2024-03-29T14:08:28Z
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/oai/request
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/349
2016-03-25T01:00:13Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_213
Tuba uterinanın tümünün örneklenmesinin tubal patolojilerin tanımlanma sıklığı üzerine etkisinin araştırılması
Çelik, Deniz
ÇalıĢmaya total abdominal histerektomi
ve/veya salpingo-ooforektomi spesmenlerinden 116 endometrial karsinom, 31 seröz
over karsinomu, 5 seröz borderline tümör, 6 seröz kistadenom, 7 seröz tubal
karsinom, iki primer peritoneal seröz karsinom, 7 adet metastatik karsinom ve 156
adet leiomyoma uteri olgusu dahil edilmiĢtir. ÇalıĢmada tubada yeni tanımlanmıĢ,
diğer seröz tümörlerin prekürsörü olduğu düĢünülen seröz tubal intraepitelyal
karsinom (STIC) varlığı ve tubadaki bu prekürsör lezyonun diğer seröz tümörlerle
(ovaryan, tubal, peritoneal) birlikteliği araĢtırılmıĢtır. ÇalıĢmamızda toplam altı
hastada STIC görülmüĢtür. Seröz tubal intraepitalyel karsinom yedi seröz tubal
karsinomun ikisinde, 42 seröz ovaryan karsinomun birinde izlenmiĢ ; geri kalan üç
adet STIC lezyonu overde hemorajik korpus luteum, intramural yerleĢimli
leiomyoma uteri ve seröz kistadenofibrom gibi benign patolojiler ile birliktelik
göstermektedir. Ayrıca çalıĢmada tubal tutulumun izlendiği endometrial karsinom
(evre 3A) ve seröz over karsinom (evre 2) hastalarının, tubaları da SEE-FIM
yöntemiyle örneklenmiĢtir. Hastaların tanı sıklığının, literatürde daha önce rastgele
tubal örnekleme yapılan yöntemle arasındaki farklılığı araĢtırılmıĢtır.
ÇalıĢmamızdaki seröz over karsinom olguları ile literatür verileri karĢılaĢtırıldığında,
tubanın tamamının örneklenmesinin evre değerlendirme açısından istatistiksel olarak
anlamlı farklılık oluĢturduğu tespit edilmiĢtir (p<0.001). Tubada serozal tutulum
sıklığı endometrial karsinomlarda (%57,1) diğer tümörlere göre (%14-54) anlamlı
düzeyde yüksek bulunmuĢtur (p<0.001).
116
endometrial carcinomas, 31 serous ovarian carcinomas, 5 serous borderline tumors, 6
serous cystadenomas, 7 serous tubal carcinomas, two primary peritoneal serous
carcinomas, 7 metastatic carcinomas and 156 leiomyoma uteri from total abdominal
hysterectomy and/or salpingo-oophorectomy specimen are included to the study. In
the study, togetherness of the presence of serous tubal intraepithelial carcinoma (
STIC ) in tuba which is the precursor of other serous tumors and this precursor
lesion in tuba with other serous tumors ( ovarian, tubal, peritoneal ) has been
searched. In our study, STIC has been seen in six patients totally. In two of seven
serous tubal carcinomas and in one of 42 serous ovarian carcinomas have been
detected STIC, the other three STIC lesions show togetherness with the benign
pathologies such as haemorrhagic corpus luteum, intramural leiomyoma uteri and
serous cystadenofibroma in ovary. The tubal involvement in patients with
endometrial carcinoma (Stage 3A) and serous ovarian carcinoma ( Stage 2 ) have
been sampled with the technique of SEE-FIM. We have compared between the
frequency of diagnose in the literature, which is randomizedly presented before, and
the frequency of diagnose, which we has been witness of it. There was significant
difference with comparison of our serous carcinoma cases and the studies in
literature according to the frequency of stage 2 patients (p<0.001). Endometrial
carcinomas have showed that they have much tubal involvement with the rate of 57.1
% in according to other tumors respectively %14-54; (p<0.001).
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
2015-09-16
physicsThesis
tur
http://hdl.handle.net/11684/349
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/349/1/10077561.pdf
28ccc026da3a03db28938955b63efe4c
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/349/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/349/3/10077561.pdf.txt
2cf36bdb24ac348f0efad5087d22d455
STIC
Endometrial Karsinom
Seröz Over Karsinomu
Tubal tutulum
Endometria Carcinoma
Serous Ovarian Carcinoma
Tubal Involvement
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/979
2017-01-28T01:00:15Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_213
Oral kavite skuamöz hücreli karsinomlarında galektin-3 ekspresyonunun değerlendirilmesi ve prognostik önemi
Tokmak, Serdar
Oral kavite skuamöz hücreli karsinomlarında prognozu güvenilir bir şekilde öngörmeyi sağlayabilecek faktörler üzerinde çalışılmaktadır. Klinik gidişi öngörme amacıyla birçok faktör araştırılmıştır. Ancak tümörlerin biyolojik özellikleri hakkında bilgi sağlayacak yeni prognostik faktörlere ihtiyaç duyulmaktadır. Galektin-3’ün hücre adezyonu, diferansiyasyon, anjiogenez, apoptoz, tümörigenez ve metastaz gibi birçok biyolojik olayda rol aldığı bilinmektedir. Galektin-3’ün oral kanserlerin progresyonundaki rolü henüz iyi anlaşılamamıştır. Literatürde oral kanserlerde galektin-3 ekspresyonu ile ilişkili az sayıda çalışma bulunmaktadır. Çalışmamızda immünohistokimyasal olarak galektin-3 ekspresyonunun oral kavite skuamöz hücreli karsinomlarındaki prognostik rolü araştırılmıştır. Oral kavite yerleşimli skuamöz hücreli karsinom tanısı alan 60 olguyu içeren (28 olgu dudak, 21 olgu dil, 4 olgu ağız tabanı, 3 olgu orobukkal mukoza, 3 olgu retromolar trigon, 1 olgu gingivobukkal bileşke yerleşimli) çalışmamızda boyanma şiddeti ve yüzdesine ait değerlerin çarpımından elde edilen toplam skor açısından değerlendirilen sitoplazmik galektin-3 ekspresyonu ile diferansiyasyon derecesi ve invazyon şekli arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmıştır (p<0.05). Tek ve çok değişkenli analizde nükleer ve sitoplazmik galektin-3 ekspresyonu ile hastalığın gidişi arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmamıştır (p>0.05). Sitoplazmik galektin-3 ekspresyonu ile diferansiyasyon derecesi ve invazyon şekli arasında anlamlı bir ilişki saptanmış olmakla birlikte, bulgularımız oral kavite skuamöz hücreli karsinom olgularında galektin-3 ekspresyonunun rekürrens ve ölüm risklerini öngörmede yararlı bir belirleyici olmayabileceğini düşündürmektedir. Ancak oral skuamöz hücreli karsinomlarda galektin-3 ekspresyonunun rolünü araştırmak üzere geniş serileri içeren çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
In oral cavity squamous cell carcinoma, there have been many efforts to identify factors that accurately predicts prognosis. Many different factors have been investigated as possible predictors of outcome but there is a strong demand for new prognostic factors that add information about the biologic characteristics of tumors. It’s known that galectin-3 is involved in many biologic processes such as cell adhesion, differentiation, angiogenesis, apoptosis, tumorigenesis and metastasis. The role of galectin-3 in the progression of oral cancers is still poorly understood. Only a few reports are present in the literature on galectin-3 expression in oral cancers. In this study, the prognostic role of galectin-3 expression in the oral cavity squamous cell carcinoma was investigated by immunohistochemistry. In our study comprising 60 patients with oral cavity squamous cell carcinoma (the sites of the tumours were lip in 28, tongue in 21, floor of mouth in 4, orobuccal mucosa in 3, retromolar trigone in 3 and gingivobuccal junction in 1 case), a statistically significant correlation was found between cytoplasmic galectin-3 expression (total score acquired by multiplying staining intensity and percentage values) and grade and invasion mode (p<0.05). In univariate and multivariate analysis, no statistically significant correlation was found between nuclear and cytoplasmic galectin-3 expression and disease outcome (p>0.05). Although correlation was found between cytoplasmic galectin-3 expression and grade and invasion mode, our findings suggested that in patients with oral cavity squamous cell carcinoma, galectin-3 expression may not be useful in predicting the risk of recurrence and death. However, further studies including wider series are warranted to verify the role of galectin-3 expression in predicting the outcome in patients with oral squamous cell carcinoma.
