2024-03-28T23:54:22Z
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/oai/request
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/343
2016-03-16T01:00:06Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_214
Üriner sistem taş hastalığı tedavisinde kullanılan extracorporeal shock wave lithotripsy (eswl) ve prekütan nefrolitotomi yönteminin etkinliğinin retrospektif olarak değerlendirilmesi
Kılıççalan, Harun
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Üroloji
Üriner Sistem Taş Hastalığı
Extracorporeal Shock Wave Lithotripsy
Perkütan Nefrolitotomi
Urinary System Stone Disease
Percutaneous Nephrolithotomy
Üriner sistem taş hastalığı, sık karşılaşılan ve tekrarlama eğiliminde olan önemli bir sağlık problemidir. Sık görülmesi ve tekrarlama olasılığından dolayı başarılı bir tedaviyle böbreğin taĢtan tam olarak temizlenmesi, minimal morbidite, maksimal böbrek fonksiyonlarının korunması ve tekrarların geciktirilmesi sağlanmalıdır. Bu yüzden ESWL ve minimal invaziv cerrahi yöntemler açık cerrahiye tercih edilmektedir. Bu çalışmada üriner sistem taş hastalığı tedavisinde sıkça başvurulan ESWL ve PNL yöntemlerinin, etkinlik ve güvenirlilik açısından retrospektif olarak değerlendirilmesi amaçlandı. ESWL ve PNL yapılan toplam 400 hastanın retrospektif olarak bilgilerine ulaşıldı. Gruplar arasında cinsiyet ve işlem yönü açsısndan fark saptanmadı. YAŞ ve VKG oranları bakıldığında anlamlı fark saptandı. Taş boyutuna bakılmaksızın gruplar karşılaştırıldığında, ESWL grubunda % 53.5, PNL grubunda ise % 80.5 taşsızlık saptandı. Taş boyutu 10-20 mm olan taşlar değerlendirildiğinde, ESWL‘ de % 45.3, PNL‘ de ise % 87.9 taşsızlık oranı tespit edildi. Lokalizayon açısından değerlendirildiğinde pelvis ve alt kaliks taşlarında taşsızlık açısından anlamlı fark saptandı (p<0.001). ESWL‘ de pelvis taşlarında % 46.9, alt kaliks taşlarında % 27.3 taşsızlık saptanırken, PNL‘ de % 86 ve % 94.1 saptandı. Komplikasyonlar açısından iki grup değerlendirildiğinde benzer oranlar saptandı. Majör komplikasyon oranları PNL‘de daha yüksek saptandı. PNL ve ESWL üriner sistem taş hastalığında uygun taş boyutu ve lokalizasyonlarında güvenle kullanılabilen etkin yöntemlerdir.
Urinary system stone disease is a common health problem which has a tendency to recur. Because of frequency and likolihood to recur, it is required to remove all stones with minimal morbidity and maximal conservation of renal functions and to delay the recurrence. Thus ESWL and minimally invasive surgical techniques are preferred to open surgery. In this study, it is aimed to analyse the effectiveness and reliability of ESWL and PNL, that are frequently used in the urinary system stone disease, retrospectively. Data of 400 patients undergoing ESWL and PNL are obtained retrospectively. No significance was found in the sex and side between groups. There was significant difference in age and BMI. When groups were compared regardless of stone size, stone-free rates (SFR) were %53.5 in ESWL group, %80.5 in PNL group. When stones between 10-20 mm were considered SFR were %45.3 in ESWL group and %87.9 in PNL group. There was significant difference in SFRs of pelvis and lower calyceal stones (p<0.001). In ESWL group, SFR of pelvis stones was % 46.9 and %27.3 in lower calyceal stones. In PNL group SFRs were %86 and %94.1, respectively. Similar complication rates were observed in both groups. Major complication rates were higher in PNL group. PNL and ESWL are feasible options for urinary system stone disease in appropriate stone size and localization
2016-03-15T11:04:16Z
2016-03-15T11:04:16Z
2016-03-15T11:04:16Z
2015-09-16
physicsThesis
http://hdl.handle.net/11684/343
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/699
2016-12-01T01:00:51Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_214
Mesane kanserlerinde prognostik faktörler
Bilgehan, Münir Ali
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Üroloji
Mesane Kanseri
Prognostik Faktör
Genel ve Hastalıksız Sağkalım
Bu çalışmada mesane kanserlerinde etkili olabileceği düşünülen prognostik faktörlerin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Bu amaçla Haziran 1995 ve Haziran 2013 yılları arasında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı’nda primer mesane tümörü ön tanısı ile tek cerrah tarafından transüretral mesane rezeksiyonu (TUR-M) yapılan ve patoloji sonucu mesane kanseri rapor edilen en az 1 yıllık takibi olan 499 hastanın klinik ve demografik verileri incelendi. Hastalara ait klinik, radyolojik ve patolojik parametreler aynı cerrahın kayıtlarından temin edildi. Hastaların 450’si erkek (%90,2), 49’u kadındı (%9,8). Erkek/kadın oranı 9.1, yaş ortalaması 60,6 (21–85) idi. Ortanca takip süresi 62,2 ay (12–232) olup izlem sonunda 92 hastanın (%18,4) tümör nedeniyle kaybedildiği görüldü. Hastaların patolojileri ile değerlendirildiğinde, 198 hastanın Ta evresinde (%39,6), 196 hastanın T1 evresinde (%39,2), 105 hastanın ise T2 evresinde (%21,2) olduğu saptandı. Ta tümörlerde genel sağkalıma derecenin etkili olduğu, tümör boyutu, tümör sayısı, ilk 3. ayda yapılan sistoskopi ve CIS’ın Ta tümörlerde nüksüz sağkalıma etki eden bağımsız prognostik faktörler olduğu, Grade, tümör boyutu, tümör sayısı, CIS’ın da Ta tümörlerde progresyonsuz sağkalıma etki eden bağımsız prognostik faktörler olduğu bulunmuştur. T1 tümörlerde grade, ReTUR sonucu, CIS ve LVİ’nun genel sağkalıma etkili prognostik faktörler olduğu, ReTUR sonucu, ilk 3 ayda yapılan sistoskopide tümör olup olmaması, tümör boyutu, tümör sayısı ve LVİ’nun nüksüz sağkalımda bağımsız prognostik faktörler olduğu, grade, CIS, LVİ ve ReTUR sonucunun da T1 tümörlerde bağımsız prognostik faktörler olduğu bulunmuştur. Kasa invasif mesane kanserlerinde ise radikal sistektomi yapılan hastalarda, lenf nodu tutulumu ve hastalığın evresinin genel ve hastalıksız sağkalımda bağımsız prognostik faktörler olarak bulunmuştur. Tümör davranışını daha iyi öngören histolojik tiplerin tanımlanması, etkin ve pratik moleküler belirteçlerin bulunması ile hastalığın öngörüsünün arttırılabileceği düşünülmektedir.
In this study we aimed to evaluate of the prognostic factors in bladder cancers. Between June 1995 and June 2013 499 patients diagnosed with primary bladder cancer operated by same surgeon and they followed up at least 1 year. Radiologic and pathological findings are taken from same surgeons data. Male 450 (%90,2), female 49 (%9,8), average of male/female 9.1, average of age 60,6 (21–85). Intermediate follow up time 62,2 mounth (12–232). 92 patients (%18,4) ex because of cancer. Pathology of patients are, 198 Ta stage (%39,6), 196 T1 stage (%39,2), 105 T2 stage (%21,2). Ta tumors overall survival is effected by grade, tumor size, number of tumors, first 3. mounths cystoscopy and karsinoma in-situ (CIS) are parameters of independant prognostic factors of the recurrence free survival. Grade, tumor size, number of the tumor, CIS are parameters of independant prognostic factors of the progression free survival. T1 tumors overall survival is effected by grade, ReTUR, CIS and LVI. ReTUR, 3. mounths cystoscopy tumor size, number of tumors and LVI are parameters of independant prognostic factors of the recurrence free survival. Grade, CIS, LVI and ReTUR are parameters of independant prognostic factors of the progression free survival. Radical cystectomy with muscle invasive bladder cancer overall and cancer free survial is affected by stage and lymphatic metastasis. Defining subtypes of cancer histology and molecular reagents will anticipate to find out the attitude of bladder cancer.
