2024-03-29T00:00:54Z
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/oai/request
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/370
2016-04-21T00:00:06Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_197
00925njm 22002777a 4500
dc
Aydın, Nevin
author
2016
Bu çalışmanın amacı prospektif olarak, östaki tüp (ÖT) kartilajını 3Tesla (3T) Manyetik Rezonans (MR) ile görüntülemek, orta kulak hastalığı olanlarla orta kulak hastalığı olmayanları kıyaslamaktır. Bu çalışmaya hasta ve kontrol grubu olarak sırasıyla 56 orta kulak hastalığına sahip kulak ve 100 orta kulak hastalığına sahip olmayan kulak dahil edildi, hastaların yaş grubu 18-65 yaş aralığındaydı. Her hastaya aksiyel 3D Multiple Echo Recombined Gradient Echo (MERGE) sekansı uygulanıp parasagittal planda kesitler elde edildi. ÖT kartilajı morfolojik olarak 1'den 3'e kadar skorlandı. ÖT kartilaj intensitesinde heterojeniteye neden olan dejeneratif değişiklikler 0'dan 2'ye kadar grade'lendi. ÖT kartilajının medial laminası en kalın yerinden ölçüldü. Aksiyel kesitte kartilaj orta kesimi seviyesinde ÖT lümen çapı ölçüldü. Hasta ve kontrol grubunda yaş, cinsiyet, ÖT kartilajı medial laminası kalınlığı açısından anlamlı farklılık yoktu. ÖT lümen çapı hasta grubunda kontrol grubuna göre daha düşük olarak bulundu. Hasta grubunda skor sayısı arttıkça hasta sayısının yüzdesinin azaldığı ve bunun anlamlı olduğu bulundu. Dejenerasyon grade'i arttıkça hasta sayısının yüzdesi artmaktaydı. Hasta ve kontrol grubunda skor arttıkça yaş farkı gözlenemedi. Skor ve kalınlık ölçümleri açısından Skor 2'de olanlardan hasta grubundakiler kontrol grubuna göre daha fazla kalınlık göstermekte iken, Skor 1 ve Skor 3'de hasta ve kontrol grubunda anlamlı farklılık bulunamadı. Her üç skorda da lümen çapı hasta grubunda kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha düşük bulundu. Hasta ve kontrol grubunda dejenerasyonla yaş arasında anlamlı farklılık bulunamadı. Hasta grubunda dejenerasyonu olan hastalar arasında skor ile grade'leme arasında anlamlı fark bulunamadı. Sonuç olarak, 3T MR inceleme ÖT kartilajı gibi küçük ama önemli bir anatomik ve cerrahi lokalizasyonu değerlendirmeyi sağlamakta, orta kulak hastalıklarının tedavisinde uygulanabilecek yeni tedavi yöntemlerine yol göstermektedir.
The purpose of this study was to prospectively assess eustachian tube(ET) cartilage with 3Tesla (3T) Magnetic Resonance (MR) and compare the normal individuals' cartilage with the middle ear diseased individuals' cartilage. The study included 56 ears with middle ear disease as the patient group and 100 ears without middle ear disease as the control group. The patients' age ranged from 18 to 65 years. Axial 3D Multiple Echo Recombined Gradient Echo (MERGE) sequence and oblique parasagittal planes were obtained. The visualization of the ET cartilage on the MR images was assessed using a three-point numeric rating score. Degenerative changes were assessed using three-point grade. Medial laminal thickness was measured. In axial plane, ET lumen's diameter was calculated in the midportion of the cartilage. There were no significant difference between patient group and control group according to age, gender and ET cartilage medial laminal thickness. In the patient group ET lumen's diameter was significantly lower than the control group and when the numeric rating score increased, the percent of the patient number decreased. Grade of the degenerative changes increased, percent of the patient number increased. When the score increased in both group, there was no significant difference in age. According to score and medial laminal thickness, in the Score 2 group, medial laminal thickness was greater in patient group than control group. In the Score 1 and 3 group, there were no significant difference between both groups. Each three score group, ET lumen diameter was significantly lower in patient group. There were no correlation between degeneration grade and age in both groups, degeneration grade and score in patient groups. In conclusion, 3T MRI provides evaluation of ET cartilage which is small but important anatomical localization and important surgical landmark. MR imaging has the potential role to provide essential information prior to new surgical treatment of middle ear disease on ET.
Aydın, N. Östaki tüp kartilajının 3T MR ile değerlendirilmesi, normal bireyler ile orta kulak hastalığı olan bireylerde karşılaştırılması. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2015
http://hdl.handle.net/11684/370
3Tesla Manyetik Rezonans Görüntüleme
Östaki Tüp Kartilajı
3T MRI
ET Cartilage
Östaki tüp kartilajının 3T mr ile değerlendirilmesi ve normal bireyler ile orta kulak hastalığı olan bireylerde karşılaştırılması
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/399
2016-05-11T00:00:28Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_197
00925njm 22002777a 4500
dc
Kökçüoğlu, Mehmet Ali
author
2015
Ġnsanlık tarihi boyunca toplumlarda farklı sıklıkla görülen intihar olayları, sadece ruh sağlığı uzmanlarını ilgilendiren bir konu olmayıp, evrensel bir sorundur. ÇalıĢmamızda, EskiĢehir ilinde 2001-2011 yılları arasında meydana gelen ve Anabilim Dalımız tarafından otopsisi yapılan toplam 399 olgunun sosyodemografik özellikleri, intihar Ģekilleri, intihar edilen zaman dilimleri, intihar edilen mekan risk faktörler analiz edilmiĢtir. ÇalıĢmamızdaki 399 olgunun % 71,4’ünün erkek (n=285), %28,6’sının kadın (n=114) olduğu, erkek/kadın oranın 2,5 olduğu saptanmıĢtır. Olguların en küçüğünün 16, en büyüğünün 71 yaĢında olduğu, olguların %7,5’sının (n=31 kiĢi) 18 yaĢ ve altındaki çocuklar olduğu, olguların % 9’unun (n=36 kiĢi) 65 yaĢ ve üzerinde olduğu, en yaĢlı kiĢinin de 71 yaĢında olduğu belirlenmiĢtir. Medeni durum açısından intihar eden olguların 207’si (% 51.9) evli, 145’i (% 36.3) bekar, 32’sinin (% 8.0) eĢi ölmüĢ, 15’i (% 3.8) boĢanmıĢ durumdadır. olguların % 53’ünün (n=183) aktif çalıĢma hayatında olmadığı saptandı. Olguların % 61,9’unun (n= 247) ası yöntemiyle, % 14,3’ünün (n= 57) ateĢli silah ile, % 10,8’inin (n=43) yüksekten atlayarak, % 8,8’inin (n=35) toksik madde ile, % 2,7’sinin (n= 11) suya atlayarak, % 1,5’inin (n=6) tren yoluna atlayarak intihar ettiği belirlenmiĢtir. 168 olgunun (% 42,1) intihar mektubu, sms veya sosyal paylaĢım siteleri aracılığıyla intihar notu bıraktığı saptandı. Aktif çalıĢma hayatında olmamanın en fazla görülen risk faktörü olduğu belirlenmiĢtir. Dolayısıyla istihdamın arttırılması ve iĢsizliğin azaltılmasının intihar oranını önemli ölçüde azaltacağı düĢünülmektedir. Özelikle kadın istihdamının arttırılması ile kadın intiharlarının azalacağı, intihar giriĢimi öyküsü olan veya kendisindeki ruhsal rahatsızlık nedeniyle intihara yatkın olan kiĢilerin takipleri sağlanmalıdır. Bu amaçla psikiyatri servislerinin, baĢta hekim sayısı olmak üzere yardımcı sağlık personeli ve alt yapı hizmetlerinin geliĢtirilmesi gerekir.
Suicides which are seen in a different
frequency in the communities throughout the history of humanity, not an issue that
concern only mental health professionals, it is a universal problem. in this study,
sociodemographic characteristics, suicide styles, suicide time zones, risk factors of
suicide places of 399 cases which were happened between the years 2001-2011 and
conducted the autopsy by our department were analyzed. In the study, 71,4% are
male (n:285), 28,6% are female (n:114) of 399 suicide cases and male/female ratio is
found as 2,5. The youngest case is 16 years old and the oldest case ise 71 years old.
7,5% of cases (n:31) were found as 18 years old and under, %9 of cases (n:36) were
found 65 years old and over. 207 cases (51,9%) are married, 145 cases (36,3%) are
single, 15 cases (3,8) are divorced and 32 cases (8%) are widowed. 53% of cases
(n:183) were found out of active working life. 61,9% (n:247) were found hanging,
14,3% (n:57) were found gunshot injury, 10,8% (n:43) were found high jump injury,
8,8% (n:35) were found taking toxic substances, 2,7% (n:11) were found drowning,
1,5% (n:6) were found jumping over the rail as a suicide method. It was determined
that 168 cases (42,1%) left suicide note with sms or social networks. Not being in
active working life was found to be the most common risk factor. Thus it is expected
to reduce the suicide rate by increasing the rate of employment and reducing
unemployment. Especially female suicide should be reduced by increasing women's
employment and cases with a history of suicide attempt or mental illness should be
followed. For this purpose, psychiatric services need to be developed related with the
number of physicians, support healthcare personals and infrastructure services.
Kökçüoğlu, M.A. 2001-2011 Yılları Arasında ESOGÜ Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Tarafından Otopsisi Yapılan İntihar Vakalarının Araştırılması. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2015.
http://hdl.handle.net/11684/399
İntihar
Adli Tıp
Otopsi
Suicide
Forensic Medicine
Autopsy
2001-2011 yılları arasında ESOGÜ Tıp Fakültesi Adli Tıp anabilim dalı tarafından otopsisi yapılan intihar vakalarının araştırılması
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/547
2016-07-26T00:00:43Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_197
00925njm 22002777a 4500
dc
Şimşek, Sevtap
author
2015
Bu çalışmanın amacı biyopsi sonucu rektum adenokarsinomu
tanısı alan hastalarda prospektif olarak 3 Tesla manyetik rezonans görüntüleme
(MRG) ile T ve N evrelemesi yapmak, neoadjuvan kemoradyoterapi (KRT) alan
hastalarda neoadjuvan KRT’nin etkinliğini ve tümör regresyonunu tahmin
edebilmektir. Bu çalışmaya 28 hasta (hastaların 14’ü operasyondan önce KRT aldı)
dahil edildi. 3Tesla MRG ile T ve N evrelemesi yapıldı. Neoadjuvan KRT alan
hastalarda KRT sonrası, operasyon öncesi tekrar MRG tetkiki yapıldı. Tüm hastalara
difüzyon ağırlıklı görüntüleme çalışıldı ve apparent diffusion coefficient (ADC)
haritası çıkarıldı. T evrelemesinde ekstramural invazyonu değerlendirmede duyarlılık
%95, özgüllük %67, doğruluk oranı %86 olarak bulundu. MRG ekstramural
invazyonu saptamada neoadjuvan KRT almayan hastalarda, neoadjuvan KRT alan
hastalara göre daha başarılıydı (doğruluk oranı sırasıyla %93, %79). N evrelemesi
DAG, T2AG ile ve iki yöntem beraber olarak değerlendirildi. Lenf nodu metastazı
varlığını saptamada doğruluk oranları DAG ve DAG+T2AG’nin, T2AG’den daha
yüksek bulundu (sırasıyla %75,%75,%71). Neoadjuvan KRT’nin etkinliğini
değerlendirmek amacıyla tümörün ADC değerleri pre-KRT ve post-KRT MRG’de
hesaplandı. Tümör regresyon grade analizine göre iyi yanıt gösteren hastalarda
ortalama post-KRT ADC ve iki MRG’de ölçülen ADC’lerin ortalama farkı (ΔADC)
kısmi yanıt gösteren hastalardan anlamlı olarak daha yüksekti (sırasıyla p=0,019,
p=0,02). ΔADC için cut-off değeri 0,26x10-3 mm2/sn alındığında duyarlılık %90,
özgüllük %100, doğruluk oranı %93 ve p değeri <0,001 bulundu. Sonuç olarak,
3Tesla MRG rektum kanserinin T evrelemesinde ekstramural invazyonu belirlemede
yüksek doğruluk oranına sahiptir. N evrelemesinde DAG ve T2AG’nin birlikte
kullanılması doğruluk oranını artırmaktadır. DAG ve ADC neoadjuvan KRT’ye
yanıtı değerlendirmede yüksek prediktif değere sahiptir.
The purpose of this study was to prospectively assess
the T and N staging in rectal adenocancer with 3 Tesla magnetic resonance imaging
(MRI), and to evaluate the tumor response to neoadjuvant chemoradiotherapy (CRT).
Twenty eight patients (14 patients underwent preoperative neoadjuvant CRT while
14 patients did not) included in the study. T and N staging were assessed in all
patients. The patients who underwent neoadjuvant CRT were reevualuated
preoperatively after completion of CRT. Diffusion weighted imaging (DWI) was
performed and apparent diffusion coefficient (ADC) map was analyzed in all
patients. In the prediction of extramural invasion with 3 Tesla MRI, the sensitivity,
specificity and diagnostic accuracy were 95%, 67% and 86% respectively. The
diagnostic accuracy of MRI for extramural invasion in the patients who did not have
neoadjuvant CRT (93%) than who had neoadjuvant CRT (79%). N staging was
assessed with DWI, T2WI and DWI+T2WI. The diagnostic accuracy in predicting a
nodal metastasis for DWI, T2WI and DWI+T2WI were 75%, 75%, %71,
respectively. Apparent diffusion coefficients (ADCs) in the pre-CRT MRI and post-
CRT MRI were calculated and compared between the good response group and the
partial response group. The mean post-KRT ADC and the mean absolute differences
ADC (ΔADC) were significantly higher in the good response group (p=0,019,
p=0,02, respectively). An ΔADC cut-off value of 0,26x10-3 mm2/sn had 90%
sensitivity, 100% specificity, 93% diagnostic accuruacy (p <0,001). In conclusion,
3Tesla MRI had high accuracy for the prediction of T staging and extramural
invasion. Adding DWI to convantional MRI yields better diagnostic accuracy than
use of conventional MRI alone in the evaluation of N staging. DWI and ADC have
high predictive value in the evaluation of tumor response to neoadjuvant
chemoradiation.
http://hdl.handle.net/11684/547
3Tesla Manyetik Rezonans Görüntüleme
Difüzyon Ağırlıklı Görüntüleme
Neoadjuvan Kemoradyoterapi
Rektum Kanseri
3Tesla Magnetic Resonance Imaging
Diffusion Weighted Imaging
Neoadjuvant Chemoradiotherapy
Rectum Cancer
Rektum kanserinde 3 tesla MR ile evreleme ve neoadjuvan kemoradyoterapinin etkinliğini değerlendirme
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/698
2016-12-01T01:00:49Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_197
00925njm 22002777a 4500
dc
Çelik, Levent
author
2014
Bu çalıĢmanın amacı solid renal kitlelerin
çok fazlı multidedektör BT görüntüleme ile bazı morfolojik ve kontrastlanma
özelliklerine göre subtiplendirilmesiydi. Bu çalıĢmada nefrektomi (radikal veya
parsiyel) yada biyopsi sonrasında tanı almıĢ 86 hastadaki 86 kitle değerlendirildi. 7
renal kitle subtipi (58 berrak hücreli, 7 papiller,7 kromofob, 4 üretelyal, 4 metastaz,
3 onkositoma, 3 anjiyomyolipom) çalıĢmaya dahil edildi. Bu 7 subtip için yaĢ,
cinsiyet, lezyon boyutları, kalsifikasyon varlığı, büyüme paterni, tümör-parankimal
arayüz, kontur, heterojenite, kontrastlanma paterni, ve kontrastlanma derecesi
incelendi.Ġstatistiksel analiz BHRHK (berrak hücreli RHK) ve Non BHRHK
(papiller ve kromofob RHK) subgrupları arasında yapıldı. RHBHK gurubu her iki
fazda Non BHRHK grubundan daha fazla kontrastlanma göstermekteydi. BHRHK
gurubunu Non BHRHK grubundan ayırmak için kortikomedüller fazdacut-off değeri
düzeltilmiĢ atenüasyon değeri için 79 HU, standardize değer için 0,31 ,kontastlanma
farklılığı değeri için 47 HU, rölatif kontrastlanma değeri için 2,54 alındığında
sırasıyla %93, %93, %94, %95 tanısal doğruluk göstermekteydi. Ayrıca ekskresyon
fazında cut-off değeri düzeltilmiĢ atenüasyon değeri için 81 HU, standardize değer
için 0,67 ,kontastlanma farklılığı değeri için 40 HU, rölatif kontrastlanma değeri için
2,28 alındığında sırasıyla %80, %80, %81, %72 tanısal doğruluk
göstermekteydi.BHEHK ile Non BHRHK gruplarının kontrastlanma paternleri
arasında istatistiksel anlamlı farklılık mevcuttu (p<0,05). BHRHK grubu (%75)
washout gösterme eğiliminde iken Non BHRHK grubu (%92) sıkılıkla plato veya
progresif kontrastlanma paterni göstermekteydi. BHRHK gurubu (%79) sıklıkla
mikst tip ve kistik predominant tip heterojenite göstermekte iken Non BHRHK
(%85) sıklıkla homojen ve solid predominant tip heterojenite göstermekteydi.
