlaşması sadece bireysel ve müşterek meşru müdafaa durumlarında kuvvet kullanımına izin vermiştir. Bu çerçevede meşru müdafaa hakkı antlaşmanın 51. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddede yer alan silahlı saldırı ve doğal hak kavramlarının devletler tarafından geniş ve dar yorumlanması neticesinde meşru müdafaa hakkının içeriği de değişmiştir. Diğer yandan, savaşların biçim değiştirmesi ve bireye verilen önemin artması sonucu yeni düzenlemeler ortaya çıkmıştır. Bu düzenlemeler; önleyici meşru müdafaa, insani müdahale, koruma sorumluluğu ve devlet vatandaşlarının ülke dışında korunmasını içermektedir.
Bu çalışma, meşru müdafaanın değişen içeriği sonucu ortaya çıkan bu düzenlemeleri incelemektedir. Her düzenlemenin içeriği ve örnekleri ele alınmaktadır. Ayrıca bu çalışma, Gürcistan- Rusya, Ukrayna- Rusya ve Filistin- İsrail olay incelemelerini meşru müdafaa çerçevesinde analiz etmektedir. Bunu yaparken, özellikle devletlerin müdahale gerekçeleri üzerinde durmakta, meşru olmayan durumları belirtmekte ve uluslararası toplumun tepkisini incelemektedir. Bu tez, uluslararası toplumun tepkisini ele alarak meşru olmayan durumların uluslararası topluma nasıl kabul ettirildiğini ortaya koymaktır. Ayrıca sonuç bölümündeki dört tablo tezin planını da ortaya koymaktadır. Her olay incelemesi müdahale gerekçeleri, meşru olmayan durumlar ve uluslararası toplumun tepkisi çerçevesinde analiz edilmektedir.
With the acceptance of United Nations treaty, it is forbidden for states to use and threat to use of force. UN treaty allows the use of force only in case of individual and collective self defense. In this framework, the right of self defense is regulated in treaty’s article number 51. In order not to result in any misinterpretation by states, the concepts of the right of self defense also subject to change. On the other hand, as a result of changing format of war and increased emphasis on the individual new regulations have emerged. These regulations include preventive self defense, humanitarian intervention, responsibility to protect and the protection of citizens abroad.
This study examines the regulations emerging as a result of the changing content of self defense. Each regulation of content and examples are discussed. Furthermore, this study has analyzed Georgia- Russia, Ukraine- Russia and Palestine- Israel case studies in the framework of self defense. By analyzing the cases, the study focuses on the reasons for the intervention of the states, noting illegitimate situations are made to be accepted by international community by addressing the responses of them. In addition, the four charts in the conclusion part of the thesis shows the design of the research. Each case study is analyzed in the framework of reasons of intervention, illegitimate situations and the response of the international community.
2018-02-08T11:55:36Z
2018-02-08T11:55:36Z
2018-02-08T11:55:36Z
2016
masterThesis
http://hdl.handle.net/11684/1300
tur
info:eu-repo/semantics/openAccess
ESOGÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1357
2018-02-28T01:00:50Z
com_11684_124
com_11684_16
com_11684_2
col_11684_133
Putin dönemi Rus dış politikasında Batı’ya karşı “yumuşak dengeleme” arayışları
Ünal, Gürhan
Köremezli, İbrahim
TR269687
ESOGÜ, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler
Realizm
Yumuşak Dengeleme
Rusya
Putin
BRICS
ŞİÖ
Realism
Soft Balancing
Russia
Putin
SCO
Bu araştırmada Putin dönemi Rus Dış Politikasındaki Batı’ya karşı izlenen politikalar Realist teorinin “Yumuşak Dengeleme” yaklaşımı bağlamında incelenmektedir. Realizmin temel argümanları dikkate alınarak, Putin liderliğindeki Rusya’nın Batı devletlerini dengelemeyi amaçladığı savunulmaktadır. Dengeleme aksiyonunun katı askeri ittifaklardan ziyade gelişmekte olan ülkelere yönelik geniş kapsamlı bir diplomasi ağı ve ticari ortaklıklar yoluyla sağlanmaya çalışıldığı tespit edilmiş ve bu ortaklıklar bazı küresel ve bölgesel örgütler üzerinden incelenmiştir. Bu çalışmada Rusya’nın nihai amacının çok kutuplu ve büyük güçler arası eşitlik barındıran bir sistemde, yeniden büyük bir güç olarak tanınmak olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Çalışmanın ilk kısmında Realist teori ve dengeleme politikaları hakkında teorik bir giriş sunulmuştur. İkinci kısımda Rusya’nın Dış Politika yaklaşımındaki değişimler ve sürekliliklerin tespiti maksadıyla farklı dış politika ekolleri incelenmiştir. Yine bu kısımda Putin’in söylemlerinden ve yürürlüğe konan 2000 ve 2013 tarihli Dış Politika Konseptlerinden faydalanılarak Rus Dış Politikasının esas hedefi tespit edilmeye çalışılmıştır. Üçüncü kısımda, teorik yaklaşımı sınamak maksadıyla dengeleme politikalarının yürütüldüğü örgütler ve bu örgütlerin kuruluş ve işleyişinde Kremlin’in hedefleri araştırılmıştır. Bu maksatla Rusya’nın veto ettiği Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları tespit edilerek, Rusya’nın bu vetolardaki motivasyon ve amaçları analiz edilmiştir. Yeni bir küresel sistem arayışı neticesinde başlayan Rus ve Çin yakınlaşması, BRICS ve Şanghay İşbirliği Örgütü etrafında incelenmiştir. Rusya’nın yeniden büyük güç olma ideali ile yakın çevresinde kurmak istediği blok ise Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü ve Avrasya Ekonomik Birliği temelinde yorumlanmıştır. Ayrıca bu son kısımda Rus silah ticareti ve enerji politikalarına dair verilere ve bulgulara yer verilmiştir.
In this study, Russian foreign policy towards the West is discussed within the context of Realist theory’s “Soft Balancing” concept. In the light of Realist assumptions, it is argued that Russia under the leadership of Putin attempts to balance Western states and limit their role in the international system. It is found that balancing policies are conducted through a wide-ranging diplomacy network towards developing states and economic partnerships rather than strict military alliances. Partnerships are established through some global and regional organizations. This study argues that the ultimate aim of Russia is to be recognized as a great power once again in a multipolar global order which is based upon the equality of great powers.
First chapter of the study provides a theoretical introduction on Realism and balancing policies. Second chapter discusses the rivaling approaches to Russian foreign policy in order to explore changes and continuities. In the last chapter, Russian actions in international organizations where Russia has conducted its balancing policies is discussed in order to evaluate the theoretical approach. Therefore Russian vetoes on United Nations Security Council resolutions are identified, and Russian motivations and purposes by applying vetoes are analyzed. Sino-Russian alignment which has begun as a result of the search for a new global order is studied through the BRICS and Shanghai Cooperation Organization. Russian quest for becoming a great power again and the foreign policy concerning the near abroad are examined within the Collective Security Treaty Organization and Eurasian Economic Union. Moreover Russian arms trade statistics and some insights on Russian energy policy are also included into the last chapter.
2018-02-27T05:25:19Z
2018-02-27T05:25:19Z
2018-02-27T05:25:19Z
2016
masterThesis
http://hdl.handle.net/11684/1357
tur
info:eu-repo/semantics/openAccess
ESOGÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1315
2018-02-27T01:00:30Z
com_11684_124
com_11684_16
com_11684_2
col_11684_133
Avrasya güvenliği bağlamında Rusya-Çin ilişkileri : Şangay işbirliği örgütü
Yuldasheva, Suraiya
Köremezli, İbrahim
ESOGÜ, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler
Rusya Federasyonu
Çin Halk Cumhuriyeti
Avrasya Güvenliği
Şangay İşbirliği Örgütü
Russian Federation
Peoples Republic of China
Eurasian Security
Shanghai Cooperation Organization
Soğuk Savaş sonrasında Rusya ve Çin ilişkileri hızlı bir şekilde gelişmiştir.
İki ülkenin işbirliği Avrasya coğrafyasında insan hakları ve demokrasi konusunda bir
ilerlemeyi beraberinde getirmemiş olsa da bölgede göreceli barış ve istikrarı temin
etmiştir. Yaşanan küresel ve bölgesel güvenlik problemleri Rusya ve Çin ile birlikte
Orta Asya ülkelerinin Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) çatısı altında bir araya
gelmelerini sağlamıştır. 11 Eylül 2001 sonrası Rusya-Çin ilişkilerine odaklanan bu
tez, iki ülkenin güvenlik konusunda işbirliğini ve ŞİÖ’nün Avrasya güvenliğinin
sağlanmasındaki rölünü incelemektir.
Bu çalışmada Rusya-Çin ilişkilerinin son dönemdeki gelişiminin sebepleri ile
birlikte iki devletin ŞİÖ çerçevesinde güvenlik politikaları ele alınacak ve bu örgütün
amacına ulaşıp ulaşamadığı incelenecektir. Üç bölümden oluşan tezde şu sorulara
cevap aranacaktır: Avrasya coğrafyasında iki rakip devlet olan Rusya ve Çin
günümüzdeki işbirliğini geleceğe taşıyabilecekler mi? Rusya ve Çin için Avrasya
güvenliği ne anlama gelmektedir? Avrasya güvenliğinde ve Rusya-Çin ilişkilerinde
Şangay İşbirliği Örgütü'nün rolü nedir?
Russo-Chinese relations have swiftly improved in the Post-Cold War era.
Cooperation between these two states has fostered regional peace and stability,
although little improvement has been achieved on human rights and democracy in
Eurasia. Emerging regional security challanges have pushed Russia, China and
Central Asian states towards the idea of cooperation under the framework of
Shanghai Cooperation Organisation. This work, which concentrates on the Russo-
Chinese relations after 9/11, analyzes the security cooperation between these two
regional Powers, and assesses the role of SCO in providing Eurasian security.