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
2014
physicsThesis
tur
http://hdl.handle.net/11684/979
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/979/3/10027936.pdf.txt
1e5bbf69da62bf4596b8be83512ce3d8
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/979/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/979/1/10027936.pdf
2e466a9623dfdab61bcdc88a219d60ff
Oral Kavite
Skuamöz Hücreli Karsinom
Galektin-3
Prognoz
Oral Cavity
Squamous Cell Carcinoma
Galectin-3
Prognosis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1092
2017-08-22T00:00:32Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_213
Renal onkositom ve kromofob renal hücreli karsinom ayırıcı tanısında KAI1 (CD82), S100A1 ve CK7 ekspresyonunun rolü
Sarı, Zeliha Burcu
Tüm kanserlerin yaklaşık %2’sini oluşturan malign
renal tümörlerin %5’ini kromofob renal hücreli karsinomlar meydana getirir. Renal
onkositom ise kromofob renal hücreli karsinomlar gibi toplayıcı duktusların
intercalated hücrelerinden kaynaklanan benign böbrek tümörüdür. Histolojik ve
sitolojik benzerliklerinin aksine klinik ve biyolojik davranışlarındaki farklılık
nedeniyle, bu iki tümörün ayırıcı tanısı oldukça önemli ve patolojinin zor
konularından birisidir. Ayırıcı tanı için çeşitli immünohistokimyasal belirteçler
araştırılmıştır. Ancak, ayırıcı tanıdaki zorluklar devam etmektedir ve ilave
belirteçlere gereksinim duyulmaktadır. Duktal tipte keratinlerden biri olan CK7
meme, pankreas, akciğer, tiroid, over, endometrium, mesane ve bazı böbrek
tümörlerinde eksprese edilmektedir. Kalsiyum bağlayıcı S100 protein ailesinin ilk
tanımlanan üyesi olan S100A1, hücre siklus ve diferansiyasyonu dahil birçok
hücresel fonksiyonu düzenlemektedir. KAI1 (CD82) metastaz baskılayıcı fonksiyon
yapan bir tetraspanin membran proteinidir. Bu çalışmada, 29 kromofob renal hücreli
karsinom (23 klasik ve 6 eozinofilik varyant) ve 17 onkositom olgusunda
immünohistokimyasal olarak CK7, S100A1 ve KAI1 (CD82) ekspresyonlarını
araştırdık. Bu belirteçler tek tek ve birlikte değerlendirildiğinde, ekspresyonları
açısından kromofob renal hücreli karsinom ve onkositomlarda anlamlı düzeyde
farklılık saptandı (p<0.000). Benzer anlamlı sonuç eozinofilik kromofob renal
hücreli karsinom ve onkositom arasında da belirlendi (p<0.000). Bulgularımız,
kromofob renal hücreli karsinom ve onkositom ayırıcı tanısında CK7, S100A1 ve
KAI1 (CD82) kullanımının faydalı olabileceğini ortaya koymaktadır.
Malignant
renal tumors make the %2 of all cancers and chromophobe renal cell carcinomas
make the %5 of malignant renal tumors. Renal oncocytoma is a benign renal tumor
originated from intercalated cells of collecting ducts like chromophobe renal cell
carcinoma. The differential diagnosis of these two tumors is important and difficult
subject of pathology field because while they are histologically and cytologically
similar, they show different clinical and biologic behavior. For the differential
diagnosis, several immunohistochemical markers have been investigated. But,
differential diagnostic challenges remain and the identification of additional markers
is needed. CK7 is one of ductal type keratin which is expressed in tumors of breast,
pancreas, lung, thyroid, ovary, endometrium, urinary bladder and kidney. S100A1 is
first defined member of calcium binding S100 protein family and it organizes several
cellular functions including cell cycle progression and cell differentiation. KAI1
(CD82) is a tetraspanin membran protein which functions as metastasis supressor. In
this study, we immunohistochemically investigated the expressions of CK7, S100A1
ve KAI1 (CD82) in 29 chromophobe renal cell carcinoma (23 classic and 6
eosinophilic variant) and 17 oncocytomas. When these markers were evaluated
separetely and together, their expressions in chromophobe renal cell carcinoma and
renal oncocytoma show statistically significant difference (p<0.000). Similar
statistically significant results were also seen between eosinophilic chromophobe
renal cell carcinoma and oncocytoma (p<0.000). Our results show that in the
differential diagnosis of chromophobe renal cell carcinoma and renal oncocytoma,
the use of CK7, S100A1 ve KAI1 (CD82) can be useful.
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
2016
physicsThesis
tur
http://hdl.handle.net/11684/1092
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/1092/3/10135229.pdf.PDF.txt
566c206e53622ae49c683c67fdf8b34f
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/1092/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/1092/1/10135229.pdf.PDF
2cbe44f7fdd9f713fa3a22c890d533b8
Onkositom
Kromofob Renal Hücreli Karsinom
CK7
S100A1
KAI1 (CD82)
Chromophobe Renal Cell Carcinoma
Oncocytoma
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1148
2017-11-18T01:02:36Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_213
Mide karsinomlarında nucleostemın’in (Guanine nucleotide-binding protein-like 3) prognoz ile ilişkisinin değerlendirilmesi
Yıldırım, Güneş Deniz
Mide kanseri Dünya‟da en sık görülen ve en sık ölüme neden olan kanserler arasında ilk 5‟te yer almaktadır. Hastalığın erken dönemlerindeki nonspesifik semptomlar nedeniyle sıklıkla tanı alması gecikmektedir. Günümüzdeki gelişmiş tedavi seçeneklerine rağmen prognozu oldukça kötüdür. Nükleostemin, kök hücre özelliğinin devamının sağlanmasında rol aldığı belirtilen bir çekirdek proteinidir. Nükleostemin hücre içi diğer proteinlerle etkileşimi sayesinde hücre siklus düzenleniminde görev almaktadır. Son yıllarda ribozomal biyogenez, telomer hasarını azaltma ve genom koruyucu rolü ortaya konmuştur. Bu çalışmada da mide kanserinde klasik prognostik parametrelerin yanısıra kolay uygulanabilir, güvenilir bir prognostik belirteç arayışı çerçevesinde, hücre proliferasyon belirteci olarak rol oynayan nükleostemin proteininin ekspresyon durumu ve prognoz ile olan ilişkisinin ortaya konması amaçlanmıştır. Bu çalışmaya ESOGÜ Tıp Fakültesi Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı‟nda 2006-2015 yılları arasında total ya da subtotal mide rezeksiyonu geçirmiş ve mide karsinomu tanısı almış 103 olgu dahil edilmiştir. Üretici firmanın önerdiği prosedüre uygun olarak anti-nükleostemin antikoru ile immunohistokimyasal boyama işlemi gerçekleştirilmiş ve nükleer boyanma pozitif kabul edilmiştir. Çalışmamız sonucunda 70 olguda yüksek, 33 olguda düşük nükleostemin ekspresyonu saptanmıştır. Yüksek nükleostemin ekspresyonu ile lenfovasküler invazyon, metastatik lenf nodu sayısı, ekstrakapsüler yayılım ve T evresi arasında negatif korelasyon mevcuttur. Düşük nükleostemin ekspresyonu olan olgularda hastalıksız ve genel sağkalım süreleri belirgin biçimde daha kısadır. Çok değişkenli analizde ise nükleostemin ekspresyonunun mide kanserlerinde sağkalım üzerinde bağımsız prognostik faktör olmadığı görülmüştür. Nükleostemin ekspresyonunun mide kanserlerinde prognozu ön görmede yardımcı olabileceği düşünülmektedir. Ancak bu bulgunun yeni çalışmalarla desteklenmesi güvenilirliğinin artmasını sağlayacaktır.
Gastric carcinoma is one of the commonest cancer in worldwide. It is in the top 5 among the cancers that cause death. Because of the nonspesific symptoms, the diagnosis is commonly delayed. Despite the advanced therapeutic options, prognosis is still poor in present day. The aim of this study is evaluating the expression status of the nucleostemin and determining the association between this expression level and prognostic parameters and survival in gastric carcinoma. Nucleostemin is a nuclear protein, which provides maintenance of the stem cell features and plays role as a cell proliferation marker. It participates in the cell cycle regulation too by interferencing with other intracellular proteins. Recently, it was reported that this protein plays role in the ribosomal biogenesis, reduction of telomer injury and genom protection. In this study we evaluated 103 gastric carcinomas that diagnosed in Eskisehir Osmangazi University School of Medicine, Department of Pathology in resection specimens between the period of 2006-2015. Immunohistochemical staining was performed in conformity with the manufacturers suggestions. Nuclear staining was accepted as positive. As a result of our study, 70 high and 33 low nucleostemin expression was detected. High nucleostemin expression is negatively correlated with lymphovascular invasion, the number of metastatic lymph nodes, extracapsular extension and T stage. The disease-free and overall survival is distinctly shorter in the patients with low nucleostemin expression. In multivariate analysis, the results suggested that nucleostemin expression is not an independent prognostic factor in gastric carcinomas. We thought that nucleostemin expression was useful for prediction of the prognosis of gastric carcinomas. However corroboration of these results is needed by new studies in order to enhance the reliability.