2016-11-30T08:00:54Z
2016-11-30T08:00:54Z
2016-11-30T08:00:54Z
2014
physicsThesis
Bilgehan, M.A. Mesane Kanserlerinde Prognostik Faktörler. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir 2014.
http://hdl.handle.net/11684/699
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/738
2016-12-07T01:00:23Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_214
Üriner sistem taş hastalığı ve klotho gen polimorfizmi arasındaki ilişkinin araştırılması
Gürel, Abdullah
TR171365
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Üroloji
Üriner Sistem Taş Hastalığı
Klotho Gen Polimorfizmi
β glukrodinaz
Urinary System Stone Disease
Klotho Gene Polymorphism
β-glucurodinase
Üriner sistemde taş oluşumu; çevresel, anatomik ve genetik faktörlerin karşılıklı etkileşimine dayanan multifaktöryel bir olaydır. Epidemiyolojik çalışmalarda elde edilen veriler taş hastalığı prevalansının %3.5-18.5 arasında değiştiğini göstermiştir. Üriner sistem taş hastalığının (ÜSTH) en önemli özelliklerinden biri tekrarlama olasılığının fazla olmasıdır. Girişimsel tedavilerin maliyetinin yüksek olması, profilaktik tedaviye olan ilgiyi arttırmıştır. Taş hastalığının multifaktöryel doğası nedeniyle genetiğin katkısını tespit etmek zorluk arz etmektedir. Yapılan çalışmalarda yaşlanma karşıtı hormon (antiaging hormone) olarak bilinen Klotho geninin kalsiyum ve fosfor homeostazisinde son derece önemli rol oynadığı gösterilmiştir. Klotho, kalsiyum ve fosfor metabolizması üzerindeki etkisini B glukrodinaz aktivitesi ile göstermektedir. Yakın zamanda yapılan iki çalışma da klotho genindeki polimorfizmler ile üriner sistem taş hastalığı arasındaki ilişki bulunduğu saptanmıştır. Bu çalışmada üriner sistem taş hastalığı bulunan 103 hasta ve üriner sistemde taşı olmayan ve daha önceden taş öyküsü olmayan 102 kontrol grubu çalışmaya dahil edildi. Hasta ve kontrol grubu arasında yaş, cinsiyet açısından farklılık saptanmadı. Hasta ve kontrol grubu karşılaştırıldığında; hasta grupta yer alanların daha çok sedanter işlerde çalıştığı, beslenme şekli olarak daha çok hayvansal gıda ağırlıklı beslendikleri, vücut kitle indekslerinin daha yüksek değerlerde olduğu ve ailelerinde taş öyküsünün daha fazla görüldüğü sonucuna varıldı. Hasta grupta 24 saatlik idrar kalsiyum değeri kontrol grubuna göre yüksek saptandı. Hasta ve kontrol grubunda, klotho genindeki G395A, F352V ve C18118T polimorfizmleri karşılaştırıldığında hasta grupta G395A polimorfizmi, kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı oranda fazla saptandı. Β glukrodinaz düzeyi karşılaştırıldığında; hasta ve kontrol grubunda istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı.
Stone formation in urinary system is a multifactorial event which based on interaction among environmental, anatomical and genetic factors. Data from epidemiological studies showed that prevalence of stone disease varies between % 3.5 and 18.5. The most important feature of urinary system stone disease (USSD) is high recurrence possibility. Because of higher cost of interventional treatments, prophylactic treatment has been get considerable attention. It is difficult to identify the genetic contribution due to the multifactorial nature of stone disease. It was shown that Klotho gen which known as antiaging hormone has a critical role for calcium and phosphorus homeostasis. Klotho initiates own effect on calcium and phosphorus metabolism by the β-glucurodinase activity. In recent two studies, an association between klotho gene polymorphism and urinary system stone disease has been demonstrated. In this study, 103 patients with USSD and 102 controls without stone in urinary system or previous stone history were included. No difference was found between the patient and control groups for age and gender. When the patient and control groups were compared, it was concluded that cases from patient group work more sedentary occupations, feed with more foods of animal origin, have higher body mass index and more family history of stone. 24-hour urinary calcium level was higher in the patient group compared to control group. When G395A, F352V and C18118T polymorphisms in klotho gene were compared between groups, the ratio of G395A polymorphism was statistically higher in the patient group than control group. There was no statistical difference for β-glucurodinase between groups.
2016-12-06T06:39:43Z
2016-12-06T06:39:43Z
2016-12-06T06:39:43Z
2014
physicsThesis
Gürel, A. Üriner sistem taş hastalığı ve klotho gen polimorfizmi arasındaki ilşikinin araştırılması. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir 2014.
http://hdl.handle.net/11684/738
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/859
2017-01-03T01:00:20Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_214
Twinkling artefaktının böbrek taşlarının in vivo biyokimyasal yapıları ile ilişkilendirilmesi
Kaya, Coşkun
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Üroloji
Üriner Sistem Taşı
Taş Analizi
Ultrasonografi
Twinkling Artefaktı
Urinary System Stone Disease
Stone Analysis
Ultrasonography
Ttwinkling Artifact
Bu çalışmada
böbrek taşlarının in vivo ortamda Renkli Doppler Ultrason ile elde edilen Twinkling
Artefaktı özellikleri ile kimyasal bileşimlerinin tahmini yapılmaya, Twinkling
Artefaktın oluşmasında ve şiddetinde etkili olabilecek faktörler ortaya konmaya
çalışılmıştır. Bu amaçla Ağustos 2011 – Ağustos 2012 tarihleri arasında Eskişehir
Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Bölümü‟ne başvuran, yapılan tetkikler
sonucunda 2 cm‟den büyük böbrek taşı saptanan ve daha önce taşlı böbreğe hiçbir
ürolojik tedavi uygulanmayan, perkütan nefrolitotomi ameliyatı için uygun
endikasyonlara sahip 101 hasta çalışmaya dahil edildi. Her bir hastaya Renkli
Doppler Ultrasonografi yapılarak taşlar Twinkling Artefakatları açısından
değerlendirildi. Tüm taşlar Twinkling Artefakatları‟na göre Grade 0,1 ve 2 olmak
üzere 3 gruba ayrıldı. Tüm hastalara perkütan nefrolitotomi operasyonu yapıldı.
Ġşlem sonrası elde edilen tüm taşlar analize gönderildi. Analiz sonuçlarına göre 66
(%65.3) tane kalsiyum oksalat taşı saptandı. Kalsiyum oksalat mono hidrat ise saf
veya mikst halde en çok saptanan (%78,2) kimyasal tür olduğu gözlendi. Taşın
boyutu, kimyasal yapıları, böbrekte hidronefroz varlığı, hastanın vücut kitle indeksi
ve operasyon sonrası taşsızlık durumu ile Twinkling artefakt arasındaki ilişki
istatiksel olarak değerlendirildi. Twinkling artefaktın taşın kimyasal yapısını tahmin
etmeye yardımcı olmadığı, hastanın vücut kitle indeksi ve taşın boyutu arttıkça
Twinkling artefaktın şiddetlendiği saptandı. Bu bulgular sonucunda kilolu hastalar ile
taş yükü fazla olan hastalarda Twinkling artefaktın güvenililirliğinin yeterli
olamayacağı ilk kez gösterilmiş oldu. Yapılacak geniş kapsamlı in vivo çalışmalar
ile Twinkling artefaktın üriner sistem taş hastalığı tanısındaki yerinin daha da
netleşeceğini düşünmekteyiz.
This study
aimed to predict the chemical composition of the kidney stones according to their
twinkling artifact features obtained by in vivo Color Doppler Ultrasonography and to
determine the factors potentially affecting the formation and severity of Twinkling
artifact. For this purpose, a total of 101 patients admitted to the Department of
Urology, Eskisehir Osmangazi University between August 2011 and August 2012 in
whom a kidney stone of 2 mm or over was identified and no previous urological
surgery was performed as well as who had indication for percutaneous
nephrolithotomy were included in the study. All patients were evaluated for
Twinkling artifact by using Color Doppler Ultrasonography. According to the
Twinkling artifact, all kidney stones were divided into 3 groups: grade 0, 1 and 2.
Percutaneous nephrolithotomy was performed in all patients. Immediately after the
procedure, all stones were referred for chemical analysis. According to the results of
chemical analysis, 66 (65.3%) were calcium oxalate stones. The most common pure
or mixed chemical ingredient was calcium oxalate monohydrate (78.2%). The
relationship of Twinkling artifact with the size and chemical composition of the
stone, presence of hydronephrosis, body mass index (BMI) and stone-free rate after
the procedure was statistically evaluated. It was found in this study that twinkling
artifact is not able to help to predict the chemical composition of the stone and that
severity of Twinkling artifact increases with increasing BMI and increasing size of
the stone. In conclusion, the present study is the first showing that Twinkling artifact
may not be reliable in overweight patients and in patients with high burden of stone.