In this study, reasons behind the recent improvement of Russo-Chinese
relations will be discussed. Moreover, existing conflicts of interest and lack of trust
between these two states will be emphasized. Therefore, both the current stage of
cooperation and its future will be analyzed. This study, being composed of three
chapters will try to answer following questions: Will Russia and China be able to
sustain the present cooperation in future? What is the meaning of Eurasian security
for Russia and China? What is the role of Shanghai Cooperation Organization in
providing security in Eurasia specifically and on the development of Russo-Chinese
relations in general?
2018-02-26T11:57:02Z
2018-02-26T11:57:02Z
2018-02-26T11:57:02Z
2016
masterThesis
http://hdl.handle.net/11684/1315
tur
info:eu-repo/semantics/openAccess
ESOGÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1316
2018-02-27T01:00:33Z
com_11684_124
com_11684_16
com_11684_2
col_11684_133
Orta Asya coğrafyasında Çin ve Rusya arasında işbirliği ve rekabet potansiyeli
Purevsuren, Nyambayar
Duran, Hasan
ESOGÜ, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler
Orta Asya
Rusya
Çin
Avrasya
Büyük Oyun
Güvenlik
Central Asia
Russia
China
Eurasia
Great Game
Security
Sovyetler Birliği’nin parçalanması ile Avrasya’nın coğrafi merkezi Orta Asya bölgesinde 5 yeni bağımsız devlet ortaya çıkarken uluslararası sistemde Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti bölgesel güç olarak yeni statüsünü kazanmışlardır. Ancak SSCB’nin ardında bıraktığı boş alanın iki bölgesel güçten kimin hâkimiyetinde olduğu tartışılmaktadır. Merak edilen soru şudur ki; Orta Asya bölgesinde Rusya ve Çin işbirliği içinde mi yoksa rekabet içinde mi?
Bu soru eksenli yazılmış olan bu tez çalışmasında Orta Asya bölgesindeki Rusya ve Çin ilişkileri incelenmektedir. Konu bağlamında Orta Asya’nın güvenlik mimarisindeki Rusya öncülüğündeki Kolektif Güvenlik Antlaşması (KGAÖ) ve Çin öncülüğündeki Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ele alınırken, bölgenin ekonomik alanda Rusya öncülüğündeki Avrasya Ekonomik Birliği (AEB) ve Çin’in Yeni İpek Yolu Projesi (YİYP) ele alınmıştır.
Sonuç olarak bu tez çalışması ile Rusya ve Çin’in Orta Asya’da yakın ve orta vadede ciddi rekabet içine girmeyeceğini, rekabetten çok işbirliği izleyeceği doğrultusunda hipotez öne sürülmüştür.
Within the disintegration of Soviet Union 5 newly independent states emerged in Central Asian region in the geographic center of Eurasia, while then Russia and China have gained their status in international system as a regional power. However it has been discussing which one of these two regional powers is dominant in the empty space which left the Soviet Union. So the curious question is whether Russia and China are in cooperation or competition in Central Asian Region?
This thesis is written in axis of analyzing the relation between Russia and China in Central Asian region. In this context, within Central Asian’s security architecture Russia-led Collective Security Treaty Organization (CSTO) and China-led Shanghai Cooperation Organization were discussed and then within regions economic sphere Russia-led Eurasian Economic Union (EEA) and China’s New Silk Road Project was discussed.
In conclusion, this thesis proposes the hypotheses that in near and medium term, Russia and China will not able to enter into serious competition in Central Asia and there will be more cooperation than a competition between two countries.
2018-02-26T11:57:04Z
2018-02-26T11:57:04Z
2018-02-26T11:57:04Z
2016
masterThesis
http://hdl.handle.net/11684/1316
tur
info:eu-repo/semantics/embargoedAccess
ESOGÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1363
2018-02-28T01:00:10Z
com_11684_124
com_11684_16
com_11684_2
col_11684_133
Batı’nın Türkiye üzerindeki siyasi etkisine yönelik iki söylem örneği : bir MHP-BDP/HDP karşılaştırması
Altındağ, Nuray
Özçelik, Ali Onur
ESOGÜ, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler
Batılılaşma
Kürt Milliyetçiliği
Türk Milliyetçiliği
MHP
BDP/HDP
Westernization
Kurdish Nationalism
Turkish Nationalism
Son dönemlerde Batılı ülkelerin Türkiye üzerinde ne gibi etkileri olduğu ve bunlara karşı içerdeki aktörlerin yaklaşımları önemli bir çalışma konusu olmuştur. Bu çalışmada, Batı’yı temsil ettiği varsayılan ABD ve AB esas dış aktörler olarak kabul edilmiş ve bu aktörlerden gelen görüşlere, politika girdilerine karşı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yer alan MHP ve BDP/HDP’nin tepkileri, yaklaşımları analiz edilmeye çalışılmıştır. Tarafların tepkilerini, hem daha güncel hem de daha evrensel değerler içerisinde inceleyebilmek için Türkiye’nin iç ve dış politikasında öne çıkmaları sebebiyle önemli görülen ve gündemde daha çok yer işgal eden konulara ağırlık verilmiştir. Bu çerçevede ifade ve basın özgürlüğü, anadilde eğitim, örgütlenme özgürlüğü, Kürt kimliğinin tanınması, terörle mücadele ve son olarak Kürt Sorununun çözümüne dair Demokratik Açılım politikası incelenmiştir. Bu alt başlıklar içinde, öncelikle Batı’nın Türkiye’ye söz konusu alanlarda nasıl bir etkisinin olduğu, mevcut duruma dair eleştiri ve önerilerine yer verilmiştir. MHP ve HDP’nin, Batı’nın etkisine karşın nasıl tepki verdikleri, Batı’ya dair beklenti ve karşı eleştirileri, partiler tarafından yayımlanan resmi belgelerle, parti yöneticilerinin açıklamalarıyla ya da fikir ve kanaat önderi olarak kabul edilen aydınların söylemleriyle karşılaştırılmaya çalışılmıştır. Tarafların AB ve ABD’yi model olarak kabul edip etmedikleri, böyle bir modellik ya da kanaat önderliği mevcut ise bunun hangi alanları kapsadığı, hangi noktalarda ve ne derece Batı’dan destek beklendiği, sorunların çözümü için tarafların önerilerinin neleri kapsadığı, bu doğrultudaki ortak ve farklı yönlerinin neler olduğu, Batı’nın evrensel kriterlerinin çözümlerde ne kadar etkili olabileceği ve tarafların bu kriterlere olan güveni, bağlılıkları, çözüme dair görülen engeller sorgulanmaya çalışılmıştır.
Lately, issues such as which effects Western countries have over Turkey and the reactions of domestic actors against these effects have been important study subjects. In this study, USA and EU, which are thought to represent the West, were considered as main foreign actors, and the reactions and approaches of MHP (Nationalist Movement Party) and BDP/HDP (Peoples’ Democratic Party), which are in the Turkish Grand National Assembly, against these actors’ remarks and policy input were attempted to be analyzed. In order to examine the reactions of these forces against both more up-to-date and more universal values, the issues which are considered important due to Turkey’s domestic and foreign policies coming to the forefront became current issues that were concentrated on. Within this scope, freedom of expression and the press, education in the mother tongue, freedom of organization, recognition of Kurdish identity, counter-terrorism, and lastly Democratic Initiative policy regarding the resolution of the Kurdish problem were analyzed. Within these subtitles, the way in which the West has affected Turkey on the aforementioned issues as well as suggestions and complaints about the current situation were included. The manner in which MHP and HDP reacted to the West’s influence and their expectations and criticism towards the West were attempted to be compared with the formal documents issued by the parties, statements of party executives or remarks of intellectuals who are accepted as opinion leaders. Whether these sides accept the EU and USA as a model or not, if there is such acceptance, the fields to be included, the degree and variety of the assistance expectation from the West, the things included within the suggestions put forward by the sides to solve the problems, common and different aspects in this direction, the way in which universal criteria of the West can be influential over the solutions and the trust and dependence of the parties for these criteria, and the obstacles related to resolution were attempted to be investigated.
2018-02-27T05:25:34Z
2018-02-27T05:25:34Z
2018-02-27T05:25:34Z
2016
masterThesis
http://hdl.handle.net/11684/1363
tur
info:eu-repo/semantics/embargoedAccess
ESOGÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1497
2018-05-09T00:00:27Z
com_11684_124
com_11684_16
com_11684_2
col_11684_133
Tanınma sorunu yaşayan ülkelerin diplomasisinin analizi : Abhazya örneği
Pataraya, Anzhela
Özçelik, Ali Onur
ESOGÜ, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler
Egemenlik
Uluslararası Tanınma
Sınırlı Tanınırlık
Diplomasi
Abhazya
Sovereignty
International Recognition
Limited Recognition
Diplomacy
Abkhazia
Sovyetler Birliği sonrası dönem, son yirmi beş yıl boyunca on beş bağımsız cumhuriyetin kuruluşuna tanık olmuştur. “Fiili olmayan devletler”, “devlet benzeri devletler”, “kısmen tanınan devletler” veya “sınırlı tanınan devletler” olarak adlandırılan daha birçok devletler/varlıklar şimdiye kadar bağımsızlığını kazanmaya çalışmışlardır. Uluslararası hukuk perspektifinden bakıldığında bu varlıklar uluslararası toplum için mevcut olmayıp uluslararası tanınmaya sahip değillerdir. Mevcut Uluslararası İlişkiler literatüründe, bu tarz ülke gruplarının varlıkları ve dış ilişkileri zayıf bir şekilde araştırılmış ya da ihmal edilmiştir. Literatürdeki bu boşluğa dikkat çeken bu tez, Abhazya'yı ampirik bir vaka olarak seçmiş ve Sovyetler Birliği'nin çöküşünden ve Gürcistan'dan ayrılmasından sonra dış politikalarını nasıl yürüttüğünü incelemiştir.