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
2016
physicsThesis
tur
http://hdl.handle.net/11684/1148
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/1148/3/10133923.pdf.pdf.txt
59947241f5f3720ef09272add5d1b6da
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/1148/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/1148/1/10133923.pdf.pdf
ebb2b06f45535bc9c65a6e07289bb9a5
Mide Kanseri
Nükleostemin
Prognoz
Gastric Carcinoma
Nucleostemin
Prognosis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1352
2018-02-28T01:00:23Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_213
Erken evre mikozis fungoides olgularında dar band UBV ve PUVA’nın klinik ve histopatolojik etkilerinin değerlendirilmesi
Çakmak, Hasan Şakir
Mikozis fungoides kutanöz T hücreli lenfomaların en yaygın görülen tipidir ve yama, plak ve tümör evresi olarak 3’e ayrılır. MF’in etyolojisi ve patogenezi multifaktöriyeldir. Yıllardır araştırılmasına rağmen MF’in kesin etyopatogenezi hala tam bilinmemektedir. Erken evre MF tedavisinde PUVA ve DB-UVB tedavisi son yıllarda en sık kullanılan tedavi yöntemleri olmasına rağmen, erken evre MF olgularında PUVA ve DB-UVB tedavisi sonrası histopatolojik değişikliklerin değerlendirildiği çalışma sayısı oldukça azdır. Bu çalışmadaki amacımız erken evre MF olgularında PUVA ve DB-UVB tedavisinin klinik ve histopatolojik etkilerinin değerlendirilmesidir. Bu çalışmaya PUVA ve DB-UVB tedavisi almış 41 erken evre MF olgusu dahil edilmiştir. Tedavi öncesi ve sonrası epidermotropizm, stratum korneum, epidermis, dermal infiltrat, dermal fibrozis, diğer epidermal, dermal ve vasküler değişiklikler gibi histopatolojik özellikler ve tedaviye verilen klinik cevap değerlendirilmiştir. Ayrıca her iki grup için de tedavi sırasındaki yan etkiler kayıt altına alınmıştır. Tedavi sonrası DB-UVB grubundaki 18 olgunun 11’inde (%61.1) ve PUVA grubundaki 23 olgunun 14’ünde (%60.9) tam klinik cevap izlenmiştir. Her iki grupta tedavi sonrasında epidermotropizm kaybı, dermal infiltratta azalma ve diğer dermal ve vasküler değişiklikler açısından anlamlı fark izlenmiştir. Sonuç olarak PUVA ve DB-UVB’nin MF olgularının tedavisinde klinik cevap ve histopatolojik değişiklikler açısından benzer etkileri olduğu saptanmıştır.
Mycosis fungoides (MF), the most common form of T-cell lymphoma, is staged as patchy, plaque and tumour forms. There is no clear conclusion related to etiopathogenesis despite vigorous investigations but it is thought to be multifactorial. Although PUVA and Narrow-Band UVB (NB-UVB) are the two most commonly used treatment modalities in the early stages of disease currently, studies comparing both in terms of clinical and histopathologic responses are scarce. The aim of our study is to compare the clinical and histopathologic effects of PUVA and NB-UVB in early stage MF. The study included in 41 early stage MF cases treated with either PUVA or NB-UVB. Both clinical and histopathologic responses such as the persistence of epidermotropism, changes in stratum corneum and epidermis, dermal infiltrates, dermal fibrosis and other dermal and vascular changes were evaluated. Complications during the treatments were are also noted. Complete clinical response was seen in 11 of the 18 patients (61.1%) in the NB-UVB group and 14 of the 23 patients (60.9%) in the PUVA group at the end of treatment. The two groups showed significant differences in terms of resolution of epidermotrophism, decrease in dermal infiltrates, and other dermal and vascular changes. As a result, PUVA and NB-UVB have similar clinical and histopathologic effects in the treatment of MF.
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
2016
physicsThesis
tur
http://hdl.handle.net/11684/1352
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/1352/3/10124599.pdf.txt
fa74c7e171489b5fd67374fbb8893242
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/1352/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/1352/1/10124599.pdf
34b5d73f81a48e55f44496e5a03222e3
Mikozis Fungoides
DB-UVB
PUVA
Mycosis Fungoides
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1781
2021-03-04T01:00:12Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_213
Servikovaginal smearlerin bethesda sistemine göre değerlendirilmesi
Çiftçi, Evrim
Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı’nda 29/08/2003 – 31/12/2004 tarihleri arasında 4559 adet servikovaginal smear incelenmiştir. Bu smearlerden 513’ü Eskişehir Alpu ilçesinde yaşayan evli kadınlardan, diğerleri ise hastanemizde muayene edilen olgulardan alınmıştır . Smearler alındıktan sonra % 96’lık alkole konulup fikse edilerek bölümümüze gönderilmiştir. Tüm smearler Papanicolau boyama yöntemi ile boyanarak ışık mikroskobu ile incelenmiştir .
Bu çalışmanın amacı; servikal smearleri 2001 Bethesda sistemine göre sınıflandırmak, bu smearleri klinik takipleri ile değerlendirmek ve histopatolojik korelasyonu saptamaktır. Olgulara Bethesda sistemine göre genel sınıflama yapıldığında ; 288 (6.3 %) olgu yetersiz , 4058 ( 89 %) olgu intraepitelyal lezyon ve malignite için negatif, 120 (2.6%) olgu epitelyal hücre anomalisi grubunda saptanmıştır. Epitelyal hücre anomalisi saptanan 120 olgunun 47’sinde olgu klinik takibi mevcut değildir. Geri kalan olguların 37’sinde serviks biyopsisi yapılmış olup, 32’si benign olarak değerlendirilmiştir. Beşinde ise malignite saptanmıştır. Endometrial küretaj yapılan 16 olgunun, ikisi benign, 13’ü malign olarak değerlendirilmiştir. Bir olgunun endometrial küretaj biyopsisi ise yetersizdir. Olguların beşine vulva biyopsisi yapılmış olup, benign olarak saptanmıştır. Bir olguda yapılan periton biyopsisinin sonucu ise epitelyal tip malign tümördür. Smearde malignite saptanan sekiz olgunun biyopsisinde de malignite belirlenmiştir. Sonuçta yanlış pozitif tanımız mevcut değildir. Her ne kadar olgu sayımız az ise de, bu ön çalışmada bile Bethesda sisteminin kanser taramasında yararlı olduğu kanaatine varılmıştır.
2005
physicsThesis
tur
http://hdl.handle.net/11684/1781
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/1781/3/TEZ.doc.txt
beb61abe6ca08f4bfc801ceaf74e2a56
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/1781/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/1781/1/TEZ.doc
6219289fc429d00fcf01a05d4aa3beca
Servikovaginal Smear
Bethesda Sistemi
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1782
2021-03-04T01:00:16Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_213
Deneysel kolit oluşturulmuş sıçanlarda, klasik tedavi yöntemleri ile origanum onites L. (kekik yağı) tedavisinin kolonda oluşturduğu değişikliklerin morfolojik olarak karşılaştırılması
Gürlek Olgun, Esra
Kekik, yemeklere verdiği koku ve lezzetin yanı sıra, halk arasında bazı rahatsızlıkların tedavisinde kullanılmaktadır. Özellikle gastrointestinal rahatsızlıklarda yaygın kullanımı nedeni ile, Origanum onites L. uçucu yağının bu sistem üzerindeki etkileri çalışmamızın konusu olmuştur.
Bu çalışmada, Origanum onites L. uçucu yağının deneysel kolit oluşturulmuş Sprage Dawley cinsi sıçanlarda reklum mukozasındaki morfojik etkileri araştırılmış ve insan inflamatuar barsak hastalıklarında kullanılan klasik tedavi yöntemleriyle karşılaştırılmıştır.
Dokuz grup halinde yürütülen çalışmada II-IX. gruplara ether ile hafif anestezi sağlandıktan sonra 6F pediatrik kateter anüsten proksimale doğru sekiz cm kadar ilerletilip rektum içine enjektörle %50’ik ethanol solüsyonunda eritilmiş 2,4,6-Trinitrobenzenesulfonic acid solüsyonundan 30 mg/rat dozunda uygulandı. Beş, VI, VII, VIII. gruplara sırasıyla 1 mg/kg intrarektal, 0,05 mg/kg intrarektal, 1 mg/kg intraperitoneal ve 0,05 mg/kg intraperitoneal dozlarda kekik (Origanum onites L.) yağı verildi.