Future comprehensive in vivo studies will clarify the role of twinkling artifact in the
diagnosis of urinary tract stone disease.
2017-01-02T14:10:13Z
2017-01-02T14:10:13Z
2017-01-02T14:10:13Z
2013
physicsThesis
Kaya C. Twinkling Artefaktının Böbrek Taşlarının İn vivo Biyokimyasal Yapıları ile İlişkilendirilmesi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilmi Dalı. Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir.2013.
http://hdl.handle.net/11684/859
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1499
2018-05-09T00:00:38Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_214
Prostat kanserli hastalarda transrektal ultrason eşliğinde biyopsi, manyetik rezonans görüntüleme ve radikal prostatektomi spesmenlerinin bulgularının karşılaştırılması
Ülgen, Ali
TR182059
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Üroloji
Prostat Kanseri
Manyetik Rezonans Görüntüleme
Tanı
Evreleme
Prostate Cancer
Magnetic Resonance Imaging
Diagnosis
Staging
Günümüzde yaşam süresindeki artış ve insidansı göz önüne alındığında prostat kanseri bir halk sağlığı problemi haline gelmiştir. Prostat kanseri tanısı, prostat spesifik antijen (PSA) yüksekliği ve/veya parmakla rektal muayenedeki (PRM) patolojik bulgular nedeniyle transrektal ultrasonografi (TRUS) kılavuzluğunda yapılan sistematik ve şüpheli alanlara yönelik biyopsilere dayanmaktadır. Fakat prostat kanserinin tanısından tedavi sonrası takibine kadar, karar verme algoritmalarında yol gösterici güvenilir modalitelere ihtiyaç duyulmaktadır. Çalışmamızda prostat kanseri nedeniyle radikal retropubik prostatektomi (RRP) yapılan hastaların TRUS kılavuzluğunda biyopsi (TRUS-Bx) ve preoperatif manyetik rezonans görüntülemede (MRI) saptanan patolojik ve radyolojik bulguların karşılaştırılması yapılarak, MRI’ın tanı, evreleme ve cerrahi planlamadaki yeri değerlendirilmiştir. MRI 47 hastanın 46’sında (%97.87) tümör saptamış, 88 tümör odağının ise 49’unu (%55.68) tespit etmiştir. MRI ile TRUS-Bx’ye göre daha az tümör odağının saptanmasına rağmen bunların klinik anlamlılıklarının daha fazla olması, MRI’ın klinik önemsiz kanserleri tespit etmeyip klinik önemli kanserleri ise atlamadığına işaret etmektedir. Ayrıca MRI’ın ekstraprostatik uzanım (EPE) saptamada yüksek özgüllüğe (0.94) fakat düşük duyarlılığa (0.26) sahip olduğu gösterilmiştir. İnvazyon olan 16 SV’ün sadece 4’ü (%25) MRI ile tespit edilmiş, duyarlılık, özgüllük, pozitif öngörü değeri (PPV) ve negatif öngörü değeri (NPV) 0.25, 1.00, 1.00 ve 0.87 bulunmuştur. Çalışmamızda metastatik lenf nodu (LN) olan 7 hastanın 2’si (%28.57) MRI ile saptanmış, MRI’da patolojik vasıfta özellikler gösteren LN izlenmeyen 39 hastada (%82.98) buna uyumlu şekilde patolojik incelemede de metastaz tespit edilmemiştir. Buna göre MRI’ın metastatik LN saptamadaki duyarlılık, özgüllük, PPV ve NPV’i 0.28, 0.97, 0.66 ve 0.88 bulunmuştur. MRI çekim standartlarının sağlanması, merkezlerde yaygınlaşması ve deneyimin artması ile daha çok kullanım alanı bulacaktır.
When the increase in life expectancy and it’s incidence considered, prostate cancer has became a public health problem. Diagnosis of prostate cancer in clinical practice, substantially relies on transrectal ultrasonography (TRUS) guided systematic and directed biopsies to the suspected areas on the ground of high prostate specific antijen (PSA) level and/or pathological findings on digital rectal examination (DRE). But in every round of prostate cancer, from diagnosis to post-treatment follow-up, reliable modalities that guide to the physician in the decision-making algorithm are needed. In our study, pathological findings of TRUS guided biopsy (TRUS-Bx) and radiological findings of preoperative magnetic resonance imaging (MRI) are compared and the role of MRI in the diagnosis, staging and sugical planning is evaluated in the patients who undergone radical retropubic prostatectomy (RRP) because of prostate cancer. MRI detected tumor in 46 of 47 patients (%97.87) and 49 of 88 tumor foci (%55.68) in these patients. Although MRI detected less tumor foci than TRUS-Bx, these foci were more clinically significant and this finding indicates that MRI does not detect insignificant tumors and does not miss significant ones. Also, high specificity (0.94) but low sensitivity (0.26) of MRI on detecting extraprostatic extention (EPE) is demonstrated. MRI detected only 4 of 16 (%25) seminal vesicle (SV) invasion and sensitivity, spesificity, positive predictive value (PPV) and negative predictive value (NPV) were 0.25, 1.00, 1.00 ve 0.87, respectively. In our study, 2 of 7 patients (%28.57) who have lymph node (LN) metastasis were detected by MRI and no metastatic nodes were found on histopathological examination.in 39 patients (%82.98) that have no lymph nodes with pathological characteristics on MRI. Accordingly, sensitivity, specificity, PPV and NPV of MRI on detecting metastatic LN are 0.28, 0.97, 0.66 ve 0.88, respectively. By ensuring the standart of MRI, widespread use in medical centers and gaining experience; MRI will find extensive area on prostate cancer.
2018-05-08T05:29:14Z
2018-05-08T05:29:14Z
2018-05-08T05:29:14Z
2017
physicsThesis
Ülgen, A. Prostat kanserli hastalarda transrektal ultrason eşliğinde biyopsi, manyetik rezonans görüntüleme ve radikal prostatektomi spesmenlerinin bulgularının karşılaştırılması. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Üroloji Anabilim Dalı, Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2017.
http://hdl.handle.net/11684/1499
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2255
2022-01-12T07:45:45Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_214
Santrifüj hızı, sigara ve yaş ile sperm DNA’ sı arasındaki ilişki
Erkul, Aydın
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı
Santrifüj Hız
Sperm DNA
Erkek infertilitesine neden olan etkenler çok çeşitlidir ve günümüzde hala tam olarak açıklanamamıştır. ICSI sonrası elde edilen gebeliklerde ve yenidoğanda izlenen istenmeyen kötü sonuçlar araştırmacıları sperm DNA hasarı üzerinde yoğunlaştırmış ve infertilite ile anlamlı ilişkisi ortaya koyulmuştur.
İyi kalitede sperm DNA’sı genetik materyalin gelecek kuşaklara sağlıklı olarak geçişini sağlaması açısından gereklidir. Sperm DNA hasarının belirlenmesi amacıyla kullanılan değişik yöntemler mevcuttur. Bunlardan bir tanesi olan Comet tekniği ucuz, hassas ve DNA hasarı belirlenmesinde güvenirliği yüksek olan bir yöntemdir. Comet testi tek bir hücrede DNA hasar ölçümünü gösteren, tek ve çift zincirdeki hasarın belirlenmesinde kullanılan elektroforetik bir testtir.
Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Kliniğine başvuran fertil 20 olgu ile Üreme Sağlığı Kliniğine başvuran infertil 20 olgu bu çalışmaya dahil edildi. Hastaların yaş ve sigara kullanım bilgileri kaydedildi. Her iki gruba ait ejakülat örnekleri standart semen analizi ile değerlendirildi. Daha sonra Comet tekniği ile sperm DNA hasarı açısından incelendi.
Fertil ve infertil olgular arasında Comet değerleri dikkate alındığında sperm DNA hasarı açısından anlamlı farklılık saptandı.
Sigaranın üreme sağlığı üzerindeki etkisi tartışmalıdır. Sigara ve çevresel toksik ajanlardan hangisinin fertilite üzerinde etkisinin olduğu ve ne oranda etkilediğini saptamak mümkün değildir. Çalışmamızda sigara içiminin sperm DNA’sı üzerinde etkisinin olmadığı saptandı.
Erkek üreme sistemindeki yaşa bağımlı değişiklikler bilinmesine rağmen yaş ile fertilite potansiyeli arasındaki ilişki tartışmalıdır. Yaşlanma sonucu hasarlı DNA’ya sahip sperm oranının arttığı ve infertiliteye yol açtığı düşünülmektedir. Çalışmamızda 30 yaş, sınır değeri olarak kabul edildi ve iki yaş grubu arasında sperm DNA hasarı açısından anlamlı farklılık saptanmadı.