Bu çalışmanın temel hedefi; uluslararası tanınmanın kazanılmasının belirli dış siyasi gündemlerin şekillendirilmesinde ne kadar kilit bir rol oynadığını analiz etmektedir. Bunu yaparken bu çalışma sadece Abhazya'nın dış politikalarını şekillendiren dinamikleri değil, diğer sınırlı tanınmış devletlerin diplomasisine yönelik çalışmalara da bir kaynak oluşturmayı hedeflemektedir.
The post-Soviet Union era has witnessed the establishment of fifteen independent republics for the last twenty-five years: Many more entities, either called “de-facto states”, “quasi states”, “partially recognized states”, or “states with limited recognition” have been hitherto trying to gain their independence. Although from the international law perspective these entities do not exist for the international community and they lack international recognition, their existence and external relations have been poorly researched and usually neglected in the academic literature. In addressing this lacuna in the literature, this paper chooses Abkhazia as an empirical case and seeks to examine how it carries out its foreign policies after the collapse of the Soviet Union and separation from Georgia.
The paper also analyses the extent to which the pursuit of international recognition plays a key role in shaping certain foreign political agenda: In doing so, the paper not only demonstrates the dynamics shaping the foreign policies of Abkhazia but also fills the gap in the extant literature regarding diplomacy for states with limited recognition.
2018-05-08T05:29:08Z
2018-05-08T05:29:08Z
2018-05-08T05:29:08Z
2017
masterThesis
http://hdl.handle.net/11684/1497
tur
info:eu-repo/semantics/openAccess
ESOGÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1590
2019-01-31T01:06:29Z
com_11684_124
com_11684_16
com_11684_2
col_11684_133
Uluslararası göçün güvenlikleştirme politikalarına etkisi : Almanya örneği
Askerzoy, Rana
Erdağ, Ramazan
ESOGÜ, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler
Göç
Almanya
Avrupa Birliği
Güvenlikleştirme
Migration
Germany
European Union
Securitization
Bu çalışmada, uluslararası göçün güvenlikleştirme politikalarına etkisi Almanya örneği üzerinden incelenmiştir. Bu tezin ilk bölümünde literatürdeki göç, göçmen, mülteci, sığınmacı ve yasadışı göçmen gibi tanımlar ele alınmıştr. Daha sonra, göç tarihi, bir güvenlik sorunu olarak uluslararası göçün ortaya çıkışı, güvenlikleştirme teorisi ve göç güvenlikleştirme çeşitleri incelenmiştir. İkinci bölümde ise Avrupa’nın göç tarihi, Avrupa Birliği (AB)göçmenlik politikası, Arap Baharı süresince ortaya çıkan yeni göç dalgaları ve AB göç politikasının güvenlikleştirilmesine değinilmiştir. Tezin üçüncü bölümünde ise Almanya’da göç ve göçmenlik ve özellikle 2015 yılında AB’ye uzanan göç dalgasında Almanya’nın göç politikasını güvenlikleştirip güvenlikleştirmediği incelenmiştir. Sonuç bölümünde ise Almanya’nın göç politikalarıgenel hatlarıyla tartışılmıştır. Çalışma özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra yaşanan göçün Avrupa güvenlik politikalarını ve özellikle 2015 yılındaki göç krizinin Almanya’nın göç politikalarını ve yasalarını nasıl etkilediğini ortaya koymaktadır.
In this study, the effect of international migration on securitization policies and specifically the securitization of immigration in Germany are examined as a case study. In the first chapter of this thesis, the definitions of different words such as migration, migrant, refugee, asylum seeker and illegal migrant are discussed. After that, the topics such as the history of migration, the emergence of international migration as a security challenge, securitization theory and securitizing types of migration are examined. The second chapter examines the immigration history of Europe, EU migrant policy, the new waves of migration during the Arab Spring and the securitization of the EU immigration policy. In the third chapter of the thesis, it is examined whether migration and immigration in Germany and especially immigration to the EU in 2015 securitized the immigration policy of Germany. In conclusion, Germany’s migration policies are discussed in general terms.The study demonstrates how immigration after the September 11 attacks affected European migration policies, and in particular how the migration crisis of 2015 affected Germany’s immigration policies and laws.
2019-01-30T08:14:38Z
2019-01-30T08:14:38Z
2019-01-30T08:14:38Z
2017
masterThesis
http://hdl.handle.net/11684/1590
tur
info:eu-repo/semantics/embargoedAccess
ESOGÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1610
2019-01-31T01:07:35Z
com_11684_124
com_11684_16
com_11684_2
col_11684_133
Irak ve Suriye’deki çatışmaların göçe etkisi : 2003-2015 dönemi
Tunçol, İrem
Dinç, Cengiz
ESOGÜ, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler
Çatışma
Göç
Irak
Suriye
Arap Ayaklanmaları
Conflict
Migration
Iraq
Syria
Arab Uprisings
Irak ve Suriye, tarih boyunca dini, siyasi, ekonomik ve sosyal nedenlerle
çeşitli çatışmaların yaşandığı ülkeler olagelmiştir. Kendi iç dinamiklerinin yanı sıra
konumları ve doğal kaynakları sebebiyle, bölgeden veya bölge dışından birçok
devlet, devlet dışı aktör de bu ülkeler üzerinde hâkimiyet kurmak için çatışmalara
neden olmuş ya da var olan çatışmaları şiddetlendirmiştir. Osmanlı Devleti’nin
egemenliği sona erdikten sonra da, iki ülke üzerinde hâkimiyet mücadelesi yaşanmış,
etnik, dini ve mezhepsel farklılıklar birer çatışma unsuru olarak kullanılmıştır. Siyasi
istikrarın sağlanamaması, iktidardaki partilerin izlediği ayrımcı ve şiddet yanlısı
politikalar da çatışmaların yaşanmasına neden olmuştur. Çatışmalardan kaçmak için
halk, ülke içinde ya da ülke dışına göç etmek zorunda kalmıştır.
İki ülkede günümüzde de devam eden çatışmalar, bunların en çok göç
hareketliliğinin yaşandığı ülkeler arasında yer almasına yol açmıştır. Irak’ta 2003
müdahalesi; Suriye’deyse 2011 Arap Ayaklanmaları çatışmaları tetiklemiş; devlet dışı
aktörlerin ön plana çıkmasıyla şiddetlenen çatışmalarla birlikte yer değiştirme
hareketleri de yoğunlaşmıştır. Son verilere göre, Irak’ta yaklaşık 7 milyon kişi,
Suriye’deyse yaklaşık 12 milyon kişi göç etmek zorunda kalmış; bu göçmen
hareketliliği diğer ülkelerde de krizlerin yaşanmasına sebep olmuştur.
Çatışma ve göç ilişkini daha net aktarabilmek amacıyla, çalışmanın ilk
bölümünde çatışma ve göç olguları kavramsal olarak incelenmiştir. İlerleyen
bölümlerde göç akımlarının yoğun olarak yaşandığı Irak ve Suriye, demografik yapısı, tarihsel gelişimi ve çatışmaları tetikleyen olaylar ele alınmış, göç verileri son
başlıklar altında incelenmiştir. Çatışmaların yoğun olduğu dönemlerde göç
hareketlerinin de yoğun olduğu sonucuna ulaşılmış, göç verileri için Birleşmiş
Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği, Uluslararası Göç Örgütü gibi uluslararası
kuruluşların verilerinden yararlanılmıştır.
Iraq and Syria have historically been subject to various conflicts for
religious, political, economic and social reasons. Because of their internal dynamics,
as well as their location and natural resources, many states, non-state actors in and
outside of the region have caused conflicts or exacerbated existing conflicts in order
to have control over these countries. After the end of the Ottoman rule in the region,
there was a struggle for domination over these countries, ethnic; religious and
sectarian differences in the region were used as elements of conflict. The failure to
achieve political stability and the discriminatory and violent policies of the ruling
parties have also led to conflicts which caused large scale migrations within the
borders of these countries or emigration to the neighbouring or extra-regional
countries.
The conflicts that still continue in both countries have made these countries to
be among the top sources of displaced persons.2003 intervention in Iraq; the 2011
Arab Uprisings in Syria triggered conflicts; the emergence of non-state actors on the
ground have also intensified the mass movement of the people. According to the last
figures, around 7 million people in Iraq and about 12 million people in Syria had to
migrate. This mass movements have also led to crises in other countries.
The conflict and migration phenomena have been conceptually examined in
the first part of the study in order to clarify the relation between them. In the following sections, the demographic structure of Iraq and Syria, where migration
movements intensified, their historical developments and events that triggered
conflicts are discussed. The migration figures are examined under the last heading.
The data of the United Nations High Commissioner for Refugees and the
International Organization for Migration were utilized and it is observed that the
periods of intense conflicts have also witnessed large scale displacements of the
people in these two countries.
2019-01-30T08:15:45Z
2019-01-30T08:15:45Z
2019-01-30T08:15:45Z
2017
masterThesis
http://hdl.handle.net/11684/1610
tur
info:eu-repo/semantics/embargoedAccess
ESOGÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2357
2022-01-20T01:00:52Z
com_11684_124
com_11684_16
com_11684_2
col_11684_133
Soğuk savaş sonrası dönemde Avrsya’da güç mücadelesi : ABD’nin Rusya ve Çin’e karşı Orta Asya politikası
Alkan, Seda Öztekin
Köremezli, İbrahim
ESOGÜ, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı
ABD
Orta Asya
Avrasya
Büyük Oyun
İpek Yolu
Rusya
Çin
US
Central Asia
Eurasia
Great Game
Silk Road
Russia
China
Bu tez, ABD’nin küresel politikasında Orta Asya’nın yerine odaklanmaktadır.