The aim of this study was to
determine the subtypes of solidrenal masses with multiphase multidedectorCT
imaging according to some morphological and contrast
enhancementfeatures.Inthisstudy, 86 patients with 86 masses with a diagnosis
afternephrectomy (radicalorpartial) or biopsy wereevaluated.7 subtypes of renal
mass (58 clear cell, 7 chromophob, 7 papillary, 4urothelial, 4 metastases, 3
oncytoma, and 3 angiomyolipoma) included the study. For 7 subtypes lesion
dimensions,existence of calcification,growth pattern, tumor-parenchymal interface,
contour, heterogenity,contrast enhancement pattern and degree of contrast
enhancement wereexamined. Statistical analysis were done between BHRHK (clear
cell RCC) and Non BHRHK (papillary and chromophob RCC) subgroups of
RCC.RHBHK group showed more contrast enhancement than the Non BHRHK
group in both 2 phases.The diagnostic accuracy for differentiation of BHRHK group
from the Non BHRHK group were of 93% , 93%, 94% and %95 whencorrected
attenution value of 79HU, standardized value of 0,31, contrast enhencament
difference value of 47 HU, relative enhencament value of 2,54 was used as the cutoff
value in the corticomedullary phase respectively. Alsoa diagnostic accuracy were
80%, 80%, 81% and 72% when corrected attenution value of 81 HU, standardized
value of 0,67, contrast enhencament difference value of 40 HU, relative enhencament
value of 2,28was used as the cut-off valuein the excretory phase respectively.
According to contrast enhancement pattern there was a statistically significant
difference between BHRHK and Non BHRHK groups (p<0,05).BHRHK group
(75%) tended to show a washout whereas Non BHRHK group (92%) usually
showed plateau or progresive enhancement pattern. BHRHK group (79%) usually
showed mixt type and cystic predominat type heterogenity whereas Non BHRHK
group (85%) usually showed homogen and solid predominant type heterogenity.
Çelik, L. Renal kitlelerin karakterizasyonunda çok fazlı multidedektör BT nin yeri. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2014.
http://hdl.handle.net/11684/698
Renal Hücrelikarsinom
Histolojik Subtip
Klinikopatolojik Özellikler
Renalcellcarcinoma
Histologicalsubtype
Clinicopathologicfeatures
Renal kitlelerin karakterizasyonunda çok fazlı multidedektör BT nin yeri
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/742
2016-12-07T01:00:09Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_197
00925njm 22002777a 4500
dc
Vural, Hasan
author
2014
Bu çalışmada diabetik nefropatinin değişik dönemlerinde olan Tip-2 diabetik hastalarda renal Doppler ultrasonografi ile intrarenal arterlerin rezistivite indeksi (Rİ), pulsalite indeksi (Pİ) değerlerinin ve B-mod gri skala ultrasonografi ile böbrek boyutu, parankim kalınlığını ölçerek klinik takipteki yerlerini göstermek amaçlanmıştır. 63 Tip-2 diabetes mellitus hastası ve 29 sağlıklı kişiden oluşan kontrol grubu çalışmaya dahil edilerek hasta ve kontrol grubunun Rİ ve Pİ değerleri arasındaki istatistiksel fark incelendi. Diabetik hastalar Glomerüler filtrasyon hızı (GFR) değerlerine göre 5 gruba ayrıldı. Hasta gruplarında Doppler indeksleri (Rİ, Pİ) karşılaştırılarak istatistiksel fark incelendi. Ayrıca diabetik hastalar diabet süresine göre 5 yıl altı, 5yıl ve 9 yıl arası, 10 yıl ve üzeri şeklinde subgruplara ayrılarak diabet süresinin Doppler indeksleri üzerine etkisi incelendi. Doppler indeksleri ile serum kreatinin, kan üre nitrojeni (BUN) ve GFR değerleri arasındaki ilişki değerlendirildi. Diabetik hastalarda ortalama Rİ 0,71±0,06 ve ortalama Pİ 1,51±0,37, kontrol grubunda ortalama Rİ 0,62±0,04 ve ortalama Pİ 1,18±0,11 olarak bulunmuş olup anlamlı istatistiksel fark saptanmıştır. Diabetik nefropatinin progresyonu ile birlikte yükselmiş Rİ ve Pİ değerleri izlendi. Rİ ve Pİ değerleri ile serum kreatinini, BUN arasında pozitif yönde, GFR ile negatif yönde istatistiksel anlamlı korelasyon saptandı. Diabetik hasta ve kontrol grubu olgularında B-mod ultrasonografi bulguları (böbrek uzunluğu, parankim kalınlığı) kıyaslandığında istatistiksel anlamlı farklılık saptanmadı. Diabet süresinde artış ile birlikte Rİ ve Pİ değerlerinde yükselme izlenmiştir. Sonuç olarak, Doppler indeksleri, biyokimyasal veriler ile birlikte Tip-2 diabetik hastalarda diabetik nefropatinin progresyonunu belirlemede faydalı bilgiler vermektedir. Ancak B-mod US bulguları, diabetik nefropatide intrarenal Doppler indeksleri kadar klinik öngörüsel değere sahip gözükmemektedir.
This study was conducted to investigate the roles of Doppler and the B- mode sonography in the clinical follow up of the patients with type-2 diabetes mellitus at different clinical nephropathy stages. 63 patients with type-2 diabetes mellitus and 29 healthy controls were included in this study to assess the statistical relationship between RI and PI values of patients. Diabetic patients were categorized into 5 groups, according to their glomerular filtration rates (GFRs). Doppler indices (RI, PI) of these diabetic groups were compared and the statistical differences were assessed. Diabetic patients were also categorized into three groups according to the duration of the disease process and the affect of the disease duration on the Doppler indices were investigated. The relationships between serum creatinine, blood urea nitrogen (BUN) levels and GFR values and the Doppler indices were also assessed. The mean RI±SD and PI±SD values for the diabetic nephropathy group were 0.71±0.06 and 1.51±0.37, respectively. The mean RI±SD and PI±SD values for the control group were 0.62±0.04 and 1.18±0.11, which were statistically different than the diabetic group. A trend was found for the mean RI and PI values to be higher with the progression of the nephropathy. RI and PI values and the serum creatinine and BUN levels were positively correlated; a negative correlation was found between the GFR values and the Doppler indices. B- mode ultrasonography findings (kidney length, parenchymal thickness) of the diabetic group and the control group didn’t show any statistical difference. In conclusion, Doppler sonography indices, along with the biochemical data, provide useful information in evaluating disease progression of type- 2 diabetic patients. B- mode sonography findings appear to be less valuable than the intrarenal Doppler indices with respect to their abilities to predict the clinical outcome of diabetic nephropathy.
Vural, H. Diabetik nefropatisi olan Tip-2 diabetes mellitus hastalarında renal Doppler ve B-mod ultrasonografi bulgularının diabetik nefropati evresi ile ilişkisi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı. Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2014.
http://hdl.handle.net/11684/742
Diabetes Mellitus
Diabetik Nefropati
Rezistivite İndeksi
Dupleks Ultrasonografi
Diabetes Mellitus
Diabetic Nephropathy
Resistivity Index
Dupleks Ultrasonography
Diabetik nefropatisi olan tip-2 diabetes mellitus hastalarında renal doppler ve B-MOD ultrasonografi bulgularının diabetik nefropati evresi ile ilişkisi
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/760
2016-12-10T01:00:30Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_197
00925njm 22002777a 4500
dc
Çelik, İzlem Kıran
author
2014
Bu çalıĢmanın amacı;
ÇKBTA ile PAH‟ın alt ekstremite arteriyel ağacındaki dağılımının belirlenmesi ve
tedavi planına yönelik kalitatif ve kantitatif bilgilerin sunulmasıdır. ÇalıĢmada 250
olguya ait aortoiliyak sistem ve alt ekstremite arteriyel ağacı 31 segmente bölünerek
toplamda 7090 segment ÇKBTA ile değerlendirildi. Her arteriyel segmentte en fazla
darlığa yol açan plak için stenoz Ģiddeti, plak uzunluğu ve plak morfolojisi ayrı ayrı
değerlendirildi. Görüntüler birbirinden bağımsız iki ayrı gözlemci tarafından
değerlendirildi ve gözlemciler arası uyum istatistiksel olarak Kappa testi ile
belirlendi. Gözlemciler arası uyum stenoz Ģiddeti için k=0,9 ve plak uzunluğu için k=
0,9 olup mükemmel uyum saptandı. YaĢ grupları ile ateroskleroz saptanan segment
sıklığı arasında istatistiksel anlamlı iliĢki ve „çok zayıf‟ pozitif korelasyon saptandı.
Cinsiyet ile PAH saptanma sıklığı arasındaki iliĢkiye bakıldığında, çalıĢma grubunda
PAH saptanma sıklığı erkeklerde kadınlara oranla istatistiksel anlamlı olarak daha
yüksekti. Cinsiyetler arasında oklüziv plak görülme sıklığı ve plak morfolojisi
açısından istatistiksel anlamlı farklılık saptandı. PAH‟ın kadınlarda daha oklüziv
seyirli olduğu ve kadınlarda non-kalsifik plak oranının, erkeklere kıyasla istatistiksel
olarak daha yüksek olduğu sonucuna ulaĢıldı. ÇalıĢmamızda plak morfolojisi ile
stenoz Ģiddeti arasında istatistiksel anlamlı iliĢki saptanmıĢ olup grade-IV stenozlarda
non-kalsifik, grade-I stenozda ise kalsifik plaklara daha sık rastlandı. Stenoz derecesi
ile plak uzunluğu arasında istatistiksel anlamlı ve orta düzeyli pozitif korelasyon
saptanmıĢ olup grade-IV stenozda plaklar daha uzun, grade-I stenozda ise daha kısa
olarak izlendi. Ayrıca plak morfolojisi ile plak uzunluğu arasında da istatistiksel
anlamlı iliĢki saptandı ve >10 cm plakların sıklıkla non-kalsifik, <1 cm plakların ise
sıklıkla kalsifik morfolojide olduğu izlendi.
The aim of this study was to determine the distrubition
of PAD in aortoiliac system and lower extremity arteries with MDCTA to provide to
calitative and cantitative information intended for appropriate treatment plan. The
arterial supply of the aortailiac system and lower extremity was divided into 31
segments. 250 patients with 7090 segments underwent MDCTA included the study.
Arteries depicted at MDCTA were evaluated separately for degree and length of
stenosis and plaque morphology as all segments. Two readers independently
interpreted the images, and statistical analyses was performed. We used Kappa
statistics for assesment of interobserver agreement. Excellent interobserver
agreement achieved for degree (k=0,9) and length (k= 0,9) of stenosis. There was a
statisticly significant very weak positive correlation between age groups and
atherosclerotic segment frequency. There were a statisticly significant difference
between genders for incidence of PAD in favor of male patients. There were a
statisticly significant difference between genders for incidence of occlusive plaques
and plaque morphology. PAD was more occlusive course and noncalcified plaques
are more common in females compared to men. There were a statisticly significant
relationship between plaque morphology and stenosis degree. Non-calcified plaques
were more common in grade-IV stenosis and calcified plaques were more common
in grade-I stenosis. There were a statisticly significant relationship and moderate
positive correlation between stenosis degree and plaque length. In grade-IV stenosis
plaque length was likely to be longer and in grade-I stenosis plaque length was likely
to be shorter. There were a statisticly significant relationship between plaque
morphology and plaque length. Plaque morphology was mostly non-calcified in 10
cm plaques where as the plaque morphology was mostly calcified in >1 cm plaques.
Kıran Çelik, İ. Aortoiliyak Bölge ve Alt Ekstremite Aterosklerotik Arter Hastalıklarında Dağılım, Stenoz Uzunluk ve Şiddeti ile Aortoiliyak Bölge Oklüziv Hastalıklarında Kollateral Paternin Çok Kesitli BT Anjiyografi ile Değerlendirilmesi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2014.
http://hdl.handle.net/11684/760
BT Anjiyografi
Periferik Arter Hastalığı
Vasküler Görüntüleme
CT Angiograpy
Peripheral Arterial Disease
Vascular Imaging
Aortoiliyak bölge ve alt ekstremite aterosklerotik arter hastalıklarında dağılım, stenoz uzunluk ve şiddeti ile aortoiliyak bölge oklüziv hastalıklarında kollateral paternin çok kesitli bt anjiyografi ile değerlendirilmesi
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/862
2017-01-03T01:00:10Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_197
00925njm 22002777a 4500
dc
Öztunalı, Çiğdem
author
2013
Bu çalışmada temporal kemiğin yüksek rezolusyonlu BT incelemelerinde süperior ve posterior semisirküler kanal dehissensilerinin radyolojik prevalansının saptanması ve eşlik eden BT bulgularının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Ekim 2011 – Aralık 2012 tarihleri arasında çeşitli endikasyonlarla temporal kemiğin çok kesitli BT incelemesi çalışılan olguların görüntülerinin dışlama kriterlerine göre incelenmesi sonrasında bu retrospektif çalışmada toplam 509 olgunun çok kesitli temporal kemik BT incelemeleri değerlendirildi. 31 olguda ve 38 temporal kemikte süperior semisirküler kanal dehissensisi (SSKD); 16 olguda ve 20 temporal kemikte posterior semisirküler kanal dehissensisi (PSKD) saptandı. SSKD olgularının büyük bölümü süperior petrozal sinüs oluğu düzeyi ile kanal kemik çatısının posterior- apikal kesimlerinde izlendi. SSKD olgularının % 22.5‟inde ve PSKD olgularının % 25.0‟inde dehissens bilateral özellikteydi. Tek taraflı süperior semisirküler kanal dehissensisi mevcut olan olgularda kontralateral semisirküler kanal kemik çatısının kalınlığı, dehissensi izlenmeyen olgulara kıyasla anlamlı olarak ince bulundu. Süperior semisirküler kanal dehissensisi görülme sıklığı ya da semisirküler kanal çatı kalınlığının 0.5 mm veya altında olma sıklığı ile olgu yaş grupları arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı. Sonuç olarak, bu çalışmada 0.5 mm- kollimasyon kullanılarak elde edilen çok kesitli temporal kemik BT incelemelerinin multiplanar rekonstruksiyonlar ile değerlendirimi sonucunda süperior ve posterior semisirküler kanal dehissensisi prevalanslarının anatomik-histolojik çalışmalara daha yakın doğrulukla ortaya koyulabileceği görüldü. Bununla birlikte, yüksek rezolusyonlu BT teknolojisi ile dahi elde edilen semisirküler kanal dehissensisi sıklığı, histolojik çalışmalar ve cerrahi bulguların işaret ettiğinden anlamlı oranda yüksekti.
In this study, we aimed to determine the high resolution computed tomography prevalances of the superior and posterior semicircular canal dehiscences and to assess their associated radiological findings. Between October 2011 and December 2012, after the application of the exclusion criteria, a total of 509 high resolution temporal bone CT scans of patients performed with different clinical indications were evaluated. A dehiscent- appearing superior canal was seen in 31 cases and 38 temporal bones; and a dehiscent- appearing posterior canal was seen in 16 cases and 20 temporal bones. Most of the superior canal dehiscences were localized to the superior petrosal sinus groove and the apical- posterior part of the roof of the bony canal. 22.5 % and 25.0 % of the superior and posterior canal dehiscences showed bilateral manifestation, respectively. In cases with unilateral superior semicircular canal dehiscence, measurements of the thickness of the bone overlying the contralateral canal were significantly thinner than those without dehiscence. Neither the prevalance of the superior canal dehiscence nor the prevalance of bony canal thinning showed significant difference among different age groups. In conclusion, the evaluation of the prevalances of the superior and posterior semicircular canal dehiscences using 0.5 mm- collimated multisection temporal bone CT scans with multiplanar reconstructions revealed closer results to the anatomical and histological studies than the previous radiological studies. Nonetheless, even with the high resolution CT technology, prevalances of the canal dehiscences were still significantly higher than the histologic studies and the surgical findings.