Sperm hazırlama esnasında yapılan santrifüj işleminin sperm DNA’sı üzerine etkisi 0, 400, 800 ve 1200G devir hızlarında hazırlanan örneklerde incelendi. Comet değerleri dikkate alındığında santrifüj hızının etkisinin olmadığı saptandı.
Elde ettiğimiz sonuçlar literatür bilgileri birlikte değerlendirildiğinde sperm DNA hasarının infertilitenin önemli bir nedeni olduğu sonucuna varıldı.
2022-01-12T07:45:45Z
2022-01-12T07:45:45Z
2022-01-12T07:45:45Z
2005
physicsThesis
http://hdl.handle.net/11684/2255
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2087
2021-03-12T01:00:35Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_214
Benign prostat hiperplazisi'nin medikal tedavisinde dutasterid ve terazosinin tek ve kombine kullanımlarının etkinliği
Avni, Ziyan
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı
BPH
Dutasterid
Terazosin
Kombine Tedavi
BPH’nın semptomatik tedavisinde tek baslarına veya kombine olarak dual 5-alfa
redüktaz inhibitörü dutasterid ve alfa-1 adrenerjik reseptör blokeri terazosin’in etkinliklerinin
degerlendirilmesi amaçlandı.
Yurtdısı çalısmalarda BPH tedavisinde dutasterid ve terazosinin ayrı ayrı
kullanımlarına dair birçok çalısma mevcut olup kombine kullanımlarına dair çalısma
sınırlıdır. Ülkemizde ise bu ikisini tek tek veya kombine tedavileri ile kıyaslayan bir çalısma
henüz yayınlanmamıstır.
Bu prospektif çalısmaya Mart 2004-Ocak 2006 tarihleri arasında Üroloji poliklinigi’ne
basvuran uluslararası prostat semptom skoru (I-PSS) orta ve ciddi derecede semptomatik,
maksimal idrar akım hızı (Qmax) 15 ml/s’nin altında, PSA degeri 10ng/ml’den az, total
prostat hacmi (TPV) 30ml. ve üzerinde olan 35 hasta alınarak 3 tedavi grubuna randomize
edildi. Birinci gruba dutasterid, ikinci gruba terazosin, üçüncü gruba da dutasterid ve terazosin
tedavisi birlikte verildi. Hastaların yas ortalaması 64.63±8.21 (50-80) yas idi. Hastalarda
tedavi öncesinde ve tedavinin 3., 6. ve 12. aylarında I-PSS skoru, serum PSA düzeyi, Qmax,
rezidüel idrar volümleri (PVR) ve TPV’leri belirlendi.
Her 3 grubun da I-PSS ve Qmax üzerine tedavi boyunca süren olumlu etkisi 12. aya
gelindiginde gruplar arasında anlamlı üstünlük göstermedi. Oniki ay sonunda dutasterid ve
kombine tedavi gruplarında TPV ve PSA’da anlamlı azalma saptandı. PVR’de ise yalnızca
terazosin grubunda önemli azalma gerçeklesti.
Dutasterid ve terazosin tek baslarına ve kombine halde BPH’li hastalarda I-PSS ve
Qmax üzerine benzer derecede etkilidir ve bu etkinlikleri kombine edilmeleri halinde artmaz.
2021-03-11T10:55:19Z
2021-03-11T10:55:19Z
2021-03-11T10:55:19Z
2006
physicsThesis
http://hdl.handle.net/11684/2087
tur
Esogü Sağlık Bilimleri Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3093
2022-06-10T00:00:37Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_214
Santrifüj hızı,sigar ve yaş ile sperm DNS'sı arasındaki ilişki
Erkul, Aydın
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı
Erkek infertilitesi
Sperm DNA hasarı
DNA
Erkek infertilitesine neden olan etkenler çok çeşitlidir ve günümüzde hala tam olarak açıklanamamıştır. ICSI sonrası elde edilen gebeliklerde ve yenidoğanda izlenen istenmeyen kötü sonuçlar araştırmacıları sperm DNA hasarı üzerinde yoğunlaştırmış ve infertilite ile anlamlı ilişkisi ortaya koyulmuştur.
İyi kalitede sperm DNA’sı genetik materyalin gelecek kuşaklara sağlıklı olarak geçişini sağlaması açısından gereklidir. Sperm DNA hasarının belirlenmesi amacıyla kullanılan değişik yöntemler mevcuttur. Bunlardan bir tanesi olan Comet tekniği ucuz, hassas ve DNA hasarı belirlenmesinde güvenirliği yüksek olan bir yöntemdir. Comet testi tek bir hücrede DNA hasar ölçümünü gösteren, tek ve çift zincirdeki hasarın belirlenmesinde kullanılan elektroforetik bir testtir.
Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Kliniğine başvuran fertil 20 olgu ile Üreme Sağlığı Kliniğine başvuran infertil 20 olgu bu çalışmaya dahil edildi. Hastaların yaş ve sigara kullanım bilgileri kaydedildi. Her iki gruba ait ejakülat örnekleri standart semen analizi ile değerlendirildi. Daha sonra Comet tekniği ile sperm DNA hasarı açısından incelendi.
Fertil ve infertil olgular arasında Comet değerleri dikkate alındığında sperm DNA hasarı açısından anlamlı farklılık saptandı.
Sigaranın üreme sağlığı üzerindeki etkisi tartışmalıdır. Sigara ve çevresel toksik ajanlardan hangisinin fertilite üzerinde etkisinin olduğu ve ne oranda etkilediğini saptamak mümkün değildir. Çalışmamızda sigara içiminin sperm DNA’sı üzerinde etkisinin olmadığı saptandı.
Erkek üreme sistemindeki yaşa bağımlı değişiklikler bilinmesine rağmen yaş ile fertilite potansiyeli arasındaki ilişki tartışmalıdır. Yaşlanma sonucu hasarlı DNA’ya sahip sperm oranının arttığı ve infertiliteye yol açtığı düşünülmektedir. Çalışmamızda 30 yaş, sınır değeri olarak kabul edildi ve iki yaş grubu arasında sperm DNA hasarı açısından anlamlı farklılık saptanmadı.
Sperm hazırlama esnasında yapılan santrifüj işleminin sperm DNA’sı üzerine etkisi 0, 400, 800 ve 1200G devir hızlarında hazırlanan örneklerde incelendi. Comet değerleri dikkate alındığında santrifüj hızının etkisinin olmadığı saptandı.
Elde ettiğimiz sonuçlar literatür bilgileri birlikte değerlendirildiğinde sperm DNA hasarının infertilitenin önemli bir nedeni olduğu sonucuna varıldı.
2022-06-09T13:28:18Z
2022-06-09T13:28:18Z
2022-06-09T13:28:18Z
2005
physicsThesis
http://hdl.handle.net/11684/3093
tur
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1912
2021-03-10T01:06:27Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_214
Mesanede iskemi/reperfüzyon oluşturulan ratlarda leptin'in apoptozis üzerine etkisi
Hamarat, Mehmet
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı
İskemi/Reperfüzyon
Rat
Mesane
Leptin
Apoptozis
Ratlarda mesane İskemi/Reperfüzyon
(İ/R) hasarına leptinin koruyucu etkisini immünohistokimyasal yöntemlerle apoptozis
üzerinden değerlendirmek. Yöntemler: Bu deneysel çalışmada 24 adet Spraque-Dawley cinsi
albino ratlar kullanıldı. Deney grupları 8’er adet ratdan oluşmaktaydı.