Çalışmaya göre, ABD’nin Orta Asya politikası Avrasya politikasının bir parçasıdır
ve Orta Asya’nın ABD dış politikasındaki yeri bölgenin başta Rusya, Çin olmak
üzere İran ve Afganistan gibi ABD dış politikasında önemli yere sahip coğrafyalara
komşu olması ile ilgilidir. Bu sebeple, ABD’nin Afganistan müdahalesinin ve
Washington’un Rusya ve Çin ile ilişkilerinin Orta Asya politikalarını nasıl etkilediği
analizin önemli bir boyutunu oluşturmaktadır. Tezde, ABD’nin Orta Asya
politikalarının, potansiyel rakipleri olan Rusya ve Çin’in bölgedeki etkisini
sınırlandırmak üzerine kurulu olduğu iddia edilirken, bu iki ülkenin de ABD
politikaları karşısındaki hamlelerine yer verilmektedir.
Bu çalışma üç bölümden oluşmakta ve kronolojik olarak ilerlemektedir.
Çalışmanın ilk bölümünde Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından ABD’nin
Orta Asya politikalarının nasıl şekillendiği araştırılmaktadır. İkinci bölümde
Rusya’nın yükselişi ve 11 Eylül terör saldırılarının, ABD’nin Orta Asya politikasında
yarattığı değişim incelenmektedir. Üçüncü bölümde ise Çin’in yükselişine vurgu
yapılarak Avrasya’da artan Rusya-Çin işbirliğinin ABD’nin Orta Asya politikalarını
nasıl etkilediği değerlendirilmektedir. Ayrıca tez genelinde, uluslararası alanda
VI
yaşanan önemli gelişme ve krizlerin ABD’nin bölgeye yaklaşımına etkisi ele
alınmaktadır
This thesis focuses on the place of Central Asia in the US global policy.
According to this study, American policy in Central Asia is a part of its strategy in
Eurasia, and the significance of Central Asia in American foreign policy stems from
the fact that the region is adjacent to Russia, China, Iran and Afghanistan.
Accordingly, the impact of Afghanistan intervention and US relations with Russia
and China on Washington’s Central Asia policies are important parts of the analysis.
This work argues that the US policies are aimed at limiting the potential influence of
Russia and China in the region and the two countries’ moves against American
policies.
This study consists of three chapters and proceeds chronologically. First
chapter explores the emergence and development of US policy towards Central Asia
after the disintegration of the Soviet Union. Second part examines the changes in
Washington’s policy regarding Central Asia due to the rise of Russia and September
11 attacks. Last chapter, having emphasized the rise of China, evaluates the impact
of the increasing Sino-Russia cooperation on the American policy in Central Asia.
The impact of major international developments and crises on the US approach
towards the region has also been discussed throughout the thesis
2022-01-18T13:13:21Z
2022-01-18T13:13:21Z
2022-01-18T13:13:21Z
2019
masterThesis
http://hdl.handle.net/11684/2357
tur
info:eu-repo/semantics/openAccess
ESOGÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2382
2022-01-21T01:00:22Z
com_11684_124
com_11684_16
com_11684_2
col_11684_133
Bosna Savaşı’nda Türkiye ve İran
Tüztürk, Ezgi
Yetim, Mustafa
ESOGÜ, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı
Milli Kimlik
Bosna Hersek
İran ve Türkiye
Bosna Savaşı
National İdentity
Bosnia Herzegovina
Iran and Turkey
Bosnian War
Bu çalışmada Bosna Savaşı döneminde Türkiye ve İran’ın bölgedeki
pozisyonları ve bölgeye yaklaşımları analiz edilmeye çalışılmıştır. Bu konuda
öncelikle Yugoslavya’nın dağılması ile Bosna Hersek’te patlak veren iç savaşı daha
iyi anlayabilmek adına Bosnalı Müslümanların milli kimlik oluşumu tarihi süreç
içerisinde açıklanmıştır. Bağımsız Bosna Hersek devletinin kurulmasına giden
süreçte Boşnak kimliği açıklanmaya çalışılmıştır. Bosna Savaşı’nın başlaması ile
birlikte ise Türkiye ve İran bölgeye ilk ulaşan ülkelerden olmuştur. Çalışmada bu iki
aktör hangi araçlar ve söylemler ile bölgeye yaklaşmıştır, yaklaşımlarında ne gibi
farklılıklar olmuştur ve bunların nedenleri nelerdir gibi soruların cevapları aranmaya
çalışılacaktır.
Sonraki bölümde, Bosna Savaşı dönemindeki dengeler ile önce Türkiye’nin
daha sonra İran’ın buradaki etkinlikleri ayrı ayrı açıklanmıştır. Soğuk Savaş’ın
bitmesinin ardından şekillenen yeni uluslararası sistemde Türkiye ve İran’ın yeri
anlaşılmaya çalışılmıştır. Bosna Savaşı’nda aktörlerin davranışları, tarihi, sosyal ve
kültürel arka planı düşünülerek incelenmeye çalışılmıştır.
Sonuç olarak ise Türkiye ve İran’ın Bosna Savaşı’na yaklaşımları
karşılaştırılmış ve Türkiye’nin Bosna Hersek’e yardımlarının yanı sıra İran’ın da bu
bölgede savaş sırasında da etkili olduğu anlaşılmıştır. Böylelikle araştırmada, İran’ın
Bosna Hersek’te yeterince fark edilmeyen fakat bölgede derin izler bırakan önemli
ülkelerden biri olduğu sonucuna ulaşılmıştır
In this study, Turkey and Iran’s activities were analyzed during the Bosnian
civil war. In this regard, firstly for a better understanding of Bosnian outbreak with
the dissolution of Yugoslavia, national identity creation of Bosnian Muslims was
explained within the historical process. Bosniak identity was tried to be explained in
the process leading to the establishment of the independent state of Bosnia and
Herzegovina. With the start of Bosnian war Turkey and Iran was one of first
countries that reached the region. Thus these two actors’ tools and discourses, their
approaches to the region, the differences in their approaches and the reasons for their
differences will try to be answered.
Thereinafter, first Turkey then Iran’s activities were described separately with
the balances during the war in Bosnia Herzegovina. In the new international system
formed after the end of the Cold War, Turkey and Iran’s position has tried to
understand. The civil war of Bosnia and Herzegovina was tried to be examined by
considering the actors' behavior, historical, social and cultural background.
As a result, the study's main purpose was to compare Turkey and Iran’s
approach and show that as well as Turkey’s helps in Bosnia Herzegovina Iran, during
the war in this region was quite effective. Thus, in this research it was aimed that in
fact Iran was one of the important countries that are not recognized enough in Bosnia
Herzegovina but left a lasting impression
2022-01-20T08:33:56Z
2022-01-20T08:33:56Z
2022-01-20T08:33:56Z
2019
masterThesis
http://hdl.handle.net/11684/2382
tur
info:eu-repo/semantics/openAccess
ESOGÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2471
2022-01-29T01:00:22Z
com_11684_124
com_11684_16
com_11684_2
col_11684_133
Analysis of bilateral relations between Turkey and Guinea : political-diplomatic and economic dimensions
Millimouno, Antoine Tamba
Yetim, Mustafa
ESOGÜ, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı
Gine
Türkiye
İkili İlişkiler
Dış Politika
Sahra-Altı Afrika
Guinea
Turkey
Bilateral Relations
Foreign Policy
Sub-Saharan Africa
Türkiye ile Gine Cumhuriyeti arasında son sekiz yılda önemli ölçüde gelişen çok boyutlu
ilişkiler vardır. Gine Cumhuriyeti’nin “Doğuya-Bak” politikası ve Türkiye Cumhuriyeti’nin
“Afrika’ya Açılım” politikası ile yönlendirilen bu ilişki, kendine has dinamiklere, gelişim
yollarına ve etkilere sahiptir. Ancak, hala bu ilişkiler hakkında araştırma eksikliği vardır. Bu
nedenle bu tez, iki ülke arasındaki mevcut siyasi ve ekonomik işbirliğine vurgu yaparak
Türkiye-Gine ilişkilerini analiz etmeyi amaçlamaktadır.
Bu tezde nitel yöntem uygulanmaktadır. Araştırmacı, “Tarihsel Gelişim Yaklaşımı”
üzerine odaklanmış ve konuyla ilgili mevcut literatürü değerlendirmiştir. Bu tezde ikincil veri
analizi kullanılmış olup, Türkiye-Afrika ilişkileri üzerine yapılan araştırmaların betimsel
analizine odaklanılmıştır. Araştırmamız, Türkiye-Gine ilişkileriyle ilgili olarak şu sonuçlara
ulaşmıştır : (1) İlişkiler iki önemli döneme ayrılabilir: ilişkinin ilk adımını oluşturan her iki
ülkenin hükümetleri tarafından 1997 yılında bir ekonomik anlaşmanın imzalanmasıyla başlayan
ilk dönem ve 2013 yılında iki ülkenin başkentlerinde Büyükelçiliklerin açılması ile başlayan
ikinci dönem; (2) İlişkiler, siyasi-diplomatik ve ekonomik sütunlar olmak üzere iki ana sütun
üzerinde gelişmektedir; ve (3) Türkiye-Gine ilişkileri, Türkiye ile Sahra Altı Afrika devletleri
arasındaki güney-güney işbirliğinin bir modeli olma potansiyeline sahiptir.
ii
Bu araştırma, Türkiye'nin Gine ile ilişkilerinin neden ve nasıl geliştiğini incelemenin
yanı sıra, Türkiye-Sahra Altı Afrika ilişkilerini anlamayı amaçlayan akademik çalışmalara
katkıda bulunma çabasını ifade etmektedir. Son olarak bu çalışma, Türkiye ve Gine arasındaki
mevcut ikili ilişkileri derinemesine ve metodolojik olarak inceleyen ilk analizlerden birisidir
Turkey and the Republic of Guinea have significantly developed multi-dimensional
relations over the past eight years. Driven by the “Look East” policy on the Guinean side and
the “Opening up to Africa” policy on the Turkish side, this relationship has its own dynamic,
development path, and implications. However, there is still a lack of research on these
relationships and they deserve to be examined in deep to overcome this lack. Therefore, this
thesis aims to analyze the Turkish-Guinean relations with a particular emphasis on the current
political and economic cooperation between the two countries.