Öztunalı, Ç. Temporal kemiğin çok kesitli bilgisayarlı tomografi incelemelerinde semisirküler kanal dehissensisinde görüntüleme bulguları. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı. Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2013.
http://hdl.handle.net/11684/862
Prevalans
Semisirküler Kanal Dehissensisi
Temporal Kemik
Yüksek Rezolusyonlu Bilgisayarlı Tomografi
High Resolution Computed Tomography
Temporal kemiğin çok kesitli bilgisayarlı tomografi incelemelerinde semisirküler kanal dehissensisinde görüntüleme bulguları
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/946
2017-01-25T01:00:39Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_197
00925njm 22002777a 4500
dc
Tunççekiçler, Nurgül
author
2013
Bu çalıĢma Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi hastanesinde Mayıs 2011-Mart 2013 tarihleri arasında nöroloji ve radyodiagnostik anabilim dallarında gerçekleĢtirildi. ÇalıĢmaya otuz SCA hastası ve otuz yaĢ eĢleĢtirilmiĢ sağlıklı gönüllü dahil edildi. Bu kiĢilerden 1,5 Tesla MR cihazıyla yüksek rezolüsyonlu 3D MR T1 ağırlıklı imajlar elde edildi. Görüntüler Osirix programı kullanılarak iĢlendi. Yarı otomatik volümetrik yaklaĢımla yapılarak beyin sapı ve serebellum hacimleri elde edildi. SCA hastaların klinik disfonksiyonları SARA (Skala for the Assessment and Rating of Ataxia) ve MMSE (Mini Mental State Examination) ile değerlendirildi. Ġstatistiksel analizler SPSS 20 versiyonu kullanılarak hesaplandı. Bu çalıĢmanın amacı spinoserebellar ataksisi olanlarda serebellum ve beyin sapı hacimleri ile klinik bulguların korelasyonu araĢtırmaktır. SCA hastalarında serebellum ve beyin sapı hacmi kontrol grubuna oranla düĢüktür. SARA skoru ile beyin sapı hacmi ve SARA skoru ile serebellum hacmi arasında anlamlı lineer azalma bulundu. SCA hastalarında duruĢ ve yürüyüĢ, konuĢma, ekstremitelerin kinetik fonksiyonu alt skorları yükseldikçe serebellum ve beyin sapı hacimleri düĢmektedir. Beyin sapı ve serebellum atrofisinin her ikisi de SCA‟daki klinik disfonsiyona bağımsız olarak katkıda bulunmaktadır. Tüm SARA skorları beyin sapı ve serebellum volümleri ile ters korelasyon göstermektedir. MMSE ile serebellum ve beyin sapı hacimleri arasında anlamlı korelasyon mevcuttur. Bunun dıĢında hastalık süresi ile beyin sapı ve serebellum hacimleri arasında anlamlı negatif korelasyon mevcuttur. Bizim çalıĢmamız MRG‟nin SCA‟nın Ģiddetini göstermede dikkat çekici bir belirteç olduğunu göstermek açısından güçlü kanıtlar sağlamaktadır. Volümetrik MRG ölçümleri çok değerli bir hastalık göstergesi olabilir ve hastalığın ilerlemesini izlemek için kullanilabilir.
This study was performed prospectively in EskiĢehir Osmangazi University Department of Radiology end Neurology between May 2011and Marc 2013. Thirty cases with SCA (spinocerebellar ataxia) patient and age-matched thirty healty volunteer included the study. Ġn all subjects, high-resolution T1 weighted images were obtained with a 1,5 Tesla MR (Magnetic Resonance) imaging scanner. Ġmage data processing was performed by using Osirix software. Ġndividual cerebellar and brain stem volumes were calculated by semiautomated volumetry approaches. For all patients with SCA, clinical dysfunction was scored according to the SARA (Scala for the Assessment and Rating of Ataxia) and MMSE (Mini Mental State Examination). Statistical analyses were calculated with the SPSS (Statistical Package fort the Social Sciences) Version 20. The aim of this study was to investigate SCA patients cerebellar volume and brain stem volume corelation clinical dysfunction. Cerebellar and brain stem volume lower in patients with SCA compared with control. Significant lineer dependencies were found between SARA and cerebellum volume and between SARA and brain stem volume. SCA patients higher posture and gait subscores, speech subscores, the limb kinetic subscore had smaller volumes of the brain stem and cerebellum. Both cerebellar and brain stem atrophy contributed independently clinical dysfunction in SCA. All subscores SARA was inversely corelated with the brain stem and cerebellar volumes. Significant were correlation between MMSE and cerebellum volume and between MMSE and brain stem volume. Beyond this, we found an inverse correlation between disase duration and brain stem volume and between disase duration and cerebellum volume. Our data provide strong evidence that MRI is an attractive surrogate markers of disease severity in SCA. Volumetric MRI analysis may serve as a valuable surrogate disease marker and use to monitor disease progression.
Tunççekiçler, N. Spinoserebellar ataksili olgularda Manyetik Rezonans Görüntüleme ile volüm ölçümleri ve klinik korelasyonu. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı. Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2013.
http://hdl.handle.net/11684/946
Ataksi
Atrofi
Beyin Sapı
Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG)
Klinik Scala
Serebellum
Spinoserebellar Ataksi (SCA)
Volümetrik Ölçüm
Ataxia
Atrophy
Brain Stem
Cerebellum
Clinical Scale
MRI (Magnetic Resonance Imaging)
Spinocerebellar Ataxia (SCA)
Volumetric Analysis
Spinoserebellar ataksili olgularda mr ile kantitatif serebellar volüm ölçümleri ve klinik korelasyonu
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1159
2017-11-18T01:00:31Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_197
00925njm 22002777a 4500
dc
Tepe, Murat
author
2017
Soliter beyin metastazı ve glioblastoma multiforme arasında konvansiyonel MRG ile ayırıcı tanı yapmak çoğu zaman tanısal sorunlar ortaya çıkarır. Bu konuda difüzyon ağırlıklı görüntüleme ile ilgili çalışmalar olmakla birlikte sonuçlar değişken ve tutarsızdır. Bu retrospektif çalışmanın amacı, peritümöral minimum ADC değerleri ve ADC gradientlerinin glioblastoma multiforme ve soliter beyin metastazını ayırt etmedeki rolünü değerlendirmektir. On iki glioblastoma multiforme ve 31 soliter beyin metastazı tanılı toplamda 43 hasta cerrahi rezeksiyon öncesinde difüzyon ağırlıklı görüntüleme ile değerlendirildi. Peritümöral ödem içerisinden, tümöre en yakın, orta mesafede ve en uzak lokasyonlardan 3 adet ADC değeri ölçümü yapıldı ve bu değerler birbirinden çıkarılarak ADC gradientleri hesaplandı. Ayrıca peritümöral ve tümöral minimum ADC değerleri ile ADC oranları, ipsilateral ve kontralateral normal beyaz cevher ADC değerleri, BOS ADC değerleri her lezyon için kaydedildi. Peritümöral ödem dokusundan hesaplanan ADC gradienti değerlerinde glioblastoma multiforme ve soliter beyin metastazı arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu. Minimum peritümöral ve tümöral ADC değerleri ile peritümöral ve tümöral ADC oranlarında iki grup arasında istatiksel olarak anlamlı fark bulunmadı. Sonuç olarak difüzyon ağırlıklı görüntülemede peritümöral ADC gradienti ölçümü glioblastoma multiforme ve soliter beyin metastazlarını ayırmada güçlü ve kullanışlı bir yöntem olabilir.
Differentiation between glioblastoma multiforme and solitary metastatic lesions, two of the most common malignant brain neoplasms, is often a diagnostic dilemma with conventional MRI. The use of diffusion weighted imaging to better characterize peritumoral edema has been invastigated for this matter but the results has been variable and inconsistent. The aim of this retrospective study was the evaluate the potantial role of peritumoral minimum ADC values and ADC gradient values for the differentiating glioblastoma multiforme and solitary metastatic lesions of the brain. Forty three patients, 12 with glioblastoma multiforme and 31 with solitary brain metastasis underwent diffusion weighted MR imaging before surgical resection. The ADC values were calculated in peritumoral edema in three locations: near, an intermediate distance from and far from the enhancig mass. ADC gradients were calculated as the substractions of this three values. Minimum ADC values of tumoral lesions and peritumoral edema, ADC values of normal appearing contralateral and ipsilateral white matter and ADC values of CSF were also recorded for each lesion. The evaluation of the ADC gradient values revealed a statistically significant difference between glioblastoma multiforme and solitary metastatic lesions. The minimum peritumoral and tumoral ADC values and peritumoral and tumoral ADC ratios were not statistically significant between these groups. In conclusion, peritumoral ADC gradient values can be powerful and useful tool in the diagnosis of solitary brain metastasis and glioblastoma multiforme.
Tepe, M. Soliter beyin metastazı ve glioblastoma multiforme ayırıcı tanısında manyetik rezonans görüntüleme peritümöral ADC değerlerinin yeri. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2017.
http://hdl.handle.net/11684/1159
Difüzyon Ağırlıklı Görüntüleme
Glioblastoma Multiforme
Soliter Beyin Metastazı
ADC
Diffusion Weighted Imaging
Solitary Brain Metastasis
Soliter beyin metastazı ve glioblastoma multiforme ayırıcı tanısında manyetik rezonans görüntüleme peritümöral ADC değerlerinin yeri
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1324
2018-02-27T01:00:39Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_197
00925njm 22002777a 4500
dc
Kaptan, Mehmet Ali
author
2016
Bu çalışmanın amacı perkutan radyofrekans termo-ablasyon (RFTA) ile tedavi edilen osteoid osteoma olgularında prospektif olarak, tedavi öncesi ve sonrası vizüel analog sistemi (VAS) bulgularının; 3T MRG ve BT bulguları ile karşılaştırılmalı olarak değerlendirilmesidir. Ağustos 2014 ile Ocak 2016 tarihleri arasında girişimsel radyoloji bilim dalına başvuran 13 hasta çalışmaya dahil edildi. Hasta grubunda yaş aralığı 8 ile 37 yaş aralığındaydı. Tüm hastalarda (RFTA) işlemi soğuk tip problar ile yapıldı. Prob seçimi, RFTA uygulama süresi, jeneratör güç ayarı, nidus boyutları gözönüne alınarak kullanılan ticari markanın kullanıma yönelik önerdiği kılavuzlara göre yapıldı. Her olguya tedavi öncesi ve sonrası 3. ayda kontrastsız ince kesit (0.5 mm) BT ve kontrastlı 3T MRG görüntüleme çalışıldı. Klinik değerlendirme amaçlı her olgu VAS adı verilen anket formu ile tedavi öncesi ve sonrası 3. ayda değerlendirmeye tabi tutuldu. Yapılan değerlendirmede BT'de tedavi öncesi ve sonrası nidus medio-lateral (ML), kranio-kaudal (KK) çapları ve hacim bulguları arasında anlamlı istatistiksel farklılık elde edildi. MRG'lerde ise tedavi öncesi ve sonrası nidus antero-posterior (AP), ML, KK çapları, hacim, nidus intensite değişiklikleri ve kontrastlanma farkları arasında anlamlı istatistiksel farklılık elde edildi. BT ve MRG'de kortikal kalınlaşma tedavi öncesi ve sonrası aksiyel ve sagittal planda istatistiksel olarak regrese olarak izlendi. Tedavi öncesi ve sonrası VAS ağrı ortalama puanları arasında anlamlı istatistiksel farklılık saptandı. Tedavi öncesi ve sonrası anlamlı istatistiksek farklılık gösteren radyolojik görüntüleme bulguları ile VAS ağrı ortalama puanları arasında istatistiksel korelasyon mevcuttu.
The purpose of this prospective study was to evaluate the pre- and post-treatment 3-T MR and CT imaging findings of osteoid osteoma patients treated with radiofrequency thermo-ablation (RFTA) and to compare these findings with the pre and post-treatment visual analog pain scale (VAS) scores. From August 2014 to January 2015, thirteen consecutive patients with osteoid osteoma (age range, 8-37) who had been referred to our interventional radiology department for RFTA treatment, were included in this study. All RFTA procedures were performed with the use of cooled radiofrequency (RF) probes. All patients were examined with non- enhanced CT and contrast enhanced 3-T MR studies at baseline and at 3 months after the procedure. Clinical follow up was performed with visual analog scale (VAS) scores at baseline and at 3 months after the procedure. The evaluation of the CT images revealed a statistically significant difference between the pre-procedural and post-procedural findings with regard to medio-lateral and cranio-caudal nidus diameters and the nidus volume measurements. The evaluation of the MR images showed a statistically significant difference between the pre- and postprocedural findings with regard to medio-lateral ,cranio-caudal and antero-posterior nidus diameters, nidus volumes, nidal signal intensity changes and the degree of enhancement. When compared to pre-procedural images, cortical thickening was found to be significantly regressed on post- procedural axial and sagittal CT and MR images. Baseline mean VAS scores were significantly different than the post-procedural scores. The imaging findings that showed a statistically significant difference between the pre- and post-procedural evaluations also showed a statistical correlation with the mean VAS scores.
Kaptan, M. A. Osteoid osteoma radyofrekans ablasyon tedavisi sonrası tedavi etkinliğini değerlendirmede klinik bulgular ile 3T MR, BT bulgularının karşılaştırılması. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2016.
http://hdl.handle.net/11684/1324
3 Tesla Manyetik Rezonans Görüntüleme
Bilgisayarlı Tomografi
Osteoid Osteoma
Radyofrekans Termo Ablasyon
3- Tesla Magnetic Resonance Imaging
Computed Tomography
Radiofrequency Thermo Ablation
Osteoid osteoma radyofrekans ablasyon tedavisi sonrası tedavi etkinliğini değerlendirmede klinik bulgular ile 3 tesla manyetik rezonans, bilgisayarlı tomografi bulgularının karşılaştırılması
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1291
2018-02-07T01:00:17Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_197
00925njm 22002777a 4500
dc
Öztürk, Esin Kurtuluş
author
2016
Bu çalışmada amacımız; malign biliyer obstrüksiyonların palyatif tedavisinde perkütan transhepatik RFA işleminin uygulanabilirliğini ve güvenilirliğini ortaya koymak, stent patensisini ve RFA yönteminin etkinliğini değerlendirmektir. Unrezektabl tümöre ikincil malign biliyer obstrüksiyonu gelişen, farklı histopatolojik tanılara sahip 21 hastaya Haziran 2014 ile Ekim 2015 tarihleri arasında perkütan biliyer drenaj sonrası, perkütan transhepatik endobiliyer RFA ve stent (SEMS) yerleştirme işlemleri uygulandı. İşlem sonrası 6 ay boyunca aylık biyokimyasal ve sonografik takip yapılarak takip süresince gelişen komplikasyonlar kaydedildi. Takip edilen 3 hastada(%15) ortalama 3 ay sonra tümör ingrowhtuna bağlı stent tıkanıklığı gelişti ve tekrar perkütan endobiliyer RFA uygulandı. Çalışmamızda 21 hastaya 24 perkütan endobiliyer RFA işlemi %100 teknik başarı ile uygulandı. İşlem sonrası medikal tedaviye yanıt veren ağrı ve kolanjit atakları sık görülen komplikasyonlardı. İlk 30 günde endobiliyer RFA uygulama ile direkt ilişkili ölüm saptanmadı. Takiplerde 1.ayda bilirubin düzeyleri bütün hastalarda normal sınırlara(<2mg/dl)indi ve klinik başarı %100 olarak saptandı. Ingrowthu gelişen hastalarda kolanjit ataklarında istatiksel anlamlı artış saptandı.Takip sürecinde 21 hastanın 1’i takibi bıraktı,17’si eksitus oldu ve 3’ü halen yaşamına devam etmektedir. İstatiksel analizlere göre kümülatif ortanca genel sağ kalım süresi76(5-542)gün, ortanca stent patensi 133(5-251)gün saptandı. Unrezektabl tümöre ikincil malign biliyer obstrüksiyonu gelişen hastalarda perkütan endobiliyer RFA uygulama güvenilir ve uygulanabilir bir palyatif tedavi yöntemidir. Stent patensine ve genel sağ kalım süresine erken dönemde olumlu etkisi olabilir. Perkütan endobiliyer RFA ‘nın genel sağ kalım ve stent patensi üzerindeki kısa ve uzun dönem etkilerini ortaya çıkarmak için homojen özelliklere sahip çok sayıda hasta içeren ve kontrol grubu olan randomize kontrollü prospektif klinik çalışmalar gerekmektedir.