TNBS + E ile kolit oluşturulmuş sıçanlarda rektum mukozası üzerine Origanum onites L. uçucu yağının 0,05 mg/kg intrarektal, 0,05 mg/kg intraperitoneal, 1 mg/kg intrarektal ve 1 mg/kg intraperitoneal dozlardaki etkileri araştırılmıştır. Deneysel kolitte değişik dozlarda kullanılan Origanum onites L. uçucu yağının belirgin bir antiinflamatuar etkisinin olduğu ve klasik tedavi yöntemleriyle karşılaştırıldığında bu etkinin özelllikle 5-ASA’ ya nazaran daha belirgin olduğu saptanmıştır.
Bu konuda yapılmış diğer çalışmalar göz önünde bulundurularak gözlenen antiinflamatuar etkinin uçucu yağda bulunan bileşiklerin %57.4’ünü oluşturan karvakrolden ileri geldiği sonucuna varılmıştır.
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
2005
physicsThesis
tur
http://hdl.handle.net/11684/1782
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/1782/3/esra+kolit+tez.doc.txt
021801ee329729a6f1dd9c82ac3184d1
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/1782/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/1782/1/esra+kolit+tez.doc
5764c3bdb328a21e319079b2d0544cc7
Deneysel Kolit
Origanum Onites
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3080
2022-06-10T00:00:37Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_213
Akciğerin küçük hücreli olmayan karsinomlarında anjiogenez ve mast hücre sayısının prognozla ilişkisi
Cengiz Peker, Betül
Dündar, Emine
Akciğer karsinomları dünyada sık görülen ve en fazla ölüme neden olan karsinomlar olduğu için yeni tedavi yöntemleri bulmak ve yaşam süresini arttırmak için çok sayıda çalışma yapılmaktadır. Bu amaçla akciğer kanserlerinde yeni prognostik faktörler araştırılmaktadır. Son yıllarda bir çok çalışmada tümörlerde anjiogenezin prognostik bir belirleyici olduğu öne sürülmektedir. Anjiogenezi uyaran ve inhibe eden çok sayıda faktör salgılamaları nedeniyle mast hücreleri ve anjiogenez arasındaki ilişkiyi ve mast hücrelerinin prognostik önemini araştıran bir çok çalışma yapılmıştır.
Bu çalışmada küçük hücreli olmayan akciğer karsinomlarında anjiogenez, anjiogenez ile mast hücreleri arasındaki ilişki ile mast hücrelerinin ve anjiogenezin prognoz üzerine etkilerini araştırmak amacıyla 1 Ocak 1990-31 Aralık 2002 tarihleri arasında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı’nda küçük hücreli olmayan akciğer karsinomu (skuamöz hücreli karsinom, adenokarsinom, büyük hücreli karsinom) tanısı almış ve opere olmuş 57 olgunun rezeksiyon materyalleri içerisinden prognozlarına ulaşılabilen 50 olgu çalışma kapsamına alındı. Çalışmaya alınan olguların 46’sı erkek, 4’ü kadın olup ortalama yaş 59,28’dir. Olgulara ait tümörü örnekleyen en iyi kesitler seçilerek bu kesitlere ait bloklardan hazırlanan kesitlerden birine immünhistokimyasal olarak CD34 antikoru, diğerine Giemsa histokimyasal boyası uygulanmıştır. Boyanmanın en yoğun olduğu sıcak alanda CD34 ile boyanan damarlar ve Giemsa ile boyanan mast hücreleri 200X büyütme alanında sayılmıştır. Yapılan çalışmada tümör içi mikrodamar sayısı ile mast hücre sayısı arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur (p<0.001). Fakat mast hücre sayısı ve anjiogenez ile yaşam süresi arasında anlamlı bir ilişki mevcut değildir (p>0.05).
2005
physicsThesis
tur
http://hdl.handle.net/11684/3080
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/3080/3/NSAC.doc.txt
47b5c96c871fcdfe3aed5c9c92bc6738
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/3080/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/3080/1/NSAC.doc
8edd2be6ea229fdebfe7e0df60f6711f
Akciğer Karsinomları
Anjiogenezi
CD34 Antikoru
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3136
2022-06-11T00:00:22Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_213
Riskli ve risksiz gebelere ait plasentalarda patolojik bulguların Riskli ve risksiz gebelere ait plasentalarda patolojik bulguların karsılastırılması ve bu patolojilerin perinatal mortalite ve morbidite ile iliskisi ve bu patolojilerin perinatal mortalite ve morbidite ile iliskisi
Canaz, Funda
Kabukçuoğlu, Sare
Riskli ve risksiz gebelere ait plasentalarda patolojik bulguların
karsılastırılması ve bu patolojilerin perinatal mortalite ve morbidite ile iliskisi.
Eskisehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı Tıpta
Uzmanlık Tezi, Eskisehir, 2007. Eskisehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Hastanesi’nde Kadın Hastalıkları ve Dogum Anabilim Dalı’nda Kasım 2004-
Temmuz 2005 tarihleri arasında 28-42. gebelik haftalarında dogum yapan gebelere
ait 350 adet plasenta prospektif olarak incelendi. Çalısma grubunu olusturan gebeler
maternal ve fetal risk faktörlerinin varlıgına göre sınıflandırıldı. Bu çalısma 237’si
riskli, 92’si risksiz gebeye ait 329 tekiz ve 21’i ikiz gebeye ait plasentaları
içermekteydi. Tüm maternal ve neonatal bilgiler kaydedildi. 350 adet plasenta 2
patolog tarafından makroskobik ve mikroskobik olarak incelendi. Tekiz gebelerde
plasenta agırlıkları ile bebek dogum agırlıkları ve gebelik yasları arasında önemli
korelasyon saptandı (P<0.001). Bu gruplar histopatolojik bulgularına göre
karsılastırıldıgında risk faktörüne sahip gebeliklerde koriyoamnionitis (P<0.001),
akut ve kronik intervillözitis, santral infarkt ve villus maturasyonu anormallikleri
daha fazla görüldü ve bu bulgular istatiksel olarak önemli bulundu (her bir bulgu için
P<0.05). Koriyoamnionitis (P<0.001), funisitis, fibromuskuler sklerozis, sinsityal
dügümlerde artıs, periferal ve santral infarkt, perivillöz fibrin depolanımını (her bir
deger için P<0.05) içeren histopatolojik bulgular perinatal morbidite ile anlamlı
iliskili olarak izlendi. Villitis, villöz ödem, villöz damarlarda çekirdekli fetal
eritrositlerin bulunusu (her bir bulgu için P<0.001), desidüitis, hemorajik
endovaskülitis, perivillöz fibrin depolanımı ve maternal yüzey infarkt bulunması (her
bir bulgu için P<0.05) perinatal mortalite ile önemli iliski saptandı. Ayrıca bu
çalısmada gebe kadınların saglık güvence tipinin riskli gebelikler ve perinatal
morbidite ile anlamlı iliskili oldugu görüldü (P<0.001). Bu çalısma hastanemizin il
içinde yüksek riskli gebelikler için önemli bir referans merkezi oldugunu ve plasental
incelemenin perinatal tanının rutin bir parçası olması gerektigini desteklemektedir.
Comparison of pathologic features of placentas in risky and riskless
pregnancies and their relationship with perinatal mortality and morbidity.
Eskisehir Osmangazi University Faculty of Medicine, Medical Speciality Thesis
in Department of Pathology, Eskisehir, 2007. We conducted a prospective study of
all pregnancies at 28 to 42 weeks of gestational age, delivered at the Department of
Obstetrics and Gynaecology of Eskisehir Osmangazi University Hospital from
November 2004 to July 2005. The study groups are classified according to the
existence of maternal and fetal risk factors in pregnancies. Two hundred thirtyseven
singleton placentas of pregnancies with risk factors, 92 placentas of pregnancies
without risk factors, and 21 placentas of twin pregnancies were included in the study.
All maternal and neonatal records were reviewed. 350 placentas were examined
macroscopically and microscopically by two pathologist. Singleton pregnancies
showed significant correlation between the weight of placenta, the weight of
newborn and gestational age (P<0.001). When this study groups were compared
according to their histopathologic findings, it was found that there were more
placental chorioamnionitis (P<0.001), acute and chronic intervillositis, central infarct
and abnormality of villous maturation in the pregnancies having risk factors and
these findings were statistically significant (P<0.05, for all instance). Histopathologic
findings including chorioamnionitis (P<0.001), funisitis, fibromuscular sclerosis,
excessive syncytial knots, peripheral and central infarction, perivillous fibrin
deposition were significantly associated with perinatal morbidity in newborn
(P<0.05, for each instance). Presence or absence of villitis, villous edema, nucleated
fetal red blood cells in villous vessels (P<0.001, for each instance), deciduitis,
hemorrhagic endovasculitis, perivillous fibrin deposition, maternal floor infarct
(P<0.05, for each instance) were significantly associated with perinatal mortality in
newborn. In this study, the presence of perinatal morbidity, fetal and maternal risk
factors (P<0.001) were significantly associated with the type of health insurance of
pregnant women. This study suggests that our hospital is an important reference
center in the city for high-risk pregnancies and placental pathology should be a
routine component of perinatal diagnosis.
