2024-03-28T22:20:03Z
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/oai/request
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/307
2016-03-15T10:21:12Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_198
Gündoğan, Meltem
2015-07-07T11:01:51Z
2015-07-07T11:01:51Z
2015
http://hdl.handle.net/11684/307
Kişilerin yakın ilişkide bulunduğu kişiye bağlanma davranışı eş uyumunu, ruhsal durumunu etkileyen önemli faktörlerden biridir. Bu çalışmada, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Polikliniği’ne ardı sıra başvuran, 100 hasta ve eşi çalışmaya alınmış, bu 100 çiftin(100 erkek, 100 kadın) bağlanma tarzlarının çift uyumu ve klinik özellikleri ile ilişkisi araştırılmıştır. Hastaların bağlanma tarzları Yakın İlişkilerde Yaşantılar Envanteri-II Ölçeği kullanılarak, çift uyumları Çift Uyum Ölçeği kullanılarak belirlendi. Diğer ölçümler Genel Sağlık Anketi-28 ve Şiddet anketi ile yapıldı. Analizler sonucunda, kişilerin sahip olduğu bağlanma tarzlarına göre sosyal işlevsellik, çift uyumları, maruz kaldıkları şiddette farklılık saptandı. Güvenli bağlanma tarzına sahip olanların(n:45, %22.5) sosyal işlevselliğinin, çift uyumunun, doyumunun, bağlılığın, duygusal ifadenin daha iyi, duygusal şiddet, cinsel şiddetin daha az olduğu saptanmıştır. Güvenli bağlananların hepsinin çift uyum düzeyi iyi olarak saptandı. Çift uyumu olan bireylerde şiddet daha azdı. Ayrıca, birinin veya her ikisinin de güvenli bağlanma tarzına sahip eşlerden oluşan çift gruplarındaki kadınların çift uyumlarının ve eşlerden birisinin güvenli birinin güvensiz olduğu çift gruplarındaki kadınların çift doyumlarının, eşlerin ikisinin de güvenli olduğu çift gruplarındaki kadınların fikir birliği ve duygusal ifade puanlarının daha yüksek olduğu bulunmuştur. Çalışmamızdaki kadınların erkeklere göre daha fazla fiziksel şiddete maruz kaldığı ek olarak her iki eşinde güvensiz olduğu eşlerden oluşan çift grubunda eşlerden birinin güvenli olduğu gruba göre daha fazla şiddet ve fiziksel şiddete maruz kaldıkları saptanmıştır. İki eşinde güvensiz bağlanma stiline sahip olduğu çift grubu daha uzun evlilik süresine sahip olan gruptu.
Attachment styles that people own, have an important faktors in dyadic adjustment and mental state. İn this study, the participants were the 100 patients and their partners who consecutively recruited
Eskişehir Osmangazi University Department of Medicine psychiatry. İn this study,
“Experiences In Close Relationships-Revised”, “Dyadic Adjustment Scale”, “General Health Questionnaire-28”, “Violence Questionnaire” were applied seperatly to partners in each couple. Results show that secure participants have more socient functionality, dyadiyadic adjustment, dyadic satisfaction, dyadic depence and emotional expression than insecure participants. Insecure participants have more emotional sexuel violence than secure participants. Women in which both or one partners have secure attachment styles have higher dyadic adjustment than women in insecure couples. Women in one secure partner-one insecure partner more dyadic satifaction than women in both partners have secure. Women in this study have more partner physical violence. And women in which both partners have secure attachment styles have more partner violence. Results Show that partner’s attachment styles can be related with dyadic adjustment, behavior and relationship duration. Key Words: attachment styles, dyadic adjustment, violence
tur
info:eu-repo/semantics/openAccess
Bağlanma Tarzı
Çift Uyumu
Şiddet
Eşlerin bağlanma tarzları ile çift uyum düzeyi arasındaki ilişkinin araştırılması
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/637
2016-08-16T00:00:19Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_198
Baltacıoğlu, Mehmet
2016-08-15T12:41:07Z
2016-08-15T12:41:07Z
2015
Baltacıoğlu, M. Sınır Kişilik Bozukluğu Ek Tanısı Olan ve Olmayan Ötimik Dönemdeki İki Uçlu Duygudurum Bozukluğu Hastalarında Bilişsel Fonksiyonların Karşılaştırılması, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2015.
http://hdl.handle.net/11684/637
Bu çalışmada, sınır kişilik bozukluğu ek tanısı olan ötimik dönemdeki IUDB (İkiuçlu Duygudurum Bozukluğu) hastaları ile sınır kişilik bozukluğu ek tanısı olmayan ötimik dönemdeki IUDB hastalarının bilişsel işlevler ve klinik özellikler açısından karşılaştırılması amaçlanmıştır. Çalışmaya 01.02.2013-01.07.2014 tarihleri arasında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı polikliniklerine ayaktan müracaat eden, DSM-IV-TR tanı ölçütlerine göre İUDB tanısı ölçütlerini karşılayan ve en az 2 aydır ötimik dönemde olan toplam 105 hasta alındı. Bu 105 hasta SKB ek tanısı olmayan 79 ve SKB ek tanısı olan 26 İUDB hastası olmak üzere iki gruba ayrıldı. Çalışmaya alınan hastalara SCID-I (Structured Clinical Interview for DSM), SCID-II, Sosyodemografik veri formu, Young Mani Derecelendirme Ölçeği, Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği ve İşlevselliğin Genel Değerlendirilmesi Ölçeği uygulandı. Bilişsel işlevler ise Wisconsin Kart Eşleme Testi, Stroop Testi, İz Sürme Testi, Kaliforniya Sözel Öğrenme Testi gibi testlerle değerlendirildi. Çalışmamızda İki uçlu duygudurum bozukluğu hastalarında sınır kişilik bozukluğu ek tanısı oranı %24.8 olarak saptandı. Nöropsikolojik test performansları açısından yapılan karşılaştırmada; Stroop Testi süre puanlarının ve İz Sürme Testi-A/B süre ve hata puanlarının ek tanılı grupta daha yüksek olduğu, Kaliforniya Sözel Öğrenme Testi uzun gecikmeli serbest hatırlama puanlarının ise ek tanılı grupta daha düşük olduğu saptanmıştır.
Buradan dikkat ve bellek fonksiyonları başta olmak üzere İUDB hastalarında görülen bilişsel işlev bozukluklarının ek tanılı durumlarda daha fazla bozulmuş olabileceği sonucunu çıkartabiliriz.
In this study, it is aimed to make comparison between BMD patients with comorbid borderline personality disorder in eutymic episode and BMD patients without comorbid borderline personality disorder in eutymic episode in terms of cognitive functions and clinical characteristics. 105 participants in eutymic episode for at least 2 months, who meet the BMD diagnostic criteria of DSM-IV-TR, and referred to Eskişehir Osmangazi University Faculty of Medicine Department of Psychiatry out-patient clinic are included in the study. These 105 patients are divided into two subgroups as 79 BMD patients without comorbid BPD and 26 BMD patients with comorbid BPD disorder. SCID-I (Structured Clinical Interview for DSM), SCID-II, Sociodemographic Information Questionnaire, Young Mania Rating Scale, Hamilton Depression Rating Scale, and Global Assessment of Functining are used to test the participants. Cognitive functions are evaluated with Wisconsin Card Sorting Test, Stroop Test, Trail-Making test, California Verbal Learning Test. In our study, the prevalance of comorbid borderline personality disorder is determined as 24.8% in patients with bipolar mood disorder. In the comparison made according to the neuropsychologial test performance, Trail-Making A/B time and error scores and Stroop Test scores were higher, and California Verbal Learning Test long delayed free-recall scores were lower in comorbidty group than without comorbidty group.
In this study, the impairments in attention and memory functions were found higher in the patients with Bipolar Mood Disorder with comorbid Borderline Personality Disorder than the the patients with Bipolar Mood Disorder without comorbid Borderline Personality disorder.
tur
İki Uçlu Duygudurum Bozukluğu
Ssınır Kişilik Bozukluğu Ek Tanısı
Bilişsel İşlevler
Bipolar Mood Disorder
Borderline Personality Disorder
Cognitive Functions
Sınır kişilik bozukluğu ek tanısı olan ve olmayan ötimik dönemdeki iki uçlu duygudurum bozukluğu hastalarında bilişsel fonksiyonların karşılaştırılması
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/704
2016-12-01T01:00:24Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_198
Şahin, Hatice
2016-11-30T08:01:47Z
2016-11-30T08:01:47Z
2014
Şahin, H. Obsesif Kompulsif Bozukluğu Olan Hastalarda Obsesif İnanışlar ve Nörokognitif Esneklik Arasındaki İlişki. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2014.
http://hdl.handle.net/11684/704
Obsesif Kompulsif Bozukluğun(OKB) heterojen bir bozukluk olduğuna dair artmakta olan kanıtlar ışığında, bozukluğun altında birden fazla etyolojik etkenin yattığı söylenebilir. OKB alt gruplarında, nörokognitif bozulmadaki farklılığı araştıran çalışmalara gereksinim vardır. Bu çalışmada, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Polikliniği‟ne ardısıra başvuran, DSM-IV-TR ölçütlerine göre OKB tanısı alan 50 hasta ile panik bozukluğu tanısı alan 30 hastada, obsesif inanıĢlar ve nörokognitif esneklik arasındaki ilişki araştırıldı. Hastaların obsesif inanışları Obsesif ĠnanıĢlar Ölçeği (OĠÖ-44) kullanılarak belirlendi. Klinik özellikleri saptamak için, Yale-Brown Obsesyon Kompulsiyon Ölçeği (YBOKÖ), Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ), Beck Anksiyete Ölçeği (BAÖ); nörokognitif esnekliği saptamak için Wisconsin Kart Eşleme Testi (WKET) kullanıldı. Obsesif kompulsif bozukluğu olan hastalar, OĠÖ-44 puanlarına göre “obsesif inanışı fazla” ve “obsesif inanığı az” olacak şekilde gruplara ayrıldı. Obsesif inanışları fazla olan OKB hastalarında; WKET tamamlanan kategori sayısı, WKET toplam hata sayısı ve WKET perseveratif olmayan hata sayısı puanları açısından, obsesif inanışları az olan OKB hastaları ve panik bozukluğu hastalarına göre anlamlı düzeyde farklılık saptandı (p<0.001). Ayrıca obsesif inanışları fazla olan OKB hastalarında WKET perseveratif hata sayısı puanında, panik bozukluğu hastaları ile farklılık saptanmazken obsesif inanışları az olan OKB hastaları ile anlamlı farklılık saptandı (p<0.001). Sonuçlar OKB hastalarında obsesif inanışlarla nörokognitif esneklik arasında ilişki olabileceğini göstermektedir.
Given accumulating evidence that obsessive compulsive disorder (OCD) is a heterogeneous disorder, multiple etiological factors are likely implicated. Further studies is needed to examine neurocognitive differences between OCD subgroups. The aims of this study were to examine the relationships between obsessive beliefs and neurocognitive flexibility in patients with OCD. Fifty outpatients who met DSM-IV-TR diagnostic criteria for OCD were obtained from consecutive cases recruited to Osmangazi University Department of Psychiatry and were compared to a group of 30 Panic disorder outpatients. Obsessive beliefs of OCD patients have been specified using Obsessive Beliefs Questionnaire (OBQ-44). We assessed psychiatric symptoms using Yale Brown Obsessive Compulsive Scale (YBOCS), Beck Depression Inventory (BDI) and Beck Anxiety Inventory (BAI). Patients were assessed for neurocopnitive flexibility using the Wisconsin Card Sorting Test (WCST). The OCD patients was divided into High and Low Beliefs subgroups according to OBQ-44 scores. The High Beliefs OCD subgroups performed significantly poorer on WCST-number of categories completed, total errors and non-perseverative errors subscales compared the Low Beliefs OCD subgroup and the panic disorder group (P<0,001). On the WCST-perseverative errors measure, the High Beliefs OCD subgroups performed significantly worse than the Low Beliefs OCD subgroup (P<0,001), but not the panic disorder group.The result suggest a potential relationship between obsessive beliefs and neurocognitive flexibility.
tur
Obsesif Kompulsif Bozukluk
Nörokognitif Esneklik
Obsesif İnanışlar
Obsesif kompulsif bozukluğu olan hastalarda obsesif inanışlar ve nörokognitif esneklik arasındaki ilişki
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/936
2017-01-25T01:00:20Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_198
Türkoğlu, Sevil Akbaba
2017-01-24T06:47:56Z
2017-01-24T06:47:56Z
2013
Akbaba Türkoğlu S. Depresif bozukluğu olan kadın hastalarda; çocukluk çağı ruhsal travmaları ve fonksiyonel olmayan tutumlarla ilişkisi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir 2013.
http://hdl.handle.net/11684/936
Bu çalışmada; depresif bozukluğu olan kadın hastalarda;
çocukluk çağı travmalarının fonksiyonel olmayan tutumlarla ilişkisinin araştırılması
amaçlanmıştır. Çalışmamıza DSM-IV tanı ölçütlerine göre depresif bozukluğu olan
70 hasta (62 hasta majör depresif bozukluk, 8 hasta distimik bozukluk) ve hastalarla
yaş cinsiyet eğitim açısından eşleştirilmiş 50 sağlıklı kontrol alındı. Tüm olgulara;
sosyodemografik bilgi formu,Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği (ÇÇTÖ), Beck
Depresyon Ölçeği (BDÖ) ve Fonksiyonel Olmayan Tutumlar Ölçeği (FOTÖ)
uygulandı. Depresif bozukluğu olan kadın hastalarda FOTÖ puanları daha düşük,
ÇÇTÖ toplam ve alt ölçek puanları ile çocukluk çağı travmalarının görülme oranı
sağlıklı kontrol grubuna göre anlamlı düzeyde daha yüksekti. Depresif bozukluğu
olan kadın hastalarda BDÖ puanı ile ÇÇTÖ duygusal ihmal, duygusal istismar alt
ölçek puanları ve FOTÖ puanı arasında istatiksel olarak anlamlı korelasyon vardı.