The purpose of this prospective study was to investigate the feasibility and safety of percutaneous transhepatic endobiliary RFA combined with biliary stenting in the palliative treatment of malignant biliary obstruction.We also aim to evaluate the efficacy of RFA on stent patency. Between June 2014 and October 2015, a total of 21 patients with different histopathological diagnosis and developing malignant biliary obstruction due to unresectable tumours, who had been referred to our interventional radiology department, were included in this study. After percutaneous biliary drainage, percutaneous endobiliary RFA combined with biliary stenting procedures underwent. Patients were followed-up every month during the 6 month. Biochemical and sonographic follow-up was performed to confirm stent patency and the complications were recorded. During follow-up,in3patients (15%) stent restenosis due to tumour ingrowth occurred approximately 3months later and percutaneous endobiliary RFA was performed again successfully. In our study, a total of 24percutaneous endobiliary RFA was performed with 100%technical success in 21patients.. In the first 30 days there were no deaths directly related to endobiliary RFA. In the first month follow-up the levels of bilirubin decreased in the normal range(<2mg/dl) in all patients, Therefore, our clinical success was detected %100. During follow up, 1 patient left the study,17 patients were lost and 3patients were still alive. According to Kaplan Meier analysis, median survival was 76 days(5-542) and median stent patency was 133 days (5-251).Percutaneous endobiliary RFA procedure is a safe and feasible pallliative therapeutic option for unresectable malignant biliary obstruction. Percutaneous RFA can have positive short term effects on survival and stent patency. Efficacy of percutaneus endobiliary RFA in short and long terms of survival and stent patency remains to be proven in future, randomized, controlled, prospective clinical trials with homogenous larger number of patients and control groups.
Kurtuluş Öztürk, E. Malign biliyer obstrüksiyonların palyatif tedavisinde perkütan endobiliyer radyofrekans ablasyon(RFA) yöntemi ile stent yerleştirilmesi, tedavi sonrası stent patensinde RFA yönteminin etkinliği. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2016.
http://hdl.handle.net/11684/1291
Malign Biliyer Obstrüksiyon
Perkütan
Endobiliyer Radyofrekans Ablasyon
Stentleme
Stent Patensi
Malignant Biliary Obstruction
Percutaneous
Endobiliary
Radiofrequency Ablation
Stent Placement
Stent Patency
Malign biliyer obstrüksiyonların palyatif tedavisinde perkütan endobiliyer radyofrekans ablasyon (RFA) yöntemi ile stent yerleştirilmesi, tedavi sonrası stent patensinde RFA yönteminin etkinliği
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1334
2018-02-27T01:00:56Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_197
00925njm 22002777a 4500
dc
Geleri, Duygu Baylam
author
2016
Cerebral Venous
Thrombosis (CVT) is a relatively uncommon condition which is notoriously difficult
to diagnose because of its variable modes of onset, its wide spectrum of signs and
symptoms. MR Venography (MRV) imaging plays a primary role in the noninvasive
diagnosis. New development of MR techniques such as susceptibility
weigted imaging detects the magnetic susceptibility effect of blood products such as
deoxyhemoglobin enables assessment of venous vasculer structure. SWAN
(Susceptibility Weighted Angiography) is a new susceptibility weighted recalled
echo (T2*GRE) method offering less noise than other methods. This study aims to
evaluate the diagnostic value of SWAN and Diffusion weighted imaging (DWI) in
patients who are detected to be CVT with PC-MRV on different stages and
segments. Total of 1070 patients who underwent 3 Tesla Phase- Contrast MR
Venography and MR imaging from Agust 2013 to January 2016 in our institution are
retrospectively reviewed. As a result of keyword search for the terms "Cerebral Venous Thoromobosis" on imagine reports, a total of 107 case of CVT are identified in our radiology database system. The evaluation of SWAN imaging revealed to
exaggerated signal changing is often seen because of the increased susceptibility
effect of certain paramagnetic breakdown products of hemoglobin depending on
stage of thrombus. We demonstrated that SWAN sequence have significantly higher
diagnostic value for detecting both acute and early subacute thrombosis. However,
susceptibility artifacts from the skull base and slow flow of sigmoid sinus may limit
the assessment of thrombosis in transverse and sigmoid sinuses. DWI may provide
an additional clue for the diagnosis of CVT but it does not have higher sensitivity
compared to the other methods.
http://hdl.handle.net/11684/1334
Dural Venöz Trombüs
SWAN
Difüzyon Görüntüleme
Faz Kontrast MR Venografi
Dural Venous Thrombosis
Phase Contrast MR Venography
Diffusion Weighted Imaging
3 tesla faz-kontrast mr venografi ile serebral venöz sinüs trombozu saptanan olgularda manyetik duyarlılık (swan; suseptibilite ağırlıklı anjiyografi) ve difüzyon ağırlıklı görüntüleme bulguları
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2131
2021-03-12T01:00:15Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_197
00925njm 22002777a 4500
dc
Mintaş, Kenan
author
2007
Bu çalışma Eylül 2004 ile Mart 2007 tarihleri arasında, Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyodiagnostik Anabilim Dalında prospektif olarak gerçekleştirildi. Çalışmaya yaşları 25-85 arasında değişen, fokal veya multifokal karaciğer lezyonu olan 52 olgu (31 erkek, 21 kadın) alındı. Önce kontrastsız Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG), Gadobenate Dimeglumine (Gd-BOPTA) kontrastlı dinamik ve geç dönem MRG yapılan hastalara 1-2 gün sonra Superparamagnetic Ferrumoksit (SPIO) kontrastlı MRG yapıldı. Fokal karaciğer lezyon (FKL)’ larının saptanması ve karakterizasyonu açısından yöntemler karşılaştırıldı. Kontrastsız, Gd-BOPTA kontrastlı dinamik ve geç dönem MRG, SPIO kontrastlı MRG tetkikleri tek tek ve kontrastlı görüntülerin kontrastsız görüntülerle birlikte değerlendirilmesi sonucunda; lezyonların saptanmasında demiroksit kontrast ajanı yalnız başına ve kontrastsız serilerle kombine edildiğinde diğer serilere göre üstün bulunmuştur. Lezyonların karakterizasyonunda Gd-BOPTA kontrastlı görüntülerin gerek tek başına, gerekse kontrastsız ve geç Gd-BOPTA kontrastlı görüntülerle kombine edilmesinde; kontrastsız, demiroksit kontrastlı ve geç Gd-BOPTA kontrastlı serilere göre üstün bulunmuştur. Demiroksit kontrastlı görüntüler kontrastsız görüntülerle kombine edildiğinde ise lezyonların karakterizasyonundaki duyarlılığı artmaktadır. Ancak Gd-BOPTA kontrastlı dinamik görüntülere üstünlük sağlamamaktadır.
This study is performed prospectively in Eskişehir Osmangazi University Medical Faculty Radiology Department between september 2004 and march 2007. 52 cases (31 male, 21 female) are evaluated whose ages were between 25-85 having focal or multifocal liver lesions. Firstly, nonenhanced Magnetic Resonance Imaging (MRI) and Gadobenate Dimeglumine (Gd-BOPTA)-enhanced dynamic and delayed MRI were obtained and Superparamagnetic Ferrumoxide (SPIO)-enhanced MRI are obtained 1-2 days later. Modalities are compared according to detection and characterization of focal liver lesions (FLL). Nonenhanced, Gd-BOPTA-enhanced dynamic and delayed MRI, SPIO-enhanced MRI studies are evaluated separetely and enhanced and nonenhanced MRI combined. In detection of the lesions, Ferrunoxide contrast agent is found superior compared to other series when it is evaluated alone and combined with nonenhanced series. In characterization of the lesions, Gd-BOPTA-enhanced images are found superior when they are evaluated alone or combined with nonenhanced and delayed Gd-BOPTA enhanced series. Sensitivity in characterization is increased when Ferrumoxide enhanced images are combined with nonenhanced images, but it does not give superiority compared to Gd-BOPTA enhanced dynamic images.
http://hdl.handle.net/11684/2131
Gadolinyum Kontrastlı Mrg
Demiroksit Kontrastlı Mrg
Fokal Karaciğer Lezyonu
Saptama
Karakterizasyon
Fokal karaciğer lezyonlarının preoperatif saptanması ve karakterizasyonunda kontrastlı mr çalışmada gadobenate dimeglumine ve süperparamanyetik demiroksitli kontrast maddelerin etkinliklerinin karşılaştırılması
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3371
2022-06-21T00:00:42Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_197
00925njm 22002777a 4500
dc
Keskin, Ayşe
author
2007
İleri evre epitelial over karsinomunun primer cerrahide rezektabilitesinin (optimal sitoredüksiyon – suboptimal sitoredüksiyon) preoperatif abdominopelvik bilgisayarlı tomografi ile ön görülmesi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı. Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2007. Bu çalışma Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyodiagnostik Anabilim Dalında retrospektif olarak gerçekleştirildi. Çalışmaya Kasım 2004 ve Kasım 2007 tarihleri arasında yaşları 24-81 arasında değişen, epiteliyal over kanseri tanısı almış ve primer laparotomiye giden 46 hasta alındı. Tüm hastalarda sitoredüktiv cerrahi, jinekolojik onkoloji alanında deneyimli 2 jinekolojik onkologdan birisi tarafından gerçekleştirildi. Primer sitoredüksiyonun yeterliliği ameliyat raporlarına göre karar verildi. BT görüntüleri iki ayrı radyolog tarafından cerrahi sonuçlar ve hastalığın evresi bilinmeden retrospektif olarak değerlendirildi. Karaciğer yüzeyi, diyafragmatik periton, porta hepatis, intersegmental fissür, omentumun dalağa ve mideye uzanımı, gastrohepatik ve gastrosplenik ligaman, diffüz peritoneal kalınlaşma (DPK) ya da pelvik yan duvar invazyonu, ince ve kalın bağırsak mezenteri, bağırsakların tümör ile çevrelenmesi, perikardiak lenf nodu, suprarenal seviyede paraaortik yada çöliyak aks lenf nodu, karaciğer parankimi, pulmoner yada plevral nodül ve abdominal duvar invazyonu gibi kritik noktalar suboptimal sitoredüksiyonu öngörmek için spesifik noktalar olarak kullanıldı. Cerrahi sonunda bir yada daha fazla kritik alanda lokalize olmuş 1cm’e eşit yada 1cm’den daha büyük rezidü lezyon suboptimal sonuç olarak kabul edildi. Çalışma sonunda Bilgisayarlı Tomografi (BT)’nin suboptimal sitoredüksiyonu %83,3 (15/18) sensitivite, %89,3 (25/28) spesifisite ve %87,9 (40/46) doğruluk ile öngördüğü bulundu. Her bir hasta için gerçek evreden habersiz evreleme yapıldı ve BT, 46 hastanın 29’u (%63) doğru olarak öngörülebildi. Bizim sonuçlarımıza göre BT suboptimal sitoredüksiyonu ön görmede ve hastalığı evrelemede kullanışlı bir yöntemdir.
Foresightedness of preoperative abdominopelvic computed tomography in resectability (optimal cytoreduction – suboptimal cytoreduction) of end stage epithelial ovarian carcinoma. Eskişehir Osmangazi University Medical Faculty, Department of Radiology. Specialty thesis in medicine. Eskişehir, 2007 This study is performed retrospectively in Osmangazi University Medical Faculty, Department of Radiology. 46 patients with ages between 24 and 81 are evaluated who had diagnosis of epithelial ovarian cancer and underwent primary laparotomy between November 2004 and November 2007. Cytoreductive surgery is carried out by one of 2 experienced gynecologic oncologists in all patients. Adequacy of primary cytoreduction is evaluated according to surgery reports. CT images are evaluated by two different radiologists who are blind to surgical results and stages of the disease. Specific points are used to foresight suboptimal cytoreduction like liver surface, diaphragmatic periton, porta hepatis, intersegmental fissure, extension of omentum to spleen and stomach, gastrohepatic and gastrosplenic ligaments, diffuse peritoneal thickening (DPT) or pelvic lateral wall invasion, small and large intestine mesentery, tumoral encirclement of intestines, pericardiac lymph node, paraaortic or celiac axis lymph node at suprarenal level, liver parenchyma, pulmonary or pleural nodules and abdominal wall invasion. Residual lesions with size equal or bigger than 1cm localized in one or more critical area is accepted as suboptimal result. In the end of the study, it is found that CT has 83.3% (15/18) sensitivity, 89.3% (25/28) specificity and 87.9 % (40/46) accuracy in foresightedness of suboptimal cytoreduction. Staging is done blind to real stage for every patient and CT foresighted 29 patients out of 46 (63%). According to our results, CT is a useful method in foresightedness of suboptimal cytoreduction and disease staging.
http://hdl.handle.net/11684/3371
Evreleme
Over Kanseri
BilgisayarlıTomografi
Sitoredüktiv Cerrahi
İleri evre epitelial over karsinomunun primer cerrahide rezektabilitesinin (optimal sitoredüksiyon-suboptimal sitoredüksiyon) preoperatif abdominopelvik bilgisayarlı tomografi ile ön görülmesi
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3648
2022-07-08T00:00:21Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_197
00925njm 22002777a 4500
dc
Eyisoy, Özlem
author
2008
Bu çalışma Mayıs 2007- Haziran 2008 tarihleri arasında, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalında prospektif olarak gerçekleştirildi. Çalışmaya yaşları 37-82 arasında değişen, alt ekstremite arteriyel semptomları olan 30 hasta (2 kadın, 28 erkek) dahil edildi. Hastaların ortalama 9.3 gün ara ile dijital konvansiyonel anjiyografi ve 64-multidedektör BT anjiyografi ile alt ekstremite anjiyogramları elde edildi ve DSA gold standart kabul edilerek yöntemler karşılaştırıldı. Bu karşılaştırma sonucunda; BT anjiyografinin yüksek doğruluk oranlarına, yüksek sensitivite, spesifisite ve yüksek pozitif ve negatif prediktif değerlere sahip olduğu ve bu açıdan konvansiyonel anjiyografiye bir alternatif oluşturabileceği saptandı .