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
2007
physicsThesis
tur
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
http://hdl.handle.net/11684/3136
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/3136/3/TEZSON.pdf.txt
d31429252a7c8fadc4ab6485d95af95d
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/3136/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/3136/1/TEZSON.pdf
78bd58c8784fb5b53fb1a30c750293c8
Plasenta
Prospektif çalısma
Sağlık güvencesi
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2040
2021-03-12T01:00:46Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_213
Invaziv meme kanserlerinde fascin ekspresyonu ile tümörü
Gençoğlu, Metehan
Invaziv meme karsinomlarının progresyonunda fascin’in rolü.
Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık
Tezi, Eskisehir, 2007. Fascin, hücre motilite ve adezyonunda önemli bir rol oynayan
aktin baglayıcı proteindir. Son çalısmalar tümör invazyonunda fascin’in önemli bir
medyatör oldugunu göstermistir. Bu çalısmada invaziv meme karsinomlarında fascin
ekspresyonu ile hasta yası, tümör boyutu, tümör histolojik derecesi (grade), aksiller
lenf nodlarında metastaz varlıgı ve sayısı, östrojen ve progesteron reseptör ve c-erbB-
2 onkoproteini ekspresyonu arasındaki iliskiyi incelenmistir. Ayrıca tüm
parametrelerin kendi aralarındaki iliskiyi ortaya koymak üzere istatistiksel analizleri
yapılmıstır. Olguların özellikleri ve klinikopatolojik bulguları hastane kayıtlarından
ve Patoloji Anabilim Dalı arsivinin 1996-2002 yılları arasındaki raporlarından temin
edilmistir. Doku spesmenleri primer meme kanserli 100 kadın olgudan elde
edilmistir. WHO klasifikasyonuna göre bu tümörler histolojik olarak; invaziv duktal
karsinom (n=91, %91), mikst duktal-lobüler karsinom (n=4, %4), invaziv lobüler
karsinom (n=2, % 2), tübülolobüler karsinom (n=2, %2) ve tübüler karsinom (n=1,
%1) seklinde kategorize edilmistir. Fascin ekspresyonu bu tümörlerden 12’sinde
(%12) pozitif olarak izlenmistir. Fascin ekspresyonu ile tümör histolojik derecesi
arasında belirgin bir iliski (P<0.001) izlenmis olup, fascin ekspresyonu daha çok
yüksek tümör histolojik derecesine sahip tümörlerde saptanmıstır. Fascin pozitif
olguların 11’inde (%91,6) östrojen ve progesteron reseptörü negatifti. Fascin
ekspresyonu ile hormon reseptör negatifligi arasında belirgin bir korelasyon
izlenmistir (östrojen için P=0.002, progesteron için P=0.007). Çalısmamızda fascin
ekspresyonu ile hasta yası, tümör boyutu, lenf nodu metastazı, metastatik lenf nodu
sayısı ve c-erbB-2 onkoprotein ekspresyonu arasında belirgin bir korelasyon
bulunmamıstır (P>0.05).
The role of fascin in the progression of invasive breast
carcinomas. Eskisehir Osmangazi University, Faculty of Medicine, Department
of Pathology, PhD thesis in Medicine, Eskisehir, 2007. Fascin is an actin-bundling
protein that plays an important role in cell motility and adhesion. Current studies
showed that fascin is an important mediator in tumor invasion. In this study we
analysed the relation between the expression of fascin and age of case, tumor size,
tumor grade, axillary lymph nodes status and numbers , oestrogen and progesterone
receptor status and c-erbB-2 oncoprotein in invasive breast carcinomas. In addition,
the relation among all these parameters were analyzed statistically. Patient
characteristics and clinicopathologic finding were obtained from hospital records and
from the Pathology Department files between 1996 and 2002. Tissue specimens were
obtained from 100 female patients with primary invasive breast cancer. The tumors
were histologically categorized as invasive ductal carcinomas (n=91, %91), mixt
ductal-lobular carcinomas (n=4, %4), invasive lobular carcinomas (n=2, %2),
tubulolobular carcinomas (n=2, %2) and tubular carcinoma (n=1, %1) according to
the World Health Organization classification. Twelve of these tumors (%12) were
positive for fascin expression. Fascin expression correlated significantly with tumor
grade (P<0.001). Oestrogen and progesterone receptors were negative in the eleven
of fascin positive cases (%91,6). Fascin expression showed a remarkable correlation
with hormone receptor negativity (for oestrogen P=0.002, for progesterone P=0.007).
In our study no significant correlation was found between fascin expression and age
of case, tumor size, lymph nodes metastasis, numbers of lymph nodes involved and
c-erbB-2 oncoprotein expression (P>0.05).
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
2007
physicsThesis
tur
http://hdl.handle.net/11684/2040
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/2040/3/T%C3%BCrk%C3%A7e+%C3%B6zet.pdf.txt
bd7246a8d52a4c77018c4d9f578d7256
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/2040/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/2040/1/T%C3%BCrk%C3%A7e+%C3%B6zet.pdf
70c486e5d499c1f45b7d34fd7a4fff22
Fascin
İnvaziv Meme Karsinomu
İmmünohistokimya
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2081
2021-03-12T01:02:31Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_213
Mesanenin primer T1 değişici epitel hücreli karsinomlarında maspin ve Ki-67 ekspresyonunun ve prognostik etkisinin değerlendirilmesi
Açıkalın, Demet Turan
Mesanenin evre T1 değişici epitel hücreli
karsinomu olan hastalar yüksek rekürrens, progresyon ve kanser ilişkili ölüm riskine
sahiptir. T1 evresinde olan tümörlerin prognozlarını değerlendirmek ve tedavi
stratejileri geliştirebilmek üzere çeşitli klinik ve patolojik parametreler ortaya
konmuştur. Son yıllarda tümörlerin moleküler biyolojik karakteristikleri ile ilişkili
prognostik faktörlerin ortaya konulabilmesine çalışılmaktadır. Maspin, tümör
süpresör özelliklere sahip, noninhibitör bir serpin (serin proteaz inhibitör) dir.
Literatürde mesane tümörlerinde maspin ekspresyonunun incelendiği az sayıda
çalışma mevcuttur. Ki-67 hücre siklusunun, G0 fazı hariç, tüm fazlarında eksprese
olan bir nükleer proteindir. Çok sayıdaki çalışma Ki-67’nin mesane kanser rekürrensi
ve progresyonu için bağımsız prognostik belirleyici olduğunu göstermektedir. Evre
T1 mesane tümörü olan 66 hastayı içeren çalışmamızda maspin ekspresyonunun
rekürrens riski açısından bağımsız bir öneme sahip olduğu saptandı (p<0.05). Maspin
ekspresyonunun negatif olduğu hastalarda maspin pozitif olanlara göre 2.046 kat
daha fazla rekürrens riski bulunduğu gözlendi. Ayrıca maspin negatif grubun daha
kısa rekürrenssiz ve progresyonsuz sağkalım süresine sahip olduğu belirlendi
(p<0.05). Ki-67 ile tümör rekürrensi, progresyonu ve tümör nedenli ölüm arasında
anlamlı bir korelasyona rastlanmadı (p>0.05). Bulgularımız evre T1 mesane
tümörlerinde maspin ekspresyonunun değerlendirilmesinin tümörün davranışının
tahmininde yararlı bir prognostik belirleyici olabileceğini düşündürmektedir.
Patients with stage T1
bladder transitional cell carcinoma have a high risk of recurrence, progression and
cancer-related death. A number of clinical and pathological parameters are used in
evaluating prognosis and in creating therapeutic strategies for T1 tumors. Special
attention has been paid in recent years to identifying prognostic factors related to the
molecular biological characteristics of the tumor. Maspin is a non-inhibitory serpin
(serine protease inhibitor) with tumor-suppressive properties. Only a few reports are
present in the literature on maspin expression in bladder tumors. Ki-67 is a nuclear
protein that is expressed in all stages of the cell cycle except in G0 phase. A large
number of studies define Ki-67 as an independent prognostic marker of bladder
cancer progression and recurrence. In our study consisting of 66 patients with stage
T1 bladder tumor, maspin expression was identified as an independent predictor of
recurrence (p<0.05). Patients with negative maspin expression were 2.046 times
more likely to relapse than patients with positive maspin expression. Furthermore,
maspin negative group was found to have a shorter recurrence and progression-free
survival (p<0.05). There was no correlation between the Ki-67 expression and tumor
recurrence, progression and tumor-related death (p>0.05). Our findings suggested
that the evaluation of maspin expression in stage T1 bladder tumors is useful
prognostic marker for predicting the tumor behavior.