Ayrıca depresif bozukluğu olan kadın hastalarda FOTÖ puanı ile ÇÇTÖ duygusal
istismar alt ölçek puanı arasında istatiksel olarak anlamlı korelasyon vardı. Sonuç
olarak kadınlarda çocukluk çağı travmaları özellikle duygusal istismar; fonksiyonel
olmayan tutumların gelişmesinde ve böylece bireyin depresyona yatkın hale
gelmesinde etkili olabilir.
In this study, we aimed to investigate the
relationship between childhood trauma and dysfunctional attitudes in women with
depressive disorder. According to DSM-IV criteria 70 depressive disorder patient (62
major depressive disorder, 8 dysthymic disorder), and 50 healty control matched in
age, gender, education characteristics same as a patient group. To all participants
sociodemografic information form, Childhood Trauma Questionare (CTQ), Beck
Depression Inventory (BDI) and Disfunctional Attitudes Scale (DAS) applied. In
depressive female patients DAS scores were lower, CTQ total and subscale scores
and history ofchildhood trauma were increased according to healty controls
significantly. In depressive female patients; There was significant statistical
correlation between BDI scores and CTQ emotional abuse and emotional neglect
subscales.Also between BDI scores and DAS scores. Furthermore in the patient
group DAS and CTQ emotional abuse scores significantly correlated to each other.
As a result; in women childhood traumas, especially the emotional abuse were
effective in development of dysfunctional attitudes and vulnerability for depression
by this way.
tur
Depresif Bozukluk
Fonksiyonel Olmayan Tutumlar
Çocukluk Çağı Travmaları
Depressive Disorder
Dysfunctional Attitudes
Childhood Trauma
Depresif bozukluğu olan kadın hastalarda çocukluk çağı ruhsal tramvaları ve fonksiyonel olmayan tutumlarla ilişkisi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/867
2017-01-05T01:00:14Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_198
Dayi, Ali
2017-01-04T06:12:13Z
2017-01-04T06:12:13Z
2013
Dayi A. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Öğrencilerinde Sigara, Alkol Ve Madde Kullanım Yaygınlığı. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2013.
http://hdl.handle.net/11684/867
Gençlik
dönemi, bağımlılık yapıcı madde ile karşılaşma ve kullanma açısından riskli bir
dönemdir. Üniversite yıllarına denk gelen bu süreç, yaşanılan yerden ayrılma, yeni
bir çevreye uyum, bir mesleğe aday olma, gelecek planlarıyla ilgili belirsizlik gibi
birçok sorunun olduğu bir dönemdir. Kişinin bütün bu sorunlarla baş etme
çabasının sigara, alkol ve madde kullanımını kolaylaştırdığı bildirilmiştir. Bu
çalışmada, Osmangazi Üniversitesi öğrencilerinde sigara, alkol ve madde kullanım
yaygınlığı ve sosyodemografik değişkenlerle ilişkisi araştırılmıştır. Çalışmaya,
Osmangazi Üniversitesi’nin 7 fakülte ve Sağlık Meslek Yüksekokulu’ndan toplam
3114 öğrenci dahil edilmiştir. Veri toplamak amacıyla bir anket formu ve
Fageström Nikotin Bağımlılık Ölçeği kullanılmıştır. Veri analizi için Pearson Ki-
Kare, t-testi, Binary Lojistik Regresyon modeli, Hosmer and Lemeshow Testi ve
Mann-Whitney Test kullanılmıştır. Osmangazi üniversitesi öğrencilerin yaşam
boyu sigara kullanım yaygınlığı %40.2’dir. Erkeklerde bu oran %55.2, kadınlarda
ise bu oran %29’dur. Yaşam boyu alkol kullanım yaygınlığı %60.8, yaşam boyu
sigara ve alkol dışınca madde kullanım yaygınlığı ise %11 olarak saptanmıştır.
Çalışmamızda; sigara, alkol ve madde kullanımın; erkeklerde, yalnız yaşayan
öğrencilerde, kendilik algısı ve geleceğe yönelik olumsuz düşünceleri olanlarda,
‘heyecan’ arayanlarda ve öfke kontrolünde güçlük çekenlerde daha yüksek olduğu
saptanmıştır. Ayrıca aile bireylerinin ve özellikle yakın çevresinde sigara, alkol ve
madde kullanımı olan öğrencilerde de sigara, alkol ve madde kullanım
yaygınlığının daha yüksek olduğu saptanmıştır.
The
period of youth is a risky period for meeting and using addictive substance. This
period which is comes up with university years contains a lot of problems like
leaving a place, orientation to a new environment, being nominated to a
profession, uncertainty about future plans. It was specified that a person’s effort to
cope with all these problems makes it easy to use cigarette, alcohol and substance.
In this study, it was researched that prevalence of cigarette, alcohol and substance
using and its connection with socio-demographic variables. From 7 faculties and
vocational high schools of Osmangazi University totally 3114 students were
included to the study. A survey form and Fagestrom Nicotine Addiction Scale
were used to get the data. For analyzing the data, Pearson's chi-square, t-test,
Binary Logistic Regression Model, Hosmer and Lemeshow Test and Mann-
Whitney Test were used. The prevalence of Osmangazi University students’
lifelong cigarette use is %40, in males this rate is %55.2, in females the rate is
%29. It was determined that the prevalence of lifelong alcohol use is %60.8, the
prevalence of lifelong substance use except from cigarette and alcohol is %11.
When the findings of the study were examined, it was determined that cigarette,
alcohol and substance use is higher in males, in the students who live alone, who
have the negative ideas about their-selves and the future, who are looking for
excitement and who take the challenge about anger control. Also, it was
determined that cigarette, alcohol and substance use is higher in the students
whose family members and especially whose relatives use cigarette, alcohol and
substance.
tur
Sigara
Alkol
Madde
Öğrenci
Üniversite
Yaygınlık
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi öğrencilerinde sigara, alkol ve madde kullanım yaygınlığı
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1154
2017-11-18T01:00:18Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_198
Değirmenci, Sinem
2017-11-17T05:31:02Z
2017-11-17T05:31:02Z
2017
Değirmenci Sevil, S. Gebelikte Ayrılma Anksiyetesi ve Belirsizliğe Tahammülsüzlükle İlişkisi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2017.
http://hdl.handle.net/11684/1154
Ayrılma anksiyetesi bozukluğu (AAB)’nun yetişkinlerde görülen formu olan yetişkin
AAB tanısal sınıflandırma sistemleri içerisinde yeni tanımlanmış bir bozukluktur.
Bu çalışmada, gebelikte ayrılma anksiyetesi bozukluğunun sosyodemografik
değişkenlerle ve belirsizliğe tahammülsüzlükle ilişkisinin araştırılması amacı ile,
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Kadın Hastalıkları ve
Doğum Anabilim Dalı polikliniklerine, Haziran 2015 ile Mayıs 2016 tarihleri arasında
başvuran 297 gebe alınmıştır. Yetişkin AAB’nu değerlendirmek amacı ile Yetişkin
Ayrılma Anksiyetesi (YAA) Anketi, belirsizliğe tahammülsüzlüğü değerlendirmek
amacı ile de Belirsizliğe Tahammülsüzlük Ölçeği kısa formu (BTÖ-12) uygulanmıştır.
Çalışmaya katılan 297 gebe YAA anketi kesme puanına göre ‘ayrılma anksiyetesi
olan’ ve ‘ayrılma anksiyetesi olmayan’ olacak şekilde iki gruba ayrılmıştır.Çalışmaya
katılan gebelerin yarıdan fazlasında (%56,2) sinde ayrılma anksiyetesi olduğu
belirlendi. Ayrılma anksiyetesi olan gebelerin yaş ortalamasının ayrılma anksiyetesi
olmayan gebelere göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşüktü. Ayrıca ikinci
trimesterdeki gebelerin ayrılma anksiyetesi belirti şiddetinin üçüncü trimestere göre
anlamlı düzeyde düşük olduğu saptandı. Ayrılma anksiyetesi olan grupta BTÖ-12
ölçek puanları anlamlı derecede yüksekti, YAA anketi ölçek puanları ile BTÖ-12 ölçek
puanları arasında pozitif bir ilişki olduğu saptandı. Bu sonuçlar gebelikte AAB sık
görülen bir bozukluk olabileceğini ve Yetişkin AAB ile belirsizliğe tahammülsüzlük
arasında ilişki olabileceğini göstermektedir.
A new form of separation anxiety diagnosed in adults, Adult Separation
Anxiety, is novel defined in the diagnostic classification systems. The aim of our
study was to investigate the relationship between sociodemographic variables,
intolerance of uncertainty and separation anxiety disorder in pregnant women. With
this objective, we included 297 pregnant women who were presented to Obstetrics
and Gynecology Outpatient Clinics in Osmangazi University Hospital between June
2015 and May 2016 into the study. To determine adult separation anxiety disorder,
we performed Adult Separation Anxiety scale (ASA-27) and to determine
intolerance of uncertainty we used Intolerance of Uncertainty Scale Short Form
(IUS-12). We classified the participants into two groups regarding their ASA-27
scores as ‘with separation anxiety’ and ‘without separation anxiety.' More than a half
of the participants (%56.2) was found to have separation anxiety. The mean age of
“with separation anxiety" group was significantly lower than the mean age of
“without separation anxiety” group. Also, pregnant women who were in the second
trimester had significantly lower separation anxiety symptom severity than the
pregnant women in the third trimester. The scores of IUS-12 in the ‘with separation
anxiety’ group were significantly higher. The ASA-27 scores were found to be
correlated with IUS-12 scores. As a conclusion; our results indicates that adult
separation anxiety disorder in pregnancy may be common and it may be associated
with intolerance of uncertainty.
tur
Ayrılma Anksiyetesi
Gebelik
Belirsizliğe Tahammülsüzlük
Separation Anxiety
Pregnancy
Intolerance of Uncertanity
Gebelikte ayrılma anksiyetesi ve belirsizliğe tahamülsüzlükle ilişkisi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1337
2018-02-28T01:00:46Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_198
Karataş, Reyhan Dağ
2018-02-27T05:24:20Z
2018-02-27T05:24:20Z
2016
Dağ Karataş, R. Cinsel Saldırı Mağdurlarında Travma Sonrası Stres Bozukluğu ve İlişkili Faktörler. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2016.
http://hdl.handle.net/11684/1337
Bu çalışmada, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Polikliniği’ne adli vaka olarak, cinsel saldırıya uğraması nedeniyle başvuran kişilerde Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) gelişiminin araştırılması; mağdurun sosyodemografik özellikleri, olayın ve saldırganın özellikleri açısından TSSB gelişen ve gelişmeyen kişilerin karşılaştırılması ve TSSB gelişimini predikte eden faktörlerin saptanması amaçlanmıştır. Çalışmaya, 01.09.2013 tarihinden itibaren 12 ay süreyle Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Polikliniği’ne, cinsel saldırıya maruz kaldığı gerekçesiyle adli vaka olarak başvuran 60 kadın alındı. Katılımcılara, DSM için yapılandırılmış klinik görüşme (SCID-I), sosyodemografik veri formu, Travmatik Stres Belirti Ölçeği (TSBÖ), Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği, Kısa Form-36, Beck Depresyon Ölçeği ve Beck Anksiyete Ölçeği uygulandı. Katılımcılar, TSBÖ’den aldıkları puana göre TSSB saptanan ve saptanmayan olarak iki gruba ayrıldı. Çalışmamızda, TSSB oranı %68.3 olarak saptandı. Mağdur özellikleri açısından karşılaştırıldığında, TSSB saptanan grupta kendisini alt sosyoekonomik düzeyde algılama oranının anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu; olay ve saldırgan özellikleri açısından karşılaştırıldığında iki grup arasında fark olmadığı; olay sonrası dönemde TSSB saptanan grubun ruhsal yardım arayışında bulunma oranının anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu; olay sonrası intihar düşüncesine sahip olmanın ise TSSB gelişimini yordadığı tespit edildi. Geçmişte ekonomik güçlük ve zorunlu göç yaşamış olanlarda, cinsel saldırıya bağlı TSSB gelişme oranının anlamlı derecede yüksek olduğu saptandı. TSSB gelişenlerde algılanan sosyal desteğin anlamlı düzeyde daha düşük olduğu, TSSB gelişenlerde anksiyete ve depresyon düzeylerinin anlamlı düzeyde yüksek olduğu, TSSB saptanan grubun SF-36’nın tüm alt ölçek puanlarının anlamlı düzeyde daha düşük olduğu tespit edildi. Bu bulgulardan cinsel saldırıların, TSSB başta olmak üzere ciddi ruh sağlığı sorunlarına yol açan ve yaşam kalitesini bozan önemli travmatik olaylar olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.