This prospective study is performed on patients of Eskişehir Osmangazi Universty, Radiology Department between May 2007 and June 2008. 30 cases (ages between 37-82) with symptoms of peripheral arterial diseases were included to this study. 28 of cases were male and 2 cases of female. Angiographical images were taken by 64 multidedector CT angiography and DSA with an interval 7 and 12 days (mean 9.3). DSA accepted gold standart and two techniques were compared. According to our results, CT angiography had high sensitivity, specificity and high positive and negative predictive values. As a result of this study, CT angiography may be accepted as an alternative diagnostic tool of DSA. Keywords: Lower extremity peripheral arterial disease, multidedector
http://hdl.handle.net/11684/3648
Alt Ekstremitenin Periferal Arteriyel Hastalıkları
Multidedektör
BT Anjiyografi
Dijital Konvansiyonel Anjiyografi
Periferik arter hastalığı olan hastalarda aortoiliak bölge ve alt ekstremite arterlerinin 64-multidedektör BT ile değerlendirilmesi ve etkinliğinin dijital konvansiyonel anjiyografi ile karşılaştırılması
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3652
2022-07-07T00:00:35Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_197
00925njm 22002777a 4500
dc
Bakar, Tülay
author
2008
Çalışmanın amacı sensörinöral işitme kaybı olan ve Kulak Burun boğaz(KBB) servisi tarafından temporal kemik BT ve MRG tetkikleri istenen hastalarda iç kulak oluşumlarını ve malformasyonlarını değerlendirmek, MRG ile internal akustik kanal(İAK) içerisindeki sinirlerin varlığını saptamak ve kohlear implantasyon için kontrendike olabilecek durumları belirlemekti. Şubat 2006-Nisan 2008 tarihleri arasında KBB bölümü tarafından konjenital sensorinöral işitme kaybı (SNİK) ön tanısıyla refere edilen 60’ı erkek, 33’ü bayan toplam 93 hastaya 64 dedektörlü BT ve 1,5 tesla MRG çalışıldı. Toplam 186 kulak çalışmaya alındı. 2
olguda tek tarafta ortak kavite malformasyonu, 1 olguda her iki tarafta incomplet
partition-I(IP-I), 5 olguda her iki tarafta Mondini malformasyonu(incomplet
partition-I, IP-II), 1 olguda her iki tarafta X-linked malformasyon, 3 olguda her iki
tarafta lateral semisirküler kanal-vestibül displazisi(LSVD) saptandı. Ayrıca 3 olguda her iki tarafta vestibüler akuadakt(VA) genişliği ve bu olgulardan birinde her iki tarafta geniş endolenfatik kese izlendi. 11 olguda bilateral lateral semisirküler kanal(LSSK) hipoplazikti. LSSK hipoplazisi çalışmamızda en sık saptanan anomalidir. 2 hasta 3 kulakta ise LSSK aplazik izlendi. 2 olgunun her iki kulağında internal akustik kanal(İAK) içerisinde kalın 8.sinire ait olabilecek bir yapı görüldü. Ayrıca fasiyal siniri mevcuttu. 1 olguda her iki tarafta İAK’da tek bir sinir izlendi. Bu olguda kohlear sinir hipoplazik olarak değerlendirildi. Radyolojik değerlendirmeler sonucunda; olgu popülasyonunda iç kulak anomalileri tanımlandı, kohlear sinir varlığı ve kohlear implantasyon açısından kontrendike olabilecek durumlar belirtildi. Sonuç olarak; kohlear implantasyon öncesi iç kulağın detaylı
bilgilendirilmesi için mutlaka çok dedektörlü temporal kemik BT ile malformasyonların değerlendirilmesi ve ek olarak İAK içerisindeki sinir yapıların ve
patolojilerin ortaya konabilmesi için temporal kemik MRG’nin kombine edilmesi
gerekmektedir.
The aim of the study is to evaluate the patients, having
sensorineural hearing lose who are requested temporal bone CT and MRI by the Ear
Nose-Throat branch for their inner ear formation and malformations, to define the
exsistanse of nerve in the internal acoustical canal (IAC) with MRI and determine the
cochlear implantation for controdict occurances. Between May 2006 and April 2008.
Totaly 93 patients, 60 of men, 33 of women who are refered by the Ear-Noise-Throat
service due to congenital sensorineural hearing lose (SNHL) are studied by 64 slice
dedector CT and MRI on them. Totaly 186 ears were taken under evaluation in 2
cases, on-side common cavite malformation, in 1 case in both sides incomplet
partitition-I (IP-I), in 5 cases in both sides Mondini malformation (incomplete
partitition II, IP-II), in 1 case X-linked malformation on both sides, in 3 cases on
both sides lateral semisircular canal-vestibular dysplasia are diagnozed. Besides, in 3
cases on both sides vestibular aqueduct (VA) widening and one of these 3 cases on
both sides wide endolymphatic sac is observed. In 11 cases bilateral lateral
semicircular canal (LSSC) was observed as hypoplasic. LSSC aplasic was observed. İn 2 patients on 3 ears LSSC aplasic was observed. In 2 cases on both ears in the
internal acoustic canal a structure may belong to 8.th nevre is observed. Also there is
a facial nerve. In 1 case on both sides, only one nerve was observed in (IAC). In that
case cochlear nerve is determinated as hypoplasic. As a result radiologic evaluation;
inner ear anomaly was defined in cases, exsistance of cochlear nerve and same cases
which can be controdict is determined. As a result, before cochlear implantation, it is
neccessary that inner ear must be evaluated by the multislice temporal bone CT for
malformation evaluaiton and also it’s essential to combine temporal bone
MRI to deterninate the patology for structure of the nerve inside the nerve inside the IAC.
http://hdl.handle.net/11684/3652
Temporal Kemik
Kohlear İmplant
SNİK
İç Kulak
MRG
Konjenital Sensörinöral İşitme Kayıplı Hastalarda 64 Dedektörlü Temporal Kemik Bilgisayarlı Tomografi ve temporal kemik magnetik rezonans görüntüleme bulguları.
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2146
2021-03-12T01:01:32Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_197
00925njm 22002777a 4500
dc
Bahçe, Batur
author
2009
2009. Bu çalışma Ekim
2006-Kasım 2008 tarihleri arasında, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Radyoloji Anabilim Dalında prospektif olarak gerçekleştirildi. Çalışmaya yaşları 2592 arasında değişen, laboratuvar ve klinik olarak tıkanma ikteri bulgusu olan 40 hasta (12 kadın, 28 erkek) dahil edildi. 40 hastaya MPR ve MinIP teknikleri ile bifazik MDBT kolanjiyografi tetkiki yapıldı. Kolanjiyografik kontrast madde kullanılmadı. MDBT kolanjiyografi bulguları 27 olguda cerrahi, 5 olguda biyopsi, 5 olguda USG ve MRKPG, 3 olguda ERCP bulguları ile karşılaştırıldı. MDBT kolanjiyografi ile 15 biliyer taş hastasının 14’ünde ve malign biliyer tıkanıklık olan 23 hastanın 22’sinde tanı doğrulukla konuldu. MDBT kolanjiyografinin biliyer taş tanısında sensitivitesi % 93.3, spesifisititesi % 96 olarak bulundu. MDBT kolanjiyografinin malign obstrüksiyon tanısında sensitivitesi % 95.7, spesifisititesi % 94.1 olarak bulundu.
Biliyer tıkanıklık nedeninin tanısında MDBT kolanjiyografinin genel doğruluk oranı % 90 olarak bulundu. Tıkanma ikteri nedenini saptamada MPR ve MinIP teknikleri ile MDBT kolanjiyografi yüksek sensitivite ve spesifisitite ile birlikte hızlı ve noninvaziv bir tekniktir.
This prospective study is performed on patients of Eskişehir Osmangazi Universty, Radiology Department between October 2006 and November 2008. 40 cases (ages between 37-82) with laboratory findings and symptoms of obstructive jaundice were included to this study. 28 of cases were male and 12 cases of female. MDCT cholangiography with MPR and MinIP technique was performed in 40 patients. No cholangiographic contrast agent was administered..The findings on MDCT cholangiography were compared of 27 patients with surgery, 5 patients with biopsy, 5 patients with USG and MRCPG, 3 patients with ERCP. The correct diagnoses was made on MDCT cholangiography for 14 of the 15 patients with a biliary stones and in 22 of the 23 patients with malingnant biliary obstruction. For the diagnosis of biliary stone sensitivity and specificity of MDCT cholangiography were %93.3 and %96. For the diagnoses of malignant obstruction, sensitivity and spesificity of MDCT cholangiography were % 95.7 and % 94.1. The accuracy of MDCT cholangiography for the diagnoses of the cause of biliary obstruction was %90. MDCT cholangiography with MPR and MinIP technique is a fast and non-invasive technique with high sensitivity and specificity for the diagnoses of the causes of biliary obstruction.
http://hdl.handle.net/11684/2146
Tıkanma ikteri
MDBT kolanjiyografi
Biliyer taş.
Tıkanma ikterli olgularda 64-dedektörlü BT kolanjiyografinin etkinliğinin saptanması
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2151
2021-03-12T01:02:20Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_197
00925njm 22002777a 4500
dc
Devir, Çiğdem
author
2009
Bu çalışma Ocak 2007-Ocak 2009 tarihleri
arasında, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim
Dalında prospektif olarak gerçekleştirildi. Otuzbir hasta (38-74 yaşları arasında,15
kadın,16 erkek; yaş ortalamaları 45) bu çalışmaya dahil edildi. Kolorektal karsinom
aile hikayesi, kişisel veya ailesel kolorektal polip hikayesi, geçmiş pozitif
görüntüleme sonucu, hematokezya, barsak alışkanlıklarında değişiklik, demir
eksikliği anemisi ve karın ağrısı çalınmaya alınma kriterleri olarak belirlendi.
Olguların tümüne multidedektör BT kolonografi ve konvansiyonel kolonoskopi
uygulandı. Konvansiyonel kolonoskopi gold standart kabul edilerek yöntemler
karşılaştırıldı. Multidedektör BT kolonografi ve konvansiyonel kolonoskopi
incelemelerinin birbirleri ile uyumu Kappa testi ile değerlendirildi. BT kolonografi –
konvansiyonel kolonoskopi uyumunda boyuttan bağımsız Kappa değeri 0.78, 10 mm
ve üzeri lezyon değerlendirme uyumunda kappa değeri 0.87, 6-9 mm arası lezyon
değerlendirme uyumunda Kappa değeri 0.81 ve 5 mm ve altı lezyon değerlendirme
uyumunda Kappa değeri 0.90 olarak belirlendi. Tüm lezyonların analizinde MDBT
kolonografinin sensitivitesi %83, spesifisitesi %95, pozitif prediktif değeri %95,
negatif prediktif değeri %83 olarak tespit edildi. Sonuç olarak BT kolonografi tüm
kolon incelemesinde değerli bir tanısal araçtır. MDBT kolonografi, tetkiğin 1cm
üzerindeki kolorektal lezyonlarda yüksek duyarlılık değerlerine sahip olması, rölatif
olarak güvenli ve minimal invaziv olması nedeniyle varolan diğer kolorektal kanser
tarama testlerine iyi bir alternatiftir.
This prospective study is performed on patients
of Eskişehir Osmangazi University, Radiology Department between January 2007 and
January 2009. Thirty-one cases (ages between 38-74; 15 women, 16 men; mean age
45) included to this study. Study including criters are; history of familial colorectal
carsinom, history of personal or familial colorectal polip, positive imaging result in
past, haematocesia, alteration of bowel habituals, anemia of iron loss and abdominal
pain. All patients were imaged by multidedector CT colonography and conventional
colonography. Conventional colonography accepted gold standart and compared with
multidedector CT colonography. The results of multidedector CT colonography and
conventional colonography were correlated with each other using Kappa statistics.
The Kappa value was calculated as 0.78 for multidedector CT colonography –
conventional colonography correlation independendent for dimension, 0.87 for 10
mm and upper lesions, 0,81 for 6-9 mm lesions and 0.90 for 5 mm and lower lesions.
For the analysis of all lesions sensitivity of multidedector CT colonography 83%, the
specificity of multidedector CT colonography were 95%, pozitive predictive value
95% and negative predictive value 83%, respectively. As a result of this study, CT
colonography is a valuable diagnostic tool for evualating all colon. Multidedector CT
colonography may be accepted as an alternative to other colorectal cancer screening
tests because it has high specificity in 1 cm ve upper colorectal lesions, relatively safe
and minimally invasive.
Devir, Ç. Kolorektal lezyonların saptanmasında 64 dedektörlü MDBT kolonografi ile konvansiyonel kolonoskopi sonuçlarının karşılaştırılması. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2009.
http://hdl.handle.net/11684/2151
Kolorektal Lezyonlar
Multidedektör Bt Kolonografi,
Konvansiyonel Kolonoskopi
Kolorektal lezyonların saptanmasında 64 dedektörlü BT kolonografi ile konvansiyonel kolonoskopi sonuçlarının karşılaştırılması
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3398
2022-06-22T00:00:23Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_197
00925njm 22002777a 4500
dc
Yılmaz, Oğuzhan
author
2008
Bu çalışma Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalında prospektif olarak gerçekleştirildi. Çalışmaya Mayıs 2006 ve Temmuz 2008 tarihleri arasında ve 53,12 yaş ortalamasında koroner hastalık klinik veya riski olan 367 hasta alındı. Tüm hastaların çekimi bir doktor gözetiminde ve mevcut literatüre uygun çekim protokolü uygulanarak 64 kesitli multidetektör tomografi cihazı ile yapıldı. BT görüntüleri iki ayrı radyolog tarafından değerlendirildi. Koroner arterlere ait konjenital anomaliler, aterosklerotik değişiklikler ve koroner arterlere yönelik daha önceden yapılmış stent ve bypass tedavilerinin patensileri ortaya konarak raporlandı. Çalışmaya alınan hastalardan 50’sinde BT tetkikinden 2 ay önce veya sonraki süreçte yapılan konvansiyonel koroner anjiyografi bulguları ile BT anjiyografi bulguları karşılaştırılarak tetkiğin etkinliği incelendi. Çalışma sonunda MDBT ile yapılan koroner anjiyografi tetkiğinin koroner patolojileri %93 duyarlılık, %94 özgüllük, %89 PPD %96 NPD ve %94 doğruluk oranları ile tespit ettiği bulundu. Bizim sonuçlarımıza göre MDBT koroner anjiyografi, koroner arter hastalığı şüphesi bulunan, tetkik şartlarına uygun düşük riskli hasta gurubunda koroner arter doğumsal anomalileri ve aterosklerotik hastalıkları ortaya koyma ve koroner arterlere yönelik yapılan girişimsel tedavilerinin takibi amacıyla güvenli ve etkin bir şekilde kullanılabilir.
This study was performed prospectively in Eskişehir Osmangazi University Medical Faculty department of Radiology between may-2006 and july 2008. 367 cases with average age of 53,12 with risk or clinical state of coronary disease were evaluated Examination of all patients were carried out with 64 slice multidetector CT along with a doctor observation according to current literature. Acquired images were evaluated by two radiologists. Kongenital anomalies, atherosclerotic changes of coronary arteries and outcomes of previously applied treatments of stents or bypasses are reported. 50 patients were underwent conventional catheter angiography in 2 months period before or after CT angiography and findings of both methods were compared to evaluate efficiency of the CT angiography. In the end of the study, it is found that, coronary angiography applied by multidetector CT can effectively evaluate coronary pathologies with 93% of sensitivity, 94% of specificity, 89 % of PPV 96% of NPV and 94% of accuracy. According to our results, in low-risk and suitable patient group, MDCT coronary angiography is an effective non-invasive method for evaluation and diagnosis of congenital anomalies and atherosclerotic pathologies of coronary arteries and can reveal the results of invasive treatments previously applied to coronary arteries as a follow up.
Yılmaz, O. 64 Kesitli Multidedektör Tomografi İle Koroner BT Uygulama Alanları Ve Etkinliğinin Araştırılması. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı. Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2007.
http://hdl.handle.net/11684/3398
MDBT Koroner Anjiyografi
Varyasyon
Anomali
Stenoz
Aterosklerozis
64 kesitlimultidedektör tomografi ile koroner BT uygulama alanları ve etkinliğinin araştırılması
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2094
2021-03-12T01:02:28Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_197
00925njm 22002777a 4500
dc
Şensoy, Banu
author
2009
Bu çalışma Şubat 2007-Ekim 2008 tarihleri arasında, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalında prospektif olarak gerçekleştirildi. Çalışmaya yaşları 42-81 arasında değişen, klinik olarak karotis arter stenozu bilinen veya şüphelenilen 20 hasta (5 kadın, 15 erkek) dahil edildi. Olguların tümüne multidedektör BT anjiyografi, DSA ve Doppler US yapıldı. Stenoz saptanan olgularda stenoz oranları herbir inceleme için NASCET yöntemi ile hesaplandı. DSA gold standart kabul edilerek yöntemler karşılaştırıldı. Multidedektör BT anjiyografi ve Doppler US incelemelerinin birbirleri ve DSA ile uyumu Kappa testi ile değerlendirildi. BT anjiyografi-DSA uyumunda Kappa değeri 0.66, Doppler-DSA uyumunda kappa değeri 0.45, BT anjiyografi -Doppler uyumunda Kappa değeri 0.21 olarak belirlendi. %70 ve üzeri stenozların tespitinde multidedektör BT anjiyografinin sensitivite %78 ve spesifisitesi %80 olarak belirlendi. Sonuç olarak, multidedektör BTA karotis arter stenozu şüphesi olan olgularda, yüksek sensitivite ve spesifisite değerleri ile güvenle uygulanabilen, non-invaziv, arteriyel kateterizasyona bağlı riskler taşmayan bir yöntemdir. Doppler US ise karotis arter darlıklarını değerlendirmede ilk aşamada seçilebilecek ucuz ve non-invaziv tekniktir. Ancak DSA, gûnümüzde halen altın standard yöntem olup, perkütan transluminal anjiyoplasti ve stent uygulaması gibi terapötik girişimsel yaklaşımlar için de yol gösterici bir tekniktir.