Grup I (n═8): Kontrol Grubu, Grup II (n═8): İ/R Grubu, Grup III: (n═8):Leptin + İ/R
Grubu
Kontrol grubundaki ratlara herhangi bir işlem uygulanmaksızın alt abdominal kesi ile
mesaneleri çıkarıldı. İ/R grubunda iskemi oluşturmak için aort bifurkasyonun hemen
üzerinden abdominal aorta 45 dk. oklüze edildi, takiben 60 dk. reperfüzyon yapıldı. L+İ/R
grubunda ise iskemi başlatılmadan 30 dk. önce intra-peritoneal leptin uygulandı. Her iki
grupta reperfüzyon süresinin sonunda ratlar sakrifiye edilerek mesane dokuları alındı. Doku
malondialdehit (MDA) ve TNF-α düzeyleri ile biyokimyasal, ışık mikroskobunda
Hematoksilen&Eozin boyama ile histopatolojik, TUNEL ve bcl–2 boyama yötemleriyle de
apoptozis değerlendiridi. Sonuçlar: İ/R grubunda artan doku MDA ve TNF-α düzeyleri leptin
tedavisi verilen (L+İ/R) grupta önemli derecede azalmıştı (p<0.01). Histopatolojik olarak
gruplar karşılaştırıldığında leptin verilen tedavi grubunda (L+İ/R), polimorf nüveli lökosit
(PNL) infiltrasyonu ve konjesyonda azalma tespit edildi. Ürotelyum, stroma ve kas
dokusundaki TUNEL pozitif hücre sayıları İ/R grubunda belirgin olarak arttığı saptanırken,
leptin verilen tedavi grubunda ise azalma gözlendi (p<0.01). Bcl–2 ile yapılan
immünohistokimyasal boyama yönteminde İ/R grubunda sık rastlanan apoptotik hücrelerin,
L+İ/R grubunda daha az izlendiği saptandı. Verilerimiz leptinin rat mesanesinde İ/R hasarı
üzerine koruyucu etkisinin olduğunu göstermiştir.
To investigate the protective effect of leptin
in rats with induced ischemia/reperfusion (I/R) in bladder using immunohistochemical
methods for apoptosis and biochemical parameters. Methods: In this experimental study, 24
albino rats from Spraque-Dawley genus were used. Each experimental group contained 8 rats.
Group I (n═8): Control Group, Group II (n═8): I/R Group, Group III: (n═8):Leptin + I/R
Group
Bladders of rats in control group were removed using lower abdominal incision
without performing any procedure. In I/R group, abdominal aorta was occluded just upper
side of aortic bifurcation for 45 minutes for inducing ischemia, and then reperfusion was
performed for 60 minutes. In L+I/R group, intraperitoneal leptin was administered 30 minutes
before inducing ischemia. In both group, rats were sacrificed at the end of the reperfusion and
their bladders were removed. Biochemical assessments were performed using tissue
malondialdehyde (MDA) and TNF-α levels, histopathological assessments using
Hematoxilin&Eosin staining in light microscope, apoptosis assesment using TUNEL and bcl–
2 staining. Results: Tissue MDA and TNF-α levels were increased in I/R group, but were
significantly decreased in group treated with leptin (L+I/R) (p<0.01). Histopathological
comparison of the groups showed a decrease both in polymorphonuclear leukocytes and
congestion in L+I/R group. TUNEL-positive cell counts in urothelium, stroma and muscle
tissue were significantly increased in I/R group, but decreased in leptin group (p<0.01). With
immunohistochemical staining using Bcl–2, apoptotic cells were seen frequently in I/R
group, but less frequent in L+I/R group. Our findings showed that leptin had a protective
effect on I/R injury in rat bladder.
2021-03-09T13:09:00Z
2021-03-09T13:09:00Z
2021-03-09T13:09:00Z
2008
physicsThesis
http://hdl.handle.net/11684/1912
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3662
2022-07-07T00:00:36Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_214
Benign Prostat Hiperplazisinde Alfa Blokerlerin Prostat Rezistif İndeksi'ne Etkileri
Gülçin, Cem
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı
Rezistif İndeks
Tamsulosin
Transrektal Doppler Ultrasonografi
BPH
ıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2008. Bu çalışmada, selektif bir alfa bloker olan Tamsulosinin, BPH’li hastalarda, rezistif indeks (RI) değeri üzerine etkilerini ve intraprostatik basıncın değerlendirilmesinde, RI’in güvenilir bir parametre olup olmadığını göstermeyi amaçladık. Bu amaçla; Temmuz 2006–Şubat 2007 tarihleri arasında kliniğimize AÜSS ile başvuran olgulara, detaylı anamnez, tam idrar tetkiki, PSA, I-PSS, parmakla rektal muayene, üroflovmetri (Qmax) ve PVR tetkikleri uygulandı. BPH tanısı alan 28 olguya ve kliniğimize infertilite nedeniyle başvuran 25 olguya (kontrol grubu), transrektal olarak hem gri-skala, hem de Doppler USG uygulandı. Bu incelemeden hemen sonra, BPH hastalarına yaklaşık 3 ay süreyle Tamsulosin kapsül 0.4 mg/gün başlandı. Tam idrar tetkiki ve PSA düzeyi dışında tedavi öncesi yapılan tetkikler, tedavi sonrasında da tekrarlandı. Tedavi öncesi ve tedavi sonrası BPH hastalarından ölçülen Qmax, PVR, IPSS ve QOL değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı değişiklikler mevcuttu. Bu değişiklikler Qmax’da artış, PVR’da azalma, IPSS ve QOL’nda iyileşme şeklinde belirlendi. Tedavi öncesi ve tedavi sonrası BPH hastalarından ölçülen TZV, TPV ve TZI değerleri kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı yüksekti. Tedavi öncesi BPH hastalarından ölçülen üretral ve kapsüler arter RI değerleri ile tedavi sonrası BPH hastalarından ölçülen üretral arter RI değerleri, kontrol grubu hastalarından anlamlı olarak yüksekti. Ayrıca, tedavi öncesi ve tedavi sonrası BPH hastalarına ait RI değerleri karşılaştırıldığında; tedavi sonrası üretral arter RI değerinde anlamlı bir azalma olduğu izlendi. Çalışmaya dahil edilen BPH ve kontrol grubu hastalarının tamamını içeren korelasyon analizinde ise; yaş, TZV, TPV ve TZI değerleri ile üretral arter RI değerleri arasında pozitif yönde korelasyon mevcuttu. Sonuç olarak; alfa bloker tedavisinin, üretral arter RI değerinde anlamlı bir azalma sağladığını ve RI’in intraprostatik basıncın değerlendirilmesinde, güvenilir bir parametre olarak kullanılabileceğini düşünmekteyiz.
In this study, we aimed to show the effects of Tamsulosin, a selective alpha-blocker, on resistive index (RI) value, and whether RI is a reliable parameter to evaluate intraprostatic pressure. Therefore, we had detailed history from the patients presented in our clinic with lower urinary system symptoms between July 2006 and February 2007 and we performed urinalysis, PSA, I-PSS, rectal examination, uroflowmetry (Qmax) and PVR. We also performed both grey-scale transrectal and Doppler USG to 28 cases with BPH and 25 cases with infertility as control group. Following this examination, BPH patients started to take Tamsulosin 0.4 mg/day for about 3 months. All before treatment assays were repeated after the treatment except urinalysis and PSA level. There were statistically significant differences between Qmax, PVR, IPSS and QOL values in before treatment and after treatment patients. Qmax value showed an increase while PVR decreased and IPSS and QOL improved. TZV, TPV and TZI values of before treatment and after treatment patients were significantly higher than that of control group. The RI values of urethral and capsular arteries in before treatment and urethral arterial RI values in after treatment were significantly higher than the values of control group. In addition, when we compared the RI values of before and after treatment, we observed a meaningful decrease in urethral arterial RI values, while there was no meaningful decrease in capsular arterial RI values. The correlation analysis including all BPH and control patients demonstrated a positive correlation between age, TZV, TPV, TZI values, and urethral arterial RI values. Consequently, we reasoned that alpha-blocker therapy provided a meaningful decrease in urethral RI value and RI could be used as a reliable parameter to evaluate intraprostatic pressure.
2022-07-06T10:51:51Z
2022-07-06T10:51:51Z
2022-07-06T10:51:51Z
2008
physicsThesis
http://hdl.handle.net/11684/3662
tur
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2100
2021-03-12T01:01:45Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_214
İskemi/reperfüzyon hasarı oluşturulmuş sıçan mesane dokusunda Rotenon'un Real-Time PCR ile tayin edilen iNOS VE COX-2 mRNA düzeyleri üzerine etkileri
Nergiz, İdris
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı
Rat
Mesane
İ/R
Rotenon
Real-Time PCR
Sıçanlarda deneysel olarak olusturulan mesane /R hasarında rotenon tedavisinin /R
hasarını önleyip önleyemedigini iNOS ve COX-2 mRNA düzeylerini Real-Time
PCR ile çalısarak göstermeyi amaçladık. Bu deneysel çalısmada 18 adet Spraque-
Dawley cinsi albino sıçan kullanıldı. Deney grupları 6’sar adet sıçandan
olusmaktaydı. Grup I (n=6): Kontrol Grubu, Grup II (n=6): /R Grubu, Grup III
(n=6): Rotenon+ /R Grubu. Kontrol grubundaki sıçanlara herhangi bir islem
uygulanmaksızın alt abdominal kesi ile mesaneleri çıkarıldı. /R grubundaki
sıçanlara iskemiden 1 saat önce intraperitoneal 1,0 cc serum fizyolojik verildi ve
abdominal aorta 1 saat klempe edilerek mesane dokusu iskemiye maruz bırakıldı.
skemi süresini takiben 1 saat reperfüzyona maruz bırakıldı. 1 saatlik reperfüzyon
sonucunda mesaneleri çıkarıldı. Rotenon+ /R grubundaki sıçanlara da iskemiye
maruz bırakılmadan 1 saat önce rotenon 25 mg/kg olacak sekilde intraperitoneal
olarak verildi. Daha sonra 1 saat iskemiye maruz bırakılan mesane dokusu iskemi
süresini takiben 1 saat reperfüzyona maruz bırakıldı. Ardından gruplar arasında
Real-Time PCR ile COX-2 ve iNOS mRNA düzeylerine bakıldı. Mesaneye
uygulanan 1 saat iskemi ve 1 saat reperfüzyondan sonra doku COX-2 düzeylerinin
kontrol grubuna göre yüksek oldugu gözlendi (p<0.05). Rotenon tedavisi verilen
grupta /R grubuna göre COX-2 degerleri istatiksel olarak düsük bulundu (p<0.01).