The qualitative method is applied in this thesis. The researcher's focus is centered on
Historical Development Approach and assesses available literature on the topic. Secondary data
analysis is used in this thesis, and it is focused on a descriptive analysis of the conducted
researches on Turkey-Africa relations. The results show the following about Turkey-Guinea
relationship: (1) it has crossed two important stages, namely the signing of an economic
agreement in 1997 by the governments of both countries that constituted the first step of the
relationship and the opening of Embassies in the capitals of two countries in 2013; (2) it is more
visible on two main pillars, including the political-diplomatic and economic pillars; and (3) it
has a great potential to be a model of south-south cooperation between Turkey and Sub-Saharan
Africa’s countries.
iv
This research not only tells us why and how Turkey relations with Guinea have evolved
but it is also an attempt to contribute to the academic efforts for understanding Turkey- Sub Saharan Africa relations. Finally, this study is one of the first analyses which read carefully and
methodically the current bilateral relationship between Turkey and Guinea
2022-01-28T08:25:54Z
2022-01-28T08:25:54Z
2022-01-28T08:25:54Z
2019
masterThesis
http://hdl.handle.net/11684/2471
eng
info:eu-repo/semantics/openAccess
ESOGÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2472
2022-01-29T01:00:22Z
com_11684_124
com_11684_16
com_11684_2
col_11684_133
Güvenlikleştirme teorisi ve Mavi Marmara krizi sonrası Türkiye-İsrail ilişkilerinin analizi
Karaman, Enes
Erdağ, Ramazan
ESOGÜ, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı
Türkiye
İsrail
Mavi Marmara Krizi
Turkey
Israel
Securitization
Mavi Marmara Crisis
Mavi Marmara Krizi sonrası diplomatik ilişkileri kopma noktasına gelen Türkiye ve israil altı yıl aradan sonra ilişkilerini normalleştirme kararı almıştır. Haziran 2015‘de Türkiye ve israil‘in görüşmelere başladığının duyurulmasından bir yıl sonra 28 Haziran 2016‘da ―Türkiye Cumhuriyeti ile israil Devleti Arasında Tazminata ilişkin Usul Anlaşması‖ imzalanmıştır. Anlaşmanın Türkiye ve israil‘de yürürlüğe girmesinden sonra karşılıklı büyükelçi atamaları yapılmış, üst düzey ziyaretler gerçekleştirilmiş ve siyasi istişare toplantıları düzenlenmiştir. Bu araştırmada Haziran 2015 ve Ağustos 2016 tarihleri arası Türkiye-israil ilişkilerinin güvenlikleştirme teorisi çerçevesinde analiz edilmesi hedeflenmektedir. Kopenhag Ekolü tarafından geliştirilen güvenlikleştirme teorisine göre güvenlikleştirme herhangi bir meselenin söz eylemler aracılığıyla varoluşsal tehdit olarak sunulma sürecidir. Herhangi bir meselenin güvenlikleştirilmesi ise güvenlikleştirici aktörlere tehdidin bertaraf edilmesi için olağandışı önlemler alma hakkı vermektedir. Bu çalışmanın ana argümanını Ankara ve Tel Aviv arası görüşmelerin sürdüğü dönem boyunca Türkiye-israil ilişkilerinin güvenlik meselesi olarak değerlendirildiği ve güvenlikleştirildiği oluşturmaktadır. ilişkilerde yaşanan güvenlikleştirme süreci Türkiye-israil ilişkilerinde uzlaşmayı sağlamıştır
After six years, Turkey and Israel has decided to normalize diplomatic relations
which came to breakaway point following the Mavi Marmara Crisis. A year after
announcing negotiations between Turkey and Israel, ―Procedural Agreement on
Compensation Between The Republic of Turkey and The State of Israel‖ was signed on
28 June 2016. Following the entering into force of the agreement in Turkey and in Israel,
ambassadors have been assigned mutually, high-profile visits have been performed and
political consultation meetings have been held. This study aims to analyze Turkey-Israel
relations between June 2015 and August 2016 from the perspective of securitization
theory. In accordance with the securitization theory which was developed by
Copenhagen School, securitization is a process of presenting an issue as an existential
threat through speech-acts. The securitization of an issue entitles securitizing actors to
take extraordinary measures to deal with the threat. The main argument of this study is
that Turkey-Israel relations have been evaluated as a security issue during the continuing
negotiations between Ankara and Tel Aviv and Turkey-Israel relations have been
securitized. The securitization process between June 2015 and August 2016 has led to a
political consensus between Turkey and Israel
2022-01-28T08:26:40Z
2022-01-28T08:26:40Z
2022-01-28T08:26:40Z
2019
masterThesis
http://hdl.handle.net/11684/2472
tur
info:eu-repo/semantics/openAccess
ESOGÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2506
2022-02-05T01:00:31Z
com_11684_124
com_11684_16
com_11684_2
col_11684_133
Power politics and recognıtıon in international relations: the case of abkhazia
Akhba, Salimat
Köremezli, İbrahim
ESOGÜ, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı
Recognition
Power Politics
International Law
Abkhazia
Russia
USA
EU
Tanıma
Güç Siyaseti
Uluslararası Hukuk
Abhazya
Rusya
AB
ABD
This thesis aims to analyze the recognition of new states and the role of international law and
geopolitical considerations in the process. This study considers Abkhazia, a de facto state recognized
by only Russia and six other UN members and is a region of a frozen conflict as understood by the
rest of the international community. Through discussion, the place of state interests in the recognition
process will be evaluated. This study will consider why some members of the international community
recognize Abkhazia, whereas others persist in their non-recognition policies. The decisions of great
powers are significant as they affect the decisions of other states to recognize Abkhazia or not. Thus,
the recognition of Abkhazia has been thoroughly evaluated through the goals and policies of the USA,
the EU, and Russia. The decision to recognize Abkhazia, according to this study, is a part of the
geopolitical rivalry between the West and Russia, rather than just a result of different interpretations
of international law.
This work does not aim to question the statehood of Abkhazia or the basis of its struggle for
recognition. However, it is briefly discussed to understand Abkhazia’s position in regional and global
politics. One goal of this work is to underline the uncertainty of some principles of international law.
The Great Powers use the vagueness of international law to pursue their geopolitical goals.
Subsequently, today, Abkhazia is, on the verge of de facto and de jure statehood, due to its partially
recognized status.
vi
First, this work discusses the theory of recognition. In the second chapter, the historical
background of the will of Abkhazians to find their own state is explained. The last chapter discusses
the relationship between Great Power politics and the current political situation of Abkhazia, a
disputed territory that tries to convince the international community about its statehood
Bu tez yeni devletlerin tanınma/tanınmama sürecini ve bu süreçte uluslararası hukuk ve
jeopolitik değerlendirmelerin rolünü analiz etmektedir. Rusya ve diğer altı BM üyesi için yeni bir
devlet fakat uluslararası toplumun kalanı için donmuş bir bölgesel problem olan Abhazya bu
çalışmanın konusunu oluşturmaktadır. Uluslararası toplumun bazı üyeleri tanırken diğerlerinin
tanımaması sorusu çerçevesinde tanıma ile devlet çıkarları arasındaki ilişki değerlendirilecektir.
Büyük güçlerin karar ve politikaları diğer devletleri de etkilediği için mühimdir. Bu yüzden ABD, AB
ve Rusya’nın hedef ve siyasetleri derinlemesine ele alınmaktadır. Abhazya özelinde tanıma ya da
tanımama kararı, bu çalışmaya göre uluslararası hukukun farklı yorumlanmasından ziyade Batı ve
Rusya arasındaki jeopolitik rekabetin bir sonucudur.
Bu çalışma Abhazya’nın devlet olup olmamasını ya da kısaca değinilse de tanınma
mücadelesini sorgulamayı amaçlamamaktadır. Bu çalışmanın hedeflerinden biri uluslararası hukukun
muğlaklığının altını çizmektir. Büyük güçler bu muğlaklığı kendi jeopolitik çıkarları doğrultusunda
kullanmaktadır.
Bu çalışma öncelikle tanıma teorisini ele almaktadır. İkinci bölüm Abhazların kendi
devletlerini inşa etme isteklerinin tarihçesine değinmektedir. Son bölüm ise büyük güçlerin dış
politikası ile uluslararası toplumu devlet olduğu hususunda ikna etmeye çalışan Abhazya’nın şimdiki
siyasi durumu arasındaki ilişkiyi tartışacaktır
2022-02-04T11:37:11Z
2022-02-04T11:37:11Z
2022-02-04T11:37:11Z
2020
masterThesis
http://hdl.handle.net/11684/2506
eng
info:eu-repo/semantics/openAccess
ESOGÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2499
2022-02-04T01:00:38Z
com_11684_124
com_11684_16
com_11684_2
col_11684_133
Gramscı ve modernleşme: Afganistan örneği
Shahmardanqul, Rahima
Yılmaz, Ragıp
ESOGÜ, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı
Afganistan
Amanullah Han
Antonio Gramsci
Pasif Devrim
Modernleşme
Eşitsiz ve Bileşik Gelişim
Afghanistan
King Amanullah
Passive Revolution
Modernization
Uneven And Combined Development
Bu tez Afganistan kralı Amanullah Han‟ın modernleşme siyasetini Antonio Gramsci‟nin pasif devrim kuramını kullanarak incelemektedir. Pasif devrim kitlelerin katılımından yoksun, yukarıdan aşağı doğru gerçekleşen bir süreci tanımlamaktadır. Bu çalışmada yeniden örgütlenmekte olan toplumlar için tarihsel yolu pasif devrimin oluşturduğu tartışılmıştır. Bununla birlikte, pasif devrim örnekleri kapitalizmin eşitsiz ve bileşik gelişimi bağlamında anlaşılmalıdır. Bu nedenle Amanullah‟ın modern Afgan ulusunu yaratmaktaki başarısız çabası farklı ölçeklerde analiz edilmiştir. Amanullah Han‟ın reformları yerel düzeyde (Afganistan‟daki kent–kır ayrımı), bölgesel düzeyde (Afganistan‟ın bölgesel yapısı), ulusal düzeyde (güçlü bir ordunun, öncü bir partinin ve bir burjuva sınıfının yokluğu), kıtasal düzeyde (Afganistan‟ın jeopolitik konumu) ve küresel düzeyde (Doğu‟nun Batı karşısındaki durumu ve 1920‟li yılların küresel güç dengesi) incelenmiştir
This thesis examines King Amanullah Khan‟s modernization policy by
adopting Antonio Gramsci‟s theory of passive revolution. Passive revolution defines
a top–down process which lacks participation of the masses. It is argued that passive
revolution constitutes the historical path for societies reorganizing themselves.