This prospective study is performed on patients of Eskişehir Osmangazi University, Radiology Department between January 2007 and October 2008. 20 cases (ages between 42-81) with patients who have distinct or suspect carotid artery stenosis included to this study. Fifteen of cases were male and 5 of cases were female. All patients were imaged by multidedector CT angiography, Doppler US, DSA. NASCET method was used for the assesment of degree of stenosis. DSA accepted gold standart and compared with other two techniques. The results of multidedector CT angiography and Doppler US were correlated with each other and with the results of DSA using Kappa statistics. The Kappa value was calculated as 0.66 for multidedector CT angiography-DSA correlation, 0.45 for Doppler US-DSA correlation and 0.21 for multidedector CT angiography-Doppler US correlation. For the detection of stenosis greater than 70% the sensitivity and specificity of multidedector CT angiography were 78% and 80%, respectively. As a result of this study, multidedector CT angiography may be accepted as an alternative diagnostic tool of DSA. In conclusion for the detection of carotid artery occlusive diseases multidedector CT angiography are safe, noninvasive methods with high sensitivity and specificity. As a first step in the evaluation of carotid artery stenosis, Doppler US can be used as a noninvazive and cost effective tecnique. However DSA is still the gold standard method and allows therapeutic interventional approaches.
Şensoy, B. Karotis arter stenozunda 64 kesitli multidedektör BT anjiyografinin tanı değerinin konvansiyonel anjiyografi ve Doppler US ile karşılaştırarak belirlenmesi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2009.
http://hdl.handle.net/11684/2094
Karotis Arter Stenozu
Multidedektör BT Anjiyografi
Dijital Konvansiyonel Anjiyografi
Doppler US
Karotis arter stenozunda 64 kesitli multidedektör BT anjiyografinin tanı değerinin konvansiyonel anjiyografi ve Doppler US ile karşılaştırarak belirlenmesi
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3426
2022-06-22T00:00:56Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_197
00925njm 22002777a 4500
dc
Yavaş, Ulaş Savaş
author
2008
Çalışmanın amacı bilgisayarlı tomografik (BT) anjiyografi ve/veya BT venografi kullanarak pulmoner emboli (PE) riskini tahmin etmeye çalışan iki skorlama metodunu karşılamaktı. Prospektif olarak 8 aylık bir periyodda PE'den şüphelenilen acil servis hastaları ve yatan hastalar sıralı olarak muayene edildi ve PE olasılık risk gruplarından birine sokulmak için Wells ve Revize Geneva skorları hesaplandı. Daha sonra hastaların hepsine BT Anjiyografi ve BT Venografi uygulandı ve deneyimli radyoloji doktorları tarafından PE varlığı ya da yokluğu değerlendirildi. Çalışma periodunda PE şüphesi olan 167 hastanın Wells ve Revize Geneva skorları hesaplandı. Bütün hastalara BT Anjiyografi ve BT venografi çekildi. Bu hastaların 148’inin imajları PE açısından kesin tanı koydurucu nitelikteydi. Çalışma için bu 148 hastanın verileri kullanıldı. Wells ve Revize Geneva skorlamasına göre yüksek, orta ve düşük PE risk gruplarında olan hastaların PE oranları sırasıyla %89.6, %26.4, %7.8 ve %83.3, %25.6, %0 idi. Hem yatan hastalar hem de acil servis hastaları ele alındığında Wells skoru için ROC (Receiver Operating Characteristic) eğrisi alıtında kalan alan anlamlı derecede daha fazla idi (p:0.04). Sadece acil servis hastaları ele alındığında ise (104 hasta) skorlama sistemleri arasında anlamlı farklılık bulunmadı (p:0.07). Wells skorlama sistemi hem yatan hastalar hem de acil servis hastaları ele alındığında daha doğru sonuçlar vermektedir. Revize Geneva skorlaması acil servis hastalarında yüksek güvenilirlikle kullanılabilir. Üç ay hasta takibi ve BT venografi yardımıyla 64 dedektörlü BT'nin PE tanısını koymadaki yanlış negatiflik oranını %2,9 olarak hesapladık.
The objective of the study was to compare two scoring methods to predict the risk of pulmonary embolism (PE) as diagnosed with computed tomography (CT) angiography and/or CT venography (CTV). Prospectively over a 8-month period, emergency department patients and hospital inpatients with suspected PE were consecutively examined and their Wells and Revised Geneva scores calculated to stratify them into a risk group for PE probability. Then all patients were examined with CTA and CTV to determine the presence or absence of PE, as diagnosed by experienced radiology staff physicians. During the study period, 167 patients were suspected of having a PE and were interviewed for the calculation of their Wells and Revised Geneva scores. All patients underwent CTA or CTV, but the images of only 148 patients were adequate enough to make a certain diagnosis regarding PE. The data of these 148 patients were used for the study. The rates of PE in high, moderate, and low PE risk groups determined according to the Wells score and the revised Geneva score were 89.6%, 26.4%, 7.8% and 83.3%, 25.6%, 0%, respectively. Among both inpatients and ED patients the area under the Wells score Receiver Operating Characteristic (ROC) curve was higher (p:0.04). When data from only ED patients were analyzed (104 patients) the scoring systems was not significantly different (p:0.07). The Wells rule appears to be more accurate among both inpatients and emergency department patients. The Revised Geneva score can be used in emergency department patients with high reliability. With the use of three month patient follow up and CT venography we calculated wrong negative ratio of 64 detector CT scanner for predicting PE 2.9%.
Yavas US. Multidedektör BT ile (64x0,5 mm) kombine İndirekt BT Venografi kullanarak, pulmoner emboli riskini ortaya koymak amacıyla oluşturulan iki puanlama sistemini karşılaştırmak ve Multidedektör BT’nin yanlış negatiflik oranını belirlemek. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı. Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2008.
http://hdl.handle.net/11684/3426
Pulmoner Emboli
Bilgisayarlı Tomografi
Anjiyografi
Venler
Tromboz
Multidedektör BT ile (64x0,5 mm) kombine indirekt BT venografi kullanarak, pulmoner emboli riskini ortaya koymak amacıyla oluşturulan iki puanlama sistemini karşılaştırmak ve multidedektör BT'nin yanlış negatiflik oranını belirlemek.
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3710
2022-07-20T00:00:50Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_197
00925njm 22002777a 4500
dc
Örüm, Duygu
author
2010
Çalışmanın amacı Romatoid Artiritli hastalarda temporomandibular eklem tutulumunun MRG ve ÇKBT ile saptanması iki modalitenin karşılaştırılması ve klinik ile korelasyonunu saptamaktı. Prospektif olarak 2.5 yıllık bir peryotta 53 hasta sıralı olarak muayene edildi ve aynı gün içinde MRG ve ÇKBT tetkiki gerçekleştirildi. Çalışma sonunda Romatolojik hastalıklarda TME tutulumunun değerlendirilmesinde paraartiküler kemik iliği ödemi ve eklem aralığında sıvı benzeri erken dönem inflamatuar değişiklikler ve bu bulgulara eşlik edebilen disk patolojisinin saptanmasında MRG’nin en etkili yöntem olduğu ve Romatoid Artirite bağlı temporomandibular eklem tutulumunda tanı koydurucu bulguları saptamada altın standart olduğu sonucuna varıldı. Çalışmaya dahil olan 53 hastanın106 eklemin %66’sında MRG’de %57.5’inde ÇKBT’de RA ile ilişkili eklem tutulumu açısından tanı koydurucu bulguların olduğu saptandı. Bununla beraber BT’nin eklem tutulumu ile ilişkili erozyon ve kondil deformasyonu benzeri kemik değişikliklerini ve eklem mesafesindeki patolojiyi saptamada MRG’den daha duyarlı olduğu sonucuna varıldı. Romatoid Artiritli hastalarda Temporomandibular eklem tutulumunda sık görülen bir bulgu olan eroziv değişikliklerin saptanmasında BT altın standart kabul edildiğinde MRG ile aralarında istatistiksel olarak anlamlı farklılık olup, MRG’nin eroziv değişikliklerin saptanmasında duyarlılığının %84, özgüllüğünün ise %100 olduğu belirlendi. Hastalığa eşlik eden bir bulgu olarak disk patolojisi MRG’de hastaların %55.7’sinde ÇKBT’de ise %44’ünde saptandı. MRG altın standart kabul edildiğinde disk patolojsini saptamada ÇKBT %54 duyarlılık ve %100 özgüllüğe sahip olduğu bulundu. Hastalar arasında sedimantasyon, CRP yüksekliği ve RF pozitifliği arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamakla birlikte MRG’de aktif inflamasyon bulgusu olan hastalarda DAS 28 değerinin yüksek olduğu bulundu.
Bilgisayarlı Tomografi
Aim of this study was to evaluate temporomandibular joint involvement in patients with rheumatoid arthritis with MRI and MDBT, to compare two modalities and to establish correlation with clinical findings. 53 patients were examined consecutively in period of 2.5 years. MRI and MDBT examinations were obtained in the same day. As a result of this study, MRI is found to be most effective method in evaluation of TMJ involvement in rheumatologic diseases to demonstrate early stage inflamatory findings like paraarticular bone marrow edema, and fluid accumulation in joint space and associated possible disk pathologies. MRI is expressed as gold standart in establishing diagnostic findings of TMJ involvement in rheumatoid arthritis. In 106 joints of 53 patients, diagnostic findings of RA-related joint involvement are observed in 66% of MRI and 57.5% of MDBT images. On the other hand, MDBT is found to be more sensitive than MRI in detection of joint space pathologies and bony changes like erosion and condyler deformation suggesting joint involvement. When CT is accepted as gold standart in detection of erosive changes as a frequent finding of TMJ involvement in rhematoid arthritis, statistically significant difference is found between MRI and CT. In detection of erosive changes, MRI has 84% of specificity and 100% of sensitivity. As an associated finding, disk pathology is observed in patients with 55.7% in MRT and 44% with CT. When MRI is accepted as golden standart in detection of disk pathology, MDBT has 54% of sensitivity and 100% of specificit. There was no significant difference between patients in scope of sedimentation, CRP elevation and RF positivity whereas DAS-28 levels are found higher in patients with active inflamation findings observed in MRI compared to the patients with no evidence of active inflamation and diagnostic findings in MRI where average DAS-28 values are found statistically different between these groups.
Duygu, Ö. Romatoid Artiritli hastalarda Temporomandibular eklem tutulumunun Manyetik Rezonans Görüntüleme ve Multidedektör ÇKBT ile (64x0,5 mm) bulgularının karşılaştırılması. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı. Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2010.
http://hdl.handle.net/11684/3710
Temporomandibular Eklem
Manyetik Rezonans Görüntüleme
Romatoid Artirit
Romatoid artiritli hastalarda temporomandibular eklem tutulumunun MRG ve 64-Çok Kesitli BT bulgularının karşılaştırılması
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/4013
2022-08-02T00:00:36Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_197
00925njm 22002777a 4500
dc
Tok, Sermin
author
2010
ÇalıĢmanın amacı kronik otitis media ve kolesteatomlu olgularda operasyon öncesi
orta kulak kemikçiklerinin 64 dedektörlü bilgisayarlı tomografi ile incelenmesi ve
operasyon sonuçları ile korelasyonunu saptamaktı. Prospektif olarak 5 aylık periyotta
100 olgu çalıĢmaya dahil edildi. Kulak-burun-boğaz kliniği tarafınca değerlendirilen
olgulara 7 gün içersinde 64 dedektörlü bilgisayarlı tomografi ile temporal BT tetkiki
gerçekleĢtirildi. Olgular 2 ay içinde opere edildi.Operasyon altın standart kabul
edildi. Çok kesitli BT ile 100 olguda orta kulak kemikçiklerinin değerlendirilmesinde
malleus için duyarlılık %95,1, özgüllük %92,3, inkus için duyarlılık %84,6,
özgüllük %98,4 ve stapes için duyarlılık %71,2, özgüllük %100 saptandı. Çok kesitli
BT ile duyarlılık en yüksek malleus anterior proseste (%97,1) bulunurken, en düĢük
stapes anterior krusta (%71,2) bulundu. Ayrıca ÇKBT ile operasyon bulguları
arasında yapılan karĢılaĢtırmalarda kemikçik değiĢikliği saptanmaması, rezorbtif
değiĢiklikler ve tam rezorbsiyon saptanması açısından uyum kappa analizleri ile
araĢtırıldı.En yüksek uyum malleus medial proceste (к=0.936) saptanırken, en düĢük
uyum stapes posterior krusta (к=0,768) saptandı. Sonuç olarak operasyon öncesinde
orta kulak kemikçiklerinin değerlendirilmesinde 64 dedektörlü bilgisayarlı
tomografinin yüksek doğrulukla kullanılabileceği saptandı.
The aim of this study was to make preoperative assessment of the middle
ear ossicles with 64- multidetector CT in cases of chronic otitis media and
cholesteatoma and to determine the correlation between CT findings and surgery
results.100 patients were included in this prospective study within a 5-month-period.
After a clinical examination in ear-nose-throat clinic all patients underwent 64-
multidetector temporal CT within 7 days. All patients underwent surgery within 2
months and the operation results were accepted as gold standart. Assessment of
middle ear ossicles with multidetector CT in 100 patients yielded sensitivity and
spesificity values of % 95.1 and % 92.3 for malleolus; % 84.6 and % 98.4 for incus,
% 71.2 and % 100 for stapes, respectively. The sensitivity values in assessment of
ossicles with MDCT were highest for anterior process of malleolus (% 97.1) and
lowest for anterior crus of stapes (% 71.2). Using kappa analysis, a comparative
analysis of MDCT and operation findings were made in respect to absence of
ossicles changes, resorptive ossicle changes and complete ossicle resorption.
Correlation between MDCT and operation findings were highest for medial process
of malleolus (κ = 0.936) and lowest for posterior crus of stapes (κ = 0.768). In
conclusion we found that 64- multidetector computed tomography examination of
middle ear ossicles can be used in pre-operative assessment of middle ear ossicles
with high accuracy rates.
Tok, S. Kronik otitis media ve kolesteatomlu olgularda preoperatif 64 dedektörlü bilgisayarlı tomografi ile orta kulak kemikçiklerinin incelenmesi ve cerrahi bulgularla karşılaştırılması. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı. Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2010.
http://hdl.handle.net/11684/4013
Kronik Otitis Media
Kolesteatom
Orta Kulak Kemikçiği
Bilgisayarlı Tomografi
Chronic Otitis Media
Cholesteatoma
Middle Ear Ossicles
Computed Tomography
Kronik otitis media kolesteatomlu olgularda preoperatif 64 dedektörlü bilgisayarlı tomografi ile orta kulak kemikçiklerinin incelenmesi ve cerrahi bulgularla karşılaştırılması
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3703
2022-07-19T00:00:34Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_197
00925njm 22002777a 4500
dc
Şahin, Murat
author
2011
Bu Çalışma Ekim 2009 ile Nisan 2011 tarihleri arasında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalında prospektif olarak gerçekleştirildi. Femoroasetabular İmpingement ön tanısı ile artrografisi yapılan hastaların 50 kalça tetkiki çalışmaya dahil edildi. Bu hastalara hem ÇKBTA (Çok Kesitli Bilgisayarlı Tomografi Artrografi) ve hemde MRA (Manyetik Rezonans Artrografi) yapıldı. Hastaların ortalama yaşları kadınlarda 32 ve erkeklerde 31’di. Yapılan ÇKBTA ve MRA bulguları hem birbirleri ile hemde cerrahi ve artroskopi bulgular ile karşılaştırıldı. Artrografileri yapılan 10 hasta opere oldu; 9 hastaya açık cerrahi 1 hastaya artroskopi yapıldı. Her iki artrografi tetkikinin kalça içi patolojileri saptamaki gücü cerrahi sonuçların karşılaştırılması ile bulundu. Labral patolojileri saptamasında ÇKBTA %80 sensitifite ve %100 spesifisiteye sahipti, bu nedenle MRA’ye alternatif bir tetkik olarak değerlendirildi. Asetabular ve femoral kartilaj defektlerini saptamada MRA ve ÇKBTA bulguları ayrı ayrı değerlendirildi. Femoral kartilaj defektlerinin saptanmasında ÇKBTA’nin sensitifitesi %100 spesifisitesi %85’di. Asetabular kartilaj defektlerinde ise MRA ve ÇKBTA bulguları biribirine yakın sonuçlar gösterdi. ÇKBTA labral yırtık varlığının tespitinde olduğu gibi labral yırtık lokalizasyonunda da MRA’ya göre daha üstün bulundu. ÇKBTA özellikle labral yırtık lokalizasyonunu daha yüksek oranda saptadı. Kemik lezyonlarının varlığında ise ÇKBTA labral patolojileri MRA’ya göre daha iyi değerlendirdi. Sonuç olarak femoroasetabular impingementtaki kalça içi patolojilerini saptamada ÇKBTA MRA’ya iyi bir alternatif tetkikdir. Özellikle femoral kartilaj defektlerinin saptanmasında ve labral yırtık lokalizasyonunda MRA’ya göre daha üstündür.
A total of 50 arthrography examinations of patients with a clinical diagnosis of femoro-acetabular impingement were included in study. All patients were examined with MRA (Magnetic resonance arthrography) and MDCTA (Multidetector computurized tomography arthrography). The mean age of the patients was 32 for women and 31 for men. MDCTA and MRA findings were compared with another and also to surgery and arthroscopy findings. 10 patients with positive arthroscopic findings underwent surgery: 9 open and 1 arthroscopic procedures were performed. The ability of each arthrographic study to detect hip pathologies was assessed using surgery results as the gold standard. Sensitivity and specificity of MDCTA in detecting labral lesions were % 80 and % 100, respectively and MDCTA found to be a valid alternative to MRA. MRA and MDCTA findings were also evaluated seperately for acetabular and femoral cartilage defects. Sensitivity and specificity of MDCTA in detecting femoral cartilage defects were % 100 and % 85, respectively. MRA and MDCTA findings showed similar results for acetabular cartilage defects. MDCTA found to be süperior to MRA for detection of labral lesions and also for localizing them. MDCTA allowed better evaluation of labral pathologies along with bone lesions, if present. In conclusion, MDCTA is an effective alternative method for detection of hip pathologies in femoro-acetabular impingement syndrome. MDCTA is also süperior to MRA, especially for detecting femoral cartilage defects and localizing labral lesions.
Şahin, M. Kalça Femoroasetabuler İmpingementli Hastalarda MR ve BT Artrografinin Cerrahi ve Artroskopik Bulgular ile Karşılaştırılması. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Tıpda Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2011.
http://hdl.handle.net/11684/3703
Çok kesitli BT artrografi
Manyetik rezonans artrografi
Femoraasetabular impingement
Kalça impingement sendromları olan hastalarda artrografik bulguların cerrahi ve artroskopik bulgular ile korelasyonu
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3982
2022-07-30T00:01:04Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_197
00925njm 22002777a 4500
dc
Tekdemir, Gültekin
author
2010
Bu çalışma 2007-2010 tarihleri arasında, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radiyoloji Anabilim Dalında retrospektif ve prospektif olarak gerçekleştirildi. Çalışmaya yaşları 30-79 arasında değişen, ve akciğer kitlesi olan 60 hasta (7 kadın, 53 erkek) dahil edildi.Olguların nefes darlığı, ses kısıklığı, hemoptizi,göğüs ağrısı ve öksürük gibi semptomları mevcuttu.Hastaların akciğer lezyonlarına 18G, 20G ve 22G Chiba biyopsi iğnesi ile biyopsi yapılarak, iğnenin kalınlığına göre komplikasyon oranları ve patolojik tanısal spesmen elde edebilme oranları karşılaştırıldı. Bu karşılaştırma sonucunda; iğne çapının, geçilen akciğer parankimi uzunluğu, lezyonun boyutu ile pnömotoraks oluşması arasında pozitif bir ilişki saptanmadı. Ayrıca lezyonun morfolojik yapısı ve iğne çapı ile tanı koyma arasında anlamlı bir farklılık saptanmadı. Çalışmamızda, malign lezyonlar için iğne biyopsinin sensitivitesi %95.3, spesifitisitesi %100 olarak bulundu. Benign lezyonlar için ise sensitivitesi % 88.8, spesifitisitesi %100 olarak idi. Çalışmamıza göre transtorasik iğne iğne aspirasyon biyopsinin güvenilir, iğne kalınlığına bağlı olmaksızın komplikasyonları düşük, basit ve etkin bir yöntem olduğu doğrulanmıştır.
Sixty patients aged between 30-79 (8 women and 52 men) with known pulmonary masses were included in the study. Symptoms were shortness of breath, hemoptysis, hoarseness and cough.Biopsies were performed using 18, 20 and 22 G Chiba biopsy needles. Complication rates and diagnostic specimen obtained rates were studied and compared for each needle type. We have found no positive relation between the occurence of pneumothorax and the needle thickness, lesion size and passed lung paranchyma distance. Needle thickness and lesion?s morphological structure haven?t cause any significant effect on procedures? diagnostic value. A sensitivity of % 95.3 and % 88.8; and a specificity of % 100 and % 100 were found for malignant and bening lesions, respectively. In conclusion, our study confirmed that the transthoracic fine needle aspiration biopsy is a reliable, simple and effective procedure with low complication rates.
Tekdemir G., Akciğerin kitle lezyonlarının iğne biyopsilerinde kullanılan iğne kalınlığının komplikasyonlara ve histolojik tanıya etkinin araştırılması Eskişehir. 2010.
http://hdl.handle.net/11684/3982
Akciğer Kitleleri
BT Eşliğinde Transtorasik İğne Biyopsisi
Chiba İğnesi
İğne Kalınlığı
Pulmonary Mass
CT-guided Percutaneuos Trasthoracic Needle Biopsy
Akciğerin kitle lezyonlarının iğne biyopsilerinde kullanılan iğne kalınlığının komplikasyonlara ve histolojik tanıya etkisinin araştırılması
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2835
2022-03-08T01:00:27Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_197
00925njm 22002777a 4500
dc
Arıkan, Ufuk
author
2010
Bu çalışma Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalında 2010 yılında invitro olarak gerçekleştirildi. Çalışmada Üroloji Anabilim Dalınca son 10 yılda çeşitli cerrahi işlemler ile hastalardan elde edilen 78 taştan 23'ü in vitro olarak incelendi. Her taş iki gözlemci tarafından öncelikle gri skala, ardından renkli ve spektral Doppler ile twinkling artefaktı açısından değerlendirildi. Akustik gölgenin yarısından azını içeren artefakt grade I, akustik gölgenin yarısından fazlasını içeren artefakt ise grade II olarak iki gruba ayrıldı. Taşların kimyasal analiz sonucu kompozisyonları değerlendirildiğinde: 1 (%4.3) ürik asit taşı, 2 (%8.7) strüvit taşı, 20 (%87.0) Ca oksalat taşı (18'i COM, 2'si COD) olarak dağılım gösterdiği gözlendi. Çalışmamızda tüm taşlardan twinkling artefaktı alınmıştır. Taş kompozisyonu, boyutu, yüzey düzgünlüğü ile twinkling artefaktı ve `grade'i arasında anlamlı bir ilişki bulunamadı. Biz de literatürle uyumlu olarak üriner sistem taşlarının değerlendirilmesinde twinkling artefaktının ek bir sonografik parametre olarak kullanılabileceğini düşünmekteyiz. Ancak twinkling artefaktı ile tedavinin yönlendirilmesinde öneme sahip olan taş kompozisyonu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptamadık. Bununla birlikte daha geniş serilerle yapılacak çalışmalarla daha anlamlı sonuçlar elde edilebileceği kanaatindeyiz.
This study was conducted as an invitro search in Radiology Department of Eskisehir Osmangazi University Faculty of Medicine in 2010. 23 of 78 stones that were collected from patients by various surgical procedures in Urology Department were analyzed in vitro. Each stones were evaluated by two observers in respect to twinkling artifact primarily by gray scale and afterwards by color and spectral Doppler. Artifacts were grouped as follows: Those including smaller than half of the acoustic shadow were scored as grade I and those including more than half of the acoustic shadow were scored as grade II. Chemical analysis according to composition showed that there was 1 (%4.3) uric acid stone, 2 (%8.7) struvite stones and 20 (%87.0) calcium oxalate stones (18 were COM and 2 were COD). In our study twinkling artefacts were obtained from all of the stones. We did not find a statistically significant difference between stone composition, dimension, surface smoothness and existance of twinkling artefact or `grade? of artefact. In concordance with literature, we concluded that twinkling artefact could be used as a supplemental sonographic parameter in evaluation of urinary system stones. However we did not find a statistically significant difference between twinkling artifact and stone composition, which is important in planning the treatment modality. In addition we thought that it would be better to study twinkling artefact with larger series by Doppler ultrasonography.
Arıkan, U. Üriner sistem taşlarının karakterizasyonunda invitro “twinkling” artefaktının yeri. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı. Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir. 2010.
http://hdl.handle.net/11684/2835
Twinkling Artefaktı
Ultrason
Üriner Sistem Taşı
Twinkling Artifact
Doppler
Üriner sistem taşlarının karakterizasyonunda invitro ''Twinkling'' Artefaktı'nın yeri
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3014
2022-06-07T00:00:21Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_197
00925njm 22002777a 4500
dc
Akcan, Esra
author
2012
Bu çalışma Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalında prospektif olarak gerçekleştirildi. Çalışmaya Mart 2011- Kasım 2011 tarihleri arasında son dönem böbrek yetmezlikli 60 olgu ve 20 sağlıklı gönüllü dahil edildi. Hastaların BT ve MR çekimi mevcut literatüre uygun protokoller uygulanarak gerçekleştirildi. BT görüntülerinde karotis arterin intrakraniyel segmentinde kalsifikasyon miktarı Agaston’s metodu ile hesaplandı. Hemodiyaliz grubunda kalsiyum skoru transplantasyon ve kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek olup periton diyalizi ile anlamlı farklılık izlenmedi. Santral sinir sisteminde manganez akümülasyonunu değerlendirmek amacı ile beyin MR görüntülerinde pallidal indeks değerleri ölçüldü. Hemodiyaliz grubunda pallidal indeks değerlerinin istatistiksel olarak anlamlı yükseklik gösterdiği saptandı. Olguların kan plazma manganez seviyeleri ICP-MS metodu ile ölçüldü. Kan manganez seviyeleri ile pallidal indeks ölçümleri arasında istatistiksel olarak anlamlı korelasyon bulunmadı. Pallidal indeks ölçümleri kronik manganez akümülasyonunu göstermede kan manganez seviyesinden daha etkili olup, Hemodiyaliz grubunda pallidal indeks değerlerinin yüksek bulunması subklinik, kronik manganez akümülasyonunun göstergesidir. Diğer tedavi gruplarına göre hemodiyaliz grubunda anlamlı farklılık olması, manganez akümülasyonunun nedeninin üremi ya da böbrek yetmezliğinden çok hemodiyaliz tedavisinin kendisine bağlı olduğunu düşündürmektedir.
This study was performed prospectively in Eskişehir Osmangazi University Medical Faculty Department of Radiology between Marc 2011 and November 2011. 60 cases with end-stage renal disease and 20 healthy volunteer incluted the study. Examination of all patients with CT and MR were carried out according to current literature. Calcifications of internal carotid arteries were evalauated with Agaston’s method. Calcium score in hemodialysis patients were significantly higher than transplantation and control groups however there was no differences with peritoneal dialysis patiens. Pallidal index values were calculated to determine the manganese accumulation in central nerveous system. İn Hemodialysis group, pallidal index values were significantly higher than the other groups. Plasma manganese levels was measured by ICP_MS method. There was no significantly correlation with pallidal index values and plasma manganese levels. Pallidal index values are more sensitif than plasma manganese levels to project chronic and subclinic manganese accumulation. Significant differences in pallidal index values in hemodialysis patients are thought that the reason of manganese accumulation is hemodialysis treatment beyond the uremia or renal failure.
Akcan, E. Kronik renal yetmezlikli, transplantasyon, hemodiyaliz ve periton diyalizi ile tedavi edilen olgularda kan manganez seviyesi ile beyin MRG bulgularının ilişkisi ve ÇKBT ile intrakraniyel arteriyel kalsifikasyonların skorlanması. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı. Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2012.
http://hdl.handle.net/11684/3014
ÇKBT
Kalsifikasyon
Manganez
Pallidal İndeks
Hemodiyaliz
MDBT
Calcification
Manganese
Pallidal İndex
Hemodialysis
Kronik renal yetmezlikli, transplantasyon, hemodiyaliz ve periton diyalizi ile tedavi edilen olgularda kan manganez seviyesi ile beyin mrg bulgularının ilişkisi ve çkbt ile intrakraniyel arteriyel kalsifikasyonların skorlanması
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2893
2022-03-10T01:00:27Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_197
00925njm 22002777a 4500
dc
Urfalı, Furkan Ertürk
author
2013
Urfalı, F.E. Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı’nda takip edilen malign plevral mezotelyomalı hastalarda kemoterapiye yanıtın kürler arasında Toraks ÇKBT ile modifiye RECIST ve tümör volümü karşılaştırılması ve prognoza etkisini tespit etmek. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı. Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2013. Bu çalışma, histopatolojik olarak MPM tanılı 32 hastanın kemoterapi tedavisine yanıtının toraks ÇKBT ile değerlendirilmesiyle gerçekleştirildi. Çalışmaya Mart 2010-Mayıs 2012 tarihleri arasındaki ÇKBT tetkikleri dahil edildi. Tüm hastalara platin temelli kemoterapi kombinasyon tedavisi verildi. ÇKBT çekimi mevcut literatüre uygun protokollerle çalışıldı. Kemoterapi tedavisi sonrasında yanıt değerlendirmede tek boyutlu lineer ölçümler ile üç boyutlu volüm ölçümleri kullanıldı. Üç boyutlu tümör volüm ölçümü bilgisayar destekli yarı otomatik segmentasyon ile hesaplandı. Tek boyutlu ölçümlerin yanıt sınıflandırmasında, Modifiye RECIST kriterleri esas alındı. Tek boyutlu ölçümler ile tümör volümünde tedavi sonrasında % 65 regresyon-% 73 progresyon kriterlerinin kullanıldığı sınıflandırmalar arasında mükemmele yakın uyum izlendi. Kemoterapiye yanıt değerlendirmede tümör volümündeki fark için sağkalım ile uyumlu yanıt kriterleri bulmak amacıyla ROC analizi yapıldı. Tümör volümünde kemoterapi tedavisi sonrasında % 40 tümör volümü regresyonu, evre ve MPM histolojik alt tipinden bağımsız risk faktörü olarak belirlendi. Modifiye RECİST kriterlerinin kullanıldığı tek boyutlu ölçümlerde ise kemoterapiye yanıt grupları arasında sağkalım açısından istatistiki olarak anlamlı farklılık izlenmedi. Sonuç olarak tümör volümünün bilgisayar destekli ölçümü, değerlendiren kişiden bağımsız ve daha doğru bir veri sağlamaktadır. Tümör volümünün hesaplanmasındaki gelişmelere paralel olarak tedaviye yanıt kriterlerinin herbir malignite tipi için geniş kapsamlı hasta gruplarında sağkalım analizleriyle düzenlenmesi gerekmektedir.
Urfalı, F.E. Evaluation of chemotherapy response in malign pleural mesothelioma using MDCT : comparison of modified RECIST and tumor volume measurements and their effectiveness on predicting prognosis. Eskisehir Osmangazi University, Department of Radiology, Eskisehir, 2013. MDCTs of a total 32 patients , performed between March 2010 – May 2012, were included in this study. All patients were diagnosed with malign pleural mesothelioma histopathologically and all received platinum – based chemotherapy combinations. Linear and 3D volumetric measurements were used to evaluate chemotherapy response. 3D tumor volume measurements were performed with computer assisted semi- automated segmentation method. Response classifications using linear measurements were based on modified RECIST criteria. After chemotherapy, an almost perfect agreement was found between linear measurements and response classifications using % 65 regression – % 73 progression crtieria on tumor volume. A ROC analysis was performed in order to determine response criteria which will show consistence between tumor volume changes and survival rates. After therapy, a % 40 regression in tumor volume was found to be a risk factor which is independent of tumor stage or tumor histological type. Using linear measurements and modified RECIST criteria, no statistically significant difference was found between survival rates of chemotherapy response groups. In conclusion, computer aided tumor volume measurements are more accurate and less operator dependent. With the recent developments in tumor volume measurement methods, treatment response criteria should be rearranged for each tumor type using the results of survival analyses that are obtained from larger patient populations.
http://hdl.handle.net/11684/2893
ÇKBT
chemotherapy
MDCT
Bilgisayar Destekli Tümör Volüm Ölçümü
Kemoterapi
Malign Plevral Mezotelyoma
Chemotherapy
Response Evaluatio
Göğüs hastalıkları anabilim dalı’nda takip edilen malign plevral mezotelyomalı hastalarda kemoterapiye yanıtın kürler arasında toraks çkbt ile modifiye recist ve tümör volümü karşılaştırılması ve prognoza etkisini tespit etmek
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2568
2022-02-10T01:00:22Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_197
00925njm 22002777a 4500
dc
Emekli, Emre
author
2019
TRUS biyopsi
sonucu Gleason skoru 6 olan hastalarda klinik anlamlı kanser bulunma ve yetersiz
tedavi alma olasılığı bulunmaktadır. mpMRG bu hasta grubunda KOAK ihtimali
yüksek lezyonların tespitinde kullanılabilir. Bu nedenle çalışmamızın amacı TRUS
biyopsi sonucunda Gleason skoru 6 olan hastaların prostat mpMRG bulgularını
değerlendirmektir. Bu amaçla Ocak 2015-Ocak 2019 tarihleri arasında 3T MRG
ünitesinde klinik olarak PKa şüphesi olan ve TRUS biyopsi sonucu Gleason skoru
3+3 olup tanı amaçlı mpMRG çekilen 80 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların
görüntüleri klinik bilgilerine kör 2 radyolog tarafından PIRADSv2.1 klavuzuna göre
skorlandırıldı. PI-RADS skoruna göre hastalar KOAK ihtimali yüksek (PI-RADS 4-
5) ve KOAK ihtimali düşük (PI-RADS 2-3) olarak ikiye ayrıldı. Her iki grup yaş,
PSA, PSA dansitesi ve prostat hacimleri açısından değerlendirildi. Hastalar klinik
bilgilerine göre RP yapılan, RT ile tedavi edilen, aktif izlem, bekleyerek izlem ve
takibine ulaşılamayanlar olarak gruplandırıldı. Hasta gruplarının mpMRG sonuçları
değerlendirildi. 80 hastanın yaş aralığı 49-78 (64 ± 7,09), PSA değerleri 0,73-55,27
ng/ml(8,86±7,75), PSA dansitesi 0,016-0,934 ng/ml/cc(0,158 ± 0,133) ve prostat
hacimleri 20,27-190,79 cm³ (64,26 ± 32,42) olarak bulundu.%33,8’sinde PI-RADS
2-3 %66,2’ünde PI-RADS 4-5 lezyon saptandı. Her iki grup arasında yaş,PSA,PSA
dansitesi ve tümör yüzdesi arasında anlamlı fark vardı. 80 hastanın 15’i RT, 28’i RP
ile tedavi edilmiş, 21 hasta aktif izleme, 3 hasta bekleyerek izleme alınmış ve 11
hasta takiplerine gelmemiştir. RP yapılan grupta patoloji sonuçları altın standart
olarak alındığında mpMRG’nin sensitivitesi %94,74, spesifitesi %100 ve doğruluk
oranı %96,3 olarak hesaplandı. Sonuç olarak PIRADS 4-5 skorları, KOAK
lezyonların tanısında yüksek duyarlılık ve negatif öngörü değerine sahiptir. mpMRG
başlangıçta düşük riskli değerlendirilen hastalarda biyopsiye ek olarak karar
mekanizmasında rol oynayabilecek güvenilir noninvaziv tanı yöntemidir
Patients with TRUS biopsy Gleason score 6 may have clinically
significant PCa so they are likely to receive inadequate treatment. mpMRI can be
used to detect lesions with a high probability of clinically significant PCa in this
group. Therefore, the aim of this study was to evaluate the prostate mpMRI findings
of patients with Gleason score 6 after TRUS biopsy. Between January 2015 and
January 2019, 80 patients with clinical suspicion of PCa and TRUS biopsy result
with a Gleason score of 3 + 3 were included in the study. The images of the patients
were examined by 2 radiologists, who blind to clinical informations, and scored
according to the PIRADSv2.1 guideline. According to the PI-RADS score, patients
were divided into two groups as high probability of clinical suspicion PCa (PI-RADS
4-5) and low probability of clinical suspicion PCa (PI-RADS 2-3). Both groups were
evaluated for age, PSA, PSA density and prostate volumes. Also patients were
grouped according to their clinical information as RP, RT, active surveilence,
watchful waiting and inaccesible clinical informatin. mpMRI results of the patient
groups were evaluated. The age range of 80 patients were 49-78 (64 ± 7,09), PSA
values were 0,73-55,27 ng / ml (8.86 ± 7.75), PSA density were 0.016-0.934 ng / ml /
cc (0,158 ± 0,133) and prostate volumes were found to be 20,27-190,79 cm³ (64,26 ±
32,42). 33,8% of lesions were PI-RADS 2-3 and 66,2% of lesions were PI-RADS 4-
5. There were a significant difference between the two groups in terms of age, PSA,
PSA density and tumor percentage.15 patients were treated with RT,28 with RP, 21
with active surveillance and 3 with watchful waiting. When the pathology results
were taken as the gold standard in the RP group, the sensitivity, specificity and
accuracy of mpMRI were calculated as 94.74%, 100% and 96.3%, respectively. As a
result, PIRADS 4-5 scores have high sensitivity and negative predictive value in the
diagnosis of clinically significant PCa. mpMRI is a reliable noninvasive diagnostic
method that may play a role in decision-making in addition to biopsy in patients
initially evaluated at low risk
http://hdl.handle.net/11684/2568
Prostat Kanseri
mpMRG
PI-RADS v2.1
TRUS Biyopsi
Prostate Cancer
TRUS Biopsy
Transrektal ultrasonografi eşliğinde prostat biyopsisi sonucu gleason skoru 6 olan hastalarda multiparametrik prostat manyetik rezonans görüntüleme bulguları
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3218
2022-06-16T00:03:10Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_197
00925njm 22002777a 4500
dc
Bayav, Fatma Didem
author
2021
Kronik karaciğer parankim
hastalığı ile ilişkili siroz HSK gelişimi için en önemli risk faktörüdür. Kılavuzlar HSK
taraması için AFP ve görüntüleme yöntemlerini önermektedir. AFP yüksek veya düşük
olmasının HSK fenotipindeki değişiklikler ile ilişkili olabileceği düşünülmüştür. Bu
çalışmada AFP yüksek ve düşük hastalarda görüntüleme bulgularının farklı olup
olmadığını değerlendirmeyi amaçladık. Ocak 2015- Şubat 2021 tarihleri arasında
çalışma kriterlerine uyan 108 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların görüntüleri 2
radyolog tarafından değerlendirildi. Hastalar AFP değeri 20 IU/ml göre yüksek ve
düşük olarak iki gruba ayrıldı. Hastaların 51 (%47,2)’inde AFP düşük, 57
(%52,8)’sinde yüksekti. 54 (%50) hastada tek, 38 (%35,2)’inde çok, 16 (%14,8)’sında
infiltratif HSK vardı. Tek lezyonu olan hastalarda AFP değeri düşük, çok ve infiltratif
lezyonu olanlarda yüksek olma eğilimi göstermekteydi (χ
2=16,08, P<0,001). LI RADS sınıflamasına göre 3 (%2,8) hastada LI-RADS 3, 16 (%14,8)’sında LI-RADS
4, 66 (%61,1)’sında LI-RADS 5, 23 (%21,3)’ünde LI-RADS TIV lezyon mevcuttu.
AFP yüksek grupta LI-RADS-TIV hasta daha çoktu (χ
2=20,00; P<0,001). Hastaların
96 (%88,9)’sında patolojik lenf nodu yoktu, 12 (%11,1)’sinde patolojik lenf nodu
vardı ve gruplar arasında farklılık saptanmadı. (χ
2=2,67 P=0,102). İndeks lezyonun
AFP yüksek grupta boyut ortalaması 62,99±34,57 mm, düşük grupta 36,41±26,8
mm’di (P<0,001). AFP değerinin boyut ile arasında orta kuvvette pozitif korelasyon
vardı (R=0,529, P<0,001). AFP yüksek ve düşük grup arasında lezyon/dalak ADC
oranlarında farklılık saptanmamıştı. (sırasıyla; 1,13±0,31; 1,19±0,26, P=0,319). AFP
için kesim noktası 42 kabul edildiğinde tümör trombüsü varlığını ortaya koymadaki
tanısal performasında sensivite %87, spesifite %65 hesaplandı. Sonuç olarak, HSK
tanısı için MRG bulguları AFP değerinden bağımsızdır. Ancak yüksek değerler,
multipl ya da infiltratif HSK morfolojisi, büyük tümör boyutu ve eşlik edebilecek
venöz tümör trombüsü açısından uyarıcı olmalıdır
Cirrhosis associated with chronic liver
parenchymal disease is the most important risk factor for the development of HCC.
Guidelines recommend AFP and imaging modalities for HCC screening. High or low
AFP levels were thought to be associated with changes in the HCC phenotype. In this
study, we aimed to evaluate whether imaging findings are different in patients with
high and low AFP levels. Between January 2015 and February 2021, 108 patients who
met the study criteria were included in the study. The images were evaluated by 2
radiologists. Patients were divided into two groups as high and low AFP with the cut off point of 20 IU/ml. AFP was low in 51 (47.2%) patients and high in 57 (52.8%)
patients. There was a single lesion in 54 (50%) patients, multiple lesion in 38 (35.2%)
and infiltrative HCC in 16 (14.8%) patients. AFP value tends to be low in patients with
a single lesion and higher in patients with multiple and infiltrative lesions (χ2=16.08,
P<0.001). The images were LI-RADS 3 in 3 (2.8%) patients, LI-RADS 4 in 16 (14.8%)
patients, LI-RADS 5 in 66 (61.1%) patients and LI-RADS-TIV in 23 (21.3%) patients.
There were more LI-RADS-TIV patients in the high AFP group (χ2=20.00; P<0.001).
96 (88.9%) of the patients had no pathological lymph nodes, 12 (11.1%) of them had,
no significant difference was found between AFP groups (χ2=2.67 P=0.102). The
mean size of the index lesion was 62.99±34.57 mm in the high AFP group and
36.41±26.8 mm in the low group (P<0.001). There was a moderately strong positive
correlation between AFP value and size (R=0.529, P<0.001). There was no difference
in lesion/spleen ADC ratios between the AFP groups (respectively; 1.13±0.31;
1.19±0.26, P=0.319). With the cut-off point 42 for AFP, the diagnostic performance
in detecting the presence of tumor thrombus is calculated as 87% sensitivity and 65%
specificity. In conclusion, MRI findings for the diagnosis of HCC are independent of
AFP value. However, high values should be indicative of multiple or infiltrative HCC
morphology, large tumor size, and accompanying venous tumor thrombus
http://hdl.handle.net/11684/3218
Hepatosellüler Karsinom
MRG
LI-RADS
Serum AFP
Hepatocellular Carcionoma
Serum alfa feto protein değeri negatif hepatosellüler karsinomlu hastalar ile serum alfa feto protein değeri pozitif hepatosellüler karsinomlu hastaların manyetik rezonans görüntüleme bulgularının karşılaştırılması ve değerlendirilmesi
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/4173
2022-08-05T00:01:30Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_197
00925njm 22002777a 4500
dc
Subaşı, Berkay
author
2021
Bu çalışmanın amacı; benign semptomatik tiroid nodülü olan hastalarda
mikrodalga termal ablasyon (MDTA) yönteminin tedavi etkinliğini ve güvenilirliğini
değerlendirmektir. Bu amaçla Mart 2017- Kasım 2019 tarihleri arasında MDTA yöntemi
uygulanan ve 12 aylık takip süreçleri biten, 26 kadın, 12 erkek, toplam 38 hastanın
59 nodülü çalışmaya dahil edildi. Hastaların işlem öncesi ve işlem sonrası kontrol
görüntüleme bulguları, klinik skorlamaları, tiroid hormon ve otoantikor paneli retrospektif
olarak değerlendirildi. Hastaların yaş ortalaması 46.3 ± 13.2 idi. Tüm nodüller
%100 teknik başarı ile tedavi edildi. Klinik başarı oranı % 96.6 idi. 59 nodülün 57 tanesinde
belirgin küçülme saptandı. 2 farklı hastadaki 2 nodülde ise nüks lehine anlamlı
olabilecek revaskülarite ve hacimsel azalmada duraksama izlendi. Nüks kabul
edilen olgularda elastografik ECI değerinde diğer hastaların aksine istatiksel anlamlı
artış izlenmedi. US ile ölçülen ortalama hacimde işlem sonrası 12. ayda işlem öncesine
göre % 76.6 oranında azalma izlenmiş olup istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı
(p<0.01). Hastaların hiçbirisinde major komplikasyon izlenmezken, 8 hastada
(%21) minör komplikasyon izlendi. Hastaların tamamında tiroid hormon ve otoantikorları
normal sınırlarda kalmış olup tiroid hormon replasmanı gereken olgu izlenmedi.
Olguların GAS ve KS skorlarında işlem sonrasında istatiksel olarak anlamlı
azalmalar kaydedildi. Sonuç olarak semptomatik benign tiroid nodüllerinin MDTA
yöntemi ile tedavisi etkili ve güvenilir bir yöntemdir. Diğer ablasyon yöntemlerine
göre daha büyük ablasyon zonu sağlaması, daha hızlı yapılabilmesi gibi avantajları
vardır. Ayrıca bu yöntemin cerrahi işleme kıyasla daha az komplikasyon, daha iyi
kozmetik sonuçlar ve işlem sonrası tiroid hormon replasmanı gerektirmemesi gibi
avantajları olup gelecekte benign semptomatik tiroid nodüllerinin tedavisinde MDTA
belki de ilk seçenek olacaktır
The aim of this study is to evaluate the efficacy and reliability of microwave
thermal ablation (MWTA) method in patients with benign symptomatic thyroid
nodules. For this purpose, 59 nodules of 38 patients, 26 females, 12 males, who
underwent the MDTA method between March 2017 and November 2019 and whose
12-month follow-up period was completed, were included in the study. Pre- and
post-procedure control imaging findings, clinical scores, thyroid hormone and autoantibody
panel of the patients were evaluated retrospectively. The mean age of the
patients was 46.3 ± 13.2 years. All nodules were treated with 100% technical success.
The clinical success rate was 96.6%. Significant shrinkage was detected in 57
of 59 nodules. In 2 nodules in 2 different patients, revascularity, which could be significant
in favor of recurrence, and a pause in volumetric reduction were observed.
Unlike the other patients, no statistically significant increase was observed in the
elastographic ECI value in patients with relapse. In the 12th month after the procedure,
the mean volume measured by US decreased by 76.6% compared to the preprocedure,
and a statistically significant difference was found (p <0.01). While none
of the patients had major complications, 8 patients (21%) had minor complications.
Thyroid hormone and autoantibodies remained within normal limits in all patients,
and no patient requiring thyroid hormone replacement was observed. Statistically
significant decreases were recorded in VAS and CS scores after the procedure. In
conclusion, the treatment of symptomatic benign thyroid nodules with MDTA method
is an effective and safe method. It has advantages such as providing a larger ablation
zone and being performed faster than other ablation methods. In addition, this
method has advantages such as fewer complications compared to the surgical procedure,
better cosmetic results and not requiring thyroid hormone replacement after the
procedure, and MWTA may be the first choice in the treatment of benign symptomatic
thyroid nodules in the future
http://hdl.handle.net/11684/4173
Benign Tiroid Nodülü
Mikrodalga Termal Ablasyon
ECI
Benign Thyroid Nodule
Microwave Thermal Ablation
Semptomatik bengn tiroid nodüllerinin tedavisinde mikrodalga termal ablasyon tedavisinin güvenliği, etkinliği ve tedavi yanıtının sonografik, elastografik ve klinik skorlamalar ile değerlendirilmesi