/R grubunda iNOS düzeyleri kontrol grubuna göre bir miktar artmasına ragmen,
rotenon uygulaması ile iNOS düzeylerinin azalmadıgı ve gruplar arasında anlamlı
fark olmadıgı gözlendi (p>0.05). Rotenon tedavisinin COX-2 degerlerini anlamlı
olarak düsürmesi nedeniyle ileride mesane /R hasarında klinik kullanıma
girebilecegini düsünmekteyiz.
We aimed to show that whether rotenone
treatment prevents I/R damage, developed experimently, or not in rat bladders by
detecting iNOS and COX-2 levels by Real Time PCR. 18 Spraque-Dawley albino rat
was used in this experiment. Experiment groups consisting of 6 rats.Group I (n=6):
Control Group, Group II (n=6): I/R Group, Group III (n=6): Rotenone + I/R
Group. In the control group rat bladders were removed by lower abdominal incision
without any procedure.In the I/R group 1 hour before the ischemia 1 cc
physiological serum was given and abdominal aorta clemped for 1 hour to achieve
bladder ischemia. After ischemia 1-hour of reperfusion performed.After 1-hour of
reperfusion bladders were removed. In the rotenone+I/R group rats were treated
with rotenone 25 mg/kg intraperitoneally 1 hour before the ischemia. After that
bladder had 1-hour of ischemia followed by 1-hour of reperfusion. Later iNOS and
COX-2 mRNA levels detected by Real-Time PCR between groups. After 1-hour of
ischemia and 1-hour of reperfusion bladder tissue COX-2 levels were higher than the
control group (p<0.05). COX-2 levels in the rotenone treated group were statisticaly
lower than the I/R group (p<0.01). Although iNOS levels were slightly higher in the
I/R group comparing with the control group, iNOS levels didn't decrease and no
significant difference was observed between groups via rotenone treatment (p>0.05).
We predict that rotenone willl be used clinically in the future for I/R damage
because of lowering effect in COX-2 levels.
2021-03-11T12:49:15Z
2021-03-11T12:49:15Z
2021-03-11T12:49:15Z
2009
physicsThesis
NERGİZ : İskemi/Reperfüzyon ( /R) Hasarı Olusturulmus Sıçan Mesane Dokusunda Rotenon’un Real Time PCR ile Tayin Edilen iNOS ve COX-2 mRNA Düzeyleri Üzerine Etkileri. Eskisehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskisehir, 2009.
http://hdl.handle.net/11684/2100
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3732
2022-07-20T00:00:37Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_214
Erkek infertilitesinde semen parametreleri ile sperm kromozom anöploidi sıklığı ilişkisinin araştırılması
Aras, İlhun
Can, Cavit
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı
Oligozoospermi
Sperm anöploidi
FISH
Erkek İnfertilitesi
Male İnfertility
Oligozoospermia
Sperm Aneuploidy
Çalışmamızda oligozoospermisi bulunan infertil erkeklerde oligozoospermi derecesi ile sperm kromozom anöplöidisi sıklığı arasınadaki ilişkinin araştırılması ve kromozomal sperm nükleus profilinin yardımcı üreme teknikleri öncesi yardımcı bir test olarak kullanılıp kullanılamayacağının belirlenmesi amaçlanmıştır.
Kromozom anomalisi ve Y-kromozomu mikrodelesyonu bulunmayan, farklı derecelerde oligozoospermisi bulunan 30 olgu (10 hafif, 11 orta şiddette, 9 şiddetli oligozoospermi) ve 10 normozoospermik olguda sperm kromozom anöploidilerinin (kromozom 13, 18, 21, X veY) ortaya konulması amacıyla FISH analizi yapılmıştır. Orta ve şiddetli oligozoospermik grupta normozoospermik grup ile karşılaştırıldığında kromozom 13, 18 ve 21 dizomileri için fark bulunmuş (p=<0.001), dizomi frekansı normozoospermik gruba göre artmıştır. Orta ve şiddetli oligozoospermik grupta normozoospermik grup ile karşılaştırıldığında cinsiyet kromozom dizomileri için fark bulunmuş (p=<0.001, p=<0.001, p=0.040), dizomi frekansı normozoospermik gruba göre artmıştır. Tüm oligozoospermik grupta normozoospermik grup ile karşılaştırıldığında diploidi için fark bulunmuş (p=<0.001), diploidi frekansı normozoospermik gruba göre artmıştır.
Çalışmamız, özellikle yardımcı üreme tekniklerine en çok yönlendirilen olgu grubu olan oligozoospermik erkeklerde sperm anöploidi oranının belirlenmesinin, reproduktif uygulamalara geçmeden önce yardımcı bir test olarak önerilmesinin ve sonuca göre hastalara genetik danışmaya yönlendirilmesinin uygun olduğunu
We aimed to investigate the association between the degree of oligozoospermia and sperm chromosome aneuploidy frequency in male infertility and determine whether chromosomal sperm nucleus profile would be used for a supportive test before additive reproduction techniques.
It is supposed to put forth sperm chromosomal aneuploidies (Chromosome 13, 18, 21, X and Y) in 30 cases, without chromosomal abnormality and Y chromosome microdeletions having several degrees of oligozoospermia (10 mild, 11 moderate, 9 severe oligozoospermia) and 10 normozoospermic cases; via FISH analysis.
It is found that moderate and severe oligospermic group had significant differance for 13, 18 and 21 disomies (p=<0.001) comparing to normozoospermic group; disomy frequency had increased comparing to normozoospermic group. It is found that moderate and severe oligozoospermic group had differance for sex chromosome disomies (p=<0.001, p=<0.001, p=<0.040) comparing to normozoospermic group; disomy frequency had increased comparing to normozoospermic group. It is found that all oligozoospermic groups have significant differance comparing to normozoospermic group(p=<0.001), disomy frequency had increased comparing to normozoospermic group.
Our study has showed that determining sperm aneuploidy proportion in oligozoospermic man whom is being directed for additive reproduction techniques, suggested it is a supportive test before additive reproduction techniques and it is suitable to direct the patients for genetic counseling according to the result.
2022-07-19T10:52:09Z
2022-07-19T10:52:09Z
2022-07-19T10:52:09Z
2009
physicsThesis
ARAS, İ. Erkek İnfertilitesinde Semen Parametreleri İle Sperm Kromozom Anöploidi Sıklığı İlişkisinin Araştırılması. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Ütoloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2009.
http://hdl.handle.net/11684/3732
tur
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3304
2022-06-18T00:00:49Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_214
Urge inkontinans ve mikst inkontinansta biofeedback pelvik taban kas eğitimi ve antikolinerjik ilaç tedavisinin karşılaştırmalı etkinliği
Harmancı, Ümit
Yenilmez, Aydın
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı
Antimuskarinik
Biofeedback Pelvik Taban Kas Eğitimi
Bu çalışmada, biofeedback pelvik taban kas eğitimi ve antimuskarinik ilaçların urge ve mikst üriner inkontinanslı hastalardaki tedavi etkinliğini araştırdık. Bu amaçla, Ocak 2007Temmuz 2009 tarihleri arasında kliniğimizde urge ve mikst üriner inkontinans tanısı almış hastalara detaylı anamnez, basit nörolojik muayene, 3 günlük işeme günlüğü, tam idrar tetkiki, EQ-VAS, UDI-6 ve IIQ-7 yaşam kalite ölçekleri sorgulaması ve ürodinamik tetkik yapıldı. 20 kişilik hasta grubuna biofeedback pelvik taban kas eğitimi ve 20 kişilik diğer gruba da antimuskarinik ilaç tedavisi (Tolterodin 2 mg, 2×2mg) 16 hafta süreyle uygulandı. Basit nörolojik muayene ve tam idrar tetkiki dışında tedavi öncesi yapılan tetkikler, 16 haftalık tedavi sonrasında da tekrarlandı. Her iki grupta da tedavi sonrası istatistiksel olarak anlamlı değişiklikler bulundu. Bu değişiklikler kaçırma epizodu sayısında azalma; EQ-VAS, UDI-6, IIQ-7 yaşam kalite ölçeklerinde düzelme; maksimum mesane kapasitesinde ve ilk idrar hissinde artış olarak belirlendi. Tedavi bitiminde biofeedback grubu ve antimuskarinik grubu arasında tüm parametreler açısından fark bulunamadı. Sonuç olarak; urge üriner inkontinans ve mikst üriner inkontinans tedavisinde antimuskarinik ilaç tedavisi ve biofeedback pelvik taban kas eğitiminin etkili ve güvenilir tedavi yöntemleri olduğunu düşünmekteyiz.
Harmancı, Ü. Comparison of efficacy of biofeedback pelvic base strain education and anti-muscarinic drug therapy for treatment of urinary urge incontinence and mixed urinary incontinence. Eskişehir Osmangazi University Faculty of Medicine, Department of Urology Medical Speciality Thesis, Eskişehir, 2010. In this study, we investigated the efficacy of biofeedback pelvic base strain education and anti-muscarinic drug therapy for treatment of urinary urge incontinence and mixed urinary incontinence. For this purpose, between January 2007-July 2009, we performed simple neurologic examination with detailed anamnesis, 3-day-diary of micturition, complete automatic urinary examination, EQVAS, UDI-6 and IIQ-7 life quality scales screening and urodynamical examinations in patients who applied to our department with diagnoses of urinary urge incontinence and mixed urinary incontinence. One group with 20 patients received biofeedback pelvic base strain education whereas the other group received antimuscarinic drug therapy (Tolterodin 2 mg, 2×2mg) for 16 weeks. Except simple neurologic examination and complete automatic urinary examination, all the examinations were repeated after 16 weeks of treatment. Statistically significant changes were recorded in both groups after their therapies. Decreased number of incontinence episodes, improvement of EQ-VAS, UDI-6 and IIQ-7 life quality scales, increased maximum bladder capacity, increased first sensation of urination were recorded among these significant changes. At the end of their therapies, there were no significant difference recorded between biofeedback group and antimuscarinic group in terms of all parameters. In conclusion, biofeedback pelvic base strain education and anti-muscarinic drug therapy are both comparably effective and trustable in treating urinary urge incontinence and mixed urinary incontinence.
2022-06-17T05:51:07Z
2022-06-17T05:51:07Z
2022-06-17T05:51:07Z
2010
physicsThesis
Harmancı, Ü. Urge üriner inkontinans ve mikst üriner inkontinansta biofeedback pelvik taban kas eğitimi ve antimuskarinik ilaç tedavisinin karşılaştırmalı etkinliği. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2010.
http://hdl.handle.net/11684/3304
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/4050
2022-08-02T00:00:19Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_214
Alfa lipoik asid ve silymarinin mesane çıkım obstrüksiyonu üzerine etkisi
Yıldırım, Abidin
Dönmez, Turgut
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı
MDA
Rat
Mesane
İNOS
Real Time PCR
Mesane çıkım
obstrüksiyonunda, siklik iskemi reperfüzyon (İ/R) hasarına bağlı olarak mesane
disfonksiyonu gelişmektedir. Çalışmamızda MÇO sonucu gelişen mesane hasarını
göstermeyi ve alfa lipoik asid ile silymarin kullanarak mesaneyi bu hasardan
korumayı amaçladık. Bu deneysel çalışmada toplam 32 adet spraque Dawley cinsi rat
kullanıldı. Her deney grubunda 8 adet rat olacak şekilde toplam 4 grup oluşturuldu.
Grup 1: kontrol, Grup 2: sham grubunda herhangi bir tedavi uygulanmadan 4 hafta
boyunca mesane çıkım obstrüksiyonu oluşturuldu. Grup 3: mesane çıkım
obstrüksiyonu sonrası 4 hafta boyunca alfa lipoik asid 100mg/kg’dan intraperitoneal
(ip) uygulandı. Grup 4: mesane çıkım obstrüksiyonu sonrası 4 hafta boyunca
silymarin 25mg/kg’dan ip olarak uygulandı. Deney sonunda tüm gruplardaki ratların
mesaneleri cerrahi olarak çıkarıldı. Mesane ağırlıkları, serum ve dokuda MDA, TNF α, IL–6, Tip 1 ve Tip 3 kollajen, düz kas oranı incelendi. TUNEL yöntemiyle
apoptozis ve Real Time PCR ile iNOS düzeyi belirlendi. ALA ve silymarinin mesane
ağırlıklarını koruduğu, doku ve serumda MDA, TNF-α düzeylerini azalttığı ancak
IL–6 üzerine etkisinin olmadığı görüldü. ALA’nın silymarine göre mesane düz kas
kollajen oranını daha iyi koruduğunu ve daha güçlü antiapoptotik etki gösterdiğini
bulduk. ALA’ nın iNOS düzeyini azaltarak oksidan hasardan mesaneyi koruduğunu
tespit ettik. Mesane çıkım obstrüksiyonunda, antioksidan ajan kullanımının mesane
fonksiyonlarının korunmasında etkili olduğunu ve tedavide yer alması gerektiğini bu
çalışmayla gösterdik.
Bladder dysfunction occurs
due to cyclic ischemia reperfusion (I/R) damage in bladder outlet obstruction (BOO).
In our study, we aimed to show bladder damage results from BOO and to prevent
bladder from this damage by using alpha lipoic acid and slymarine. Total 32 Sprague
Dawley rats were used in these experiments. There were 4 study groups, with 8 rats
in each group. Group 1: control; Group 2: sham, BOO-maintained for 4 weeks with
no treatment; Group 3: intraperitoneal (ip) 100 mg/kg alpha lipoic acid treated for 4
weeks after BOO; Group 4: ip 25 mg/kg slymarine treated for 4 weeks after BOO.
After completion of experiments, bladders of all rats from all groups are removed
surgically. Bladder weights; MDA, TNF-α, IL-6 and Type 1 and Type 3 collagen
levels in serum and tissue; and smooth muscle proportions in tissue were evaluated.
Apoptosis was determined by TUNEL method and iNOS levels were determined by
real Time PCR. It was found that ALA and slymarine maintained bladder weights
and decreased MDA and TNF-α levels in serum and tissue, but had no effect on IL-6
levels. ALA was better maintained bladder smooth muscle collagen proportion and
had more potent antiapoptotic effect than slymarine. We found that ALA protects
bladder from oxidant damage by decreasing iNOS levels. We concluded that
antioxidant agents are effective in maintaining bladder functions in BOO and should
be included in the treatment.
2022-08-01T12:24:15Z
2022-08-01T12:24:15Z
2022-08-01T12:24:15Z
2010
physicsThesis
Yıldırım, A. Alfa Lipoik Asid ve Silymarinin Mesane Çıkım Obstrüksiyonu Üzerine Etkisi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2010.
http://hdl.handle.net/11684/4050
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3547
2022-06-29T00:00:39Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_214
Böbreğin renal hücreli kanserlerinde prognoza etkili faktörlerin belirlenmesi
Özen, Ata
Can, Cavit
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı
Renal Hücreli Karsinom
Evre
Fuhrman Grade
Prognoz
Renal Cell Carcinoma
Prognosis
Kliniğimizde Renal Hücreli Karsinom (RHK) nedeniyle tedavi ve takip ettiğimiz hastaların retrospektif olarak yaş, cins dağılımı, epidemiyolojik özelliklerini ortaya koymak ve hastaların klinik ve patolojik parametrelerinin hastalığın prognozuna etkisinin değerlendirilmesi amaçlandı. 1995 ile 2012 yılları arasındaki patoloji sonucu RHK olarak rapor edilen 186 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların, 106'sı erkek (%57), 80'i kadındı (%43), yaş ortalaması 56,6 idi. Ortalama takip süresi 47,1 ay olup, izlem sonunda 40 (%21,5) hastanın tümör nedeniyle kaybedildiği görüldü. Hastaların takipleri sırasında 25 hastada (%13,4) ikincil primer tümör görüldü. İnsidental tanı (p=0,005), sistemik semptom bulunması (p<0,001), evre (p<0,001), yağ invazyonu (p<0,001), adrenal tutulum (p<0,001), renal ven invazyonu (p<0,001), Fuhrman grade'i (p<0,001), sarkomatoid diferansiyasyon (p<0,001), lenf nodu tutulumu (p<0,001), sonradan nüks ya da metastaz gelişmesi (p<0,001), tanı anında metastaz bulunması (p<0,001), laboratuar parametrelerinden ise tanı anındaki alkalen fosfataz düzeyi (p<0,001), hemoglobin düzeyi (p=0,048), trombosit sayısı (p<0,001), sedimantasyon değeri (p<0,001), ferritin düzeyi (p<0,001) ve kandaki nötrofil-lenfosit oranı (p=0,007) prognoza etki eden faktörler olarak belirlendi. Çok değişkenli analizde evre, Fuhrman grade'i ve sonradan nüks ya da metastaz gelişmesi bağımsız prognostik faktörler olarak bulundu. Tümör lokalizasyonun, patoloji spesmeninde tümörde nekroz görülmesinin genel sağkalımı etkilemediği görüldü (sırasıyla p=0.681, p=0.470). Toplayıcı sistem invazyonunun ise hastalıksız sağkalım üzerine anlamlı etkisi olduğu görüldü (p=0,016). Hastalığın klinik ve patlojik evrelemelerinin yapılması, prognostik parametrelerin belirlenmesi ve cerrahi sonrası tedaviye yönlendirilmeleri kritik öneme sahiptir.
It was aimed to reveal the age and gender distribution and epidemiological features as well as to evaluate the effects of the clinical and pathological features on the prognosis of the disease retrospectively in patients with renal cell carcinoma (RCC) who were treated and followed in our department. A total of 186 patients in whom the pathological diagnosis was made as RCC between the years 1995 and 2012 were included to the study. Of them, 106 (57%) were male and 80 (43%) were female, with a mean age of 56.6. the mean follow-up duration was 47.1 months, and 40 patients (21.5%) died due to tumor. During the follow-up, secondary primary tumor was developed in 25 (13.4%) patients. The factors that affect the prognosis of RCC were incidental diagnosis (p=0.005), presence of systemic symptoms (p<0.001), stage (p<0.001), fat invasion (p<0.001), adrenal involvement (p<0001), renal vein invasion (p<0.001), Fuhrman grade (p<0,001), sarcomatoid differentiation (p<0.001), lymph node involvement (p<0.001), subsequent recurrences or metastasis (p<0.001), presence of metastasis at the time of diagnosis (p<0.001), and several laboratory parameters including alkaline phosphatase level (p<0001), hemoglobin level (p=0.048), platelet count (p<0.001), sedimentation rate (p<0,001), ferritine level (p<0.001) and the ratio of neutrophile to lymphocyte (p=0.007) at the time of diagnosis. In multivariate analysis, stage, Fuhrman grade and subsequent recurrences or metastasis were found as independent prognostic factors. Tumor localization and the presence of necrosis in the pathological specimen did not have an impact on overall survival (p=0.681 and p=0.470, respectively). On the other hand, the invasion of collecting system has a significant impact on disease-free survival (p=0.016). It is of critical importance to perform clinical and pathological staging, to identify the prognostic parameters and to guide the treatment after the surgery.
2022-06-28T10:25:14Z
2022-06-28T10:25:14Z
2022-06-28T10:25:14Z
2012
physicsThesis
http://hdl.handle.net/11684/3547
tur
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3542
2022-06-29T00:00:40Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_214
Böbreğin renal hücreli kanserlerinde prognoza etkili faktörlerin belirlenmesi
Özen, Ata
Can, Cavit
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Üroloji Ana Bilim Dalı
Renal Hücreli Karsinom
Evre
Fuhrman Grade
Prognoz
Renal Cell Carcinoma
Kliniğimizde Renal Hücreli Karsinom (RHK) nedeniyle tedavi ve takip ettiğimiz hastaların retrospektif olarak yaş, cins dağılımı, epidemiyolojik özelliklerini ortaya koymak ve hastaların klinik ve patolojik parametrelerinin hastalığın prognozuna etkisinin değerlendirilmesi amaçlandı. 1995 ile 2012 yılları arasındaki patoloji sonucu RHK olarak rapor edilen 186 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların, 106'sı erkek (%57), 80'i kadındı (%43), yaş ortalaması 56,6 idi. Ortalama takip süresi 47,1 ay olup, izlem sonunda 40 (%21,5) hastanın tümör nedeniyle kaybedildiği görüldü. Hastaların takipleri sırasında 25 hastada (%13,4) ikincil primer tümör görüldü. İnsidental tanı (p=0,005), sistemik semptom bulunması (p<0,001), evre (p<0,001), yağ invazyonu (p<0,001), adrenal tutulum (p<0,001), renal ven invazyonu (p<0,001), Fuhrman grade'i (p<0,001), sarkomatoid diferansiyasyon (p<0,001), lenf nodu tutulumu (p<0,001), sonradan nüks ya da metastaz gelişmesi (p<0,001), tanı anında metastaz bulunması (p<0,001), laboratuar parametrelerinden ise tanı anındaki alkalen fosfataz düzeyi (p<0,001), hemoglobin düzeyi (p=0,048), trombosit sayısı (p<0,001), sedimantasyon değeri (p<0,001), ferritin düzeyi (p<0,001) ve kandaki nötrofil-lenfosit oranı (p=0,007) prognoza etki eden faktörler olarak belirlendi. Çok değişkenli analizde evre, Fuhrman grade'i ve sonradan nüks ya da metastaz gelişmesi bağımsız prognostik faktörler olarak bulundu. Tümör lokalizasyonun, patoloji spesmeninde tümörde nekroz görülmesinin genel sağkalımı etkilemediği görüldü (sırasıyla p=0.681, p=0.470). Toplayıcı sistem invazyonunun ise hastalıksız sağkalım üzerine anlamlı etkisi olduğu görüldü (p=0,016). Hastalığın klinik ve patlojik evrelemelerinin yapılması, prognostik parametrelerin belirlenmesi ve cerrahi sonrası tedaviye yönlendirilmeleri kritik öneme sahiptir.Anahtar Kelimeler: Renal hücreli karsinom, Evre, Fuhrman grade, Prognoz
It was aimed to reveal the age and gender distribution and epidemiological features as well as to evaluate the effects of the clinical and pathological features on the prognosis of the disease retrospectively in patients with renal cell carcinoma (RCC) who were treated and followed in our department. A total of 186 patients in whom the pathological diagnosis was made as RCC between the years 1995 and 2012 were included to the study. Of them, 106 (57%) were male and 80 (43%) were female, with a mean age of 56.6. the mean follow-up duration was 47.1 months, and 40 patients (21.5%) died due to tumor. During the follow-up, secondary primary tumor was developed in 25 (13.4%) patients. The factors that affect the prognosis of RCC were incidental diagnosis (p=0.005), presence of systemic symptoms (p<0.001), stage (p<0.001), fat invasion (p<0.001), adrenal involvement (p<0001), renal vein invasion (p<0.001), Fuhrman grade (p<0,001), sarcomatoid differentiation (p<0.001), lymph node involvement (p<0.001), subsequent recurrences or metastasis (p<0.001), presence of metastasis at the time of diagnosis (p<0.001), and several laboratory parameters including alkaline phosphatase level (p<0001), hemoglobin level (p=0.048), platelet count (p<0.001), sedimentation rate (p<0,001), ferritine level (p<0.001) and the ratio of neutrophile to lymphocyte (p=0.007) at the time of diagnosis. In multivariate analysis, stage, Fuhrman grade and subsequent recurrences or metastasis were found as independent prognostic factors. Tumor localization and the presence of necrosis in the pathological specimen did not have an impact on overall survival (p=0.681 and p=0.470, respectively). On the other hand, the invasion of collecting system has a significant impact on disease-free survival (p=0.016). It is of critical importance to perform clinical and pathological staging, to identify the prognostic parameters and to guide the treatment after the surgery.Key Words: Renal cell carcinoma, Stage, Fuhrman grade, Prognosis
2022-06-28T05:48:01Z
2022-06-28T05:48:01Z
2022-06-28T05:48:01Z
2012
physicsThesis
Özen, A. Böbreğin Renal Hücreli Kanserlerinde Prognoza Etkili Faktörlerin Belirlenmesi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2012.
http://hdl.handle.net/11684/3542
tur
ESOGÜ, Tıp Fakültesi