However, instances of passive revolutions should be understood within the context of
uneven and combined development of capitalism. For this reason, Amanullah Khan‟s
failed attempt to create modern Afghan nation is analyzed at different scales.
Amanullah‟s reforms are examined at the local level (city–country division in
Afghanistan), at the regional level (regional structure of Afghanistan), at the national
level (lack of a strong army, a vanguard party, and a bourgeois class), at the
continental level (Afghanistan‟s geopolitical position), and at the global level (the
East vis a vis the West, global balance of power in 1920‟s)
2022-02-03T07:55:50Z
2022-02-03T07:55:50Z
2022-02-03T07:55:50Z
2020
masterThesis
http://hdl.handle.net/11684/2499
tur
info:eu-repo/semantics/openAccess
ESOGÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2502
2022-02-04T01:00:47Z
com_11684_124
com_11684_16
com_11684_2
col_11684_133
An analysis of the african union’s criticism of the international criminal court
Sishekanu, Martin
Pazvantoğlu, Atılgan
ESOGÜ, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı
Uluslararası Ceza Hukuku
Uluslararası Ceza Mahkemesi
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi
Diplomatik Dokunulmazlık
Adalet ve Barış
International Criminal Law
International Criminal Court
African Union
United Nations Security Council
Diplomatic Immunity
Justice and Peace
Bu çalışma Afrika Birliği’nin Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne yönelik
eleştirilerini incelemektedir. Bu çalışmanın amacı UCM ile Afrika Birliği arasındaki
ilişkinin olumsuz ilerlemesini Afrika devletlerinin UCM’nin Afrika’daki
uygulamalarına yönelik eleştirilerini çözümleyerek dört başlık altında ortaya
koymaktır. Bu dört eleştiri noktası şu şekilde ifade edilmektedir; (i) UCM’nin Afrika
ülkelerini haksız yere hedeflediği iddiasıyla gerçekleşen ilk eleştiri değerlendirilmiştir.
Çalışmada bu eleştirinin temellerinin zayıf olduğu bulgulanmıştır. (ii) UCM’nin
Afrika barış süreçlerine engel teşkil eden soruşturmaları ele alınmıştır. Bu bölümde,
barışın teşviki ile adaletin uygulanması arasındaki gerilimin değerlendirilmesi
yapılmıştır. Devam eden çatışmalarda adalet arayışının barış süreçlerini sekteye
uğratabileceği sonucuna varılmıştır. Barışın teşviki, adalet ve hesap verebilirliğin
önemini azaltmamalıdır. (iii) Uluslararası suç işledikleri ileri sürülen devlet başkanları
için diplomatik dokunulmazlıklar ayrı bir başlık altında irdelenmiştir. Roma Statüsü
kapsamındaki diplomatik dokunulmazlıklar, Roma Statüsü'nün 27. ve 98. maddeleri
arasındaki ilişki çerçevesinde çözümlenmiştir. Roma Statüsüne taraf devletlerin 27.
madde nedeniyle diplomatik dokunulmazlık haklarından feragat ettikleri ileri
sürülmüştür. Roma Statüsüne taraf olmayan devletler, uluslararası suç işledikleri ileri
sürülen durumlarda bile diplomatik dokunulmazlıkları almaya devam etmektedir. (iv)
Son olarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) ile UCM arasındaki ilişki
değerlendirilmiştir. Bu bölümde, BM Güvenlik Konseyi’nin UCM’nin meşruluğuna
etkisi incelenmiştir. Çalışma, BMGK’nin UCM ile ilişkilerini yürütme biçiminin
UCM’nin bütünlüğünü büyük ölçüde azalttığını ortaya koymaktadır. Her iki tarafın iki
organ arasındaki mevcut gerilimleri etkisiz hale getirmeyi amaçlayan yapıcı bir
diyalogda bulunması UCM ve Afrika Birliği ilişkisini olumlu anlamda
geliştirebilecektir. BMGK'nin UCM ile ilişkilerini yürütme biçimini değiştirmesine de
ihtiyaç olduğu değerlendirilmektedir. Bu çalışma, veri toplama aracı olarak belgesel
taramanın kullanılmasıyla yapılmış ve nitel tekniklerle veriler çözümlenmiştir
This study examines the African Union’s (AU) criticisms of the International
Criminal Court (ICC). The purpose of this study is to reveal the deteriorating
relationship between the ICC and the African Union by analysing the four criticisms
African states have used to criticise the work of the ICC in Africa. The four criticisms
are expressed as follows; (i) The claim that the ICC is targeting African countries. This
claim was evaluated, the study found that arguments in support of this criticism were
weak and minimal. (ii) The ICC’s investigations as an obstruction to African peace
processes. Under this section, an assessment of the tensions that exist between the
promotion of peace and the implementation of justice was made. It was concluded that
the pursuit of justice in ongoing conflicts can undermine peace processes. The
promotion of peace should not reduce the importance of justice and accountability.
(iii) Diplomatic immunities for Heads of States accused of committing international
crimes are evaluated under a separate heading. Diplomatic immunities under the Rome
Statute within the framework of the relationship between articles 27 and 98 are
examined. It was argued that states that are party to the Rome Statute waive their rights
to diplomatic immunities as a result of article 27. States not a party to the Rome Statute
continue to be entitled to their diplomatic immunities even in cases where they are
accused of committing international crimes. (iv) Lastly, the relationship between the
vi
United Nations Security Council (UNSC) and the ICC was evaluated. Under this
section, an examination of how the UNSC affects the legitimacy of the ICC was made.
The study revealed that the manner in which the UNSC has conducted its relations
with the ICC has greatly undermined the integrity of the ICC. The ICC-Africa
relationship would be best served if both parties engaged in constructive dialog aimed
at defusing the current tensions that exist between the two bodies. There is also a need
for the UNSC to change the manner in which it has conducted its relations with the
ICC. This study was carried out through the use of documentary search as an
instrument of data collection and data was analysed through qualitative techniques
2022-02-03T07:59:34Z
2022-02-03T07:59:34Z
2022-02-03T07:59:34Z
2020
masterThesis
http://hdl.handle.net/11684/2502
eng
info:eu-repo/semantics/openAccess
ESOGÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2637
2022-02-16T01:00:55Z
com_11684_124
com_11684_16
com_11684_2
col_11684_133
Güneydoğu asya ülkeleri birliğinde kolektif kimlik inşası
Taşcı, Canan
Erdağ, Ramazan
ESOGÜ, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı
Sosyal İnşacılık
ASEAN
Kolektif Kimlik
Ulus Kimliği
Social Constructivism
Collective İdentity
National İdentity
Bu çalışmada bölgesel bir işbirliği örgütü olarak Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN) örgütünün kolektif kimlik inşa etme kapasitesi incelenmiştir. Bu açıdan öncelikle kolektif kimlik kavramının sosyal bilimlerde ve uluslararası ilişkiler alanında yeri açıklanarak ASEAN örgütünün kolektif kimlik oluşturma kapasitesi örgütün kuruluş öncesi, sonrası ve bugünkü yapısı ele alınarak tartışılmıştır. Bunun yanı sıra Soğuk Savaş sonrası bağımsızlık elde eden ASEAN üyesi devletlerin ulus kimliği ile ulus üstü kimlik arasında uyum oluşturma çabası, üyelerin ve örgütün karşılıklı etkileşimi çerçevesinde incelenmiştir. Birliğin yapısı sosyal inşacı bakış açısıyla ele alınarak metin analizi metoduyla kurumsal yapısındaki dönüşüm ve kolektif kimlik oluşturmak için atılan adımlar tartışılmıştır. Sonuç bölümünde ise örgütün son on yıllık faaliyetleri kolektif kimlik kavramı çerçevesinde değerlendirilip nitel araştırma yöntemlerinden faydalanılarak örgüt kimliğinin tanımlanması hedeflenmiştir. Anahtar
In this study, the collective identity building capacity of the Association of Southeast
Asian Nations (ASEAN), as a regional cooperation organization, has been examined.
In this respect, the place of the concept of collective identity in social sciences and
international relations has been explained. The ASEAN organization‟s capacity to
establish a collective identity has been discussed by addressing the organizatiıon‟s
pre-establishment, post-establishment, and current structure. Also, the member states'
efforts that gained independence after WWII to create harmony between the national
and supranational identity have been examined within the framework of the mutual
interaction of members and the organization. The union structure has been discussed
from the social constructivist perspective, and the steps taken to establish a collective
identity and the transformation in its institutional structure has been focused through
the text analysis method. In the conclusion part, it aims to evaluate the organization's
activities for the last ten years within the framework of the concept of collective
identity and to define the organizational identity by using qualitative research
methods
2022-02-15T07:45:11Z
2022-02-15T07:45:11Z
2022-02-15T07:45:11Z
2020
masterThesis
http://hdl.handle.net/11684/2637
tur
info:eu-repo/semantics/openAccess
ESOGÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2760
2022-02-24T01:00:40Z
com_11684_124
com_11684_16
com_11684_2
col_11684_133
Avrupa birliğinin yumuşak gücü ve koşulsallık bağlamında 1999 sonrası Türkiye ile ilişkileri
Sevinçli, Barış
Dinç, Cengiz
ESOGÜ, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı
Avrupa Birliği
Türkiye
Yumuşak Güç
Koşulsallık
European Union
Turkey
Avrupa Birliğinin dış politikada kullanmayı tercih ettiği güç türü akademik
alanda ve uluslararası siyasette büyük tartışma konusudur. Konsey ve Komisyon
belgeleri, kurucu antlaşmalar ve Yüksek Temsilcilerin konuşmaları Birliğin
uluslararası ilişkilerde yumuşak gücü kullanan barış yanlısı normatif bir aktör
olduğunu göstermektedir. Özellikle Birliğin iki dünya savaşının yıkıntılarından ders
alarak başlattığı bütünleşme hareketi, günümüzde altı üyeden yirmi sekiz üyeye
ulaşarak tüm kıtada barış, refah ve huzur getirmiştir.