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
2009
physicsThesis
tur
http://hdl.handle.net/11684/2081
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/2081/3/Demet_Acikalin_Tez.pdf.txt
ea3e5dc052e514f8485cdcc18cd3d974
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/2081/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/2081/1/Demet_Acikalin_Tez.pdf
bc8ac7fb1d55b6f7405baaee54479920
Mesane
Değişici Epitel Hücreli Karsinom
Maspin
Ki-67
Prognoz
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/4040
2022-08-02T00:01:19Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_213
Malign mikst müllerian tümörlerde e-kaderin ve beta-katenin ekspresyonunun öneminin değerlendirilmesi
Topaloğlu, Ülkü
Işıksoy, Serap
Malign
mikst müllerian tümörlerin (MMMT) (karsinosarkom) epitelyal ve mezenkimal
komponentinin ortak bir kök hücreden köken aldığı ve monoklonal bir neoplazm
olduğu, mezenkimal komponentin metaplastik bir transformasyon ile geliştiği görüşü
günümüzde kabul görmekte olup bu tümörlerin metaplastik karsinom olarak
tanımlanması önerilmektedir. Literatürde bir çalışmada uterin mezenkimal
tümörlerin gelişiminde WNT/β-Katenin sinyalizasyonunun etkili olabileceği ve
stromada disregüle olan β-kateninin endometriyal glandüler hiperplazi ve
adenokarsinomu indükleyebileceği öne sürülmüştür. β-katenini ortak kullanarak E kaderin aracılıklı adezyon ve WNT/β-katenin yolağı birbirine bağımlı hareket eder.
E-kaderin hücreler arası adezyon oluşumunu sağlar ve epitelyal mezenkimal fenotip
değişiminin en önemli bileşenidir. Son yıllarda karsinosarkomların gelişiminde
epitelyal mezenkimal dönüşümün rolü olduğu düşünülmekte olup, bu çalışmada
MMMT’lerin her iki tümör komponentinde E-kaderin ve β-katenin ekspresyonu
araştırılmıştır. Çalışmamızda kadın genital sisteminde gelişmiş toplam 32 MMMT
değerlendirildi. Vak’aların % 69.7’sinde epitelyal komponentte E-kaderin
ekspresyonu, %72.8’inde β-katenin ekspresyonu görülürken, mezenkimal
komponentte E-kaderin ekspresyonu bir vak’ada, β-katenin ekspresyonu 11 vak’ada
fokal olarak saptandı. Tümörün karsinomatöz komponentinde E-kaderin ve β-katenin
ekspresyonunun, kontrol ile kıyaslandığında daha az olduğu gözlendi (p<0.05).
Tümörün epitelyal komponentinde değişken ve düşük oranlarda E-kaderin ve β katenin ekspresyonunun görülmesi hücreler arası adezyon mekanizmalarında
regülasyon bozukluğu olduğunu, mezenkimal komponentte E-kaderin
ekspresyonunun olmayışı ve bazı vak’alarda β-kateninin pozitifliği bu tümörlerin
histopatogenezinde epitelyal mezenkimal dönüşümün rolü olabileceğini
düşündürmüştür.
Both of epithelial and
mesenchymal components of Malignant mixed müllerian tumours (MMMT) are
regarded as deriving from a stem cell and monoclonal in origin. In recent years, it is
accepted that mesenchymal component is transformed by metaplasia and it is
proposed that these tumors should be described as metaplastic carcinomas.
Dysregulated WNT/β-catenin signaling has effects on uterine tumorogenesis and can
induce development of endometrial glandüler hiperplasia and adenocarcinomas. By
sharing the β-catenin molecule, E-cadherin mediated adhesion and WNT/β-catenin
pathway are dependent upon each other and given the central role of E-cadherin in
epithelial mesenchymal transitions. Recently, it is suggested that epithelial
mesenchymal transition has a significant role at development of carcinosarcomas
and, we researched expression of E-cadherin and β-catenin in both two components
of MMMT. We evaluated 32 MMMTs which are originated from female genital
tract. E-cadherin and β-catenin expressions were observed in 69.7 % and 72.8% of
MMMTs in the epithelial component respectively. In the mesenchymal component
we determined E-cadherin expression in only one patient and β-catenin expression in
11 patients focally. We find out that E-cadherin and β-cathenin expressions have
decreased when we compared them with controls (p<0.05). Variable expressions of
E-cadherin and β-catenin in the epithelial component of tumor can suggest that there
is a dysregülation in adhesion of cells and absence of E-cadherin expression and also
the presence of β-cathenin positivity in the mesenchymal component of these tumors
can suggest that epithelial mesenchymal transition can have a significant role of
histopathogenesis of MMMTs.
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
2010
physicsThesis
tur
http://hdl.handle.net/11684/4040
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/4040/3/Ulku_Topaloglu_tez.pdf.txt
f2ecbf9b70a7056e853f3eb7ad88553c
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/4040/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/4040/1/Ulku_Topaloglu_tez.pdf
76dfcc9bd368486d1f268a2fcf5a8052
Malign Mikst Müllerian Tümör
Epitelyal Mezenkimal Dönüşüm
E-kaderin
β-katenin
Malignant Mixed Müllerian Tumor
Epithelial Mesenchymal Transition
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2881
2022-03-10T01:00:28Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_213
Endometriozis, endometrial intraepitelyal neoplazi ve düşük dereceli endometrial adenokarsinomlarda PTEN ekspresyonu
Pekkarakaş, Pınar İmre
Kabukçuoğlu, Sare
Pekkarakaş İmre, P. Endometriozis, Endometrial İntraepitelyal Neoplazi ve
Düşük dereceli endometrial adenokarsinomlarda PTEN ekspresyonu. Eskişehir
Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık
Tezi, Eskişehir, 2013. Kromozom 10’da delesyona uğrayan fosfataz ve tensin
homoloğu (PTEN) 10q23’te lokalize bir tümör baskılayıcı gendir. Bu çalışmadaki
amacımız endometriozis, endometrial intraepitelyal neoplazi ve düşük dereceli
endometrial adenokarsinomlarda PTEN ekspresyonunu incelemektir. Dokuz
endometrial intraepitelyal neoplazi olgusu, 30 adenomyozis olgusu, dokuz borderline
endometrioid adenokarsinom olguları çalışmaya dahil edildi. Dokuz iyi diferansiye
endometrioid adenokarsinom 1.kontrol grubunu, sekiz orta ve az diferansiye
endometrioid adenokarsinom 2.kontrol grubunu oluşturmaktadır. Çalışmada 10
proliferatif endometrium, 11 basit hiperplazi ve 8 kompleks hiperplaziden oluşan 29
endometrium biyopsisi kontrol grubu olarak kabul edildi. Parafin kesitlere PTEN
(Biocare, clone 6H2.1) immunohistokimyasal boyası uygulandı. Epitelyal ve stromal
skorlar değerlendirildi. Çalışmada kompleks hiperplazilerde, atipik endometriozis ve
adenomyozislerde stromada PTEN inaktivasyonu gözlenmiştir. Onbir basit
hiperplazi, 8 kompleks hiperplazi ve 9 endometrial intraepitelyal neoplazi biyopsileri
arasında PTEN epitel, stroma boyanma skoru ve stroma boyanma yüzde oranları
açısından önemli düzeyde istatistiksel anlamlı farklılık bulunmuştur (p<0.05). Yirmi
dokuz endometrium biyopsisi ve yirmi altı endometrioid adenokarsinom biyopsileri
arasında PTEN epitel, stroma boyanma skoru ve stroma boyanma yüzde oranları
açısından önemli düzeyde istatistiksel anlamlı farklılık bulunmuştur (p<0.05). Dokuz
borderline, sekiz orta ve az diferansiye endometrioid adenokarsinom biyopsileri
arasında epitel, stroma, stromanın PTEN ile boyanma yüzdeleri açısından
istatistiksel anlamlı farklılık saptanmıştır (p<0.05). Sonuç olarak çalışmamız
endometrial karsinogenezin erken fazında PTEN’ in inaktive olduğunu göstermiştir.
Pekkarakas Imre, P. Expression of PTEN in Endometriosis, Endometrial
İntraepithelial Neoplasia and Low grade endometrial adenocarcinoma.