In this study, it was aimed to investigate Post Traumatic Stress Disorder (PTSD) development among forensic cases referred to Eskişehir Osmangazi University Faculty of Medicine Psychiatry outpatient clinic as a result of sexual assault, and also to compare participants who developed PTSD and not developed PTSD in terms of sociodemographic characteristics, characteristics of the event and the perpetrator, and to determine the factors predicting development of PTSD. In the study, 60 female victims of sexual assault, who referred to Eskişehir Osmangazi University Faculty of Medicine Psychiatry outpatient clinic as a forensic case were included. Structured Clinical Interview for DSM (SCID-I), sociodemographic information form, Traumatic Stress Symptom Scale (TSSS), Multidimensional Scale of Perceived Social Support, Short Form, Beck Depression Scale and Beck Anxiety Scale were carried out with all participants. Participants were divided into two groups according to their TSSS scores as group with PTSD and group without PTSD. In our study, PTSD was detected rate of %68.3. Comparing the characteristics of victims with PTSD and without PTSD, significantly higher self-perception of being in a lower socio-economic class; no significant difference in terms of characteristics of the event and the perpetrator; significantly higher rate of seeking psychological help in the group with PTSD regarding the period after the event were found, and also it was found that having suicidal thoughts after the event predicted the development of PTSD. It was detected that development of PTSD was significantly higher among the participants who had financial difficulties and forced migration in the past. It was found that perceived social support among the group with PTSD was significantly lower, anxiety and depression levels were significantly higher in the group with PTSD, and all subscale scores of SF-36 for the group with PTSD were significantly lower. As a result of these findings, it appears that sexual assaults are important traumatic events that lead to serious mental health problems, PTSD in particular.
tur
Cinsel Saldırı
Cinsel Travma
Travma Sonrası Stres Bozukluğu
Sexual Assault
Sexual Trauma
Post Traumatic Stress Disorder
Cinsel saldırı mağdurlarında travma sonrası stres bozukluğu ve ilişkili faktörler
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1559
2018-06-09T00:00:17Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_198
Subaşı, Zafer
2018-06-08T05:29:22Z
2018-06-08T05:29:22Z
2017
Subaşı, Z. Antidepresan Kullanımına Bağlı Manik/Hipomanik Kayma Yaşayan Hastalar İle İki Uçlu Duygudurum Bozukluğu Tanısı Olan Hastaların Klinik Ve Sosyodemografik Verilerinin Karşılaştırılması, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2017.
http://hdl.handle.net/11684/1559
Bu çalışmada, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Polikliniğinde takip edilen ötimik dönemdeki İkiuçlu Duygudurum Bozukluğu (İUDB) tanılı hastalar ile daha önce mani/ hipomani öyküsü olmayan ve antidepresan kullanımına bağlı manik/hipomanik kayma (h/MK) yaşayan hastaların klinik ve sosyodemografik özellikler açısından karşılaştırılması, h/MK grubu hastalarının özelliklerinin belirlenmesi ile sınıflandırma sistemlerine katkıda bulunulması ve tedavi özellikleri konusunda farkındalığın arttırılması amaçlanmıştır. Çalışmaya 01.03.2015 ile 30.08.2016 tarihleri arasında başvuran ötimik dönemde IUDB tanılı hastalar ile h/MK yaşayan 120 hasta alındı. Hastalar İUDB grubunu oluşturan 80 ve h/MK grubunu oluşturan 40 hasta olarak iki gruba ayrıldı. Çalışmaya alınanlar ile DSM-IV için yapılandırılmış klinik görüşme (SCID-I) ile görüşmeler yapıldı. Sosyodemografik verilerin kaydedilmesi, klinik durumun saptanması ve işlevselliğin değerlendirilmesi amacıyla Sosyodemografik veri formu, Young Mani Derecelendirme Ölçeği (YMDÖ), Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği (HDDÖ), İşlevselliğin Genel Değerlendirilmesi Ölçeği (İGDÖ), Klinik Global İzlenim Ölçeği (CGİÖ) ve Bipolar Bozukluk İşlevsellik Ölçeği (BB-İÖ) uygulandı. Çalışmamızda İUDB grubu ile h/MK grubu arasında sosyodemografik veriler açısından fark olmadığı, h/MK grubunun daha sık depresif atak yaşadığı, manik/hipomanik atak sıklığının her iki grup arasında eşit olduğu ve gruplar arasında işlevsellik açısından fark olmadığı saptandı. Depresif şikâyetlerle gelen ve özellikle ilk depresif dönemi olan hastaların öyküsü özellikle hipomanik dönemler açısından ayrıntılı değerlendirilmeli, Hastaların İUDB açısından risk grubunda olabileceğini gösteren klinik ve sosyodemografik özelliklerine dikkat edilmeli, tedavi planı bu bilgiler ışığında yapılmalıdır.
The present study aimed to compare the clinical and sociodemographic characteristics of the patients in the euthymic period with bipolar disorder (BD) who were follow up patients at Eskişehir Osmangazi University Faculty of Medicine Psychiatry Clinic, and the patients in the euthymic period with manic/hypomanic switch associated with antidepressant (h/MS) who had no previous medical history of mania/hypomania, to make contribution to classification systems by specifying the characteristics of h/MS group of patients, and to increase the awareness about treatment features. 120 patients in the euthymic period with BD diagnosis and experience h/MS that consulted between 01.03.2015 and 30.08.2016 were included. The patients were divided into two groups as 80 patients constituting BD group and the 40 patients constituting h/MS group. Participants were interviewed with a structured clinical interview (SCID-I) for DSM-IV. In order to record sociodemographic data, to determine the clinical condition and to evaluate the functionality; Sociodemographic Data Form, Young Mania Rating Scale (YMRS), the Hamilton Depression Rating Scale (HDRS), Global Assessment of Functioning Scale (GAFS), and Bipolar Disorder Functioning Scale (BDFS) were applied. In the present study it was found that there was no difference between the BD group and h/MS group in terms of sociodemographic data, h/MS group experienced depressive episodes more often, the frequency of manic/hypomanic episodes was the same for both groups, and there was no difference in terms of functionality between the groups. Clinical history of patients with depressive complaints, especially those with the first depressive episode, should be evaluated in detail in terms of hypomanic episodes. Attention should be paid to clinical and sociodemographic features that indicate that patients may be at risk for BD. Treatment plan should be arranged in accordance with that information.
tur
Depresyon ile Başlangıç Gösterme
Antidepresana Bağlı Manik Kayma
İki Uçlu Duygudurum Bozukluğu
İşlevsellik
Depressive Onset
Manic Switch Associated With Antidepressants
Bipolar Mood Disorder
Functionality
Antidepresan kullanımına bağlı manik/hipomanik kayma yaşayan hastalar ile iki uçlu duygudurum bozukluğu tanısı olan hastaların klinik ve sosyodemografik verilerinin karşılaştırılması
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1930
2021-03-10T01:06:19Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_198
Özdemir, Figen
2021-03-09T13:38:59Z
2021-03-09T13:38:59Z
2005
http://hdl.handle.net/11684/1930
Bu çalışmada, şizofreni hastalarının anne ve babalarının kişilik özelliklerinin, duygu dışavurumlarının ve aile işlevlerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Şizofreni hastalarının anne ve babalarına, klinik gözlem ve daha önce yapılan çalışmalarla belirlenen ortak kişilik özelliklerini saptamak amacıyla Minnesota Çok Yönlü Kişilik Envanteri (MMPI) uygulanmıştır. Ayrıca şizofreni hastalarının anne ve babalarına, aile işlevlerini ve duygu dışavurumlarını değerlendirmeye yönelik Aile Değerlendirme Ölçeği (ADÖ) ve Dışavuran Duygulanım Ölçeği (DDÖ) uygulanmıştır. Kontrol grubu, sosyal fobi hastalarının anne ve babalarından oluşturulmuştur. Elde edilen verilerin istatistiksel analizi, x-kare testi, t testi ve levene testi ile yapılmıştır.
Çalışmanın sonucunda, şizofreni hastalarının annelerinin, MMPI’ın “Maskülinite-femininite” ölçeğinin belirlediği “erkeksi” özellikler açısından yüksek puan aldıkları görülmüştür. Şizofreni hastalarının annelerinin “erkeksi” özellikleri, şizofreni hastalarının babalarından ve sosyal fobi hastalarının annelerinden önemli düzeyde yüksek bulunmuştur. Şizofreni hastalarının babalarında ise “Hipokondriak” kişilik özellikleri olduğu görülmüştür ve şizofreni hastalarının babalarının “Hipokondriak” kişilik özellikleri açısından sosyal fobi hastalarının babalarından anlamlı derecede yüksek puan aldıkları bulunmuştur. Ayrıca sosyal fobi hastalarının annelerinde “Depresif” kişilik özellikleri olduğu görülmüştür ve sosyal fobi hastalarının annelerinin “Depresif” kişilik özellikleri açısından şizofreni hastalarının annelerinden anlamlı derecede yüksek puan aldıkları bulunmuştur.
Şizofreni hastalarının anne-babalarının ADÖ ile değerlendirilen aile işlevlerinde “Duygusal tepki verme” dışındaki diğer alanlarda sağlıksız tutumları olduğu bulunmuştur ve “Davranış kontrolü” alanında, kontrol grubuna göre sağlıksız tutum açısından önemli düzeyde fark olduğu saptanmıştır.
Şizofreni hastalarının annelerinin DDÖ ile değerlendirilen duygu dışavurumlarında “Aşırı İlgi-Koruyuculuk Kollayıcılık” yönünde yüksek puan aldıkları görülmüştür. Ayrıca şizofreni hastalarının annelerinin “Aşırı İlgi-Koruyuculuk Kollayıcılık” açısından şizofreni hastalarının babalarından anlamlı düzeyde yüksek puan aldıkları bulunmuştur.
tur
Şizofreni
Aile
Erkeksilik
Kadınsılık
Şizofreni hastalarının anne ve babalarının kişilik özelliklerinin değerlendirilmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1805
2021-03-05T01:00:18Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_198
Kılıçoğlu, Alev
2021-03-04T10:07:54Z
2021-03-04T10:07:54Z
2005
http://hdl.handle.net/11684/1805
Bu çalışmada Eskişehir ili merkezde bulunan Maide Bolel Huzurevi’nde kalan yaşlılar ve kendi evlerinde kalan 60 yaş üstü kişilerde depresyonun yaygınlığının ve risk faktörlerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır.
Huzurevinde kalan 61 kişi ve kendi evlerinde kalan 60 yaş üstü 75 kişi yaş açısından eşleştirilerek çalışmaya dahil edilmiştir. Katılımcılara araştırmacı tarafından geliştirilen demografik veri anketi, Yaşlılar İçin Depresyon Ölçeği(YDÖ) , Yaşam Kalitesi Ölçeği-Kısa Form-36 (SF-36), Kısa Yeti Yitimi Anketi (KYYA), Eğitimsizler İçin Standardize Mini Mental Test (E-SMMT), Algılanan Sosyal Destek Ölçeği (ASDÖ) uygulandı. E-SMMT’den 24’ün altında puan alanlar çalışmadan dışlandı. Elde edilen veriler ki-kare, t-test, ve ikili lojistik regresyon analizi kullanılarak değerlendirildi.
Huzurevinde kalanlarla kendi evlerinde kalanlar arasında depresyon oranları açısından anlamlı bir fark bulunmadı. Huzurevinde kalanların kendi evlerinde kalanlarla karşılaştırıldığında huzurevinde kalan yaşlıların anlamlı oranda daha az gelirinin olduğu, çocukları ve akrabalarıyla daha az görüştükleri ve bayram ve özel günlerde daha az ziyaretçilerinin olduğu, hobilerinin ve cinsel yaşantılarının daha az olduğu, algıladıkları sosyal desteğin daha az olduğu ve huzurevinde daha fazla yaşlının herhangi bir sakatlığının olduğu bulunmuştur. Ayrıca çocuk sayısının fazla olması, düzenli doktor kontrolüne gitme, özel günlerde ziyaretçilerinin olması depresyon riskini azaltırken geçirilmiş ruhsal hastalığının olması, günlük işlerde zorlanma ve sağlık konusunda endişesinin olması, ağır yeti yitiminin olması ve algılanan sosyal desteğin düşük olmasının depresyon riskini arttırdığı bulunmuştur.
Huzurevlerinde kalan yaşlılarda depresyon yaygınlığının ve kendi evlerinde kalanlardan ne gibi farklılıklar gösterdiğinin belirlenmesi huzurevindeki yaşlılarda depresyonun önlenmesiyle ilgili müdahalelere yön verecektir. Ayrıca yaşlı populasyonunda görülen depresyonun özelliklerinin ve risk faktörlerinin belirlenmesi açısından da çalışmamız önemli veriler sunmaktadır.
tur
Huzurevi
Yaşlıların Depresyon Yaygınlığı
Huzurevinde ve kendi evlerinde kalan yaşlıların depresyon yaygınlığı ve risk faktörleri açısından karşılaştırılması
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1866
2021-03-10T01:05:42Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_198
Baylan, Gönül
2021-03-09T12:20:20Z
2021-03-09T12:20:20Z
2005
http://hdl.handle.net/11684/1866
Bu çalışmada, yeme bozuklukları gelişiminde etkili kabul edilen değişkenlerden aile işlevselliği, benlik saygısı, obsesif kompulsif belirtiler, depresif belirtiler, vücut algısı ve beden kitle indeksi’nin yeme bozukluğu belirti şiddetini ne kadar predikte ettiğini belirlemeyi amaçladık.
1615 kadın, 1048 erkek adolesan deneğe Yeme Tutum Testi (YTT), Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği (RBSÖ), Belirti Tarama Listesi (SCL-90-R), Aile Değerlendirme Ölçeği (ADÖ), Vücut Algısı Ölçeği ve Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ) uygulandı, boy ve kiloları ölçüldü. Elde edilen veriler pearson korelasyon ve regresyon analizi ile değerlendirildi. Regresyon analizinde bağımlı değişken olarakYTT toplam puanı; bağımsız değişken olarak RBSÖ’nin benlik saygısı alt ölçeği, SCL-90-R’ın obsesif kompulsif belirti alt ölçeği, ADÖ alt ölçekleri, Vücut Algısı Ölçeği toplam puanı, BDÖ toplam puanı ve beden kitle indeksi (BKİ) alındı.
Kadınlarda ve erkeklerde depresyonun yeme bozukluğu belirtilerini güçlü bir şekilde predikte ettiği; kadınlarda varyansın %14.7’sini, erkeklerde ise %6.1’ini karşıladığı saptandı. Kadınlarda prediktif gücü açısından diğer değişkenler sırasıyla BKİ, aile işlevlerinden gereken ilgiyi gösterme ve problem çözme, obsesif kompulsif belirtiler, aile işlevlerinden roller ve benlik saygısı idi. Erkeklerde ise; aile işlevlerinden problem çözme, BKİ, benlik saygısı, obsesif kompulsif belirtiler ve aile işlevlerinden roller saptandı.
Yeme bozuklukları ile ilişkili değişkenlerin yeme patolojisine etkileri ve bu değişkenlerin birbirleriyle ilişkilerinin belirlenmesi bozukluğun anlaşılmasında, önleme ve tedavide yararlı olabilecektir.
In this study, we aimed to determine how much family functioning, self –esteem, obsessive-compulsive symptoms, body perception and body mass index which are known as variables to be effective on developing eating disorders, predict eating disorder symptoms’ severity.
Eating Attitude Test (EAT), Rosenberg Self Esteem Scale (RSES), Symptom Check List (SCL-90-R), Family Assessment Device (FAD), Body Perception Scale and Beck Depression Inventory (BDI) were applied to 1615 female and 1048 male adolescent subjects; their heights and weights were measured. The data that we obtained were assessed by using Pearson Correlation Analyse and Regression Analyse. In Regression Analyse, the sum of the points of EAT was taken as dependent variable; Self- Esteem Subscale of Rosenberg Self -Esteem Scale, Obsessive-Compulsive Subscale of SCL-90-R, Subscale of Family Assessment Device, sum of the points of Body Perception Scale, sum of the points of Beck Depression Inventory and Body Mass Index were taken as independent variable.
We found that on females and males depression predicted eating disorder symptoms strongly; on females depression met % 14.7 of variance and on males % 6.1 of variance. On females the other variables according to predictive value were Body Mass Index, taking care and problem solving which are topics of family functioning, obsessive –compulsive symptoms, roles which is a topic of family functioning and self- esteem respectively while on males problem solving which is a topic of family functioning, Body Mass Index, self-esteem, obsessive-compulsive disorders and roles which is a topic of family functioning respectively.
Determining the effects of variables related with eating disorders on eating pathology and the relationship of these variables with each other will be useful for understanding, preventing and treating the disorder.
tur
yeme bozukluğu
prediktör
adolesan
depresyon
aile
Ergenlerde yeme bozukluğu belirtilerinin prediktörleri
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3088
2022-06-10T00:00:17Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_198
Kılıçoğlu, Alev
2022-06-09T12:51:26Z
2022-06-09T12:51:26Z
2005
http://hdl.handle.net/11684/3088
Bu çalışmada Eskişehir ili merkezde bulunan Maide Bolel Huzurevi’nde kalan yaşlılar ve kendi evlerinde kalan 60 yaş üstü kişilerde depresyonun yaygınlığının ve risk faktörlerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır.
Huzurevinde kalan 61 kişi ve kendi evlerinde kalan 60 yaş üstü 75 kişi yaş açısından eşleştirilerek çalışmaya dahil edilmiştir. Katılımcılara araştırmacı tarafından geliştirilen demografik veri anketi, Yaşlılar İçin Depresyon Ölçeği(YDÖ) , Yaşam Kalitesi Ölçeği-Kısa Form-36 (SF-36), Kısa Yeti Yitimi Anketi (KYYA), Eğitimsizler İçin Standardize Mini Mental Test (E-SMMT), Algılanan Sosyal Destek Ölçeği (ASDÖ) uygulandı. E-SMMT’den 24’ün altında puan alanlar çalışmadan dışlandı. Elde edilen veriler ki-kare, t-test, ve ikili lojistik regresyon analizi kullanılarak değerlendirildi.
Huzurevinde kalanlarla kendi evlerinde kalanlar arasında depresyon oranları açısından anlamlı bir fark bulunmadı. Huzurevinde kalanların kendi evlerinde kalanlarla karşılaştırıldığında huzurevinde kalan yaşlıların anlamlı oranda daha az gelirinin olduğu, çocukları ve akrabalarıyla daha az görüştükleri ve bayram ve özel günlerde daha az ziyaretçilerinin olduğu, hobilerinin ve cinsel yaşantılarının daha az olduğu, algıladıkları sosyal desteğin daha az olduğu ve huzurevinde daha fazla yaşlının herhangi bir sakatlığının olduğu bulunmuştur. Ayrıca çocuk sayısının fazla olması, düzenli doktor kontrolüne gitme, özel günlerde ziyaretçilerinin olması depresyon riskini azaltırken geçirilmiş ruhsal hastalığının olması, günlük işlerde zorlanma ve sağlık konusunda endişesinin olması, ağır yeti yitiminin olması ve algılanan sosyal desteğin düşük olmasının depresyon riskini arttırdığı bulunmuştur.
Huzurevlerinde kalan yaşlılarda depresyon yaygınlığının ve kendi evlerinde kalanlardan ne gibi farklılıklar gösterdiğinin belirlenmesi huzurevindeki yaşlılarda depresyonun önlenmesiyle ilgili müdahalelere yön verecektir. Ayrıca yaşlı populasyonunda görülen depresyonun özelliklerinin ve risk faktörlerinin belirlenmesi açısından da çalışmamız önemli veriler sunmaktadır.
İn this study our aim was to compare prevalance of depression and risk factors of depression in residents of Eskisehir Maide Bolel Residental Home and community-dwelling elders over 60.
We assed 61 residents of residental home and 75 community –dwelling elder who were paired by age. We applied a demographic data questionaire which was formed by the author, Geriatric Depression Scale (GDS), Quality of Life Scale-Short Form-36 (SF-36), Brief Disability Questionaire (BDQ), Standardized Mini Mental Test- Noneducated (N-SMMT ) and Multidimensional Scale of Percieved Social Support (MSPSS) to the respondents and the ones who got less than 24 points from N-SMMT were left out. The results of the assesments were calculated by chi-square, t-test and binary logistic regression analisis.
The relation of depression ratios between residental home and community-dwelling groups were nonsignificant. When compared to community dwelling group, the residental home elders had significantly lower income, less number of meetings with relatives and their children,and less visitors at religious/national festivals and other special days, less hobbies and sexual relations. They were more disabled and percieving less social support. Apart from this we found that increasing number of children, visiting a doctor regularly and having visitors on special days were all decreasing the risk of having depression significantly.On the other hand, previous mental illness history, having difficulty at daily work, having severe disability and percieving less social support were significantly increasing depression risk.
Revealing the prevalance of depression at residental homes and the differences between residental home elders and community-dwelling elders about having depression will lead us to find ways to decrease depression ratios at these places. And our study also gives important results about risk factors of depression in elderly population.
tur
Depresyon
Huzurevi
Yaşlı
Huzurevinde ve kendi evlerinde kalan yaşlıların depresyon yaygınlığı ve risk faktörleri açısından karşılaştırlması
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1974
2021-03-11T01:00:27Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_198
Tufan Temiz, Semiha
2021-03-10T07:24:59Z
2021-03-10T07:24:59Z
2008
Tufan Temiz, S. Depresif duygu durum ile giden uyum bozukluğunun klinik açıdan majör depresif bozuklukla karşılaştırılması. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2007.
http://hdl.handle.net/11684/1974
Uyum bozukluğunun tanımı çok net değildir. Uyum bozukluğunun
çeşitli stres olaylarına yanıt olarak geliştiği düşünülür, belirtiler stres etkenleri ve
onların devam eden etkilerine uyum çabasıdır. Strese geçici maladaptif yanıtın
oluşturduğu eşik altı bir durum olduğu yaygın bir klinik fikirdir. Uyum bozukluğu
tanısında stres anahtar bir faktör olarak sayılmaktadır. Ancak, bu konudaki sistematik
araştırmalar yetersizdir. Uyum bozuklukları göreli olarak yaygındır. Birinci
basamakta yapılan bir çalışmada tüm eksen 1 tanılarının %17.9’u uyum bozukluğu
olarak bulunmuştur. Uyum Bozukluğu tanısı konulan bireylere uygulanacak en
uygun tedavi yöntemlerinin ne olduğuna dair çok az sistematik araştırma vardır. Bu
çalışmaya, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi psikiyatri polikliniğine
başvuran ve şikayetleri bir yaşam olayını takiben gelişen depresif duygu durum ile
giden uyum bozukluğu olan 32 kişi, ilk atak majör depresyon tanısı konulan 22 kişi
ve genel popülasyondan herhangi bir ruhsal ya da fiziksel hastalığı bulunmayan 30
kişilik kontrol grubu alınmıştır. Hastalar 6 ay süreyle takip edilmiştir. Hastalara
SCID I uygulanarak yarı yapılandırılmış görüşmelerle tanı konulmuştur.
Çalışmamızın sonucunda, DDUB hastalarının semptom profilinin majör depresyon
hastalarının semptom profiline benzediğini, ancak DDUB hastalarında
psikopatolojinin derecesinin ve işlevselliğin bozulmasının MD hastalarına göre daha
az olduğunu, fakat normal kontrollere göre anlamlı şekilde daha fazla olduğunu
saptadık. Ayrıca, stres etkeninin şiddeti, DDUB grubunda sonlanımı ve
psikopatolojinin derecesini etkilerken, MD grubunda aynı durumun söz konusu
olmadığı saptanmıştır.
tur
Uyum Bozukluğu
Majör Depresyon
Depresif duygudurum ile giden uyum bozukluğunun klinik açıdan majör depresif bozuklukla karşılaştırılması
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3480
2022-06-23T00:00:38Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_198
Güneş Yalçın, Elif
2022-06-22T11:03:01Z
2022-06-22T11:03:01Z
2008
Güneş, E. Major Depresif Bozukluğu Olan Hastalarda Bilişsel İşlevler, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2008.
http://hdl.handle.net/11684/3480
Bu çalışmada major depresif bozukluğu olan hastalarda bilişsel işlevlerin değerlendirilmesi planlanmıştır. Ayrıca tespit edilecek bilişsel bozuklukların demografik ve klinik özellikler ile ilişkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmamızda DSM-IV kriterlerine göre major depresif bozukluk tanısı konan 30 hastanın nöropsikolojik testlerden (Sayı Dizisi Öğrenme Testi, Stroop Testi, İşaretlem Testi) aldıkları puanlar sağlıklı kontrol grubunun puanlarıyla karşılaştırılmıştır. MDB olan grupta nöropsikolojik test puanları, yaş (35 yaş/35 ve üstü), cinsiyet (kadın/erkek) ve eğitim düzeyine (11 yıl ve altı/11 yıl üstü) göre karşılaştırılmıştır. Ayrıca, MDB olan grupta nöropsikolojik test puanları ile depresyonun şiddeti, anksiyete düzeyi, hastalık süresi ve geçirilen depresyon atağı sayısı arasındaki ilişki araştırılmıştır. Nöropsikolojik testlerden alınan puanlar incelendiğinde Stroop testi puanları açısından iki grup arasında bir farklılık bulunmamıştır. İşaretleme testinde, MDB olan hastaların düzenli harfler ve düzenli şekiller alt testlerini tamamlama süreleri ile tüm testi tamamlama süreleri kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha uzundu. Sayı Dizisi Öğrenme Testi'nde MDB olan hastaların puanları kontrol grubundan anlamlı olarak düşüktü. Daha yaşlı olan MDB hastalarında yönetici işlevler ve dikkat fonksiyonlarındaki bozulma, gençlerden daha şiddetli idi. MDB olan kadınlarda yönetici işlevler erkeklerden daha fazla bozulmuştu. Eğitim süresi arttıkça yönetici işlevler ve dikkat fonksiyonlarındaki bozulma azalıyordu. MDB olan grupta yönetici işlevler ve dikkat fonksiyonlarındaki bozulma, depresyonun şiddeti, anksiyete düzeyi, atak sayısı ve hastalık süresi ile bağlantılı olarak artmaktaydı. Bu çalışmanın sonuçları major depresyonu olan hastaların bilişsel işlevlerinde bozulma olduğu bulgusunu desteklemektedir.
In this study, rates of 30 patients with a major depressive disorder diagnosis according to the DSMIV criteria on neuropsychological tests (Serial Digit Learning Test, Stroop Test, and Cancellation Test) were compared with rates of the healthy control group. In the group with MDD, the test scores were compared between different levels of age (35/35 and over), gender (male/female) and education (11years and less/over 11 years). In addition, in the group with MDD, association of the neuropsychological test scores with severity of depression, anxiety level, duration of illness and number of depressive episodes were investigated. The analysis of the test results showed no significant difference between the two groups based on the Stroop Test ratings. In the marking test, completion time of patients with MDD were significantly higher than the control group for both the whole marking test and the subtest of regular letters and regular figures. In the Serial Digit Learning Test, rates of patients with MDD were significantly lower than the control group. In the older group of patients with MDD, the impairment in executive and attention functions was severer than those of the younger patients. Impairment level was higher for female patients than male patients. Impairment in executive and attention functions ameliorated as the duration of education increased. In the group with MDD, impairment level in the executive and attention functions have increased with the severity of depression, anxiety level, number of attacks and duration of disorder. This study confirms that patients with major depression have impairment in cognitive functions.
tur
Major Depresif Bozukluk
Bilişsel İşlevler
Nöropsikolojik Testler
Major depresif bozukluğu olan hastalarda bilişsel işlevler
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3400
2022-06-22T00:00:25Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_198
Herdem, Sabri
2022-06-21T05:55:44Z
2022-06-21T05:55:44Z
2008
Herdem, S. Kanser Hastalarında Psikiyatrik Komorbidite ve İntihar Düşüncesi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Tıpta Uzmalık Tezi, Eskişehir, 2008.
http://hdl.handle.net/11684/3400
Bu çalışmada onkoloji servisinde yatmakta olan kanser hastalarında görülen psikiyatrik bozukluklar ve bu bozuklukların yaşam kalitesi ve intihar düşüncesi ile olan ilişkisi amaçlanmıştır. Onkoloji servisinde yatarak tedavi gören 144 kanser hastası çalışmaya alındı. Katılımcılara araştırmacı tarafından geliştirilen sosyodemografik ve kilinik bilgi formu, DSM IV yapılandırılmış kilinik görüşme (SCID-I), yaşam kalitesi ölçeği kısa form-36 ve intihar olasılığı ölçeği uygulanmıştır. Çalışmanın bulgularında, psikiyatrik hastalık ek tanısı % 59, en sık görülen psikiyatrik tanı ise % 53 oranında uyum bozukluğu olarak tespit edildi. Çalışmamızda, psikiyatrik bozukluklar kanser tanısını bilen hastalarda daha yüksek oranda saptandı. Geçmiş psikiyatrik bozukluk öyküsü olanlarda olmayanlara göre daha yüksek psikiyatrik bozukluk ek tanı oranları saptandı. Psikiyatrik tanısı olanlarda olmayanlara göre yaşam kalitesi düzeyi düşük saptandı. Psikiyatrik tanısı olanlarda olmayanlara göre, intihar düşüncesi daha yüksek saptandı. Yaşam kalitesi düzeyi düşük olanlarda intihar düşüncesi yüksek saptandı.
In this study, our aim was to explain psychiatric disorders and their relationship with quality of life and suicidal thoughts of cancer patients who were admitted in oncology clinic.144 cancer patients who are admitted in an oncology clinic were included. Sociodemographic and clinic information form, structured clinical interview for DSM disorders (SCID-I), quality of life scale short form-36, suicid possibility scale, which were developed by the researcher, were applied to participants. As a result of the study, psychiatric disease comorbidity rate was defined as %59, whereas the most common psychiatric diagnosis was adjustment disorder with the rate of %53. In our study, psychiatric disorders were found to be more common in patients who were informed of their disease. In patients who have a history of past psychiatric disorder, psychiatric disorder comorbidity rates were found to be more common than patients without a history of past psychiatric disorder. In patients with psychiatric diagnosis, quality of life levels were found to be lower than the patients without psychiatric diagnosis. In patients with psychiatric diagnosis, suicidal thoughts were found to be higher than the patients without psychiatric diagnosis. Suicidal thoughts were found to be higher in patients with low levels of quality of life.
tur
Psikiyatrik Bozukluk
Kanser
İntihar Düşüncesi
Yaşam Kalitesi
Ektanı
Kanser hastalarında psikiyatrik komorbidite ve intihar düşüncesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3471
2022-06-23T00:00:47Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_198
Bilgiç, Serkan
2022-06-22T10:25:24Z
2022-06-22T10:25:24Z
2011
Bilgiç, S. Travma Sonrası Stres Bozukluğu ve Akut Stres Bozukluğu ile Uyum Bozukluğunun Klinik Açıdan Karşılaştırılması. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2011.
http://hdl.handle.net/11684/3471
Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB), travmatik bir olaya maruz
kaldıktan sonra ortaya çıkan, yeniden yaşantılama, kaçınma-küntleşme ve aşırı
uyarılmışlık semptomları ile kendini gösteren bir sendromdur. Travmatik olaylar
kişinin yaşam bütünlüğünü tehdit eden olaylar olarak tanımlanır. Travmatik olaya
verilen tepki korku, dehşet ve çaresizliği içerir. Belirtilerin olay sonrası 2-30 gün
sürmesi ve dissosiyatif belirtilerin eşlik etmesi durumu ise Akut Stres Bozukluğu
(ASB) olarak tanımlanmaktadır. Tıbbi hastalıklar, ekonomik ve kişiler arası ilişki
sorunlarını içeren veya herhangi bir olumsuz yaşam olayının olmasının yeterli
olduğu emosyonel cevapla karakterize duruma ise Uyum Bozukluğu (UB)
denmektedir. Her üç bozukluk için de yaşam olayı sonrasında gelişmiş olma, en
önemli tanımlayıcı etkendir. Bununla birlikte benzer yaşam olaylarına maruz kalan
kişilerin farklı düzeyde ruhsal tepkiler göstermesi veya farklı şiddette gibi görünen
yaşam olaylarına benzer ruhsal tepkiler verilmesi bu bozuklukların sınırlarının
belirsizleşmesine neden olmaktadır. Bu çalışmada ASB, TSSB ve UB tanısı alan
hastaların semptom şiddetlerinin ve klinik seyirlerinin karşılaştırılması
hedeflenmiştir. Bu çalışmaya Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
psikiyatri polikliniğine başvuran 14 ASB, 15 TSSB ve 28 UB hastası alınmıştır.
Hastalara SCID uygulanarak tanı konulmuştur. İlk ay ASB, TSSB ve UB grupları 1.
ayın sonundan itibaren ise TSSB ve UB grupları alınarak 6 ay izlem yapılmıştır.
Çalışmamızın sonucunda, algılanan sosyal destek ve genel işlevsellik düzeyinin ASB
grubunda TSSB grubundan daha fazla olduğu, dissosiyatif semptomların şiddetinin
ASB ve TSSB gruplarında benzer olduğu, başvuru esnasında UB grubunun travma
sonrası stres semptomları dışındaki semptomlar açısından diğer gruplara benzerlik
gösterdiği, fakat tedavi ile daha hızlı ve belirgin olarak düzeldiği, TSSB grubunda ilk
başvurudan sonra geçici bir kısmi iyilik hali olduktan sonra zamanla işlevsellik
düzeyinin ve travma sonrası stres semptomlarının şiddetinin eski düzeyine döndüğü
ve Eşik altı TSSB’ nin azımsanmayacak oranlarda görüldüğünü saptadık.
Posttraumatic Stress Disorder (PTSD) is a syndrome characterised
by symptoms of re-experiencing the traumatic event, avoidance-emotional numbness
and hypervigilance symptoms that can develop after exposure to a traumatic event.
Traumatic events are described as events threatening the one's physical integrity.
Responses to the event include intense fear, horror and helplessness.If the duration of
symptoms is between 2 and 30 days and the state is accompanied by dissosiative
symptoms, then it’s called as Acute Stress Disorder (ASD). Adjustment disorder
(AD) is characterised by emotional responses including medical disorders, problems
related to interpersonal relationships and economic problems or any negative life
event. For all these three disorders, the most important descriptive factor is the
symptoms developing after a negative life event. Nonetheless, people reacting with
different intensity to similar life events, or reacting similarly to life events of different
intensity bring forth to indefinite borders between these disorders. The aim of this
study is to compare the clinical prognosis and symptom severity of patients diagnosed
with ASD, PTSD, AD. In this study 14 patients diagnosed with ASD, 15 with PTSD,
and 28 patients with AD were recruited who resorted to a physician in Eskişehir
Osmangazi University Faculty of Medicine, Psychiatry Department. SCID is applied
to diagnose patients. 6 months of follow-ups are conducted with recruting the ASD,
PTSD and AD group in the first month, and after this interval, PTSD and ASD groups
are recruited. According to results of our study, we found that perceived socail support
and general functionality status was higher in ASD group than PTSD group;
dissosiative symptom severities were similar in ASD and PTSD groups; AD group
was similar to other groups in terms of syptoms other than posttraumatic symptoms in
appliance to hospital but with treatment, the improvement of this group was faster and
more distinct than the other groups; in PTSD group, after first appliance to psychiatry
clinic, and after a temporary well-being period, relapses are shown in symptoms of
post-traumatic stress and general functionality level; and lastly Subthreshold PTSD,
was seen in high rates enough not to be undervalued.
tur
TSSB
Akut
Travmatik
Tepkisel Bozukluklar
Stres Etkeni
PTSD
Acute
Traumatic
Reactional Disorders
Stress Factor
Travma sonrası stres bozukluğu ve akut stres bozukluğu ile uyum bozukluğunun klinik açıdan karşılaştırılması
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/4005
2022-08-02T00:01:17Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_198
Temur, Yasemin
2022-08-01T05:40:15Z
2022-08-01T05:40:15Z
2010
Temur, RY. İki Uçlu Duygudurum Bozukluğu Tanılı Hastalarda Bilişsel Fonksiyonlar, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2010.
http://hdl.handle.net/11684/4005
Bu çalışmada, iki uçlu duygudurum bozukluğu tanılı hastaların depresyon, eşikaltı depresyon ve ötimik döneminde bilişsel fonksiyonlarında farklılık olup olmadığını saptamak, hastaların klinik özellikleri ile bilişsel bozuklukları arasındaki ilişkiyi incelemek ve bilişsel bozuklukların işlevsellik ve yaşam kalitesi üzerindeki rolünü değerlendirmek amaçlanmıştır. Depresyon, eşikaltı depresyon ve ötimik hasta grupları ile kontrol grubu yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi, el dominansı açısından farklılık göstermemekte idi. Üç hasta grubunun klinik özelliklerinin (hastalık süresi, ilk hastalık yaşı, hastaneye yatış sayısı, geçirilen manik dönem sayısı, geçirilen depresif dönem sayısı, geçirilen karma dönem sayısı, geçirilen toplam dönem sayısı, iki uçlu duygudurum bozukluğu tipi, özkıyım öyküsü, psikotik bulgu öyküsü, birinci dereceden akrabalarında iki uçlu duygudurum bozukluğu öyküsü, kullanılan ilaçlar) karşılaştırması yapıldı ve bu klinik özelliklerin nöropsikolojik test performansı ile ilişkisi incelendi. Depresyon, eşikaltı depresyon ve ötimik hastalarda, Wisconsin Kart Eşleme Testi ve Stroop testi ile değerlendirilen frontal yürütücü fonksiyonları, Rey İşitsel Sözel Öğrenme Testi ve Sayı Dizisi Öğrenme Testi ile değerlendirilen sözel bellek fonksiyonları, Rey Karmaşık Figür Testi ile değerlendirilen görsel ve mekansal bellek fonksiyonları ve İşaretleme Testi ile değerlendirilen sürdürülebilir dikkat fonksiyonu kontrol grubuna göre anlamlı şekilde bozulma göstermekte idi. Her üç gruptaki hastalar nöropsikolojik test performansları açısından birbirleriyle karşılaştırıldıklarında anlamlı farklılık göstermediler. Bu çalışmada, iki uçlu duygudurum bozukluğu tanılı hastalardaki bilişsel bozuklukların depresif ve eşikaltı depresif semptomatolojiden bağımsız olduğu, hastalığın kronisiteye işaret eden bazı klinik özellikleri ile bilişsel fonksiyonların ilişkili olduğu ve bilişsel bozuklukların işlevsellik ve yaşam kalitesini olumsuz etkilediği sonucuna ulaşılmıştır.
tur
İki Uçlu Duygudurum Bozukluğu
Bilişsel Fonksiyonlar
Nöropsikolojik Testler
Eşikaltı Depresyon
Bipolar Disorders
Cognitive Functions
İki uçlu duygudurum bozukluğu tanılı hastalarda bilişsel fonksiyonlar
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2209
2021-03-19T01:01:13Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_198
Ay, Fırat
2021-03-18T09:27:40Z
2021-03-18T09:27:40Z
2011
Ay,F. Hastanede Yatarak Tedavi Gören Yaşlı Hastalarda Depresif Bozukluk ve Anksiyete Bozukluğu Yaygınlığı, Yaşam Kalitesi ve Günlük Yaşam Aktiviteleri ile Demografik ve Klinik Özellikler Arasındaki İlişki. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2011.
http://hdl.handle.net/11684/2209
Depresif bozukluklar ve anksiyete bozuklukları yaşlı popülasyonda daha nadir olmasına rağmen toplumda sık görülen ve yaşam kalitesi ile günlük yaşam aktiviteleri üzerine etkileri olduğu belirtilen psikiyatrik bozukluklardır. Bu çalışmada, hastanede yatan yaşlı hasta grubunda depresif bozukluk ve/veya anksiyete bozukluklarının, yaşlı popülasyondaki yaygınlığının, klinik görünümünün, yaşam kalitesine ve günlük yaşam aktiviteleri üzerine etkilerinin değerlendirilmesi planlanmıştır. Hastanede yatan 101 yaşlı hastaya, DSM-IV Eksen-1 Bozuklukları İçin Yapılandırılmış Klinik Görüşme, Sosyodemografik Veri Formu, Standardize Mini Mental Test, Geriatrik Depresyon Ölçeği, Beck Anksiyete Ölçeği, Hastane Anksiyete Depresyon Ölçeği, Durumluk- Sürekli Kaygı Envanteri, Deliryum Derecelendirme Ölçeği, Yaşlılar İçin Dünya Sağlık Örgütü Yaşam Kalitesi Ölçeği ve Lawton-Brody Enstrümental Günlük Yaşam Aktiviteleri Skalası uygulanmıştır.
Çalışmamızda depresif bozukluk yaygınlığı %25.7, anksiyete bozukluğu yaygınlığı %12.8 ve depresif bozukluk+anksiyete bozukluğu yaygınlığı %9.9 bulunmuştur. Eğitim süresi arttıkça tanı varlığının azaldığı saptanmıştır. Daha önceden psikiyatrik bozukluğu ve önceden psikiyatrik bir ilaç kullanımı olan, son 1 yılda olumsuz olay kişilerde olmayanlara göre daha sık depresif bozukluk ve/veya anksiyete bozukluğu görülmüştür. Hastanede yatış süresi, sayısı, refakatçi durumu, hastanın kiminle yaşadığı, kullandığı tıbbi ilaç sayısı, bedensel hastalık sayısı, yaş gibi değişkenlerle depresif bozukluk ve/veya anksiyete bozukluğu görülmesi arasında bir ilişki saptanmamıştır. Tanıların, yaşam kalitesini düşürdüğü fakat günlük yaşam aktiviteleri üzerine etkisi olmadığı bulunmuştur.
Depressive disorders and anxiety disorders are most common psychiatric disorders in the community. Both of these disorders are rarely in old-age population and have an effect on quality of life and activity of daily living. In this study, we examine the prevalence of depressive disorders and anxiety disorders and the association with quality of life, activity of daily living, sociodemographic statistics and clinical properties in the hospitalized elderly. Hospitalized 101 elderly patient was examined by using SCID-1, Sociodemographic Statistic Form, Standardized Mini Mental Test, Geriatric Depression Scale, Beck Anxiety Scale, Hospital Anxiety Depression Scale, Delirium Rating Scale, WHOQOL-OLD and Lawton-Brody Instrumental Activity of Daily Living Scale. As a result, depressive disorders’ prevalence was %25.7, anxiety disorders’ prevalence was %12.8 and common depressive disorder and anxiety disorder’s prevalence was %9.9. Depressive disorders or anxiety disorder presence was associated with education level. Depressive disorders or anxiety disorders are most common in the patients which has a psychiatric disorder, psychiatric drug use and life event for last one year history. Hospitalization time and period, companion condition, the person patient live with, drug an psychial ilness count and age were not associated with depressive and/or anxiety disorders. These disorders have an effect on quality of life but not on activity of daily living.
tur
Yaşlı
Depresyon
Anksiyete
Demografik Veriler
Yaşam Kalitesi
Günlük Yaşam Aktiviteleri
Hastanede yatarak tedavi gören yaşlı hastalarda depresif bozukluk ve anksiyete bozukluğu yaygınlığı, yaşam kalitesi ve günlük yaşam aktiviteleri ile demografik ve klinik özellikler arasındaki ilişki
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3018
2022-06-07T00:00:25Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_198
Tekin Uludağ, Yasemin
2022-06-06T11:47:18Z
2022-06-06T11:47:18Z
2012
Uludağ, YT. Şizofreni ve Bipolar Affektif Bozukluk tanısı almış hastalarda madde kullanım yaygınlığı ; Karşılaştırmalı bir çalışma. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2012.
http://hdl.handle.net/11684/3018
The aim of this study is to investigate the effects of prevalance of alcohol-substance abuse, the preferences of substances used, sociodemographical properties and the usage of alcohol of patients diagnosed as schizophrenia and bipolar affective disorder on the clinical properties and prognosis of schizophrenia and BAD. Sociodemographic Data Form, Medical History Form, Brief Disability Questionnaire, The UKU Side Effect Rating Scale, Ġnsight Rating Scale (IRS), Alcohol Use Disorders Identification Test (AUDIT) , Fagerström Nicotine Dependence Test (FNND), Global Assessment of Functionality Scale (GAF), Brief Psychiatric Rating Scale (BPRS) are applied to 100 schizophrenic and BAD patients recruited to the study. In addition to these scales, Scale for the Assessment of Positive Sympoms (SAPS), Scale fort he Negative Symptoms (SANS), Calgary Depression Scale are applied to schizophrenic patients while Hamilton Depression Scale and Young Mania Rating Scale (YMRS) are used to assess patients with bipolar affective disorder. Patients with a history of alcohol, nicotine or substance abuse or the ones continuing to use these substances were identified with DSM-IV diagnosis criterias. Patients with and without alcohol abuse history are compared in terms of sociodemographic properties, disesase information and the scores of the scales they performed. The difference between patients with schizophrenia and BAD groups was not significant in terms of lifelong and ongoing alcohol abuse prevalance and rates of alcohol abuse disorders. The most preferred substances among patients with schizophrenia and BAD were nicotine, alcohol, biperidene, marijuana and volatile substance respectively.The difference between males and females were significant in terms of lifelong and ongoing prevalance of alcohol substance abuse in favor of women. Patients with schizophrenia were determined to have lower scores on IRS and GAF while performing higher scores on BPRS compared to BAD with alcohol substance abuse.
Bu çalışmada şizofreni ve bipolar affektif bozukluk (BAB) tanısı almış hastaların alkol-madde kullanım yaygınlığının, tercih ettikleri madde türlerinin, madde kullanan hastaların sosyodemografik özelliklerinin ve alkol-madde kullanımının şizofreni ve BAB‟un klinik özelliklerine etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmaya alınan 100 şizofreni ve 100 BAB tanılı hastaya sosyodemografik veri formu, hastalık öyküsü formu, Kısa Yeti Yitimi Anketi (KYYA),UKU Yan Etki Değerlendirme Ölçeği, Ġçgörü Değerlendirme Ölçeği (ĠDÖ), Alkol Kullanım Bozuklukları Tanıma Testi, Fagerström Nikotin Bağımlılığı Testi (FNBT), Ġşlevselliğin Genel Değerlendirilmesi Ölçeği (ĠGD), Kısa Psikiyatrik Değerlendirme Ölçeği (KPDÖ) uygulanmıştır. Ayrıca şizofreni hastalarına Pozitif Belirtileri Değerlendirme Ölçeği, Negatif Belirtileri Değerlendirme Ölçeği, Calgary Depresyon Ölçeği, BAB hastalarına da Hamilton Depresyon Ölçeği ve Young Mani Derecelendirme Ölçeği (YMDÖ) uygulanmıştır. Hastalardan yaşamının bir döneminde veya şu anda alkol, nikotin, madde kullanmış olanlar ve DSM-IV tanı ölçütlerine göre alkol-madde kullanım bozukluğu bulunanlar belirlenmiştir. Alkol-madde kullanımı bulunan ve bulunmayan hastalar sosyodemografik özellikleri, hastalık bilgileri ve ölçeklerden elde ettikleri puanlar bakımından karşılaştırılmıştır. ġizofreni grubu ile BAB grupları arasında yaşam boyu ve şimdi, alkol-madde kullanım yaygınlığı ve alkol-madde kullanım bozukluğu oranları açısından anlamlı fark saptanmadı. ġizofreni ve BAB hastalarında en sık tercih edilen maddelerin, sırasıyla, nikotin, alkol, biperiden, esrar ve uçucu madde olduğu saptandı. ġizofreni ve BAB hastalarında, yaşam boyu ve şimdi alkol-madde kullanım yaygınlığının erkeklerde, kadınlara göre anlamlı derecede fazla olduğu belirlendi. Alkol madde kullanan şizofreni hastalarının alkol madde kullanan BAB hastalarına göre ĠDÖ, ĠGD ölçeklerinden daha düşük, KPDÖ‟inden daha yüksek puan aldıkları saptandı
tur
Şizofreni
Bipolar Affektif Bozukluk
Alkol-MaddeKullanım Yaygınlığı
Schizophrenia
Bipolar Affective Disorder
Prevalance of Alcohol- Substance Abuse
Şizofreni ve bipolar afektif bozukluk tanısı almış hastalarda madde kullanım yaygınlığı; karşılaştırmalı bir çalışma
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2278
2022-01-14T01:00:30Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_198
Kaya, Murat Can
2022-01-13T08:37:39Z
2022-01-13T08:37:39Z
2019
http://hdl.handle.net/11684/2278
Bilişsel
yeteneklerden biri olan zihin kuramının bağlanma tarzları ile ilişkisi olduğu bazı
yazarlarca ifade edilmiştir. Çalışmamızda, bipolar bozukluk ve major depresif
bozukluk tanılı bireylerin bağlanma tarzları ile zihin kuramını sağlıklı kontroller ile
karşılaştırmak ve klinik özellikler ile arasında ilişkiyi değerlendirmek
amaçlanmıştır. Çalışmamıza dahil edilme kriterlerini karşılayan, major depresif
bozukluk tanısına sahip 25 ve bipolar bozukluk tanısına sahip 26 birey ile herhangi
bir psikiyatrik bozukluğa sahip olmayan 24 sağlıklı kontrol olgusu çalışmamıza
alınmıştır. Çalışmamızda çocukluk dönem bağlanma türleri ikili kategori olarak
incelendiğinde, güvensiz bağlanma bipolar bozukluk ve majör depresif bozukluk
tanılı bireylerde sağlıklı bireylere göre anlamlı olarak daha yüksektir. Gruplar erişkin
dönem bağlanma puanları açısından incelendiğinde ikircikli bağlanma bipolar
bozukluk ve majör depresif bozukluk tanılı bireylerde sağlıklı kontrollere göre
anlamlı olarak daha yüksektir. Bipolar bozukluk grubunda çocuklukta kaçıngan
bağlanma içinde bulunan bireylerde diğer bipolar bozukluk tanılı bireylere göre,
ironiyi ve pot kırmayı kavrama yeteneği anlamlı olarak daha düşüktür. Majör
depresif bozukluk grubunda erişkin dönemde güvenli bağlanma puanı azaldıkça
gözlerden zihin okuma yeteneği artmaktadır
It has also been asserted that as a domain of cognitive
abilities, theory of mind functions are closely related manifestations of attachment
patterns. In our study, it was aimed to evaluate the attachment styles of individuals
with bipolar disorder and major depressive disorder and to investigate the
relationship between theory of mind functions and clinical features, while comparing
these entities with healthy control subjects. 25 patients diagnosed with major
depressive disorder, 26 patients diagnosed with bipolar disorder and 24 healthy
control subjects who were matched with respect to age and gender were included in
the study. In our study, the dual categoric assessment of childhood attachment types
revealed that insecure attachment was significantly higher in individuals with bipolar
disorder and major depressive disorder when compared to healthy individuals. When
the groups were examined in terms of adult attachment scores, mean ambivalent
attachment scores were significantly higher in individuals with bipolar disorder and
major derpressive disorder than healthy controls. Individuals with avoidant
attachment in childhood have a significantly lower ability to understand irony and
faux pas. In the major depressive disorder group, the ability to reading the mind in
the eyes increases as the number of secure attachment scores decreases
tur
Bipolar Bozukluk
Depresyon
Bağlanma
Zihin Kuramı
Bipolar Disorder
Depression
Attachment
Theory of Mind
Bipolar bozukluk ve majör depresif bozukluk tanılı hastaların remisyon dönemlerinde bağlanma ve zihin kuramı özelliklerinin araştırılması
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2605
2022-02-11T01:00:32Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_198
Danışman Sonkurt, Melis
2022-02-10T13:25:12Z
2022-02-10T13:25:12Z
2019
http://hdl.handle.net/11684/2605
Erken boşalma (EB), 1
dakikadan daha kısa intravajinal boşalma süresi ile karakterize olan, erkeklerde en sık
görülen cinsel işlev bozukluğudur. Bu durum kişinin cinsel aktif olması ile ortaya
çıkan yaşam boyu EB ve daha önce iyi bir boşalma kontrolüne sahipken yaşamının
ilerleyen dönemlerinde gelişen edinsel EB olarak sınıflandırılır. Yaşam boyu EB’nin
genetik yatkınlıkla ilişkili nörobiyolojik bir işlev bozukluğu olduğu ve merkezi
serotonin nörotransmisyonu ve serotonin reseptörlerinde fonksiyon bozukluğu ile
ilişkili olduğu düşünülmektedir. Çalışmamızda, serotonin reseptörü alt tipleri olan 5-
HT1A, 5-HT1B ve 5-HT2C'yi kodlayan genlerde meydana gelen dört tek nükleotid
polimorfizminin yaşam boyu EB etiyolojisindeki rolü araştırılmıştır. Bu amaçla
22.06.2018-04.08.2019 tarihleri arasında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp
Fakültesi Hastanesi Üroloji Anabilim Dalı ve Psikiyatri Anabilim Dalı Cinsel İşlev
Bozuklukları Polikliniği’ne EB şikayeti ile başvuran ve dahil edilme kriterlerini
karşılayan 100 hasta ile yaş bakımından eşleştirilmiş 100 sağlıklı kontrol çalışmamıza
dahil edilmiştir. Katılımcılardan yaş, eğitim durumu, medeni durum, çalışma durumu
ve boşalma süresi verileri elde edilmiş, ardından DNA eldesi için kan örneği alınmıştır.
Çalışmamızda 5-HT1B reseptör genindeki rs11568817 polimorfizmi ile yaşam boyu
EB arasında anlamlı bir ilişki olduğu saptanmıştır (p= 0,019). 5-HT2C reseptör
geninde meydana gelen rs518147 polimorfizmi ile yaşam boyu EB arasında saptanan
istatistiksel olarak anlamlı ilişki çalışmamızın diğer bir önemli bulgusudur (p= 0,016).
Çalışmamızda 5-HT1A reseptör geni rs6295 polimorfizmi ve 5-HT2C reseptör geni
rs3813929 polimorfizmi ile yaşam boyu EB arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki
saptanmamıştır
Premature ejaculation (PE) is the most common male sexual
disfunction which is characterized by persistent intravaginal ejaculation latency times
of less than 1 minute. The condition is classified as either lifelong premature
ejaculation, beginning when a man first becomes capable of functioning sexually, or
acquired PE, which means that a man has previously experienced an acceptable level
of ejaculatory control but develops the condition later in life. It has been postulated to
be a neurobiological dysfunction with genetic vulnerability and is related to
disturbances of central serotonin neurotransmission and serotonin receptor function.
The aim of the present study is to investigate the effects of four single nucleotide
polymorphisms (SNPs) located in genes encoding serotonin receptor subtypes 5-
HT1A, 5-HT1B, and 5-HT2C in lifelong PE. For this aim, 100 patients who were
eligible for the inclusion criterias and applied to Eskişehir Osmangazi University
Hospital Urology Department Outpatient Clinic and Psychiatry Department Sexual
Dysfunctions Outpatient Clinic between the dates 22.06.2018-04.08.2019 for PE
complaint, and age matched 100 healthy control subjects were included in the study.
Data from age, education, marital status, working status and ejaculation time were
obtained from the participants, followed by blood samples for DNA extraction.
Significant relationship between rs11568817 polymorphism in 5-HT1B receptor gene
and lifelong PE was found (p = 0,019). Another significant finding was the relationship
between rs518147 polymorphism occurring in the 5-HT2C receptor gene and lifelong
PE (p = 0,016). In our study, the relationship between 5-HT1A receptor gene rs6295
polymorphism and 5-HT2C receptor gene rs3813929 polymorphism and lifelong PE
was not found to be statistically significant
tur
Yaşam Boyu Erken Boşalma
Serotonin
Genetik
Polimorfizm
Lifelong Premature Ejaculation
Serotonin, Genetics
Polymorphism
Erken boşalma etiyolojisinde gen polimorfizmleri
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/4172
2022-08-05T00:01:29Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_198
Yıldız, Sinan
2022-08-04T10:34:04Z
2022-08-04T10:34:04Z
2020
http://hdl.handle.net/11684/4172
Duygudurum bozukluklarında ötimik dönemde devam eden
bilişsel işlev bozuklukları günümüze kadar yapılmış birçok çalışmayla
gösterilmiştir. Çocukluk çağı travmalarının bilişsel işlevlerde bozulmaya yol
açabilecek önemli faktörlerden biri olduğu düşünülmektedir. Bu çalışmanın amacı,
bipolar bozukluk tip 1 (BB1) ve bipolar bozukluk tip 2 (BB2) ile unipolar
depresyonda (UD) çocukluk çağı travmalarının bilişsel işlevler ve duygusal zeka
üzerine etkilerini incelemektir. Bu amaçla 01.01.2019 – 30.06.2019 tarihleri
arasında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Psikiyatri Anabilim Dalı
polikliniklerine başvuran, klinik görüşme ile DSM-5 tanı kriterlerine göre bipolar
bozukluk tip 1, bipolar bozukluk tip 2 ve unipolar depresyon tanısı konan,
remisyonda olan ve araştırmaya dahil edilme kritlerlerini karşılayan 20 BB1, 21
BB2, 20 UD ve 20 sağlıklı kontrole Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği, California
Sözel Öğrenme Testi, Stroop testi, İz Sürme A ve B testleri, Wisconsin Kart
Eşleme Testi, Kent EGY ve Porteus Labirentleri testleri ile Bar-On Duygusal Zeka
Ölçeği uygulanmıştır. Çalışmamız BB1 grubunun bellek, dikkat ve yürütücü
işlevler, BB2 ve UD gruplarınınsa dikkat ve yürütücü işlev alanlarında kontrol
grubuna kıyasla daha düşük performans gösterdiğini saptamıştır. Çalışmamız BB1,
BB2 ve UD gruplarında strese dayanıklılık puanlarının kontrol grubuna kıyasla
daha düşük olduğunu saptamıştır. Çalışmamız BB1, BB2, UD ve kontrol
gruplarında çocukluk çağı travmalarının dikkat işlevlerini olumsuz yönde
etkilediğini saptamıştır. Çalışmamızın sonuçları hem sağlıklı hem de psikiyatrik
bozukluğu olan kişilerde çocukluk çağı travmalarının dikkatteki bozulma üzerine
yordayıcı etkisinin olduğunu göstermektedir
Cognitive dysfunctions that continue
in the euthymic period in mood disorders have been demonstrated by many studies
conducted to date. It is tought that childhood traumas are one of the important factors
that can lead to impairment in cognitive functions. The aim of this study is to
investigate the effects of childhood traumas on cognitive functions and emotional
intelligence in bipolar disorder type 1 (BD1) and bipolar disorder type 2 (BD2) and
unipolar depression (UD). For this purpose, participants were selected between the
dates of 01.01.2019 - 30.06.2019, among the patients who applied to the outpatient
clinics of Eskişehir Osmangazi University Department of Psychiatry and were
diagnosed with bipolar disorder type 1, bipolar disorder type 2 and unipolar depression
according to DSM-5 diagnostic criteria, and who were in remission. In total, 20 BD1,
21 BD2, 20 UD and 20 healthy controls met inclusion criteria and were included in the
research. Childhood Traumas Questionnaire, California Verbal Learning Test, Trail
Marking Tests A and B, Wisconsin Card Sorting Test, Kent EGY and Porteus
Labirents tests and Bar-On Emotional Intelligence Questionnaire were applied to all
participants. Our study found that BD1 group performed lower in memory, attention
and executive functions, and BD2 and UD groups in attention and executive functions
compared to the control group. Our study found that stress resistance scores were lower
in BD1, BD2 and UD groups compared to the control group. Our study found that
childhood traumas negatively affect attention functions in BD1, BD2, UD and control
groups. The results of our study shows that childhood traumas have a predictive effect
on impaired attention in both healthy controls and psychiatric patients
tur
Bipolar Bozukluk
Unipolar Depresyon
Bilişsel İşlevler
Çocukluk Çağı Travmaları
Bipolar Disorder
Unipolar Depression
Cognitive Functions
Childhood Trauma
Duygudurum bozukluklarında çocukluk çağı tramvalarının bilişsel işlevler üzerine etkisi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/4265
2022-08-09T00:02:26Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_198
Akdemir, Erbil Mert
2022-08-08T13:12:46Z
2022-08-08T13:12:46Z
2021
http://hdl.handle.net/11684/4265
Klinik pratikte kronik ağrıya eşlik eden bilişsel yakınmalara sık olarak rastlanmaktadır. Güncel çalışmalar farklı ağrı tiplerinde farklı bilişsel bozulmaların olduğunu düşündürmektedir. Ancak nöropsikolojik test (NPT) performansı üzerine karıştırıcı etkisi olabilecek faktörlerin dışlandığı ve farklı ağrı gruplarının kontrol grubuyla birlikte değerlendirildiği çalışmalar yetersizdir. Bu çalışmanın amacı, karıştırıcı faktörler dışlanarak çalışmaya dahil edilen farklı kronik ağrı gruplarında, bilişsel işlevlerin nesnel olarak NPT performansı ile değerlendirilmesi ve kontrol grubuyla karşılaştırılmasıdır. Bu amaçla 01.10.2019-01.02.2021 tarihleri arasında ESOGÜ Tıp Fakültesi Algoloji (Ağrı) Bilim Dalı polikliniğine başvuran, kronik ağrı tanısı olan, araştırmaya dahil edilme kriterlerini karşılayan 31 fibromiyalji (FMS) tanılı, 30 nöropatik ağrı (NA) tanılı ve 30 lokalize ağrı (LA) tanılı olmak üzere toplam 91 hasta ve hasta grubuyla yaş, cinsiyet ve eğitim düzeyi açısından eşleştirilmiş 70 kontrolün klinik açıdan ve bilişsel işlevler açısından değerlendirilmesi yapılmıştır. Çalışma grubuna Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği uygulanmıştır. Bilişsel işlevler; Stroop, İz Sürme Testi A ve B, Wisconsin Kart Eşleme Testi ve Sözel Akıcılık Testi ile değerlendirilmiştir. Çalışmamızda hasta grubunda kontrol grubuna kıyasla; seçici dikkat, işlem hızı ve yürütücü işlevleri değerlendiren NPT performansında bozulmalar saptanmıştır. Ağrı şiddeti ve toplam ağrı süresi ile bilişsel işlevler arasında ilişki saptanmamıştır. Test performansında en fazla FMS grubunda bozulma saptanmıştır ve NA grubunda bozulduğu saptanan tüm alt testler FMS grubunda da bozulmuş olarak bulunmuştur. Sonuçlarımız farklı kronik ağrı tiplerinde farklı düzeylerde bilişsel bozulma varlığına işaret etmektedir. Gelecek çalışmalarda özellikle FMS ve NA grubuna odaklanmak ve NPT performansı ile birlikte fonksiyonel görüntüleme ve ağrı ile ilişkili inançlar gibi ek faktörleri değerlendirmek, kronik ağrı ve bilişsel bozulma arasındaki ilişkinin daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayabilir
Cognitive complaints accompanying chronic pain are frequently encountered in clinical practice. Current studies suggest that there are different cognitive impairments in different types of pain. However, there are insufficient studies that exclude factors that may have a confounding effect on neuropsychological test (NPT) performance and evaluate different pain groups together with the control group. The aim of this study is to evaluate cognitive functions objectively with NPT performance in different chronic pain groups included in the study by reviewing them in terms of confounding factors and to compare them with the control group. For this purpose, who applied to the outpatient clinic of ESOGU Faculty of Medicine Algology (Pain) Department between 01.10.2019-01.02.2021, who were diagnosed with chronic pain and met the inclusion criteria in the study; A total of 91 patients with a diagnosis of 31 fibromyalgia (FMS), 30 with a diagnosis of neuropathic pain (NA), and 30 with a diagnosis of localized pain (LA), and 70 controls matched in terms of age, gender and education level were evaluated clinically and in terms of cognitive functions. The Hospital Anxiety and Depression Scale was applied to the study group. Cognitive functions evaluated with; Stroop Test, Trail Making Test A and B, Wisconsin Card Sorting Test and Verbal Fluency Test. In our study compared to the control group in the patient group; Impairments were found in NPT performance, which evaluates selective attention, processing speed, and executive functions. There was no relationship between pain intensity and total pain duration and cognitive functions. The most deterioration in test performance was found in the FMS group, and all subtests found to be impaired in the NA group were also found to be impaired in the FMS group. Our results indicate the presence of different levels of cognitive impairment in different types of chronic pain. In future studies, focusing especially on the FMS and NA group and evaluating additional factors such as functional imaging, pain-related beliefs along with NPT performance may contribute to a better understanding of the relationship between chronic pain and cognitive impairment
tur
Kronik Ağrı
Fibromiyalji
Nöropatik Ağrı
Bilişsel İşlev
Chronic Pain
Fibromyalgia
Neuropathic Pain
Cognitive Function
Kronik ağrı hastalarında bilişsel işlevlerin değerlendirilmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/4296
2022-08-10T00:02:33Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_198
Güzel, Başak
2022-08-09T05:35:31Z
2022-08-09T05:35:31Z
2021
http://hdl.handle.net/11684/4296
Obezite, günümüzde önlenebilir ölümlerin sigaradan sonra gelen ikinci en önemli nedenidir. Güncel çalışmalar obezitenin aynı zamanda zihinsel bir yanının olduğunu düşündürmekte olup obezitenin zihinsel yönü ve bunun biyokimyasal ve nörobilişsel özellikleriyle ilişkisine dair yapılmış çalışmalar yetersizdir. Bu çalışmanın amacı obezitede görülen yeme tutum ve davranışlarını saptamak, leptin, ghrelin ve HOMA-IR değerlerini ölçmek, karar verme süreçlerini de kapsayan bilişsel işlevleri incelemek ve bu parametreler arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktır. Bu amaçla 01.06.2020-15.10.2020 tarihleri arasında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Endokrinoloji Polikliniği’ne başvuran obezite hastalığı olan ve araştırmaya dahil edilme kriterlerini karşılayan 73 hasta ve hasta grubuyla yaş, cinsiyet ve eğitim düzeyi açısından eşleştirilmiş 72 kontrolün antropometrik ölçümleri yapılmış, leptin, ghrelin ve HOMA-IR değerleri ölçülmüş, katılımcılara yeme tutum ve davranışlarını ölçen ölçekler ve Cambridge Neuropsychological Test AutomatedBattery’ye ait 5 nörobilişsel test uygulanmıştır. Çalışmamızda obezite grubunda duygusal yeme davranışı anlamlı düzeyde fazla saptanmış olup nörobilişsel testlerden sensorimotor işlev, risk ayarlaması, sürekli dikkat ve işlem belleği fonksiyonları anlamlı olarak düşük saptanmıştır. Leptin ve HOMA-IR ile duygusal yeme arasında pozitif ilişki gösterilmiş olup ghrelin ve duygusal yeme arasında tutarlı bir ilişki saptanamamıştır. Ayrıca leptin ve HOMA-IR ile risk ayarlaması parametresi arasında da pozitif ilişki gösterilmiş olup çalışmamız obezitede bu korelasyonu gösteren bildiğimiz ilk çalışmadır. Sonuçlarımız obezitenin zihinsel yönünün, bu kişilerde var olan risk ayarlaması konusundaki zorlanmanın katkı sağladığı bir emosyon regülasyon problemi olduğunu göstermektedir
Obesity is currently second only to cigarette smoking as a leading cause of preventable death. Current studies suggest that obesity also has a mental aspect, and studies on this aspect of obesity and its relationship with its biochemical and neurocognitive features are insufficient. The aim of this study is to determine eating attitudes and behaviors in obesity, to measure leptin, ghrelin and HOMA-IR values, to examine cognitive functions including decision-making processes, and to reveal the relationship between these parameters. For this aim, patients who were diagnosed with obesity from Eskisehir Osmangazi University Hospital Endocrinology Outpatient Clinic between the dates 01.06.2020-15.10.2020 participated in the study. Cambridge Neuropsychological Test Automated Battery and scales to assess eating patterns were applied to 73 patients with obesity and 72 healthy controls matched for age, sex and education level. Anthropometric parameters, leptin, ghrelin and HOMA-IR levels were measured. In our study, emotional eating behavior was found to be significantly higher in the obesity group compared to the control group, and sensorimotor function, risk adjustment, sustained attention and working memory functions were found to be significantly lower in neurocognitive tests. A positive correlation has been shown between leptin and HOMA-IR and emotional eating, but the correlation between ghrelin and emotional eating was inconsistent. Inaddition, a positive correlation was shown between leptin and HOMA-IR and the risk adjustment parameter, which to our knowledge, this is the first study showing this correlation in obesity. These results indicate that the mental aspect of obesity is an emotion regulation problem contributed by the difficulty in risk adjustment in these individuals
tur
Obezite
Duygusal Yeme
Leptin
Bilişsel İşlev
Obesity
Emotional Eating
Obezitede yeme tutum ve davranışlarının; homa-ır, leptin, ghrelin değerleri ve karar verme süreçleri ile ilişkisinin incelenmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/4086
2022-08-03T00:01:03Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_198
Gündoğdu, İlknur
2022-08-02T12:50:18Z
2022-08-02T12:50:18Z
2021
http://hdl.handle.net/11684/4086
Bu çalışmanın amacı İki Uçlu Duygudurum Bozukluğu (İUDB) tanısı ile takip edilen ve baskın polarite özelliği gösteren ve göstermeyen hastaların sosyodemografik ve klinik verileri, işlevsellikleri ve ilaç uyumları yönünden karşılaştırılması ve bu hastaların sürdürüm tedavileri açısından değerlendirilmesidir. 01.10.2020 tarihi ile 28.02.2021 tarihleri arasındaki 5 aylık sürede Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi (ESOGÜ) Psikiyatri Bölümü İUDB takip polikliniğine başvuran ve ESOGÜ İstatistik Anabilim Dalı tarafından yapılan güç analizi sonuçlarına göre ardışık olarak her 3 grup için 63 hasta olacak şekilde, çalışmaya dahil edilme kriterlerini karşılayan, çalışmaya katılmayı kabul ettiğine dair yazılı onam veren, ötimik dönemde olan İUDB tanılı toplam 189 hasta çalışmaya alınmıştır. Baskın polarite tanımına göre bunların 63’ü manik baskın polarite (MBP) grubuna, 63’ü depresif baskın polarite (DBP) grubuna ve 63’ü ise belirsiz polarite (BP) grubuna dahil edilmiştir. Çalışmamızda MBP, DBP ve BP grupları arasında sosyodemografik verilerden cinsiyet, çalışma durumu, eğitim düzeyi, ailede hastalık öyküsü açısından; klinik verilerden ilk hastalık yaşı, yatış sayısı, sigara ve madde kullanımı, ilk atak tipi, toplam atak sayısı, atak frekansı açısından; ilaç uyumu, işlevsellik ve sürdürüm tedavileri açılarından istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar saptanmıştır. Sosyodemografik ve klinik veriler ile ilaç uyumu, işlevsellik ve sürdürüm tedavilerinin ilişkisi her grup için ayrı olarak incelendiğinde istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar saptanmıştır. Çalışmamızda baskın polaritenin bir klinik gidiş belirleyici olabileceği ve sürdürüm tedavisi belirlenirken dikkate alınması gereken bir parametre olduğu önerileri desteklenmiştir
The aim of this study is to compare sociodemographic and clinical data, functionality and drug compliance of patients with predominant polarity and unclear polarity, followed up with the diagnosis of Bipolar Disorder(BD), and to evaluate these patients in terms of their maintenance therapy. During the 5-month period between 01.10.2020 and 28.02.2021, according to the results of the power analysis performed by the ESOGU Statistics Department, a total number of 189 patients in the euthymic stage with a diagnosis of BD, who applied to the Eskişehir Osmangazi University Faculty of Medicine (ESOGU) Psychiatry Department IUDB follow-up polyclinic and met the inclusion criteria and gave written consent to participate in the study, 63 patients for each 3 groups were included in the study consecutively. According to the predominant polarity definition, 63 of them were included in the manic predominant polarity (MBP) group, 63 in the depressive predominant polarity (DBP) group, and 63 in the uncertain polarity (BP) group. In our study, among the MBP, DBP and BP groups statistically significant differences were found in terms of sociodemographic data, gender, employment status, education level, and family history of disease; in terms of clinical data age at first disease, number of hospitalizations, smoking and substance use, first episode type, total number of episode, frequency of episodes; drug compliance, functionality and maintenance treatments. When the relationship between sociodemographic and clinical data and drug compliance, functionality and maintenance treatments were examined separately for each group, statistically significant differences were found. In our study, the suggestions that the predominant polarity may be a determinant of the clinical course and a parameter that should be taken into consideration when determining the maintenance treatment were supported
tur
İki Uçlu Duygudurum Bozukluğu
Baskın Polarite
İşlevsellik
İlaç Uyumu
Sürdürüm Tedavisi
Bipolar Mood Disorder
Predominant Polarity
Functionality
Medication Adherence
Maintenance Therapy
İki uçlu duygudurum bozukluğunda baskın polarite gösteren hastaların sosyodemografik özellikler, baskın polaritenin klinik etkileri ve sürdürüm tedavileri açısından değerlendirilmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3211
2022-06-16T00:02:30Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_198
Gökçeoğlu, Reha
2022-06-15T06:13:11Z
2022-06-15T06:13:11Z
2021
http://hdl.handle.net/11684/3211
Bipolar bozukluk (BB) ve majör depresyon
(MD)’un remisyon döneminde bilişsel işlev bozukluklarının devam ettiğini gösteren
birçok çalışma mevcuttur. İntihar girişiminin de bilişsel işlevlerde bozulmaya yol açan
faktörlerden biri olduğu düşünülmektedir. Bu çalışmanın amacı, intihar girişimi olan
ve olmayan remisyondaki BB ve MD hastalarının bilişsel işlevlerini karşılaştırmak;
hastalıkların ve intiharın bilişsel işlevler üzerindeki etkisini değerlendirmektir. Bu
amaçla 01.06.2020-01.03.2021 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Psikiyatri Anabilim
Dalı polikliniklerine başvuran, klinik görüşme ile DSM-5 tanı kriterlerine göre BB ve
MD tanısı konan, remisyonda olan ve araştırmaya dahil edilme kritlerlerini karşılayan
19 intihar girişimi olan BB, 21 intihar girişimi olmayan BB, 21 intihar girişimi olan
MD, 19 intihar girişimi olmayan MD ve 20 sağlıklı kontrole Cambridge
Neuropsychological Test Automated Battery’ye ait 6 nörobilişsel test uygulanmıştır.
Çalışmamızda BB ve MD gruplarının yürütücü işlevler, işlem belleği ve duygu tanıma
becerilerini içeren bilişsel işlevlerinde sağlıklı kontrollere göre daha düşük performans
gösterdiği, intihar girişiminde bulunan katılımcıların yürütücü işlevler ve duygu
tanıma yetisinde kayıp yaşadığı saptanmıştır. Atak periyodlarının kısa olması bilişsel
işlevlerdeki kayıpla ilişkili görünmektedir. İntihar girişiminde bulunan grubun korku
ve mutluluk duygusunu tanımakta zorlandığı, intihar girişimi olmayan grubun ise
tiksinme ve öfke duygularını tanımakta zorlandığı saptanmıştır. Çalışmamızın
sonuçları, intihar girişiminin nörobilişsel performansta daha fazla performans kaybına
yol açtığını göstermektedir
In the up-to-date literature, there are many studies showing that cognitive
dysfunctions continue in the remission period of bipolar disorder (BD) and major
depression (MD). Suicide attempt is thought to be one of the factors that lead to
deterioration in cognitive functions. The aim of this study was to compare the cognitive
functions of BD and MD patients in remission with and without suicide attempt; to
evaluate the effect of diseases and suicide on cognitive functions. For this aim,
01.06.2020- 01.03.2021, who applied to the outpatient clinics of Eskişehir Osmangazi
University Psychiatry Department, were diagnosed with BD and MD according to the
DSM-5 diagnostic criteria by clinical interview, were in remission and met the criteria
for inclusion in the study, 19 BD patients who attempted suicide, 21 BD patients
without suicide attempt, 21 MD patients who attempted suicide, 19 MD patients
without suicide attempt, and 20 healthy controls were included in the study. 6
neurocognitive tests of Cambridge Neuropsychological Test Automated Battery were
applied. In our study, it was determined that the BD and MD groups performed lower
than the healthy controls in cognitive functions including executive functions, working
memory and emotion recognition skills, and the participants who attempted suicide
had more impairment, especially in executive functions and emotion recognition. The
short attack periods seem to be related to the impairment in cognitive functions. It was
determined that the group that attempted suicide had difficulty in recognizing the
feelings of fear and happiness, while the group that did not attempt suicide had
difficulty in recognizing the feelings of disgust and anger. The results of our study
show that suicide attempt causes more performance loss in neurocognitive
performance
tur
Bipolar Bozukluk
Majör Depresyon
Bilişsel İşlev
Bipolar Disorder
Major Depression
Cognitive Function
İntihar girişimi olan ve olmayan majör depresyon ve bipolar bozukluk tanılı hastalarda bilişsel işlevlerin değerlendirilmesi
physicsThesis