AB yumuşak gücünün en etkili silahı siyasi koşulsallığıdır. Koşulsallık
genellikle aday ülkelerin, Birliğe üye olabilmeleri için insan hakları ve demokrasi
konusundaki yerine getirmeleri gereken yasal düzenlemeleri kapsar. Siyasi
koşulsallık stratejisi ilk olarak Yunanistan, Portekiz, İspanya’nın adaylık süreçlerinde
kullanılmış, gerçek manada Kopenhag Kriterlerinin kabul edilmesiyle Merkezi ve
Doğu Avrupa genişlemesinde, etkili şekilde uygulanmıştır. Koşulsallık genel olarak
aday ülkede ilerleme raporlarının yayınlaması ve müzakere sürecinde fasılların açılıp
kapanması şeklinde uygulanır.
Bu doğrultuda Türkiye, müzakere süreci devam eden aday bir ülke olması ve
yirmi yıldır üyelik süreci devam etmesine rağmen halen nihai hedefe ulaşamaması
nedeniyle koşulsallık bağlamında incelenmesi gereken bir örnektir. Bu çalışmanın iki
hedefi vardır. Birincisi Avrupa Birliği’nin yumuşak gücünün, koşulsallık bağlamında
bazı dönemlerde idam cezasının kalkması, ordunun sivil yönetim üzerindeki
etkisinin azaltılması, Kürt ve diğer azınlıklara daha fazla haklar verilmesi gibi
Türkiye’de yapılması ‘imkânsız’ olarak görülen reformların gerçekleştirilmesindeki
etkisini açıklamaktır. Tezin ikinci hedefi, aday bir devlet olmasına ve müzakere
vi
süreci devam etmesine rağmen koşulsallığın Türkiye örneğinde niçin başarısız
olduğunu ortaya koymaktır. Bu hedeflerin konulmasının sebebi, koşulsallığın daha
önceki genişleme dalgalarındaki başarısına rağmen Türkiye örneğinde neden
başarısız olduğunu incelemektir. Çalışma güvenilir bir üyelik perspektifinin ve
teşvikinin olması durumunda koşulsallığın Türkiye örneğinde işe yaradığını, bunun
olmaması durumunda bugünkü durumda olduğu gibi ilişkilerin kopma noktasına
geldiğini savunmaktadır. Sonuç olarak çalışmada, karşılıklı güvensizlik ve
endişelerden dolayı Türkiye’nin Avrupa Birliğine yakın bir gelecekte üye
olamayacağı değerlendirilmektedir
The kind of force favoured by the European Union in its foreign policy has
been a subject to great debate in academia and in international politics. The Council
and the Commission documents, founding treaties and speeches of the Union's High
Representatives show that the Union is a peaceful, normative, civilian actor which
uses soft power in international relations. In particular, the Union's move for
integration, which took lessons from the ruins of the two world wars, has now grown
from six members to twenty-eight member, bringing peace, prosperity and peace
throughout the continent.
The most effective weapon of EU’s soft power is its political conditionality.
The conditionality usually means the legal arrangements on human rights and
democracy that the candidate countries must meet in order to become a member of
the Union. The strategy of political conditionality was first used in the candidacy
processes of Greece, Portugal and Spain, and was effectively implemented in the
enlargement to Central and Eastern Europe with the adoption of the Copenhagen
Criteria. The conditionality is generally applied in the form of the publication of
progress reports about the candidate country and in the opening and closing of
chapters in the negotiation process.
In this respect, Turkey is a good example that needs to be examined in terms
of conditionality, as it is a candidate country whose negotiation process is still
ongoing despite the membership process has started twenty years ago and not
reached its final goal yet. This study has two goals. The first one is to explain the
effect of the soft power of the European Union in terms of conditionality on the
viii
implementation of reforms that are seen as impossible in Turkey in some periods,
such as abolishing the death penalty, reducing the military's influence on Civil
Administration and granting more rights to Kurdish and other minorities. Secondly,
the study aims to explain why the conditionality has failed in the case of Turkey,
even though it is a candidate country and the negotiation process still continues. The
reason for setting these goals is to examine why conditionality has failed despite its
success in previous expansion rounds. The study argues that if there is a reliable
membership perspective and incentive, the conditionality works in the case of
Turkey, and if there is not, relations have reachs to the point of rupture as they are
today. As a result, the study suggests that Turkey would not become a member of the
European Union in the near future due to mutual distrust and concerns
2022-02-23T11:06:38Z
2022-02-23T11:06:38Z
2022-02-23T11:06:38Z
2020
masterThesis
http://hdl.handle.net/11684/2760
tur
info:eu-repo/semantics/openAccess
ESOGÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/4178
2022-08-06T00:01:13Z
com_11684_124
com_11684_16
com_11684_2
col_11684_133
Çevre sorunlarının uluslararası ilişkiler içerisindeki yeri: Rio konferansı
Durmaz, Boğaçhan
Yetim, Mustafa
ESOGÜ, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi , Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı
Rio Konferansı
Çevre
Uluslararası Hukuk
Birleşmiş Milletler
Rio Conference
Environment
International Law
United Nations
Bu çalışma, uluslararası ilişkiler içerisinde çevre sorunlarının yerini inceleyerek çevrenin bağımlı doğasını kanıtlamayı amaçlamaktadır. İlk olarak çevre sorunlarının çeşitleri ve etkileri anlatılmış, ardından nicel veriler ile tahribatın mevcut durumu ve olası geleceğinden bahsedilmiştir. Çevre meselelerine yönelik uluslararası çabanın birincil aracı olan uluslararası çevre hukuku; tarihsel gelişimi ve temel ilkeleri ile açıklanmıştır. Tarihsel gelişim süreciyle, çevrenin küresel seviyede hangi eğilimler ve motivasyonlar arasında evrildiğinin resmi çizilmiştir. Çevreye dair uluslararası düzenleme ve rejimlerin hangi ortak değerler doğrultusunda oluşturulduğunun cevabı ise ilkelerde aranmıştır.
İkinci bölümde, kapsamı ve tarihsel gelişim sürecinde edindiği önemli yeri nedeniyle örnek olay olarak seçilen Rio Konferansı incelenmiştir. Zirve dahilinde oluşturulan düzenlemeler; içerikleri, kavramsal yaklaşımları, müzakere süreçleri ve uygulamaları dahilinde ele alınmıştır. Ardından zirve sonrası dönem; oluşturulan kurumların tarihçesi ve sorunların zaman içerisindeki seyri bağlamında incelenmiştir. Tesis edilmeye çalışılan çevre rejiminin performans değerlendirmesi ile uluslararası çabanın çevre sorunlarına karşılık vermedeki işlevselliği sorgulanmıştır.
Sonuç olarak oluşturulan kurum ve kuruluşların salt nicel veriler dahilinde yetersiz kaldığı anlaşılmıştır. Lakin Rio’nun başarısından veya başarısızlığından ziyade konferans sürecinin bizatihi kendisi çevrenin uluslararası ilişkiler içerisindeki politik, ekonomik ve sosyal meseleler ile olan bağımlı doğasını gözler önüne sermiştir. Çevre sorunlarının çözümünde edinilen yöntemlerin uluslararası sistemdeki güç difüzyonunu hızlandırıcı etkisi saptanmıştır. Müzakere süreçleri ise çevrenin bir baskı ve pazarlık unsuruna dönüştüğüne işaret etmiştir. Nihayetinde uluslararası ilişkiler
iv
içerisinde çevre sorunlarının ele alınış şeklinin ağır koşul bağımlı olduğu, bu nedenle dinamizmini ivmelendirerek sürdüreceği sonucuna varılmıştır
This study aims to prove dependent nature of environmental issues by examining the role of environmental issues in international relations. Firstly, the types and effects of environmental problems were explained, then the current situation and possible future of the degradation were mentioned with quantitative data. International environmental law, which is the primary instrument of international effort towards environmental issues, was explained by means of historical development and basic principles. With the historical development process, it was aimed to reveal which trends and motivations the environment has evolved at the global level. The answer to which common values the international regulations and regimes on the environment were created in, was sought in the principles.
In the second part, the Rio Conference, which was chosen as a case study due to its scope and its important place in the historical development process, was examined. Arrangements created within the summit were mentioned by their contents, conceptual approaches, negotiation processes and applications. Afterwards, the post-summit period was examined in the context of the history of the institutions established and the course of the problems over time. With the performance assessment of the environmental regime that is tried to be established, the functionality of the international effort in responding to environmental problems has been questioned.