Eskisehir Osmangazi University Faculty of Medicine, Department of Pathology,
Thesis, Eskisehir, 2013. Phosphatase and tensin homologue deleted on chromosome
10 (PTEN) is a tumor supressor gene which is located at 10q23. Our objectives were
to examine the expression of PTEN in endometriosis, endometrial intraepithelial
neoplasia and low grade endometrial carcinoma. Our study group were composed of
9 endometrial intraepithelial neoplasia, 30 endometriosis and adenomyosis, 9
borderline endometrioid adenocarcinoma. 9 well differentiated endometrioid
adenocarcinoma and 8 moderate and poorly differentiated endometrioid
adenocarcinoma were used as a first and a second control group. In this study 29
endometrial biopsy samples representative of 10 proliferative endometrium, 11
simple hyperplasia, 8 complex hyperplasia were stained as a control group. Paraffin
embedded tissue blocks were treated with PTEN immunohistochemistry stain
(Biocare clone 6H2.1). PTEN epithelial and stromal staining scores were detemined.
The study showed that PTEN inactivation were observed in stroma of biopsies with
complex hyperplasia and atypical endometriosis and adenomyosis. There were
significant difference among 11 simple hyperplasia, 8 complex hyperplasia and 9
endometrial intraepithelial neoplasia biopsies according to scores of epithelial and
stromal staining and percentage of stromal staining (p<0.05). There were significant
difference among 29 endometrium biopsies and 26 endometrioid adenocarcinoma
biopsies according to scores of epithelial and stromal staining and percentage of
stromal staining (p<0.05). There were significant difference among 9 borderline
endometrioid adenocarcinoma and 8 moderate and poorly differentiated
endometrioid adenocarcinoma biopsies according to scores of epithelial, stromal and
percentage of stromal staining (p<0.05). As a result of this study PTEN inactivation
occures in premalignant phase of the endometrial carcinogenesis.
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
2013
physicsThesis
tur
http://hdl.handle.net/11684/2881
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/2881/3/10002472.pdf.pdf.txt
038ff2d8560e1a6bfd0036dbef149e68
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/2881/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/2881/1/10002472.pdf.pdf
91ab991d693ebde1efae315ec16a2d04
Endometriosis
Endometrioid Adenocarcinoma
Al Neoplasia
Endometrial İntraepitheli
PTEN İmmunohistochemistry
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2849
2022-03-09T01:00:17Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_213
Endometriosiz, endometrial intraepitelyal neoplazi ve düşük dereceli endometrial adenokarsinomlarda pten ekspresyonu
İmre Pekkarakaş, Pınar
Kabukçuoğlu, Sare
Pekkarakaş İmre, P. Endometriozis, Endometrial İntraepitelyal Neoplazi ve Düşük dereceli endometrial adenokarsinomlarda PTEN ekspresyonu. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı T ıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2013. Kromozom 10’da delesyona uğrayan fosfataz ve tensin homoloğu (PTEN) 10q23’te lokalize bir tümör baskılayıcı gendir. Bu çalışmadaki amacımız endometriozis, endometrial intraepitelyal neoplazi ve düşük dereceli endometrial adenokarsinomlarda PTEN ekspresyonunu incelemektir. Dokuz endometrial intraepitelyal neoplazi olgusu, 30 adenomyozis olgusu, dokuz borderline endometrioid adenokarsinom olguları çalışmaya dahil edildi. Dokuz iyi diferansiye endometrioid adenokarsinom 1.kontrol grubunu, sekiz orta ve az diferansiye endometrioid adenokarsinom 2.kontrol grubunu oluşturmaktadır. Çalışmada 10 proliferatif endometrium, 11 basit hiperplazi ve 8 kompleks hiperplaziden oluşan 29 endometrium biyopsisi kontrol grubu olarak kabul edildi. Parafin kesitlere PTEN (Biocare, clone 6H2.1) immunohistokimyasal boyası uygulandı. Epitelyal ve stromal skorlar değerlendirildi. Çalışmada kompleks hiperplazilerde, atipik endometriozis ve adenomyozislerde stromada PTEN inaktivasyonu gözlenmiştir. Onbir basit hiperplazi, 8 kompleks hiperplazi ve 9 endometrial intraepitelyal neoplazi biyopsileri arasında PTEN epitel, stroma boyanma skoru ve stroma boyanma yüzde oranları açısından önemli düzeyde istatistiksel anlamlı farklılık bulunmuştur (p<0.05). Yirmi dokuz endometrium biyopsisi ve yirmi altı endometrioid adenokarsinom biyopsileri arasında PTEN epitel, stroma boyanma skoru ve stroma boyanma yüzde oranları açısından önemli düzeyde istatistiksel anlamlı farklılık bulunmuştur (p<0.05). Dokuz borderline, sekiz orta ve az diferansiye endometrioid adenokarsinom biyopsileri arasında epitel, stroma, stromanın PTEN ile boyanma yüzdeleri açısından istatistiksel anlamlı farklılık saptanmıştır (p<0.05). Sonuç olarak çalışmamız endometrial karsinogenezin erken fazında PTEN’ in inaktive olduğunu göstermiştir.
Pekkarakas Imre, P. Expression of PTEN in Endometriosis, Endometrial İntraepithelial Neoplasia and Low grade endometrial adenocarcinoma. Eskisehir Osmangazi University Faculty of Medicine, Department of Pathology, Thesis, Eskisehir, 2013. Phosphatase and tensin homologue deleted on chromosome 10 (PTEN) is a tumor supressor gene which is located at 10q23. Our objectives were to examine the expression of PTEN in endometriosis, endometrial intraepithelial neoplasia and low grade endometrial carcinoma. Our study group were composed of 9 endometrial intraepithelial neoplasia, 30 endometriosis and adenomyosis, 9 borderline endometrioid adenocarcinoma. 9 well differentiated endometrioid adenocarcinoma and 8 moderate and poorly differentiated endometrioid adenocarcinoma were used as a first and a second control group. In this study 29 endometrial biopsy samples representative of 10 proliferative endometrium, 11 simple hyperplasia, 8 complex hyperplasia were stained as a control group. Paraffin embedded tissue blocks were treated with PTEN immunohistochemistry stain (Biocare clone 6H2.1). PTEN epithelial and stromal staining scores were detemined. The study showed that PTEN inactivation were observed in stroma of biopsies with complex hyperplasia and atypical endometriosis and adenomyosis. There were significant difference among 11 simple hyperplasia, 8 complex hyperplasia and 9 endometrial intraepithelial neoplasia biopsies according to scores of epithelial and stromal staining and percentage of stromal staining (p<0.05). There were significant difference among 29 endometrium biopsies and 26 endometrioid adenocarcinoma biopsies according to scores of epithelial and stromal staining and percentage of stromal staining (p<0.05). There were significant difference among 9 borderline endometrioid adenocarcinoma and 8 moderate and poorly differentiated endometrioid adenocarcinoma biopsies according to scores of epithelial, stromal and percentage of stromal staining (p<0.05). As a result of this study PTEN inactivation occures in premalignant phase of the endometrial carcinogenesis.
Esogü,Sağlık Bilimleri Enstütüsü
2013-06
physicsThesis
tur
http://hdl.handle.net/11684/2849
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/2849/3/10002472.pdf.pdf.txt
038ff2d8560e1a6bfd0036dbef149e68
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/2849/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/2849/1/10002472.pdf.pdf
91ab991d693ebde1efae315ec16a2d04
Endometriozis
PTEN immunohistochemistry
Endometrioid Adenokarsinom
PTEN İmmünohistokimyasal Boyası
PTEN İmmunohistochemistry
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2277
2022-01-14T01:00:26Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_213
Tip 1 endometrium karsinomunda histopatolojik özelliklerin değerlendirilmesi
Hayit, Büşra
Kabukçuoğlu, Sare
Endometrial
karsinom gelişmiş ülkelerdeki en sık jinekolojik malignitedir ve klinikopatolojik
özelliklerine göre iki ana gruba ayrılır; tip1 ve tip2 (Bokhman sınıflaması). Yapılan
çalışmalar geleneksel sınıflamanın yeterli olmadığını göstermektedir ve yeni
moleküler subtipler ortaya konmaktadır. Diğer yandan yaş, histolojik grade, boyut,
myometrial invazyon, lenfovasküler invazyon, evre gibi parametreler prognozu
etkileyen belirteçlerdir. Çalışmamızda 189 tip 1 endometrial karsinom olgusunda
yaş, menopoz durumu, grade, boyut, myometrial invazyon derinliği ve paterni,
lenfovasküler invazyon, lenf nodu metastazı, serviks stromal tutulumu, seroza
invazyonu, alt uterin segment tutulumu, evre, periton yıkama sitolojisi ve bu
parametrelerin birbirleriyle ilişkisi incelenmiştir. Ek olarak p53, ER, PR, PAX-8, E kadherin, β-katenin, CDX2, kromogranin boyanma oranları ile immünohistokimyasal
olarak mikrosatellit instabilite durumu klinikopatolojik veriler ile karşılaştırılmıştır.
Klinik parametreler ve histopatolojik parametreler kendi aralarında
karşılaştırıldığında tümör boyutu, grade, invazyon derinliği, invazyon paterni, alt
uterin segment tutulumu, lenfovasküler invazyon, periton yıkama sitolojisi ve evre
arasında anlamlı ilişkiler gözlenmiştir (p<0,05). ER, PR boyanması ile invazyon
derinliği, invazyon paterni, lenfovasküler invazyon varlığı arasında istatistiksel
anlamlılık saptanmıştır (p<0,05). PAX-8 ve kromogranin boyanma oranı invazyon
paternlerine göre farklılık göstermektedir. Mikrosatellit instabilite varlığı ile serozal
tutulum arasında anlamlı ilişki bulunmuştur (p<0,05). Sonuç olarak, endometrioid
karsinomda iyi bilinen histopatolojik prognostik parametreler yanı sıra alt uterin
segment tutulumu, invazyon paterni gibi bulguların varlığı da prognostik öneme
sahiptir ve çalışmamızdaki veriler ile literatür verileri benzerdir. Bununla birlikte
moleküler subtiplerin günlük pratikte uygulanmasında immünohistokimyasal
belirteçlerden yarar sağlanabileceği gibi immünohistokimyasal yöntemler ile yeni
gruplandırmalar oluşturulabilir
Endometrial carcinoma is the most common gynecological malignancy in developed
countries and divided into two main groups; type 1 and type 2 (Bokhman
classification), according to clinicopathological characteristics. Studies show that
traditional classification is not sufficient and new molecular subtypes are introduced.
On the other hand, parameters such as age, histological grade, size, myometrial
invasion, lymphovascular invasion, stage are also predictors of prognosis. In our
study, age, menopause status, grade, size, depth and pattern of myometrial invasion,
lymph node metastasis, cervical stromal involvement, serosal involvement, lower
uterine segment involvement, stage, peritoneal washing cytology and the correlation
between these parameters were investigated in 189 cases. In addition; p53, ER, PR,
PAX-8, E-cadherin, β-catenin, CDX2, chromogranin staining profiles and
microsatellite instability status were compared with the clinicopathological data.
When the clinical parameters and histopathological parameters were compared
among themselves, significant correlations were observed between tumor size, grade,
invasion depth, invasion pattern, lower uterine segment involvement,
lymphovascular invasion, peritoneal washing cytology and stage (p<0,05). There was
a statistically significant relevance between ER, PR staining and depth of invasion,
invasion pattern and presence of lymphovascular invasion (p<0,05). The staining
score of PAX-8 and chromogranin varies according to the invasion patterns. There
was a significant relationship between the presence of microsatellite instability and
serosal involvement (p<0,05). In conclusion, well-known histopathological
prognostic parameters as well as lower uterine segment involvement and invasion
patterns are important prognostic factors in endometrioid carcinoma and the results
of our study are similar with the literature. However, immunohistochemical markers
can be useful in daily practice for application of molecular subtypes and new groups
can be created by using immunohistochemistry
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
2019
physicsThesis
tur
http://hdl.handle.net/11684/2277
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/2277/3/50-6620-10267006.pdf.txt
0839a5544f3669868479691c7d9d3829
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/2277/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/2277/1/50-6620-10267006.pdf
14f96f5cd975ef727ecc6838a4fcdf99
Endometrioid Karsinom
Histopatoloji
Sınıflama
Endometrioid Carcinoma
Histopathology
Classification
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2489
2022-02-04T01:00:49Z
com_11684_85
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_213
Diffüz büyük b hücreli lenfomada (daha ileri spesifiye edilmeyen, nos) cd30, bck-2 ve c-myc protein ekspresyonları ile bcl-2 ve c-myc translokasyonlarının değerlendirilmesi
Kaçar, Hülya
Işıksoy, Serap
Diffüz büyük B hücreli lenfoma yetişkinlerde görülen Non-Hodgkin lenfomaların
yaklaşık %35’ini oluşturmaktadır. Diffüz büyük B hücreli lenfoma kategorisi
heterojen olup, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 2016 lenfoma sınıflamasında, farklı
klinikopatolojik ve moleküler özellikler temelinde yeni antiteler oluşturulmuş,
yüksek dereceli ve özel tip lenfoma olarak sınıflandırılamayan büyük B hücreli
lenfomalar (DLBCL), daha ileriye spesifiye edilemeyen (NOS) DLBCL olarak
tanımlanmıştır. Bu kategorideki olgular moleküler özelliklerine göre GEP analizi ve
immünohistokimyasal (Hans) algoritmalarla GCB ve ABC alt tiplere
gruplandırılmıştır. Çalışmamızda BCL2, BCL6, MYC gen anormalliklerinin FISH ile
değerlendirilmesi sonucu ‘’DLBCL, NOS’’ kategorisine alınan 45 olgu Hans
algoritmasına göre GCB (15 olgu) ve Non-GCB (45 olgu) olmak üzere moleküler alt
tiplere ayrılmıştır. Bu olgularda CD30, BCL2, BCL6, MYC protein ekspresyonları,
double ekspresyon durumu değerlendirilmiş ve FISH ile saptanan gen anormallikleri
ile aralarındaki ilişki araştırılmıştır. FISH ile saptanan BCL2, BCL6, MYC gen
anormallikleri ile protein ekspresyonları arasında korelasyon saptanmamıştır
(p>0,05). Nodal orjinli lenfomalarda BCL2 ekspresyon sıklığı ve Non-GCB tipte
BCL2 ve double ekspresyon sıklığı yüksek bulunmuştur (p<0,05). CD30
ekspresyonu olan olgularda Ki-67 proliferasyon indeksi yüksektir (p<0,05). CD30
ekspresyonu olan olgularda MYC gen anormallikleri saptanmamıştır (p>0,05). MYC
translokasyon ve kopya sayısı artışı olan olgularda Ann-Arbor evre ve LDH düzeyi
yüksek saptanmıştır (p<0,05). BCL2, BCL6 ve MYC kopya sayısı artışlarında
sıklıkla birliktelik görülmüştür (p<0,05). Günlük pratikte olgularda bu faktörlerin
bilinmesinin prognozun öngörülebilirliği ve tedavi planlaması açısından faydalı
olacağı düşünülmektedir
Diffuse large B cell lymphoma accounts for approximately 35% of Non Hodgkin lymphomas seen in adults. Diffuse large B-cell lymphoma category is
heterogeneous and in the World Health Organization (WHO) 2016 lymphoma
classification, new entities have been created on the basis of different
clinicopathological and molecular features. Large B-cell lymphomas, which cannot
be classified as high-grade and special-type lymphoma is defined as DLBCL, NOS.
The cases in this category were grouped into GCB and ABC subtypes with GEP
analysis and immunohistochemical (Hans) algorithms according to their molecular
features. In our study, 45 cases that were included in the "DLBCL, NOS" category as
a result of the evaluation of BCL2, BCL6, MYC gene abnormalities with FISH were
divided into molecular subtypes as GCB (15 cases) and Non-GCB (45 cases)
according to Hans algorithm. In these cases, CD30, BCL2, BCL6, MYC protein
expressions, double expression status were evaluated and their relationship with gene
abnormalities detected by FISH was investigated. There was no correlation between
BCL2, BCL6, MYC gene abnormalities detected by FISH and protein expressions
(p> 0.05). BCL2 expression frequency in lymphomas of nodal origin and BCL2 and
double expression frequency in Non-GCB type were found to be high (p <0.05). In
cases with CD30 expression, the proliferation index of KI-67 is high (p <0.05). There
were no MYC gene abnormalities in cases with CD30 expression (p> 0.05). Ann Arbor stage and LDH level were found to be high in cases with MYC translocation
and copy number increase (p <0.05). There was frequent association in BCL2, BCL6
and MYC copy number increases (p <0.05). It is thought that knowing these factors
in cases in daily practice will be useful in terms of predictability of prognosis and
treatment planning
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
2020
physicsThesis
tur
http://hdl.handle.net/11684/2489
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/2489/3/275-7105-10371214.pdf.txt
cdd48102f9f58e189160741226feafbf
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/2489/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/2489/1/275-7105-10371214.pdf
5ad7850797a49e27f243e3881115ea1e
Diffüz Büyük B Hücreli Lenfoma
NOS
CD30 Ekspresyonu
Diffuse Large B-cell Lymphoma
NOS
CD30 Expression