As a result, it was concluded that the institutions and organizations formed were insufficient by examining the purely quantitative data. However, performance of Rio aside, the conference process itself revealed the dependent nature of the environment with political, economic and social issues in international relations. The accelerating effect of the methods acquired to solve environmental problems on power diffusion inside international system was found. Negotiation processes pointed out that
vi
the environment has turned into an element of pressure and bargaining. It was concluded that the way environmental issues are handled in international relations is heavily dependent, therefore it will continue its dynamism by accelerating
2022-08-05T05:22:01Z
2022-08-05T05:22:01Z
2022-08-05T05:22:01Z
2021
masterThesis
http://hdl.handle.net/11684/4178
tur
info:eu-repo/semantics/openAccess
ESOGÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3202
2022-06-15T00:02:08Z
com_11684_124
com_11684_16
com_11684_2
col_11684_133
Terrorism risks and threats assessment in west Africa: analyzing ecowas early warning system
Akılatan, Tetede Babatunde Francois
Atılgan Pazvantoğlu, Cansu
ESOGÜ, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi , Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı
ECOWAS
ECOWARN
West Africa
Early Warning System
Terrorism Risk and Threat Assessment
TRAM Methodology
Batı Afrika
Erken Uyarı Sistemi
Terörizm Riski Ve Tehdit Değerlendirmesi
TRAM Metodolojisi
Otherwise known as ECOWAS, the Economic Community of West African States is a regional institution initiated on 28 May 1975 by 15 west African countries whose essential aim is to promote economic integration within the member states and tackle the region-related geopolitical issues in a common way. The ECOWAS’ member states have been encountering various challenges including terrorism. Terrorism is a major security threat to people within the member states. In this regard, it is common understanding that state or any supranational institution needs to continuously assess the risk and the threat of terrorism for the purpose of being able to prevent any potential terrorist incident on its territory. Although ECOWAS has a standing counterterrorism strategy, it lacks a terrorism risk and threat assessment approach which could still help anticipate future terrorist activities that might endanger the national security of each and all the member states. This issue constitues the focus of the present study whose principal aim is to offer an analysis of the ECOWAS Early Warning and Response Network (ECOWARN) by way of an assessment of the existent, emerging and potential terrorism risks and threats in Nigeria and Mali–the two most impacted countries within ECOWAS region. As such, terrorism risks and threats posed by Boko Haram in Nigeria and Jamaat Nusrat al-Islam wal-Muslimin in Mali were assessed. The assessment was carried out using the TRAM methodology as the analytical framework of the research. However, the TRAM methodology per se does not constitute a substitute to the methodological
vi
approach of this study. Instead, the findings of this study were made possible through the exploration of a qualitative approach based typically on an analytical and descriptive research thanks to secondary data such as highlights, incident reports, policy briefs and other necessary data related to the security issues in the ECOWAS region and collected from the ECOWAS Commission’s website. The secondary data were also collected from academic books, papers published in academic journals, newspaper articles, etc. As a result, it has been found out that ECOWARN’s focus on inter-state conflict prevention over the prevention of terrorism risk and threat is a weak point to ECOWAS’ ability to effectively guard against terrorism in West Africa in line with the challenges encountered by its counterterrorism strategy and the tremendous insights and benefits that early warning systems provide in counterterrorism field. To address this challenge, the study has come up with the way ECOWARN can be reoriented in a bid to facilitate the assessment and mitigation of terrorism risks and threats in the ECOWAS’ member states
Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS), üye devletleri arasında ekonomik entegrasyonu teşvik etmek ve bölgeyle ilgili jeopolitik sorunları ortak bir şekilde ele almak amacıyla 15 Batı Afrika ülkesi tarafından 28 Mayıs 1975'te kurulan bölgesel bir organizasyondur. ECOWAS’ın üye devletleri, terörizm dahil çeşitli zorluklarla karşılaşmaktadır. Terörizm, üye devletlerdeki insanların güvenliği için büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Bu bağlamda, devletin veya herhangi bir uluslarüstü kurumun, kendi topraklarındaki herhangi bir potansiyel terör olayına karşı korunabilmek için sürekli olarak terörizm riskini ve tehdidini değerlendirmesi gerektiği yaygın bir anlayıştır. ECOWAS daimi bir terörle mücadele stratejisi olmasına rağmen, her bir üye devletin ulusal güvenliğini tehlikeye atabilecek gelecekteki terörist faaliyetleri tahmin etmeye yardımcı olabilecek bir terör riski ve tehdit değerlendirme yaklaşımından yoksundur. Bu konu, temel amacı ECOWAS Erken Uyarı ve Müdahale Ağı'nın Nijerya ve Mali'deki mevcut, ortaya çıkan ve potansiyel terörizm riskleri ve tehditlerinin değerlendirilmesi yoluyla bir analizini sunmak olan bu çalışmanın odak noktasını oluşturmaktadır. Bu itibarla Nijerya'da Boko Haram ve Mali'de ‘Jamaat Nusrat al-Islam wal-Muslimin’ tarafından oluşturulan terör riskleri ve tehditleri değerlendirilmiştir. Değerlendirme, araştırmanın analitik çerçevesi olarak Terörizm Risk Değerlendirmesi ve Yönetimi (TRAM) metodolojisi kullanılarak gerçekleştirildi. Bununla birlikte, TRAM metodolojisi kendi başına bu çalışmanın metodolojik yaklaşımının yerini tutmaz.
viii
Bunun yerine, bu çalışmanın bulguları, ECOWAS Komisyonu'ndan çevrimiçi olarak erişilebilen önemli noktalar, olay raporları ve politika bilgileri gibi ikincil veriler sayesinde tipik olarak analitik ve tanımlayıcı bir araştırmaya dayanan nitel bir yaklaşımın araştırılmasıyla mümkün hale getirildi. ECOWAS bölgesindeki güvenlik konuları ile ilgili diğer gerekli veriler, akademik kitaplar, akademik dergilerde yayınlanan makaleler, gazete makaleleri vb. toplanmıştır. Sonuç olarak, ECOWAS Erken Uyarı ve Müdahale Ağı'nın terörizm riskinin ve tehdidinin önlenmesi yerine daha çok devletler arası çatışmanın önlenmesine odaklanmasının, ECOWAS'ın terörle mücadele stratejisinin karşılaştığı zorluklar ve erken uyarı sistemlerinin terörle mücadele alanındaki muazzam faydaları doğrultusunda Batı Afrika'da terörizme karşı etkin bir şekilde korunma yeteneği açısından zayıf bir nokta olduğu ortaya çıkmıştır. Bu zorluğun üstesinden gelmek için, çalışma ECOWARN'ın ECOWAS'ın üye devletlerinde terörizm risklerinin ve tehditlerinin değerlendirilmesini ve azaltılmasını kolaylaştırmak için bir öneriyle yeniden yönlendirilebileceğini ortaya koymuştur
2022-06-14T13:27:05Z
2022-06-14T13:27:05Z
2022-06-14T13:27:05Z
2021
masterThesis
http://hdl.handle.net/11684/3202
eng
info:eu-repo/semantics/openAccess
ESOGÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/4163
2022-08-05T00:01:33Z
com_11684_124
com_11684_16
com_11684_2
col_11684_133
Türkiye Katar arasındaki ikili ilişkileri etkileyen dinamikler
Mercan, Aylin
Yetim, Mustafa
ESOGÜ, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi , Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı
Türkiye
Katar
Türkiye-Katar İlişkileri
Bölgesel Ve İç Dinamikler
Turkey
Qatar
Turkey-Qatar Relations
İnternational
Regional And Domestic Dynamics
Bu çalışmada Türkiye ile Katar arasındaki ikili ilişkileri etkileyen dinamikler genel olarak Ortadoğu özelde ise Körfez bölgesinde meydana gelen gelişmeler bağlamında incelenmektedir. Bu bağlamda çalışmada ilk olarak bütüncül bir çerçeve çizmek adına Türkiye’nin Körfez bölgesine olan yönelimini etkileyen iç ve dış faktörler ayrıntılı bir biçimde ele alınarak bölge ülkeleri ile Türkiye arasında ilişkilerin gelişim süreci analiz edilmiştir.
2000’li yıllarda Türkiye ile Katar arasındaki ilişkilerin incelendiği çalışmanın ikinci bölümünde ilk olarak 2000 ve 2010 yılları arası ilişkilerin gelişimi analiz edilmiştir. Bununla birlikte 2010 yılından günümüze ilişkilerin belirleyici faktörlerinden olan Arap Baharına yönelik tutumun, Türkiye’nin 2017 yılında patlak veren Körfez krizine yönelik tavrının ve İran’ın nükleer anlaşmasına ilişkin benimsenen pozisyonların ikili ilişkileri nasıl şekillendirdiği incelenmeye çalışılmıştır. Çalışmanın üçüncü bölümünde ise iki ülkenin iç dinamikleri bağlamında liderlik, fikirsel unsurlar ve çok boyutlu çıkarların ilişkiler üzerindeki etkisi analiz edilmiştir
Sonuç olarak ise çalışma kapsamına alınan dinamiklerin Türkiye ile Katar arasındaki ilişkilerin gelişmesinde önemli bir role sahip olduğu görülmüştür. Bu noktada özellikle Arap Baharı sürecinde bölgesel dinamiklerin değişmesi ile birlikte meydana gelen olayların Türkiye ile Katar arasında yakın ilişkiler kurulmasını beraberinde getirdiği görülürken Körfez krizi ile birlikte yakın ilişkilerin daha da derinleştiği sonucuna ulaşılmıştır
In this study, the dynamics affecting the bilateral relations between Turkey and Qatar are examined in the context of developments in general in the Middle East and the Gulf region in particular. In this context, in order to draw a holistic framework, the internal and external factors affecting Turkey's tendency to the Gulf region were discussed in detail and the development process of relations between the countries of the region and Turkey was analyzed.
In the second part of the study, which examines the relations between Turkey and Qatar in the 2000s, the development of relations between 2000 and 2010 was analyzed first. In addition, it has been tried to examine how the attitude towards the Arab Spring, which is one of the determining factors of relations since 2010, Turkey's attitude towards the Gulf crisis that broke out in 2017 and the positions adopted regarding Iran's nuclear agreement shaped bilateral relations. In the third part of the study, the effects of leadership, intellectual factors and multidimensional interests on the relations were analyzed in the context of the internal dynamics of the two countries.
As a result, it has been seen that the dynamics included in the study have an important role in the development of relations between Turkey and Qatar. At this point, it is seen that the events that occurred with the change of regional dynamics during the Arab Spring period brought about the establishment of close relations between Turkey and Qatar, and it was concluded that close relations became deeper with the Gulf crisis
2022-08-04T10:20:55Z
2022-08-04T10:20:55Z
2022-08-04T10:20:55Z
2021
masterThesis
http://hdl.handle.net/11684/4163
tur
info:eu-repo/semantics/openAccess
ESOGÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü