2024-03-29T03:57:57Z
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/oai/request
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/344
2016-03-17T01:00:06Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_193
Dilate kardiyomiyopati hastaların immunadsorpsiyon tedavisi
Tahmazov, Senan
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji
Dilate Kardiyomiyopati
Otoantikor
İmmunoabsorbsiyon
Dilated Cardiomyopathy
Autoantibody
Immunoabsorption
Bu çalışmanın amacı dilate kardiyomiyopatiye bağlı kalp yetersizliği olan hastalarda immunoabsorbsiyon tedavisinin etkinliğini saptamaktır. Çalışmaya dilate KMP’ye bağlı kalp yetersizliği olan , optimal medikal tedaviye rağmen semptomatik (NYHA II-IV) seyreden ve bu nedenle immunoabsorbsiyon yapılmış 9 otoantikor ( anti beta-1 adrenoreseptör) pozitif hasta alındı. Gebelik, malignite, aktif enfeksiyon hastalığı ve diğer nedenlere bağlı kalp yetersizliği olması çalışma dışı tutulma kriteri olarak kabul edildi. Koroner arter hastalığı anjiyografi ile dışlandı. Hastaların bazal, immunoabsorbsiyon sonrası 3. ve 6. ay klinik, ekokardiyografik ve laboratuar parameterleri toplanarak değerlendirildi. Hastaların %55,5’i erkek, %44,4’ü kadın ve ortalama yaş 44,1±7,8 yıl idi. Cinsiyete göre incelendiğinde kadınlar ile erkekler arasında belirgin yaş farkı yoktu (%45,7±4,8’e karşılık 42,8±9,9, p<0,6 ). Çalışmaya alınan hastalarda immunoabsorbsiyon sonrası 3.ay kontrolünde ejeksiyon fraksiyonu ve 6 dakikalık yürüme testinde bazal değerlerlerle karşılaştırıldığında anlamlı derecede artış görüldü (%20,5±4,4’e karşı % 32,1±1,7, p<0,05 ve 366±145 metreye karşı 434±159 m, p<0,05), ancak NTproBNP ve hs-CRP değerlerinde anlamlı değişiklik görülmedi. Altıncı ay kontrolünde ejeksiyon fraksiyonu ve 6 dakikalık yürüme testinde bazal değerlerle karşılaştırıldığında anlamlı artış görüldü ( %21,1±4,5’e karşı %34,5±7,7, p<0,05 ve 356±132 metreye karşı 441±136 m, p<0,05 ). NTproBNP ve hs-CRP değerlerinde de anlamlı azalma görüldü ( 873±474 pg/ml’ye karşı 378±263 pg/ml, p=0,05 ve 12,8±11,4 mg/L’e karşı 4,3±5,8 mg/L, p<0,05 ).
The aim of this study is to determine the efficacy of the immunoabsorption therapy in patients with heart failure due to dilated cardiomyopathy. 9 patients with autoantibody positive (anti beta-1 adrenergic receptor) dilated cardiomyopathy who were symptomatic despite optimal medical treatment and have received immunoabsorption therapy included this study. The patients enrolled in the study were given information regarding the study and consent forms were taken as well. Pregnancy, malignancy, active infection and heart failure due to another causes were accepted as the exclusion criteria. Coronary artery disease was excluded with coronary angiography. Baseline, post-immunoabsorption, third and sixth month clinical, laboratory and echocardiographic parameters of patients were compared. The average age of the patients who participated in the study was 44,1±7,8 years (55,5% man, %44,4% woman). When analyzed by age, there was no significant difference between women and men (45,7±4,8% vs. 42,8±9,9%, p<0,6). When compared with baseline measures there was significant increase in ejection fraction and six minute walk test (20,5±4,4% vs 32,1±1,7%, p<0,05 and 366±145 m vs 434±159 p<0,05), but there was no significant change in NTproBNP and hs-CRP. At 6-month, there was significant increase in ejection fraction and 6-minute walk test (21,1±4,5% vs 34,5±7,7%, p<0,05 and 356±132 m vs 441±136 m, p<0,05) compared with baseline measures. Also there was significant decrease in NTproBNP and hs-CRP levels (873±474 pg/ml vs 378±263 pg/ml, p=0,05 and 12,8±11,4 mg/L vs 4,3±5,8 mg/L, p<0,05).
2016-03-16
2016-03-16
2015
physicsThesis
http://hdl.handle.net/11684/344
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/359
2016-04-06T00:00:11Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_193
Akut koroner sendrom ve akut miyokard infarktüslerinde görülen aritmiler
Morrad, Baktaash
Görenek, Bülent
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji
Aks
Aritmi
Stemi
Nstemi
Usap
Acs
Arrhythmia
Bu ĢalıĢmanın amacı akut koroner sendrom tanısıyla yatırılan hastalarda görülen aritmilerin sıklığını saptamaktır. ÇalĢımaya hastanemize baĢvurusunda akut koroner sendrom tanısıyla koroner yoğun bakım ünitesine kabul edilen 700 hasta tarandı, bu hastaların içinden ilk 48 saat içinde aritmi geliĢen 155 hasta dahil edildi. ÇalıĢmaya alınan hastalara çalıĢma hakkında bilgi verilerek onam formları alındı. Gebeler, malignite tanısı alanlar ve koroner anjiyografi yapılmayan hastalar çalımaya alınmadı. Akut koroner sendrom ve akut miyokard infarktüsü tanısıyla koroner yoğun bakım ünitesinde yatırılan hastaları Nihon kohden BSM 2301 cihaziyla 48 saat EKG kayıtları izlendi. ÇalıĢmaya dahil edilen hastaların ortalama yaĢı 65.6±12.8 idi. ÇalıĢmaya alınan hastaların %70.3‟ü erkek geri kalan %29.7‟si kadın idi. Cinsiyete göre incelendiğinde ise kadın hastaların yaĢ ortalamasının erkeklerden belirgin olarak daha yüksek olduğu görüldü (74.1±11.5 karĢılık 61.9±11.5, p<0.001). ÇalıĢmaya dahil edilen hastalardan STEMĠ tanısı alan hastaların 50 (%46.7)‟sinde, NSTEMĠ tanısı alanların 10 (%23.8)‟unda VEV görüldü, VEV STEMĠ‟larda NSTEMĠ‟lara göre anlamlı oranda daha fazla görüldü (%46.7 karĢılık %23.8, p<0.05). Hastalardan STEMĠ tanısı alanların 3(%2.8)‟ünde ve NSTEMĠ tanısı alanların 8(%19)‟inde atriyal flatter gözlendi. Atriyal flatter NSTEMĠ‟larda STEMĠ‟lara göre anlamlı derece daha yükseti ( %19‟a karĢılık %2.8, p<0.05). cinsiyete göre incelendiğinde diğer aritmilerde cinsiyetler arası anlamlı farklılık görülmezken AF erkeklere göre kadınlarda anlamlı düzeyde daha fazlaydı(%32.6 karĢılık %18.3). Ventriküler fibrilasyon yaĢayanlara göre ölenlerde anlamlı derecede daha fazla ( %31.8 karĢılık %9.0, p<0.05) idi. Üçüncü derece AV blok da ölenlerde yaĢayanlara göre anlamlı derece de daha fazla idi ( % 36.6 karĢılık %11.3, p< 0.05).
The aim of this study is to determine the frequency of arrhythmias in patients who have been diagnosed with Acute Coronary Syndrome. 700 patients who were admitted to the coronary care unit of our hospital, diagnosed with Acute Coronary Syndrome, were all screened, of these patients 155 of them developed arrhythmias within the first 48 hours and they were included in study. The patients enrolled in the study were given information regarding the study and consent forms were taken as well. Pregnant women, patients diagnosed with malignancy and undone coronary angiography patients were not scheduled for the study. With Nihon Kohden BSM 2301 device, the 48 hours ECG records of patients, who were diagnosed with Acute Coronary Syndrome and Acute Miyocardial infarction and they were sleeping in intensive care unit, were observed. The average age of the patients who participated in the study was 65.6±12.8. Patients included in the study, %70.3 of them were male and the remaining, %29.7, were female. When analyzed by gender, the average age of female patients were found significantly higher than the men (74.1 ± 11.5, versus 61.9 ± 11.5, p <0.001). VEV was seen in 50 (%46.7) of patients who attended the study and were diagnosed with STEMI and 10 (%23.8) of NSTEMI patients. VEV was seen considerably higher in STEMI patients that in NSTEMI patients. Atrial Flutter was seen in 3(%2.8) of the patients diagnosed with STEMI and 8(%19) of those diagnosed with NSTEMI. Atrial Flutter was remarkably higher in NSTEMI patient that in STEMI pateits (19% versus 2.8%, p <0.05). The survival rate of devoloping arrhythmias was analyzed, considering the statistics this the rate of the death was significantly high in patients with Ventricular Fibrilation ( %31.8 versus %9.0, p<0.05). Patients died as a result of third-degree AV block was much higher than the living ones ( % 36.6 versus %11.3, p< 0.05).
2016-04-05
2016-04-05
2015
physicsThesis
http://hdl.handle.net/11684/359
tur
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/948
2017-01-25T01:00:20Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_193
Profesyonel atletlerde egzersizin indüklediği artmış intraventriküler gradiyent sıklığının tesbiti ve pik ve egzersiz sırasındaki intraventriküler gradiyent artışının kardiyak semptomlarla ilişkisi
Raed, Farhad
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji
İntraventriküler Gradiyent
Hipertrofik Kardiyomiyopati
Ani Ölüm
Intraventricular Gradiyent
Hypertrophic Cardiomyopathy
Sudden Death
Tüm dünyada ve Türkiye’de ani genç ölümleri en korkulan sağlık
problemlerinden biridir. Türkiye’nin genç bir nüfus yapısı vardır, Türkiye nüfusunun
yalnızca %7’si yaşlılardan(>65 yaş) oluşmaktadır. Biz çalışmamızda 18-68 yaş
arasında profesyonel koşucu olan 21 erkek ve kontrol grubu olarak 21 sağlıklı erkek
erişkin üzerinde egzersizin intraventriküler gradiyent artışı sıklığını ve
intraventriküler gradiyent artışının sol ventrikül fonksiyonları üzerine etkisini
ekokardiyografik yöntemlerle araştırmayı ve egzersiz şiddeti ile kardiyak semptom
gelişimi arasındaki ilişkiyi araştırmayı amaçladık ve egzersiz koşu bandında
(treadmill) yürütülerek hedef kalp hızının (Hedef kalp hızı= 220-Yaş) %85’una
ulaşması sağlandı ve istirahat, zirve egzersiz ve egzersiz sonrası istirahat
periyodunda intraventriküler gradiyent ve kalbin sistolik ve diyastolik
fonksiyonlarını gösteren hemodinamik parametreleri ekokardiyografi ile ölçülmesi
planlandı. Zirve egzersiz sonunda >30 mmHg intraventriküler gradiyent saptanması
artmış intraventriküler gradiyent olarak kabul edildi. İntraventriküler gradiyent artışı
olup olmamasına göre tüm çalışma populasyonunda ve her grubun kendi içinde
semptom gelişimi, sistolik ve diyastolik fonksiyonlar açısından karşılaştırmalar
yapıldı. Ayrıca semptom gelişimi, intraventriküler gradiyent artışı sıklığı, sistolik ve
diyastolik fonksiyonlar açısından atletler ile kontrol grubu karşılaştırıldı.Profesyonel
atletler ve kontrol grubundaki bireylerin tamamı öngörülen maksimum egzersiz
düzeyine ulaştı. Çalışma populasyonuna ait hiçbir bireyde maksimum egzersiz
düzeyine ulaşmayı engelleyen kardiyak ya da non-kardiyak bir semptom gelişmedi.
Yapılan ekokardiyografik incelemede sporcularda hem bazalde hem de maksimum
egzersiz sonrasında ölçülen zirve sistolik intraventriküler gradiyent kontrol
grubundan daha yüksek bulundu. Fakat çalışma populasyonuna ait hiçbir bireyde
zirve sistolik intraventriküler gradiyent >30 mmHg olmadı. Sonuç olarak yapısal
olarak normal kalbe sahip profesyonel atletlerde egzersiz stres testi ile sol
ventrikülde intraventriküler dinamik obstruksiyon gelişmedi. Bizim bulgularımız
zorlu aerobik egzersizin yapısal olarak normal kalbe sahip bireylerde dinamik
obstruksiyona yol açmayacağını düşündürdü.
Sudden death of the young is one of the most intimidating health problems in our
country and around the globe. The population of Turkey is overwhelmingly young
and the elderly (>65) form only 7% of it. In the present study, we study 21
professional male athletes at age 18-68 and 21healthy male control. Using
echocardiographic methods, we studied the affect of exercise on the increase in
intraventricular gradient and cardiac hemodynamic functions. Participants will be
asked to run on the treadmill till their heart rate reached 85% of targeted heart rate
(heart rate = 220-Age) and will be closely monitored for the development of
cardiovascular symptoms. In addition, we are going to echocardiographically study
hemodynamic functions including intraventricular gradient, systolic and diastolic
functions of the participants during rest, peak treadmill exercise. An increase in
intraventricular gradient >30mmHg will be accepted as increased intraventricular
gradient. We compared development of cardiac symptoms, systolic and diastolic
functions within each group and between the groups with respect presence or
absence of an increase in intraventricular gradient. In addition, we are going to
compare development of symptoms, the frequency in the increase of intraventricular
gradient, systolic and diastolic functions between athletes and controls. In summary,
we are planning to investigate potential relationship between the frequency in the
increase of intraventricular gradient and increased intraventricular gradient and
cardiovascular symptoms and the left ventricular functions in professional athletes
and healthy adults during exercises. Professional athletes and control group
individuals reached the level of predicted maximum exercise. In our study there was
no cardiac or non-cardiac symptoms to prevent achieving maximum level of
exercise, was seen. Athletes at baseline and after exercise had higher maximum peak
systolic intraventricular gradient in comparision with control group in
echocardiographic study. But, in none of our cases the peak systolic intraventricular
gradient was more than 30 mmHg.As a result, in professional athletes with
structurally normal heart, left ventricle intraventricular dynamic obstrction was not
developed. Our results suggest that in patients with structurally normal heart aerobic
exercise will not lead to dynamic obstruction.
2017-01-24
2017-01-24
2013
physicsThesis
http://hdl.handle.net/11684/948
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/855
2017-01-03T01:00:26Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_193
Reperfüzyon tedavisi uygulanan akut st elevasyonlu miyokard enfarktüslü olgulardaki nötrofil sayılarının ve nötrofil/lenfosit oranlarının orta süreli klinik sonlanım üzerine etkileri
Yunus, Gurbet Özge
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji
Nötrofil Sayısı
Nötrofil/lenfosit Oranı
Akut ST-elevasyonu Mİ
EQ5D
Nuetrophil Count
Neutrophil/lymphocyte Ratio
Acute ST-elevated MI
Bu çalışmanın amacı; reperfüzyon tedavisi uygulanan akut STEMİ hastalarında prognostik değerler olarak önem kazanan inflamatuvar göstergelerden nötrofil sayısı ve nötrofil/ lenfosit oranlarının orta süreli klinik sonlanım üzerine etkilerini değerlendirmektir. Çalışmaya hastanemize başvurusunda akut STEMİ tanısı alıp primer PKG uygulanan 110 hasta dahil edildi ancak; takip eden 96 saat içerisinde 5 hasta sistemik enfeksiyon gelişmesi nedeniyle çalışma dışı bırakıldı. Takibe alınan 105 hastanın 85’i (%81) erkek, 20’si (%19) kadındı; yaş ortalamaları ise 58.36±13.01 olarak saptandı. Hastalar en az 48 saat olacak şekilde koroner yoğun bakım ünitesinde izlendi. Tüm hastalarda başvuru anında serum elektrolitleri, kan şekeri, kan üre azotu (BUN), kreatinin, AST, ALT, 0., 4., 24. ve 48. saatlerde ise tam kan sayımı çalışıldı. Hastalar takiplerinde klinik son nokta olarak ölüm, re-infarktüs ve SVO açısından izlendiler. 1. ayda telefon viziti, 6. ayda ise klinik vizit yapıldı. 6. ayda yapılan klinik vizitte 2 boyutlu transtorasik ekokardiyografi ile apikal iki ve dört boşluk görüntülemeden “modifiye Simpson” yöntemiyle sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu ölçüldü. Olgulara uluslararası geçerliliği olan EQ5D yaşam kalite ölçeği uygulandı. Absolü nötrofil sayıları (sırasıyla p=0,029, p=0,008, p=0,002, p<0,001) ve 4., 24., 48. saat WBC sayılarında artış (sırasıyla p=0,021, p=0,009, p<0,001), absolü lenfosit sayılarında düşüş (sırasıyla p=0,002, p<0,001, p<0,001) ve nötrofil/ lenfosit oranlarında artış (p<0,001) ile MACE gelişimi arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu. Bu çalışmanın sonuçları, yüksek nötrofil sayıları ve yüksek nötrofil/lenfosit oranlarının hastalarda re-Mİ, SVO ve ölüm gelişimini etkilediğini, ayrıca enfarkt alanını etkileyerek LVEF düşüşünde rol oynadığını gösterdi. LVEF düşüşüne bağlı olarak da dolaylı olarak hastaların yaşam kalitelerini de etkilediğini düşündürmüştür.
Aim of this study is to evaluate the mid-term clinical effects of neutrophil counts and neutrophil/lymphocyte ratio that are becoming important inflammatory prognostic factors,in acute ST-elevated myocardial infarction patients treated with reperfusion therapy. 110 patients with acute STEMI undergoing PCI for reperfusion were included the study; but within 96 hours of follow-up 5 patients were excluded due to diagnosis of systemic infection. 105 patient evaluated; 85 (81%) of them were male, 20 (19%) were female; the mean age was 59.36±13.01. Patients have been observed in coronary intensive care unit at least 48 hours. In all patients, serum electrolytes, glysemia, blood uric nitrogen (BUN), creatine, AST and ALT at admission and also 0.-4.-24. and 48. hours full blood counting have been studied. The patients have been observed in terms of re-infarction, cerebrovascular disease and death as the ultimate. In the first month phone call visits and at the end of 6 months clinical visit was commited. At the end of 6 months left ventricular ejection fraction has been measured from apical four and two chamber views and "modified Simpson" method was used by two dimensional transtorasic echocardiography. EQ5D quality of life questionnaire which is valid internationallyhas been filled in by patients. It is revealed that between MACE and at 4.-24.-48. hours absolute neutrophile counts (respectively p=0.029, p=0.008, p=0.002, p<0.001), the decrease in the absolute lymphocyte counts (respectively p=0.002, p<0.001, p<0.001), the increase in the WBC counts (respectively p=0.021, p=0.009, p<0.001), in neutrophile/lymphocyte ratio (p<0.001) are statistically significant. As a result of this study, it is obvious that high neutrophile counts and high neutrophile/lymphocyte ratios effect re-MI, cerebrovascular disease and even death; and also effect the decrease of LVEF as affecting infarct area. In relate to the decrease of LVEF, patients’ quality of life is effected negatively.
2017-01-02
2017-01-02
2013
physicsThesis
Yunus, G.Ö. Reperfüzyon tedavisi uygulanan akut ST elevasyonlu miyokard infarktüslü olgulardaki nötrofil sayılarının ve nötrofil/lenfosit oranlarının orta süreli klinik sonlanım üzerine etkileri. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2013.
http://hdl.handle.net/11684/855
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/976
2017-01-28T01:00:41Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_193
Akut miyokard infarktüsü geçiren ve girişimsel tedavi uygulanan tip II diyabetik hastalarda nötrofil ve nötrofil/lenfosit oranının hastane içi mortalite ve morbidite üzerine etkisi
Şenol, Utku
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji
Nötrofil
Akut Miyokard İnfarktüsü
Nötrofil Lenfosit Oranı
Neutrophil
Acute Myocardial Infarction
Neutrophil Lymphocyte Rate
Akut miyokard infarktüsü plak rüptürü sonucu oluĢan klinik tabloların ortak adı olmasına rağmen, patofizyolojisinin temelinde inflamasyon yatmaktadır. Yıllar öncesinden beri nötrofillerin, iskemi ve reperfüzyon sonrası miyokard hasarındaki potansiyel zararlı etkileri öngörülmüĢtü. Nötrofiller, infarktın iyileĢme süreci ve fibrozisten baĢlıca sorumlu hücrelerdir. Pek çok çalıĢma nötrofil lenfosit oranı (NLR) ile koroner arter hastalığı (KAH) arasında anlamlı bir iliĢki olduğunu göstermektedir. Yüksek NLR seviyelerinin hastane içi reinfarktüs ve mortalite açısından anlamlı olduğu saptanmıĢtır. Diyabetes mellitus gibi kronik hastalıkları olan hastalarda daha yüksek NLR düzeyleri olup, yüksek NLR seviyeleri, kontrolsüz nötrofil aktivasyonu ve azalmıĢ düzenleyici T hücre aktivitesi ile sistemik inflamasyonda belirleyici bir rol almaktadır. Bu çalıĢmada akut miyokard infarktüs geçiren ve reperfüzyon tedavisi uygulanan diyabetik hastalarda, nötrofil lenfosit oranı ile hastane içi morbidite ve mortalite arasındaki iliĢkiyi inceledik. AMĠ„li 87 hastada (ortalama yaĢ 65 ± 9) nötrofil lenfosit oranının incelenmesi için 0. saat, 24. saat, 48. saat ve taburculuk öncesi tam kan sayımı yapıldı. Tüm hastalar koroner yoğun bakım ünitesinde yattıkları sürece monitorize edildi. Hastalar hastane içi kısa dönemde komplikasyon (Ġ.SVO, GĠS kanama, stent trombozu, kontrast nefropati, aritmi ve kardiyojenik Ģok) geliĢenler ve geliĢmeyenler olarak ikiye ayrıldı. Ġstenmeyen klinik son nokta geliĢen hastalarda nötrofil lenfosit oranı daha yüksek saptandı. Mortalite geliĢen gruba daha ileri detay amaçlı ayrı bir analiz yapıldı. Bu analizin sonucunda, nötrofil lenfosit oranı mortalite geliĢen grupta istatiksel olarak daha anlamlı yüksek saptandı.
Although acute myocardial infarction is a common nomenclature of the clinical situations which is caused by plaque rupture, the basic pathophysiology is inflammation. For years, the potential harmful effects of the neutrophils‟ in the ischemia and myocardial injury after reperfusion were predicted.
The neutrophils are mainly responsible cells for the healing process of infarction and fibrosis. Recent studies showed a relationship between the neutrophil lymphocyte ratio (NLR) and coronary artery disease (CAD). High levels of NLR were found to be significant in terms of hospital mortality and re-infarction. Patients with chronic diseases such as diabetes mellitus have higher levels of NLR and high levels of NLR have a determining role in inflammation by uncontrolled systemic neutrophil activation and decreased activity of regulatory T cells. Ġn this study, we investigated the relationship between levels of neutrophils and neutrophil lymphocyte rate in patients with diabetes mellitus having acute myocardial infarction and reperfusion therapy being performed. In order to investigate neutrophil lymphocyte rate in 87 patients with acute MI (mean age 65 ±9), CBC was performed at 0th, 24th, 48th hour and before discharge. All the patients were monitorized during hospitalization in coronary care unit. During the hospitalization the patients were divided into whom developing complications such as ICVA, gastrointestinal hemorrhage, stent thrombosis, contrast agent nephropathy, arrhythmia and cardiogenic shock or not. Adverse clinical end points studied in patients with neutrophil and neutrophil lymphocyte rate levels were significantly higher than other groups. A separate analysis was performed for further details of death group. According to the results of this analysis neutrophil and neutrophil lymphocyte rate were statistically more significantly higher.
2017-01-27
2017-01-27
2013
physicsThesis
Şenol, U. Akut Miyokard İnfarktüsü geçiren ve girişimsel tedavi uygulanan Tip II diyabet tanılı hastalarda nötrofil ve nötrofil / lenfosit oranının hastane içi mortalite ve morbidite üzerine etkisi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir 2013.
http://hdl.handle.net/11684/976
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/957
2017-01-28T01:00:46Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_193
Bevacizumab’la tedavi edilen kolon kanserli hastalarda bevacizumab’ın sol ve sağ ventrikülün sistolik, diyastolik fonksiyonları üzerine etkileri
Nasifov, Maharram
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji
Kolorektal Kanser
Bevacizumab
Doku Doppler
Çalışmada bevacizumabın sol ve sağ ventrikülün sistolik, diyastolik fonksiyonlarına olan etkisine baktık. Bunun için bevacizumab kemoterapisi alan toplam 20 (14‟ü erkek, 6‟sı kadın) kolorektal kanser hastasını çalışmaya dahil ettik. Bütün hastalara tedavi öncesinde ve tedavi başlangıcından 3 ay sonra klinik değerlendirmeler yapılarak; konvansiyonel ekokardiyografi ve kardiyak fonksiyonlardaki minimal değişiklikleri saptamada hassas bir teknik olan doku Doppler görüntüleme uygulandı. Hastaların konvansiyonel ekokardiyografik ve doku Doppler parametrelerine bakıldı, alınan sonuçlar karşılaştırıldı. Konvansiyonel ekokardiyografide sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonunda (p=0.001), mitral E-dalgasında (p=0.001) ve E/A oranında (p=0.025) istatiksel olarak anlamlı azalma, ĠVRZ(p=0.019)‟ de ise uzama gözlendi. Doku Doppler ekokardiyografide septal E/Ea oranında (p=0.04), lateral E-dalgasında(p=0.03), lateral Ea/Aa oranında(p=0.05), RV E-dalgasında(p=0.017) ve RV Ea/Aa oranında(p=0.01) istatiksel anlamlı azalma saptandı. Sonuç olarak kolorektal kanser hastalarında bevacizumab kullanımının kalbin sistolik ve diyastolik fonksiyonlarına olumsuz etki ettiği bulundu. Bu nedenle bevacizumab tedavisi alan hastaların kalp yetmezliği gelişmesi acısından yakın takip edilmesi önerilir
In our study, we have searched the effect of bevacizumab on left and right ventricles‟ systolic and diastolic functions. 20 patients ( men: 14, women: 6 ) with colorectal cancer who have been treated with bevacizumab were included. Before and 3 months after the beginning of the treatment, conventional echocardiography and tissue Doppler echocardiography; a sensitive method to determine minimal changes in cardiac functions; were used in all patients to establish the cardiac functions with clinical assessment. The results were compared. From the results of conventional echocardiography; decrease in left ventricle‟s ejection fraction (p:0.001), mitral valve‟s E wave (p:0.001), mitral valve‟s E/A ratio (p:0.025) and increase in IVRZ (p:0.019) were statistically significant. From the results of tissue doppler echocardiography; decrease in septal wall‟s E/Ea ratio (p:0.04), lateral wall‟s E wave (p:0.03), lateral wall‟s Ea/Aa ratio (p:0.05), right ventricle‟s E wave (p:0.017) and right ventricle‟s Ea/Aa ratio (p:0.01) were statistically significant. Consequently in our study we have found out that the effect of the treatment with bevacizumab on systolic and diastolic cardiac functions is unfavourable. So, it is suggested that patients with colorectal cancer who have been treated with bevacizumab needs to be checked up carefully about development of heart failure.
2017-01-27
2017-01-27
2012
physicsThesis
Nasifov, M. Bevacizumab’la tedavi edilen kolon kanserli hastalarda bevacizumab’ın sol ve sağ ventrikülün sistolik, diyastolik fonksiyonları üzerine etkilerinin araĢtırılması. EskiĢehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fkültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2012.
http://hdl.handle.net/11684/957
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1099
2017-08-22T00:00:20Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_193
Kalp yetersizliği bulunan olgularda kalp-organ etkileşimleri
Altınbaş, Mehmet Eren
TR60307
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji
Kalp Yetersizliği
kalp-organ Etkileşimleri
Biyobelirteçler
Heart Failure
Heart-organ Interactions
Biomarkers
Kalp yetersizliğinde çeşitli nedenlere bağlı olarak diğer organlarla başlıca miyokardiyal, hepatik, renal, serebral, miyeloid ve tiroidal etkileşimler meydana gelmekte ve bunun sonucunda bu organlarda disfonksiyon gelişmektedir. Çalışmada bu konu ele alınarak miyokardiyal, hepatik, renal, miyeloid ve tiroidal hasar göstergelerine göre organ disfonksiyonu gelişen olguların klinik karakteristiklerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Organ disfonksiyonu gelişimi açısından klinik belirleyicilerin ortaya konulması çalışmanın primer sonlanım noktasıdır. Çalışmada 18 yaş üstü, EF %40‟ın altında kalp yetersizliği tanısı almış 302 erkek(%67.7), 144 kadın(%32.3) olmak üzere toplam 446 hastanın klinik ve laboratuar verileri prospektif ve retrospektif olarak dosyalarındaki mevcut bilgilerden kaydedildi. 265 hastada(%59.56) anemi, 55 hastada(%13.22) miyokard hasarı, 30 hastada(%6.7) karaciğer etkileşimi, 152 hastada(%49.2) ciddi böbrek yetersizliği, 64 hastada(%14.7) tiroid disfonksiyonu, 105 hastada(%33.65) ciddi böbrek yetersizliği ve anemi, 30 hastada(%7) miyokard hasarı ve anemi, 38 hastada(%8.8) miyokard hasarı ve ciddi böbrek yetersizliği saptandı. CA125 düzeyi anemi, ciddi böbrek yetersizliği ve her ikisinin birlikteliğinde yüksek saptandı. hsCRP düzeyi anemi, böbrek yetersizliği, karaciğer etkileşimi, TSH yüksekliği, anemi+ciddi böbrek yetersizliği, anemi+miyokard hasarı, ciddi böbrek yetersizliği+miyokard hasarı durumlarında yüksek saptandı. NT-proBNP düzeyi ise anemi, ciddi böbrek yetersizliği, miyokard hasarı, karaciğer etkileşimi, anemi+ciddi böbrek yetersizliği, anemi+miyokard hasarı, ciddi böbrek yetersizliği+miyokard hasarı durumlarında yüksek saptandı. Kalp yetersizliği hastalarında çoklu biyobelirteç paneli yaklaşımı ile organ disfonksiyonlarının tanısı, ciddiyetinin saptanması, tedavi ve izlemleri bakımından daha verimli sonuçlar elde edilerek prognoz iyileştirilebilir ve kalp yetersizliği tedavisi her hasta için kişiselleştirilebilir.
Depending on various reasons, interactions with other organs ˗ mainly, myocardial, hepatic, renal, cerebral, myeloid, and thyroidal occur in the course of heart failure hence dysfunction develops in these organs. In this study, it was aimed to determine the clinical characteristics of cases with organ dysfunction according to myocardial, hepatic, renal, myeloid and thyroidal damage indicators. The primary end-point of the study is to put forth the clinical determinants of dysfunction development in these organs. Clinical and laboratory data of 302 male(67.7%) and 144 female(32.3%), totally 446, patients diagnosed with heart failure who were 18 years and older and with LVEF≤40% were recorded prospectively and retrospectively from their hospital files in the study. 265 patients(59.56%) had anemia, 55 patients(13.22%) had myocardial injury, 30 patients(6.7%) had liver interaction, 152 patients(49.2%) had severe kidney failure, 64 patients(14.7%) had thyroidal dysfunction, 105 patients(33.65%) had severe kidney failure with anemia, 30 patients(7%) had myocardial injury with anemia, 38 patients(8.8%) had myocardial injury with severe kidney failure. CA125 levels were higher in anemia, severe kidney failure and their concomitance. hsCRP levels were higher in anemia, severe kidney failure, liver interaction, elevation of TSH, severe kidney failure with anemia, myocardial injury with anemia, and myocardial injury with severe kidney failure. NT-proBNP levels were higher in anemia, severe kidney failure, myocardial injury, liver interaction, severe kidney failure with anemia, myocardial injury with anemia, and myocardial injury with severe kidney failure. The multi-marker panel approach in heart failure patients may improve the prognosis by obtaining more efficient results in terms of diagnosis, severity, treatment and follow-up of organ dysfunctions. Hence heart failure treatment for this setting may be personalized for each patient.
2017-08-21
2017-08-21
2017
physicsThesis
Altınbaş, M.E. Kalp Yetersizliği Bulunan Olgularda Kalp-organ Etkileşimleri, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2017.
http://hdl.handle.net/11684/1099
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1095
2017-08-22T00:00:42Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_193
Akut ST elevasyonlu miyokard ifarktüsü geçiren hipertansif hastalarda hospitalizasyonun erken döneminde ve taburculuk sonrası günlük aktiviteler sırasındaki kan basıncı ve kalp hızı değişkenliği
Eraslan, Selda
TR103802
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji
AKS
Hipertansiyon
Kalp Hızı
Ambulatuar Kan Basıncı
Hypertension
Heart Rate
Ambulatory Blood Pressure
Bu çalışmanın amacı akut miyokard infarktüsü geçiren ve eşlik eden hipertansiyonu olan hastalarda kan basıncı (KB) ve kalp hızı değişkenliğini gözlemlemektir. Akut koroner sendrom tanısı ile hospitalize edilen 200 hasta tarandı, hipertansiyon tanısı olan 50 hasta çalışmaya dahil edildi. Çalışmaya alınan hastalara bilgi verilerek onam formları alındı. Tracker NIBP2 (Delmar Reynolds) ambulatuar kan basıncı ölçüm cihazı ile hastane yatışı sırasında ve taburculuk sonrası 12. Haftada 24 saatlik kan basıncı takibi yapıldı. Sistolik arteryel kan basıncı (SKB), diyastolik arteryel kan basıncı (DKB), ortalama arteryel kan basıncı, kan basıncı değişkenliği, kalp hızı, ekokardiyografik ve elektrokardiyografik değişiklikler gözlemlendi. Çalışmaya dahil edilen hastalar beta-bloker almıyordu ancak miyokard infarktüsü (MI) sonrası endikasyon dahilinde beta-bloker eklenen hastalar çalışmaya dahil edildi. Beta-bloker tercihi ve dozu hekimin tercihine bırakıldı. Hastalarda SKB ve DKB değerleri hastane yatışı sırasında ve takiplerde normal sınırlar içinde saptandı, hem hastane içinde MI sonrası erken dönemde hem de taburculuk sonrasında yeterli KB regülasyonunun sağlandığı gözlendi ancak SKB ve DKB değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktu. Kalp hızı açısından ise 12. Hafta sonunda yapılan incelemede başlangıca göre gündüz ortalama kalp hızında anlamlı olarak azalma gözlendi. Bu çalışmanın sonuçları; genel popülasyonun yaklaşık % 30-45‟ ini etkileyen, sadece risk faktörü olmanın dışında aterosklerozun ilerlemesine ve ateroskleroz gelişmesine katkıda bulunan KB yüksekliğinin MI geçiren hastalarda yakın takip edilmesi, endikasyon dahilinde beta-bloker tedavi başlanması, kolay uygulanabilir bir yöntem olan ambulatuar kan basıncı cihazlarının takipde kullanımının yaygınlaşabileceğini düşündürmektedir.
The aim of this study is to observe blood pressure and heart rate variabilities in patients with acute myocardial infarction and hypertension. A total of 200 patients with acute coronary syndrome who were admitted to the coronary intensive care unit were considered in the study. Of these patients, 50 were previously diagnosed with hypertension and were included in the study. Information given about the study to patients and consent forms done. All of the patients‟ blood pressure were measured with ambulatory blood pressure device during hospitalization and on 12th weak after discharge. In these patients, after their myocardial infarction, it was planned to monitor their systolic arterial blood pressure, diastolic arterial blood pressure, mean arterial blood pressure, blood pressure variability, heart rate, echocardiographic and electrocardiographic parameters during and after their hospitalization. None of the patients initially were taking beta-blockers as antihypertensive therapy, except patients who started beta-blocker therapy after myocardial infarction were included in the study. Systolic and diastolic blood pressures were found to be within normal limits during hospitalization and in follow-ups. There were sufficient blood pressure regulations in both early and post-discharge in patients diagnosed with myocardial infarction, but there was no statistically significant difference between systolic and diastolic blood pressures. There was a statically significant decrease in daytime on 12th heart rate at compared to early hospitalization heart rate. The results of this study; The high blood pressure which affects approximately 30-45% of the population is not only risk factor but also a contribution to development and progression of atherosclerosis; ıf necessary ambulatory blood pressure monitoring which easy to apply and non-ınvazive procedure can be used for follow up, especially in patients with myocardial infarction.
2017-08-21
2017-08-21
2017
physicsThesis
Eraslan, S. Akut ST elevasyonlu miyokard infarktüsü geçiren hipertansif hastalarda hospitalizasyonun erken döneminde ve taburculuk sonrası günlük aktiviteler sırasındaki kan basıncı ve kalp hızı değiĢkenliği EskiĢehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Tıpta Uzmanlık Tezi, EskiĢehir, 2017.
http://hdl.handle.net/11684/1095
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1360
2018-02-28T01:00:54Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_193
Sol ventrikül hipertrofisi olan hipertansif hastalarda nokturnal kan basıncı değişikliğinin santral aortik basınç, nabız dalga velositesi ve kalp hızı değişkenliği ile ilişkisinin değerlendirilmesi
Hüseyinoğlu, Ayşe
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji
Sol Ventrikül Hipertrofisi
Nokturnal Kan Basıncı
Santral Kan Basıncı
Nabız Dalga Hızı
Kalp Hızı Değişkenliği
Left Ventricular Hypertrophy
Nocturnal Blood Pressure
Central Blood Pressure
Pulse Wave Velocity
Heart Rate Variability
Bu çalışmanın amacı; hipertansiyonun hedef organ hasarlarından biri olan sol ventrikül hipertrofisinin geliştiği hipertansif hastalarda, prognostik değeri bilinen nokturnal kan basıncının, son yıllarda prognostik değerler olarak önem kazanan santral kan basıncı, nabız dalga hızı ve kalp hızı değişkenliği arasındaki ilişkiyi değerlendirmektir. Çalışmaya, polikliniğimize başvuran 375 hastadan ekokardiyografik incelemede sol ventrikül hipertrofisi saptanan 111 hasta dahil edildi. Hastaların tamamına ambulatuar kan basıncı ölçüm cihazı ile 24 saatlik kan basıncı takibi yapıldı ve bu hastalar gece kan basınçlarında yeterli düşüş olup olmadığına göre dipper ve non-dipper olarak iki gruba ayrıldı. Ofis ölçümleri aneroid sfigmomanometre ile ölçüldükten sonra noninvaziv santral kan basıncı ölçüm cihazı ile santral kan basınçları hesaplandı. Aynı cihazla nabız dalga hızı, kalp hızı ve kalp hızı değişkenlik indeksi hesaplandı. Dipper ve non-dipper gruplarında, kayıt edilen bireysel özellikler, ofis kan basıncı ölçümleri, ambulatuar kan basıncı ölçümleri, laboratuvar verileri, santral kan basıncı ölçümleri ve bu yolla ölçülen aortik augmentasyon indeksi, augmentasyon basıncı, nabız dalga hızı ve kalp hızı değişkenliği karşılaştırıldı. Non-dipper grupta, gece sistolik ve diyastolik kan basıncının, diyabetes mellitusun, vücut ağırlığının ve antihipertansif ilaç sayısının istatistiksel olarak anlamlı düzeyde arttığı gözlendi. Bu çalışmanın sonuçları, nokturnal hipertansiyonun, hedef organ hasarı gelişiminde rol oynadığını, morbidite ile ilişkili olduğunu ve kalp hızı değişkenliği ile ters ilişkili olduğunu gösterdi. Santral kan basıncı ile nabız dalga hızının nokturnal kan basıncından bağımsız olarak prognozu etkilediğini düşündürmüştür.
The aim of this study is to evaluate the association between
nocturnal blood pressure whose prognostic value is known and central blood pressure
that has gotten importance in terms of prognostic values recently, pulse wave
velocity and heart rate variability in hypertensive patients with left ventricular
hypertrophy which is one of the target organ damages of hypertension. 111 patients
with left ventricular hypertrophy detected by echocardiographic examination of 375
patients who had come to our outpatient clinic, were included to the study. 24-hour
blood pressure monitoring was performed with ambulatory blood pressure
measurement device for all patients and they were devided into two groups as dipper
and non-dipper according to whether there was a sufficient decrease in nocturnal
blood pressure or not. After office measurements were detected by aneroid
sphygmomanometer; pulse pressure, central blood pressures were measured by noninvasive
central blood pressure measurement device. Pulse wave velocity, heart rate
and heart rate variability index were measured by the same device. In dipper and
non-dipper groups; recorded individual characteristics, office blood pressure
measurements, ambulatory blood pressure measurements, laboratory data, central
blood pressure measurements and aortic augmentation index measured in this way,
augmentation pressure, pulse wave velocity and heart rate variability were compared.
It was observed that nocturnal systolic and diastolic blood pressure, diabetes
mellitus, body weight and the number of anti-hypertensive drugs had statistically and
significantly increased. The results of this study showed that nocturnal hypertension
had taken part in development of target organ damage, was associated with morbidity
and inversely related to heart rate variability. It made us think that central blood
pressure and pulse wave velocity had independently effected the prognosis from
nocturnal blood pressure.
2018-02-27
2018-02-27
2016
physicsThesis
Hüseyinoğlu, A. Sol ventrikül hipertrofisi bulunan hipertansif hastalarda noktürnal kan basıncının noninvaziv santral aortik basınç, nabız dalga velositesi ve kalp hızı değişkenliğiyle ilişkisinin değerlendirilmesi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2016.
http://hdl.handle.net/11684/1360
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1293
2018-02-07T01:00:55Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_193
Kompanse durumda sınıf 2-3 sistolik kalp yetersizliği hastalarında spironolaktonun EKG’de atriyal ileti süresi üzerine etkisi
Zadeh, Seyyed Hamed
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji
Spironolakton
P Dalga Dispersiyonu
Kardiyomiyopati
Spironolactone
P-Wave Dispersion
Cardiomyopathy
Bu çalışmada, kompanse kalp yetersizliği ve sinüs ritminde olan, ejeksiyon fraksiyonu %40’ın altında, 24 saatlik elektrokardiyografik (EKG) monitörizasyonda atriyal fibrilasyon olmadığı gösterilen hastalar alınmıştır. Gruplardan birinde hastalara spironolakton tedavisi başlanırken, diğer gruba spironolakton tedavisi için uygun olmayan hastalar alınmıştır (hipotansiyon, hiperpotasemi, böbrek fonksiyon bozukluğu nedeniyle). Hastaların fonksiyonel sınıfı New York Kalp Cemiyeti sınıf 2-3 olarak belirlendi. Her bir grup hastada başlangıç ve 6. ayki takiplerde EKG’de atriyal ileti özelliğini gösteren P dalga süresi ve P dalga dispersiyonu bakılmıştır. Spironolakton grubu, daha önceden bu ilacı almayan, bu ilaca kontrendikasyonu olmayan kompanse sistolik kalp yetersizliği hastaları arasından sırayla alınmıştır. Kontrol grubu hastaları, daha önce spironolakton almayan, spironolakton tedavisi için uygun olmayan kompanse sistolik kalp yetersizliği hastaları arasından sıra ile seçilmiştir. Her iki grupta hastaların başlangıçta klinik ve demografik özellikleri kaydedildi. Hastalara başlangıçta biyokimyasal, EKG ve ekokardiyografik inceleme yapılıp, bu incelemeler 6. ayda tekrarlanmıştır. Başlangıç ile 6.ayki değerler her bir grup içinde birbirleriyle karşılaştırılmıştır. İlaveten gruplar arasında da karşılaştırma yapılmıştır. Hipervolemi ve sol atrium basıncının yüksek olması EKG’deki P dalga süresini ve dispersiyonunu uzatır. Çalışmada hastaların KY tedavisi için aldığı diğer ilaçların dozları değiştirilmemiştir ya da değiştirilenler çalışmadan dışlanmıştır. Karşılaştırmalar sonucunda spironolakton tedavisi alan grupta P dalga süresi ve P dalga dispersiyonu anlamlı olarak kısa bulundu.
In this study, compensated heart failure patients with sinus rhythm which have an ejection fraction below 40% were taken. In these patients 24-hour electrocardiographic (ECG) demonstrated no atrial fibrillation status. In one of the groups Spironolactone therapy was initiated, meantime the other group patients were not eligible for spironolactone therapy ( because of hypotension, hypokalemia, renal dysfunction). The functional class of the patients was class 2-3 New York Heart Association. In both groups starting and 6 months of follow-up ECG P-wave duration and P wave dispersion was determined reveling the atrial conduction properties. Patients in the Spironolactone group had compensated systolic heart failure whom had no contraindications for this drug. Patients in the control group had compensated systolic heart failure unsuitable for spironolactone therapy. Clinical and demographic characteristics of the patients in both groups were initially recorded. Patients biochemical, ECG, and echocardiographic examination was performed at the starting, these examinations were repeated after 6 months. Beginning and sixth month values of each group were compared within each other. In addition comparisons was made between groups. Hypervolemia and high left atrial pressure increases in the ECG P-wave duration and dispersion. In results P-wave duration and P-wave dispersion were found to be statistically shorter in the spironolactone group.
2018-02-06
2018-02-06
2016
physicsThesis
Moghanchi Zadeh, S.H. Kompanse Durumda Sınıf 2-3 Sistolik Kalp Yetersizliği Hastalarında Spironolaktonun EKG’de Atriyal İleti Süresi Üzerine Etkisi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2016.
http://hdl.handle.net/11684/1293
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1568
2018-06-09T00:00:48Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_193
Ciddi mitral darlığı nedeni ile perkütan balon mitral valvuloplasti yapılacak hastalarda işlem sırasında transözofageal ekokardiyografi kılavuzluğunun işlem başarısı ve komplikasyonlar üzerine etkisi
Isgandarov, Kemal
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji
Ciddi Mitral Darlık
PBMV
TSP
TEE
TTE
Sever Mitral Stenosis
Bu çalışmanın amacı ciddi mitral darlığı nedeni ile PBMV yapılacak hastalarda işlem sırasında TEE kılavuzluğunun işlem başarısı ve komplikasyonlar üzerine etkisini araştırmaktır. Çalışmaya ciddi MD ile başvuran ve endikasyon dahilinde PBMV yapılması planlanan 45 hasta alındı. Orta-ciddi mitral ve aort yetmezliği bulunan, Wilkins skoru ≥12 olan ve başka bir nedenden dolayı kardiyak cerrahi endikasyonu olan, LA ve LAA’da trombüs olan, 18 yaşından küçük olgular çalışmaya dahil edilmedi. Bunlardan 23 hastaya işlem TEE eşliğinde(+TEE), 22 hastaya ise TEE kılavuzluğu olmadan (-TEE) işlem gerçekleştirildi. İşlem öncesi, işlem esnasında ve sonrasında olgulara detaylı TTE için GE Vivid S5 cihazı kullanıldı. TEE işlemi için de aynı cihaz kullanıldı. Çalışmaya alınan hastaların +TEE kolunda yaş ortalaması 47,9±11,4 iken, -TEE kolunda ise 48,5±15 p=0,88 idi. Toplam popülasyonun 31’i (%68,9) kadın, 14’ü (%31,1) ise erkekdi. Gruplara bakıldığında ise cinsiyete göre dağılım -TEE’de 14 (%63,6) kadın, 8 (%36,4) erkek, +TEE’de ise 17 (%73,9) kadın, 6 (%26,1) erkek şeklinde idi. -TEE kolundaki olguların ortlama boyu 163,1±7,5 cm , +TEE kolunda ise 161,7±5,4 cm p=0,47 olarak gözlendi. Çalışmada karşılaştırılan her iki kolda alınan hastaların ortalama kiloları arasında da anlamlı fark olmadığı görüldü (-TEE’de 62,8±11,3 ve +TEE’de 66,6±11,9 p=0,28). Her iki grupda ortalama kilo ve boy arasında anlamlı fark olmadığı görülen olguların doğal olarak ortalama vücut yüzey indeksi (BMİ) de her iki grupda bir birine yakın değerlerde bulundu (-TEE kolunda 23,6±3,3 ve +TEE kolunda ise 25,4±4,8 p=0,15). Çalışmaya dahil edilen 45 hastadan 17’si (%37,7) AF, 28’i (%62,3) sinüs ritminde idi. AF’li hastalar her iki kolda yakın değerlerde idi (-TEE kolunda 8 hasta (%47), +TEE kolunda ise 9 hasta (%53) ). -TEE kolunda Wilkins skoru 8,5(7,0-10,0) , +TEE kolunda ise 9,0(7,0-11,0) ve p=0,111 olarak gözlendi.
The aim of this study is to investigate the effect of TEE guideline on procedural success and complications during the PBMV on patients with severe mitral stenosis. 45 patients who were admitted with serious mitral stenosis planned to undergo PBMV within the indication were included to the study. Patients with moderate to severe mitral and aortic insufficiency, Wilkins score ≥12, cardiac surgery indication due to another cause, thrombus in LA and LAA, younger than 18 years were excluded from the study. Of these, 23 patients were treated in the TEE cohort (+ TEE) and 22 patients were treated without the TEE guidance (-TEE). The GE Vivid S5 was used for detailed TTE before, during and after the procedure. The same device was used for the TEE process. The mean age in the + TEE group of the study was 47,9 ± 11,4, while in the - TEE group 48,5 ± 15 p = 0,88. Of the total population, 31 (68.9%) were female and 14 (31.1%) were male. Distribution by sex was 14 (63.6%) female, 8 (36.4%) male in – TEE group , 17 (73.9%) female and 6 (26.1%) male in +TEE group. The median length of the – TEE group was 163,1 ± 7,5 cm and in the +TEE group was 161,7 ± 5,4 cm p = 0,47. There was no significant difference between the mean weight of the patients in both groups (in -TEE group 62,8±11,3 and +TEE group 66,6±11,9 p=0,28). Body surface index (BMI) were found to be close to each other in both groups (in -TEE group 23,6±3,3 and +TEE group 25,4±4,8 p=0,15). Of the 45 patients included in the study, 17 (37.7%) had AF and 28 (62.3%) had sinus rhythm. The number of patients with AF were close to each other in both groups (in -TEE group 8 patients (%47), in + TEE group 9 patients (%53) ). Wilkins score was 8.5 (7.0-10.0) in the - TEE group and 9.0 (7.0-11.0) in +TEE gruop p = 0.111.
2018-06-08
2018-06-08
2017
physicsThesis
Isgandarov, K. Ciddi Mitral Darlığı nedeni ile Perkütan Balon Mitral Valvuloplasti yapılacak hastalarda işlem sırasında Transözofageal Ekokardiyografi kılavuzluğunun işlem başarısı ve komplikasyonlar üzerine etkisi Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2017.
http://hdl.handle.net/11684/1568
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1815
2021-03-05T01:00:18Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_193
Kronik atriyal fibirlasyonlu hastalarada crb,d-dimer,fibrinojen,antitrombin-3 düzeyleri
Yıldız, Nurten
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji
Atriyal Fibrilasyon
CRP Seviyeleri
Atriyal fibrilasyon (AF), düzensiz atriyal aktivasyon, efektif olmayan atriyal kontraksiyon ve bunun sonucunda atriyumun mekanik fonksiyonlarında bozulma ile karakterize supraventriküler bir taşikardidir (1–3). Atriyumun elektriksel aktivitesi elektrokardiografide (EKG) küçük, irregüler, çeşitli amplütüd ve morfolojide, 350–600 atım/dk hızında olan fibrilasyon dalgaları ile tespit edilir. Ventriküler cevap çoğunlukla düzensizdir ve atrioventriküler iletimin normal olduğu tedavisiz hastalarda, 100–160 atım/dk arasındadır.
Atriyal fibrilasyon tedavi gerektiren kalp ritm bozuklukları arasında en sık olanıdır. Prevelansı yaşın artması ile paralellik gösterir. Genç erişkinlerde % 0,5 ten düşük iken, 40-70 yaş arası %1.5 ve 70 yaş üzerinde %10 dan fazladır (4). Amerika’da 2 milyon, Avrupa’da ise1.5 milyonu aşkın AF lu hasta olduğu düşünülmektedir. Amerika Birleşik Devletlerinde hastaneye yatırılarak tedavi edilen aritmili hastalar arasında %35 oranla ilk sırada yer alırken, AF na bağlı ortalama yatış süresi 5 gün olarak gözlemlenmiştir (5–7).
Atrial fibrilasyon kalpte oluşturduğu hemodinamik değişiklikler, tromboembolik olaylara sebep olması ve mortaliteyi etkilemesi açısından önemli bir aritmidir. Tedavide amaç semptomları azaltmak ve tromboembolizmi önlemektir. Semptomları azaltmak, ventrikül hız kontrolü veya sinüs ritminin (SR) devamını sağlamak ile olur. İlk defa AF tespit edilen hastalarda altta yatan kalp veya kalp dışı neden tespit edilmeli, hız kontrolünün veya atriyal sistolün sağlanması gerektiğine karar verilmelidir. Hemodinamik bozukluğu olmayan hastalarda dijital, beta bloker ve kalsiyum antagonistleri ile kalp hızı 60–80 atım/dk, hafif egzersizde kalp hızı 100 atım/dk olacak şekilde hız kontrolü yapılmalıdır (8). Sinüs ritminin yeniden sağlanmasının tercih edilmesi hastanın hemodinamik durumuna kardiyoversiyonun (KV) başarılı olma ve sinüs ritminin uzun süre devam etme ihtimaline bağlıdır. Atriyumun boyutu ve AF nun süresi, KV nun başarısı için önemlidir. Atriyal fibrilasyonun sinüs ritmine döndürülmesinde antiaritmik ilaç tedavisi ve elektriksel kardiyoversiyonu içeren değişik yaklaşımlar uygulanmaktadır. (9,10). Klas lA, IC ve Klas III antiaritmik ilaçlar akut başlangıçlı AF nun sonlandırılmasında ve rekürrenslerin önlenmesinde kullanılır, fakat antiaritmik ilaçların organ toksisitesi ve proaritmi gibi bazı kısıtlamaları vardır (11–13). Bu nedenle elektriki kardiyoversiyon (EKV) AF nun sinüs ritmine döndürülmesinde en popüler yaklaşımdır (9,10). Daha yüksek başarı oranları elde etmek için intraatriyal şoklar yapılmış fakat, EKV ile uzun dönem rekürrens oranları aynı olarak bildirilmiştir (10,14,15). Özellikle obez ve pulmoner hastalığı olan hastalarda EKV başarısız ise internal kardioversiyon (İKV) yapılabilir( 16,17). Eksternal veya internal KV dan sonra AF rekürrensinin sebebi henüz kesin olarak bilinmemektedir. Atrivumun elektriksel yeniden yapılanmasının (remodelling) aritminin rekürrensinde rol oynadığı düşünülmektedir (18–20). Kronik AF da atrial iletinin bozulması yada atriyal refrakterliğin dağılması gibi atrial remodeling in elektrofizyolojik özellikleri, KV sonrası AF relapsının parsiyel prediktörü olarak tanımlanmıştır (18,19).
Atriyal fibrilasyonun atriyum duvarında süregelen inflamatuar sürece bağlı gelişebileceği veya AF gelişimi ile tetiklenen bir inflamaiuar sürecin mevcudiyeti üzerinde durulmaktadır. Bizim çalışmamızın amacı kronik atrium fibrilasyonu mevcut olan olgularda protombotik ve inflamatuar sürecin göstergeleri olan CRP, D-dimer, fibrinojen, antitombin III düzeylerini araştırmaktı.
2021-03-04
2021-03-04
2005
physicsThesis
http://hdl.handle.net/11684/1815
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1928
2021-03-10T01:00:14Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_193
Koroner anjiyografide kritik bulunan instent restenozlarının flow rezerv ile değerlendirilmesi
Kuşkuş, Serhat
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı
Koroner Anjiyografi
İnstent Restenoz
Flow Rezerv
Biz bu çalışmamızda anjiyografik olarak kritik ISR'lerin FFR ile fonksiyonel önemlerini araştırmayı amaçladık. Çalışmaya 42 hastanın, 30’u LAD, 10’u Cx ve 10’u RCA’da yerleşik 50 lezyonu dahil edildi. Bu 50 lezyonun 21’i kritik ISR; 12’si nonISR kritik lezyon, 17’si ise nonISR nonkritik lezyon idi. Hastalar bu bağlamda 3 gruba ayrıldı. Kritik ISR’lerin stent implantasyonları ortalama 7,33+2.47 ay önce gerçekleştirilmişti. Her hastaya anjiyografi labotatuvarımızın standart FFR işlem protokolü uygulandı. Lezyonların hepsinin FFR değerleri hiperemik ajan olarak intrakoroner adenozin kullanılarak, bir kısmında da hem adenozin, hem de papaverin kullanılarak hesaplandı. Papaverinin kullanıldığı hastalarda termodilüsyon yöntemiyle birlikte KFR ölçümü de yapıldı. 21 kritik ISR’nin 14’ünün(%66,7) FFR ile, fonksiyonel öneminin olmadığı, sadece 7’sinin FFR ile fonksiyonel öneme sahip olduğu görüldü. 12 nonISR kritik lezyonun ise 9’unun FFR ile fonksiyonal önemi olduğunu, 3’ünün ise önemi olmadığını saptadık. Aralarındaki fark istatistiksel olarak anlamlı idi. Sonuç olarak ISR ciddiyetinin değerlendirilmesinde tek başına koroner anjiyografinin yeterli olamayabileceği, FFR yönteminin özellikle lezyonların fonksiyonel özelliklerinin ortaya konulması ve gereksiz tekrar girişim ihtiyacını engelleme açısından gerekli olduğu kanısına varıldı.
2021-03-09
2021-03-09
2005
physicsThesis
http://hdl.handle.net/11684/1928
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1921
2021-03-10T01:05:55Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_193
Kardiyovasküler hastalıkların ikincil korunması mevcut durumun değerlendirilmesi
Bakar, Sali Murat
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı
Serebrovasküler
Sigara
Fiziksel Aktivite
Enzim
Bu çalısmada koroner kalp hastalıkları(KKH) ve serebrovasküler
hastalıkların(SVH) tedavisindeki uygulama ile ilgili sorunlar, hekimlerin ve
hastaların bu sorunlarla ilgili bilgi düzeylerini arastırmak amaçlandı. Elde
edilecek bilgiler dogrultusunda çalısmanın diger asamalarında uygulamada
nelerin yapılabileceginin tespitine çalısıldı.
Dünya Saglık Örgütü(DSÖ) PREMISE (Prevention of REcurrences of
Myocardial Infarction and StrokE) projesi çerçevesinde sürdürülen çalısmamıza
1034 hasta alınmıs olup hastaların %75.6’sı koroner kalp hastası ve %24.4’ü
serebrovasküler hastalık geçirmis olgulardı. Vakaların 549’u kadın ve 485’i
erkek olup ortalama yasları 62.8’di (standart sapma 10.8). Hastalar çalısmaya
01/06/2002 ile 15/02/2003 tarihleri arasında alındı. Çalısmaya primer, sekonder
ve tersiyer saglık merkezleri katıldı. Kardiyovasküler hastalık geçirmis olguların
mevcut risk faktörleri, hastalıkları hakkındaki bilgileri, bilgileri ögrenme
kaynakları, yasam biçimi degisiklikleri ve ilaç kullanımları çalısmada
degerlendirildi.
Çalısmaya alınan kardiyovasküler hastalıga maruz kalmıs olguların
%72’si sigara içmemesi gerektigini, %94’ü saglıklı diyetin önemini ve %71’i
fiziksel aktivitenin önemini biliyordu. Hastaların yaklasık yarısı günlük 30
dakikadan az fiziksel aktivite yapıyordu. Hastaların %35’i verilen diyetini
uygulamıyordu ve vakaların %11’i hastalık sonrası sigara içmeye devam ediyor
olarak saptandı.
Medikasyonlarına bakıldıgında ise kardiyovasküler hastalık geçiren
olguların %86.2’si aspirin, %46.8’i beta blokör, %44.3’ü Anjiotensin converting
enzim(ACE) inhibitörü ve %22.7’si statin kullanıyordu. Önemli oranda hasta
populasyonu kullanması gereken tedavisini almıyordu. Yaklasık %50 hastanın 2
veya daha fazla modifiye edilebilir risk faktörü mevcuttu(sigara, fiziksel
inaktivite, hipertansiyon, diyabet veya hiperkolesterolemi).
Sonuç olarak daha önce kardiyovasküler hastalık geçirmis olgularla
ilgili yapılan bu degerlendirmeler sonrası bu hastalıklarının önlenmesinde hem
halkın hem de hekimlerin bilgi eksikligi oldugu, halkın egitimi ve hekimlerin
bilgilerinin güncellestirilmesi gerektigi anlasılmıstır. Bu amaca yönelik olarak
temelinde egitim olan bir model olusturulması temel amaç olmalıdır.
Our aim in the study was to find out the problems in the treatment of
coronary heart disease(CHD) and cerebrovascular disease(CVD) , also
knowledge of the doctors and patients about these problems. We tried to find out
what can be than in the following parts of the study by using this data.
A descriptive cross-sectional survary of a sample of 1034, CHD(%75.6 )
and CVD(%24.4) patients(549 women, 485 men) was contucted over 8 months
in the Eskisehir. The meah each was 62.8 years(standard deviation(SD), 10.8).
Consecutive patients were recruited from a stratified random sample of primary,
secondary and tertiary care facilities.The main outcome measures were levels of
lifestyle and physological risk factors and the use of drugs for secondary
prevention of the CHD and CVD.
Approximately %72, %94 and %71 of patients were aware of the
cardiovascular benefits of quitting smoking, a heart healty diet and regular
physical activity, respectivelity. About half (%52.5) engaged in less than 30
minutes of physical activity per day, %35 did not follow a heart healty diet
and %11 were current tobacco users. The proportions who had received
medications among cardiovascular disease patients were: aspirin %86.2, beta
blockers %46.8, angiotensin-converting enzyme inhibitor %44.3, statins %22.7
respectively.
A significant proportion of patients did not receive appropriate
medications . About % 50 of patients had at least two or more modifiable risk
factors (smoking, physical inactivity, hypertension, diabetes or
hypercholesterolaemia).
Finally often evalute about patient history of cardiovascular disease ,
there is deficiency of knowledge both of doctors and publics.
2021-03-09
2021-03-09
2006
physicsThesis
http://hdl.handle.net/11684/1921
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1816
2021-03-05T01:00:24Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_193
ST yükselmesiz akut koroner sendromların erken tanısında kalp tipi serbest yağ asidi bağlayıcı protenin tanısal değeri
Gök, Bülent
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı
miyokardiyal
kreatin fosfokinaz
miyoglobin
akut koroner sendromlar
ST yükselmesiz miyokard infarktüsü
minör miyokardiyal hasar
kalp tipi serbest yag asidi baglayıcı protein
miyoglobin
Kalp tipi serbest yag asidi baglayıcı protein (K-SYABP), akut miyokard infarktüsü
(AMI)’nün erken tanısında (ilk 2 saat içinde) miyosit hasarını yansıtan yeni bir göstergedir.
Miyoglobin ise ilk 2 saat içinde yükselen ve miyokardiyal hasarın duyarlı fakat özgül
olmayan bir göstergesidir. Bu çalısmanın amacı, K-SYABP’nin minör miyokardiyal hasarlı
akut koroner sendrom (MMH-AKS) ve ST yükselmesiz miyokard infarktüslü akut koroner
sendrom (NSTEMI-AKS)’ lu olgulardaki tanısal degerini ortaya koymaktı.
Çalısmaya, semptomların baslamasından itibaren 12 saat içinde basvuran akut koroner
sendrom (AKS)’ lu 62 hasta alındı. Kardiyak troponin-I (cTn-I) ve kreatin fosfokinaz MB
izoformu (CK-MB) düzeyleri hastaların gelisinde ölçülerek, cTn-I düzeyi yüksek bulunan
olgularda, miyoglobin ve K-SYABP bakıldı. cTn-I düzeyi ile birlikte takipte CK-MB düzeyi
yükselen olgular NSTEMI-AKS (n=38), CK-MB düzeyi yükselmeksizin sadece cTn-I düzeyi
yükselen olgular MMH-AKS (n=24) olarak kabul edildi. Ayrıca cTn-I ve CK-MB düzeyleri
yüksek bulunmayan 20 olgudan kontrol grubu olusturuldu. Çalısmamız da; cTn-I düzeyi için
1ng/ml, miyoglobin için 76 ng/ml ve CK-MB için 24 U/L üzerinde bulunan degerler yüksek
kabul edildi. Gruplarda K-SYABP’ nin tanısal degeri miyoglobin ile karsılastırmalı olarak
incelendi.
Semptomların baslamasından itibaren acil serviste kan örneklerinin alınmasına kadar
geçen süre 3 grupta da benzerdi (p>0.05 ). K-SYABP; NSTEMI-AKS grubunda olguların 17’
sinde (%44.7 duyarlılık) pozitif iken, miyoglobin olguların 27’ sinde (%71duyarlılık)
yükselmis, MMH-AKS grubunda ise K-SYABP 24 olgunun hiçbirinde pozitif bulunmazken
(%0 duyarlılık), miyoglobin 17 olguda (%70.8 duyarlılık) yüksek bulundu. Kontrol grubunda
1 olguda K-SYABP, 4 olguda ise miyoglobin yüksekti. Miyoglobin’ in özgüllügü %80
(16/20) iken K-SYABP’nin ki %95 (19/20) olarak bulundu. Tanısal etkinlik degerleri ise
miyoglobin ve K-SYABP için MMH-AKS grubunda sırasıyla %75 ve %43 iken NSTEMIAKS
grubunda %74 ve %62 bulundu. Receiver operating characteristic (ROC) egri
analizinde, MMH-AKS grubunda miyoglobin’in tanısal degeri K-SYABP’ den daha üstün
bulunurken (0.75 ve 0.52, p=0.027), NSTEMI-AKS grubunda her iki göstergenin tanısal
degeri açısından fark bulunamadı (0.75 ve 0.70,p=0.45).
Bulgularımız, K-SYABP ve miyoglobin’ in NSTEMI-AKS’ ün ortaya konmasındaki
tanısal degerlerinin benzer oldugunu ancak K-SYABP’ nin MMH-AKS olgularının
belirlenmesindeki tanısal degerinin miyoglobin’e göre belirgin düsük bulundugunu
desteklemektedir.
Anahtar kelimeler: akut koroner sendromlar; ST yükselmesiz miyokard infarktüsü;
minör miyokardiyal hasar; kalp tipi serbest yag asidi baglayıcı protein; miyoglobin.
Heart-type fatty acid binding protein (H-FABP) is a new diagnostic marker of
myocyte injury for the early detection (within the first 2 h) of acute myocardial infarction
(MI). Myoglobin, a more sensitive but not specific marker, can be detected within 2 h after
the onset of MI. The overall rate of death or MI has been reported to be equally high among
patients with minor myocardial damage (MMD)-acute coronary syndrome (ACS) or non-ST
elevation MI (NSTEMI). The aim of this study was to evaluate the diagnostic value of HFABP
for the detection of MMD in patients presenting with ACS.
The study consisted of 62 patients presenting with ACS within 12 h after symptom
onset. Cardiac troponin-I (cTnI) and CK-MB were measured at arrival. Myoglobin and HFABP
were obtained if cTnI level was found to be elevated. A control group included 20
subjects with normal cTnI and CK-MB. H-FABP was determined by a rapid chromatographic
immunoassay method. (This panel test which is complated in 15 minutes and is meant for
poin-of-care testing,identifies blood samples with an FABP concentration exceeding 7
microgr/L.) Patients were classified as MMD-ACS group if they had abnormal cTnI and
normal CK-MB (n=24) and as NSTEMI-ACS group if they had elevated both cTnI and CKMB
(n=38) in 12 h follow-up. The performance of H-FABP test was compared with
myoglobin results.
Mean time from symptom onset to hospital arrival was similar among three groups. In
MMD-ACS group, 17 of the 24 patients had elevated myoglobin levels, but no patient showed
positive result of H-FABP test. Thus, the sensitivity of myoglobin was 70.8%, while it was
0% with H-FABP for MMD-ACS (p<0.001). The sensitivity for NSTEMI-ACS was 71%
(27/38) with myoglobin and 44.7% (17/38) (19/20) for H-FABP (p=NS). The diagnostic
efficacy rates for myoglobin and H-FABP were 75% and 43% for MMD-ACS, 74% and 62%
for NSTEMI-ACS. The area under the receiver operating characteristic curve for myoglobin
was greater than that for H-FABP in MMD-ACS (0.75 vs 0.52, p=0.027), whereas there was
no significant difference in ROC curve analysis among the two markers in NSTEMI-ACS
(0.75 vs 0.70, p=NS).
H-FABP does not appear to represent diagnostic value, and myoglobin is more
sensitive than H-FABP, for identifying ACS patients with MMD. However, myoglobin and
H-FABP may have similar diagnostic potential in the assessment of NSTEMI-ACS.
Key words: acute coronary syndromes; non- ST segment elevation myocardial infarction;
minor myocardial injury; human heart-type fatty acid binding protein; myoglobin.
2021-03-04
2021-03-04
2006
physicsThesis
http://hdl.handle.net/11684/1816
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3390
2022-06-21T00:00:34Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_193
Aynı koronere aynı zamanda bir ya da birden fazla stent konulan takiplerinde semptomatik ve anjiografik nonkritik darlığı olan hastalarda fraksiyonel akım oranı verilerinin değerlendirilmesi
Temel, Recep Kerem
Ünalır, Ahmet
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı
Stent İçi Restenoz
Fraksiyonel Akım Rezervi
Koroner Stent
GiriĢimsel kardiyoloji alanındaki geliĢmelerle stent içi restenoz oranları önemli ölçüde azalmıĢ olsa da henüz istenen seviyelere inmemiĢtir. Uzun lezyonlarda ve aynı damarda ardıĢık lezyonları olan hastalarda uygulanacak perkütan giriĢimsel tedavi Ģekli yüksek restenoz oranları nedeniyle halen invaziv kardiyolojide önemli bir tartıĢma konusu olmaya devam etmektedir. Klinik çalıĢmalarda fraksiyonel akım rezervi hesaplanmasının koroner arter darlıklarının fonksiyonel öneminin belirlenmesinde anahtar rol oynayabileceği belirtilmiĢtir. Bu çalıĢmada daha önceden tek damara bir ya da birden fazla çıplak metal stent konulan takiplerinde semptomatik ve nonkritik stent içi restenozu olan hastalarda yapılan fraksiyonel akım rezervi sonucunda elde edilen bulguları retrospektif olarak karĢılaĢtırarak lezyonların fonksiyonel durumlarını araĢtırdık. ÇalıĢmaya daha önceden tek damarına bir ya da birden fazla stent implante edilmiĢ ve semptomatik nonkritik stent içi restenozu olan toplam 44 hasta alındı. Restenoz yüzdelerine bakıldığında tek stent grubunda ortalama restenoz oranı % 52.6±6.9 iken çift stent grubunda bu oran % 56.7±5.4 saptandı ve fark anlamlı idi (p=0.04). Tek stent grubundaki 30 hastanın 12‟sinde (%40), çift stent grubundaki 14 hastanın 5‟inde (%35.7) fraksiyonel akım rezervi değeri kritik (<0.75) saptandı. Ortalama hiperemik fraksiyonel akım rezervi değerleri tek stent grubunda 0.80±0.09 iken çift stent grubunda 0.79±0.06 saptandı (p=0.60). Sonuç olarak gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu. Bu bulgu uzun ya da ardıĢık lezyonların tedavisinde tek stent ya da çift stent kullanımının nonkritik restenozların fonksiyonel önemi açısından farkı olmadığını ortaya koymuĢtur.
Developments in the field of interventional cardiology reduced stent restenosis rates significantly but not reached desired levels yet. Type of percutaneous interventional treatment is stil important in patients with long lesions or consecutive lesions on same coronary artery because of high restenosis rates in this population. Clinical trials suggest that fractional flow reserve measurement has a key role in evaluating functional importance of coronary stenoses. In this study, we investigated the functional status of symptomatic and noncritical in-stent restenosis with fractional flow reserve measurements in patients who have one or multiple stents at the same coronary artery, retrospectively. 44 patients with one or multiple stents at same coronary artery were included. All of the patients were symptomatic and had noncritical in-stent restenosis. The average restenosis percentage in single stent group was 52.6±6.9% and it was 56.7±5.4% in double-stent group, the difference was significant (p=0.04). In single stent group 12 (40%) of 30 patients and in double-stent group 5 (35.7%) of 14 patients had critical value (<0.75) of fractional flow reserve measurement. Mean values of hyperemic fractional flow reserve was 0.80±0.09 in single stent group and 0.79±0.06 in double-stent group (p=0.60). As a result, there was no statistically significant difference between groups. This finding has revealed that there is no difference in the functional importance of noncritical restenosis in two group of patients treated with single or multiple stents because of long or consecutive lesions on a single coronary artery.
2022-06-20
2022-06-20
2010
physicsThesis
Temel, R.K. Aynı koronere aynı zamanda bir ya da birden fazla stent konulan takiplerinde semptomatik ve anjiografik nonkritik darlığı olan hastalarda fraksiyonel akım oranı verilerinin değerlendirilmesi. EskiĢehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, EskiĢehir, 2010.
http://hdl.handle.net/11684/3390
tur
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3103
2022-06-11T00:00:16Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_193
Koroner anjiyografide kritik bulunan instent restenozlarının fonksiyonel ciddiyetinin fraksiyonel flow rezerv ile değerlendirilmesi
Kuşkuş, Serhat
Çavuşoğlu, Yüksel
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı
nonkritik lezyon
FFR
KFR ölçümü
Biz bu çalışmamızda anjiyografik olarak kritik ISR'lerin FFR ile fonksiyonel önemlerini araştırmayı amaçladık. Çalışmaya 42 hastanın, 30’u LAD, 10’u Cx ve 10’u RCA’da yerleşik 50 lezyonu dahil edildi. Bu 50 lezyonun 21’i kritik ISR; 12’si nonISR kritik lezyon, 17’si ise nonISR nonkritik lezyon idi. Hastalar bu bağlamda 3 gruba ayrıldı. Kritik ISR’lerin stent implantasyonları ortalama 7,33+2.47 ay önce gerçekleştirilmişti. Her hastaya anjiyografi labotatuvarımızın standart FFR işlem protokolü uygulandı. Lezyonların hepsinin FFR değerleri hiperemik ajan olarak intrakoroner adenozin kullanılarak, bir kısmında da hem adenozin, hem de papaverin kullanılarak hesaplandı. Papaverinin kullanıldığı hastalarda termodilüsyon yöntemiyle birlikte KFR ölçümü de yapıldı. 21 kritik ISR’nin 14’ünün(%66,7) FFR ile, fonksiyonel öneminin olmadığı, sadece 7’sinin FFR ile fonksiyonel öneme sahip olduğu görüldü. 12 nonISR kritik lezyonun ise 9’unun FFR ile fonksiyonal önemi olduğunu, 3’ünün ise önemi olmadığını saptadık. Aralarındaki fark istatistiksel olarak anlamlı idi.
Sonuç olarak ISR ciddiyetinin değerlendirilmesinde tek başına koroner anjiyografinin yeterli olamayabileceği, FFR yönteminin özellikle lezyonların fonksiyonel özelliklerinin ortaya konulması ve gereksiz tekrar girişim ihtiyacını engelleme açısından gerekli olduğu kanısına varıldı.
2022-06-10
2022-06-10
2005
physicsThesis
http://hdl.handle.net/11684/3103
tur
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3139
2022-06-11T00:00:26Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_193
Atriyum fibrilasyonu olup DCS ile sinüs ritmine dönen olgularda ramipril doz titrasyonunun nükse etkisi
Beyaztaş, Savaş
Görenek, Bülent
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı
Af Nüksü
Ramipril
Kardiyoversion
134 patients (85 female, 49 male, mean age 65.8 ± 5.3, 68.8 ± 9.6,
respectively) who had chronic AF and planned to convert to sinus rhythm (SR) were
included to study. Recurrence of AF remains as an important problem after
successful cardioversion. There are benefit outcomes of using angiotensin converting
enzyme (ACE) inhibitors and angiotensin receptor blockers (ARB) in patients who
have restorated to SR in the last years. As a result of limited studies, the success of
cardioversion increases and recurrence decreases. But there are no knowledge about
difference between different doses of ACE inhibitors and ARB. This is the first
study in this subject. Amiodarone therapy was used for all cases ten days before
cardioversion and after this period oral amiodarone 200 mg daily were continued. In
addition, two groups formed from 134 cases four weeks before cardioversion:
Ramipril 2.5 mg/day (69 cases) and 10 mg/day (65 cases). All patients underwent
electrical cardioversion. Restoration of sinus rhythm wasn’t obtained in 7 cases. AF
recuurence developed in 47 cases after successful cardioversion. The maintanence of
SR rate was %63.9 in cases who given 2.5 mg ramipril daily and %56.9 in cases who
given 10 mg ramipril daily, there is no significant difference between two groups (p
< 0.05). As a result, we concluded that low dose of ACE inhibitor is enough to
reduce AF recurrence, the higher dose of ACE inhibitors has not addition benefit.
Bu çalısma kronik atriyum fibrilasyonu (AF) olup, elektriki kardiyoversiyonla sinüs ritmine döndürülmesi planlanan 85’i kadın, 49’u erkek toplam 134 hasta (ortalama yasları ve standart sapmaları sırayla 65,8 - ±5.3, 68,8 - ±9.6) ile yapılmıstır. Basarılı kardiyoversiyon sonrası nüks atriyum fibrilasyonu vakalarında önemli bir klinik sorun olarak kalmaya devam etmektedir. Son yıllarda anjiotensin dönüstürücü enzim (ADE) inhibitörleri ve anjiotensin reseptör blokörlerinin (ARB) sinüs ritmi sağlanan olgularda kullanımının olumlu sonuçlarına iliskin veriler bulunmaktadır. Eldeki sınırlı sayıdaki arastırmaların sonuçlarına göre, kardiyoversiyon basarısı artmakta ve nüks azalmaktadır. Ancak ADE inhibitörleri ve ARB’lerin farklı dozları arasında fark olup olmadığı bilinmemektedir. ARB’ler bir klinik arastırmada incelenmistir ancak, ADE inhibitörleri ile iliskili arastırma yapılmamıstır. Çalısmamız bu anlamda bir ilk arastırmadır. Çalısmada tüm hastalara kardiyoversiyondan on gün önce amiodaron tedavisi baslandı ve bu süre sonunda 1x200mg seklinde düzenlendi. Ayrıca kardiyoversiyondan dört hafta öncesinde toplam 134 hastalık 2 grup olusturuldu: Ramipril 2.5 mg/gün (69 hasta) ve 10 mg/gün (65 hasta). Tüm hastalara elektriki kardiyoversiyon uygulandı. 7 hastada SR sağlanamadı. Basarılı kardiyoversiyon sonrası 47 hastada AF rekürrensi gelisti. 2.5 mg kolunda SR’de kalma oranı % 63,9 iken, 10 mg kolunda %56,9 olarak gerçeklesti ve aradaki fark istatistiki olarak anlamlı değildi (p<0.05). Elde edilen veriler sonucunda, AF rekürrensinin azaltılması konusunda ADE inhibitörlerinin düsük dozlarının yeterli olduğu, daha yüksek dozların ek yarar sağlamadığını düsünmekteyiz.
2022-06-10
2022-06-10
2007
physicsThesis
http://hdl.handle.net/11684/3139
tur
Esogü Tıp Fakültesi
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3141
2022-06-14T00:01:26Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_193
Sol ventrikül disfonksiyonu bulunan olgularda sistolik ve diyastolik fonksiyonlarda düzelme sağlayan levosimendanın radyonüklid ventrikülografi çalışmasıyla dobutamin ile karşılaştırılması
Beyaztaş, Ayşe
Çavuşoğlu, Yüksel
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı
Levosimendan
Dobutamin
Radyonüklid Ventrikülografi
Bu çalısma, Nisan 2005- Ekim 2006 tarihleri
arasında sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu (EF) < %35 olan, NHYA fonksiyonel
sınıfı III ve IV olan, dekompanse kalp yetmezliği nedeniyle kardiyoloji servisinde
yatan, 31 iskemik kardiyomiyopatili (ĐKMP) ve 20 dilate kardiyomiyopatili
(DKMP) toplam 51 olgu (35 erkek, 16 kadın, yas ortalaması 59.6±1.2 yıl) ile
yapılmıstır. Olgulara radyonüklid ventrikülografi (RNV) yapılarak, bazal 1,
dobutamin (DOB), bazal 2, levosimendan (LEVO) ve DOB ile kombine LEVO
infüzyonu (LEDO) sırasında EF, peak ejection rate (PER), time to peak ejection
rate (TPER), peak filling rate (PFR), time to peak filling rate (TPFR) ve mean
filling rate (MFR) ölçümleri alındı. Önce basal 1 RNV çekimi yapıldı ve takiben
10 μg/kg/dk dozunda dobutamin infüzyonu baslandı. 15 dakikalık infüzyon sonrası
2.RNV çekimi yapıldı. Sonrasında dobutamin kesilerek 15 dk beklendi. Ardından
3. RNV çekimi (bazal 2) yapıldı. 3. RNV çekimi sonrasında levosimendan
yükleme dozu 24 μg/kg 10 dk verilerek, 0.2 μg/kg/dk dozunda levosimendan
infüzyonuna 30 dakika devam edildi. Levosimendan infüzyonu devam ederken
4.RNV çekimi yapıldı. Takiben levosimendan infüzyonuna ilave 10 μg/kg/dk
dobutamin infüzyonu baslandı. 15 dk sonra 5.RNV çekimi yapıldı. Dobutamin ve
levosimendan ile bazale göre sistolik (EF, PER, TPER) ve diyastolik (PFR, TPFR,
MFR) parametrelerde belirgin düzelmeler sağlandığı gözlendi. Dobutamin ve
levosimendan uygulamaları arasında anlamlı bir fark bulunmadı. Levosimendan ile
dobutaminin kombine uygulanmasında daha belirgin düzelmelerin elde edildiği
tespit edildi. Sonuç olarak, levosimendan ile sistolik fonksiyonlarda düzelme
sağlanmaktadır. Ek olarak, diyastolik fonksiyonlarda da düzelme olmaktadır. Bu
düzelme, dobutamin ile benzer düzeydedir. Levosimendan ve dobutaminin
kombine tedavisi ile elde edilen yarar, tek basına levosimendan ya da dobutamin
uygulamasına göre daha fazla görünmektedir.
In this study, total 51 patients (35 male, 16 female, mean age
59.6±1.2 years) with ejection fraction (EF) <%35, NYHA functional class III-IV, 31
ischemic cardiomyopathy, 20 dilated cardiomyopathy and who were hospitalized in
cardiology department due to decompensated heart failure were included between
April 2005- September 2006. By performing radyonuclide ventriculography (RNV)
to all subjects, EF, peak ejection rate (PER), time to peak ejection rate (TPER), peak
filling rate (PFR), time to peak filling rate (TPFR) and mean filling rate (MFR)
parameters were calculated during bazal 1, dobutamin (DOB), bazal 2, levosimendan
(LEVO) and concomitant dobutamine and levosimendan infusions (LEDO). Firstly,
bazal 1 RNV was done and then dobutamine infusion was started with a dose of 10
μg/kg/min. After dobutamine was infused over 15 minutes, 2. RNV was performed.
Then, dobutamine was stopped and 15 minutes were passed. After that, 3. RNV
(bazal 2) was performed. Levosimendan was given as a 10 minute with a loading
dose of 24 μg/kg followed by a 30 minute infusion of 0.2 μg/kg/min, after 3. RNV.
While levosimendan infusion was continuing, 4. RNV was performed. To following,
dobutamine at dose of 10 μg/kg/min was added to levosimendan infusion. 5. RNV
was performed after 15 minutes. Significant improvement in systolic (EF, PER,
TPER) and diastolic (PFR, TPFR, MFR) parameters was seen with levosimendan
and dobutamine compared with bazal. No significant difference was found between
levosimendan and dobutamine. It was detected that, more significant improvement
was obtained with combined treatment with dobutamine and levosimendan. As a
result, levosimendan improves systolic function. In addition, it also improves
diastolic function. This improvement is similar with dobutamine. It was seen that
the improvement of concomitant dobutamine and levosimendan infusion was more
significant than the improvement of levosimendan or dobutamine administration
alone.
2022-06-13
2022-06-13
2007
physicsThesis
http://hdl.handle.net/11684/3141
tur
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3143
2022-06-14T00:00:32Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_193
Metabolik sendromu olan olgularda mikrovasküler disfonksiyon ve statinlerin etkisi
Parspour, Afshin
Çavuşoğlu, Yüksel
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı
Metabolik Sendrom
Miyokardiyal Perfüzyon Sintigrafi
Statin
Koroner Mikrovasküler Disfonksiyon
Metabolik sendrom kardiyovasküler
hastalıkların gelisiminde önemli bir rol oynar. Tüm dünyada metabolik sendrom sıklıgı
artmaktadır. Ülkemizde ise TEKHARF ve METSAR çalısma sonuçlarına göre metabolik
sendrom olguları genel populasyonun önemli bir çogunlugunu olusturmaktadır. Metabolik
sendrom olgularında koroner mikrovasküler disfonksiyon yeterince arastırılmamıs bir
durumdur. Metabolik sendromun komponentlerinden olan obezite, dislipidemi, kan basıncı
artısı, insülin direncinin her biri belirgin olarak endotel disfonksiyonuna neden olurlar.
Miyokardiyal Perfüzyon Tc99m MIBI gated SPECT, mikrovasküler disfonksiyonun
belirlenmesinde non-invasif bir yöntem olarak önerilmektedir. Pleiotropik etkileri bilinen
statinlerin endotel disfonksiyonu üzerine olumlu etkileri pekçok çalısmada bildirilmistir. Bu
çalısmanın amacı metabolik sendromlu olgularda, koroner mikrovasküler disfonksiyon varlıgı
Tc99m MIBI gated SPECT ile saptanan olgularda statin kullanımının mikrovasküler
disfonksiyon üzerine olan etkisinin ortaya konulmasıdır. Çalısmamıza koroner arter hastalıgı
öyküsü olmayan 26’sı erkek olmak üzere 143 metabolik sendromlu olgu (ortalama yas 51.8 ±
8 yıl ) alındı. Metabolik sendrom tanısı için 1) bel çevresi erkeklerde > 102cm, kadınlarda
>88cm 2) trigliserid düzeyi ³150mg/dl, 3) HDL düzeyinin erkeklerde <40mg/dl, kadınlarda
<50mg/dl, 4) kan basıncının ³130/85mmHg, 5) açlık kan sekerinin ³110 mg/dl
maddelerinden 3 tanesinin bulunması kosuluna bakıldı. Tüm olgulara kan tahlili ile beraber
Miyokardiyal Perfüzyon Tc99m MIBI gated SPECT uygulandı. 15’i erkek olmak üzere 55
olguda (ortalama yas 52.8 ± 1 yıl) perfüzyon defekti saptandı. Bu olguların koroner
anjiografileri normal degerlendirildi. Olgulara altı ay süreyle 20 mg/gün dozunda atorvastatin
verildi. 6 ay sonunda ise Miyokardiyal Perfüzyon Tc99m MIBI gated SPECT çalısması ve
kan tahlilleri tekrarlandı. Tedavi öncesi ve 6 ay statin tedavi sonrası laboratuar ve sintigrafik
veriler karsılastırıldı. Total kolesterol, TG ve LDL kolesterol düzeylerinde belirgin azalma,
HDL kolesterol düzeyinde anlamlı artma saptandı. Akut faz reaktanı olan CRP ve fibrinojen
düzeylerinde anlamlı azalma saptandı. Miyokardiyal Perfüzyon Tc99m MIBI gated SPECT
incelemesi ile miyokardiyal perfüzyon ve ventrikül fonksiyonlarını degerlendiren
parametreler olan SEF, rEDV, sEDV, RSV, SSS, SRS ve SDS’de altı ay statin tedavisi ile
anlamlı düzelme saptandı. Sonuç olarak, epikardiyal koroner arterleri normal olan metabolik
sendromlu olguların yaklasık üçte birinde, koroner mikrovasküler disfonksiyona baglı oldugu
düsünülen perfüzyon defektine rastlanmaktadır. Söz konusu seçilmis metabolik sendromlu
olgu grubunda, statin tedavisi ile myokardiyal perfüzyon ve fonksiyonlarda düzelme
görülmektedir.
Metabolic syndrome has an important role in
development of cardiovascular disease. Incidence of metabolic syndrome increases
worldwide. In our country metabolic syndrome is a noticeable part of general population due
to TEKHARF and METSAR studies. Coronary microvascular dysfunction has less
investigated in metabolic syndrom cases. Obesity, dislipidemia, hypertension and insulin
rezistance, which are components of metabolic syndrome, causes endothelial dysfunction.
Myocardial Perfusion Tc99m MIBI gated SPECT is a non-invasive method that suggested to
evaluate microvascular dysfunction. Beside known pleotropic effect of statins, positive effect
on microvascular dysfunction was noticed in several studies. The aim of this study is to
present the effect of statin on microvascular dysfunction in cases that coronary microvascular
dysfunction is established by Tc99m MIBI gated SPECT. 143 metabolic syndrome cases ( 26
male, mean age 51.8 ± 8 year) who have no history of coronary artery disease were inclu ded
to study. To recognise metabolic syndrome we investigate : 1) waist circumference: > 102cm
for men, > 88 for women. 2) Triglyceride: ≥150 mg/dl 3) HDL cholesterol: < 40 mg/dl in
men, < 50 mg/dl in women 4) Blood pressure ≥130/85 mmHg 5) Fasting glucose ≥110 mg/dl
3 positive factors is enough to recognize metabolic syndrome. Myocardial Perfusion Tc99m
MIBI gated SPECT is performed together with blood laboratory tests for all cases. Perfusion
defect was established in 55 cases ( 15 male, mean age 52.8 ± 1 year). Coronary angiography
was normal in these cases. Atorvastatin 20 mg daily was given to these cases for 6 months.
Myocardial Perfusion Tc99m MIBI gated SPECT and blood laboratory tests were performed
again at the end of 6 months therapy. Before and after 6 months statin therapy, scintigraphic
and laboratory outcomes were compared. There were significant decrease in total cholesterol,
TG, LDL cholesterol and significant increase in HDL cholesterol. CRP and fibrinogen, as a
acute phase reactant, levels were decreased significantly. SEF, rEDV, sEDV, RSV, SSS, SRS
and SDS, the parameters that evaluate myocardial perfusion and ventricular function in
Myocardial Perfusion Tc99m MIBI gated SPECT study, were improved significantly after 6
month statin therapy. In conclusion approximately in one third of metabolic syndrome cases
who have normal epicardial coronary arteries have perfusion defect due to coronary
microvascular dysfunction. So in selected metabolic syndrom cases group, there is an
improvement in myocardial perfusion and function with statin therapy.
2022-06-13
2022-06-13
2007
physicsThesis
http://hdl.handle.net/11684/3143
tur
Esogü Tıp Fakültesi
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3649
2022-07-07T00:00:19Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_193
Miyokard İnfarktüsü ve İnmenin ikincil Önlenmesine Yönelik Uygulamalar (WHO PREMISE 2)
Teke, Deniz
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kardiojoloji Anabili Dalı
Miyokard İnfarktüsü
İkincil Korunma
İnme
Çalışmamız DSÖ PREMISE (Prevention of Recurrences of Myokardial Infarction and Stroke) projesinin faz 2 ayağıdır. Kardiyovasküler hastalıkların ikincil korunmasına yönelik bir durum değerlendirme çalışması olan faz 1 ayağında hekim ve hastaların bilgi eksikliği olduğu saptanmıştır. Amaç, bilgi eksikliğini gidererek bunun ikincil korunmaya etkilerini değerlendirmek ve daha önce araştırılmayan MI ve inme ile ilgili ikincil korunmaya dair bazı yerel özellikleri temsil edebilecek verilere ulaşmaktır. Çalışmamızda Eskişehir ve civarındaki birinci basamak sağlık kurumlarında çalışan hekimler interaktif eğitim programı ile eğitilmiş ve hastalar için konuyla ilgili seminerler düzenlenmiştir. Daha sonra 01/12/2005-15/12/2005 tarihleri arasında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı polikliniği, Eskişehir Devlet Hastanesi kardiyoloji polikliniği, Çifteler Devlet Hastanesi ve Sivrihisar Devlet Hastanesi polikliniklerine başvuran daha önce MI ve inme geçiren vakalardan tanı konma süresi 1-36 ay arasında olan 355 hasta yazılı izinleri alınarak çalışmaya alındı. Çalışmaya alınan vakaların 191’i (% 53,8) erkek, 164’ü (%46,2) kadın, ortalama yaşları 62,63±11,05 idi. Vakaların yüzde 79,7’sinde KAH tespit edilirken yüzde 21,4’ünde SVH tespit edilmiştir. Yüzde 1,1’inde ise KAH ve SVH birliktedir. Eğitim sonrası değerlendirmede hastaların ikincil korunma için yapmaları gereken yaşam tarzı değişimleri ile ilgili bilgilerinin faz 1 çalışması ile karşılaştırıldığında arttığı, sigara bırakma ve diyet uyumunun yüksek oranda uygulanmasına karşın vakaların 1/3‘nün halen yeterli fiziksel egzersiz yapmadığı görüldü. Hedef kitlenin bilgi kaynağı olarak ilk sırada hekimleri gördüğü ve buna yakın oranda yardımcı sağlık personelinin de önemli bir bilgi kaynağı olduğu saptandı. Eğitim sonrası değerlendirmede faz 1 ile karşılaştırıldığında ASA, beta bloker ve statin kullanım oranlarının arttığı görüldü.
Our study is the 2nd phase of the WHO PREMISE (Prevention of Recurrences
of Myocardial Infarction and Stroke) project. In the 1st phase of the project which is
a case study of the secondary protection of the cardiovascular diseases, there was a
lack of information observed for the doctor and the patients. The aim is to overcome
the lack of information and verify the impact of this secondary protection and to
achieve to the data for the secondary protection of MI and stroke which couldn't be
investigated before.
In our study doctors working in Eskisehir and surrounding 1st stage health
facilities were trained with an interactive training program and there were seminars
organised for the patients. Formal written permission was taken from 355 patients
which had MI and stroke within a 1-36 months period and who applied to Eskisehir
Osmangazi University Medical Faculty Cardiology Department Polyclinics,
Eskisehir State Hospital Cardiology Polyclinics, Cifteler State Hospital and
Sivrihisar State Hospital in between 01/12/2005-15/12/2005. The cases in the study
were as: 191 (53,8%) male, 164 (46,2%) female, with an average age of
62,63±11,05. There was CAD observed in 79.7% of the cases, and CVD observed in
21.4% of the cases. In 1.1% CAD and CVD were observed both. In the post-training
evaluation, the information of the patients increased regarding the required life-style
change for the secondary protection if compared to the 1st phase study. Although
quitting smoking and diet was considerably applied, 1/3 of the patients haven’t done
enough physical exercises. The information source for the patients was initially the
doctors and also the health personnel. In the post-training evaluation an increase of
ASA, beta blocker and statin usage rate was observed compared to phase 1.
2022-07-06
2022-07-06
2008
physicsThesis
http://hdl.handle.net/11684/3649
tur
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3454
2022-06-23T00:00:29Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_193
Atriyum fibrilasyonunda bifazik ve monofazik kardiyoversiyonun koagulasyon sistemine etkisi
Taraktaş, Murat
Birdane, Alparslan
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı
Atrial Fibrillation
Electrical Cardioversion
Coagulation
İnflammation
Thrombocite Functions
Atriyum fibrilasyonda kardiyoversiyonun hemostaz üzerine olan
etkileri arastırılmıs olmakla birlikte monofazik ve bifazik kardiyoversiyon
yöntemlerini karsılastıran bir çalısma yoktur. Çalısmaya elektriki kardiyoversiyon
endikasyonu konmus ve yas ortalaması 64,3 ± 9,7 olan 14’ü erkek ve 26’sı bayan
olmak üzere toplam 40 hasta dahil edildi. Kardiyoversiyon islemi transtorasik
anterolateral yöntemle monofazik ve bifazik olarak yapıldı. EKV’un koagulasyon ve
inflamasyona etkisini arastırmak için islemden hemen önce, islemden 5 dakika
sonrası ve islemden 30 dakika sonrası olmak üzere 3 kere fibrinojen, D-dimer, sPSelectin,
aktive trombositlerin (CD41 FITC+ ve CD62P PE+ ) trombositler içindeki
degerleri, lenfosit + trombosit aggregatı olarak degerlendirilen (CD41 FITC+ ve
CD45 PerCP+ ) lenfositler içindeki degerleri, Protrombin fragment 1+2 degerleri,
monosit + trombosit aggregatı olarak degerlendirilen (CD41 FITC+ ve CD45
PerCP+ ) monositler içindeki degerleri, nötrofil + trombosit aggregatı olarak
degerlendirilen (CD41 FITC+ ve CD45 PerCP+ ) nötrofil içindeki degerleri ve hs-
CRP ise EKV islem öncesi ve islemden 1 hafta sonra olmak üzere 2 kere çalısıldı.
Monofazik ve bifazik dalga formlarıyla EKV yapılan hastaların çalısılan bu degerleri
karsılastırıldıgında her iki yöntem ile hs-CRP dısındaki markerlarda artıs olmakla
birlikte iki yöntem arasında istatistikî olarak belirgin fark bulunmamıstır. hs-CRP
düzeylerinde her iki grupta da birinci haftada islem öncesine göre düsüs
gözlenmistir. Bunun nedeni olarak hs-CRP’nin bir hafta sonra tekrarlanmıs olmasını
düsünmekteyiz. Sonuçta iki EKV yöntemi arasında olası tromboembolik
komplikasyon açısından birbirlerine üstünlük saglayamadıgını ve bu yönden
birbirlerine tercih sebebi olamayacaklarını düsündürmektedir.
Previous research has studied the effect of cardioversion on
hemostasis in the atrial fibrillation, however a comparative study between
monophasic and biphasic cardioversion methods does not exist. In this study there
are total of 40 patients who underwent electrical cardioversion (ECV). Fourteen of
the patients are male and 26 of them are female, and the average age is 64,3 ± 9,7.
Monophasic and biphasic cardioversion procedures have been applied with
transthorasic anterolateral method. To explore the effect of ECV on coagulation and
inflammation, fibrinogen, D-dimer, sP-Selectin, the percentage of active
thrombocites (CD41 FITC+ ve CD62P PE+) among all thrombocites, the percentage
of aggregate of lenfocyte + thrombocite (CD41 FITC+ ve CD45 PerCP+) among all
lenfocytes, Prothrombin fragment 1+2, the percentage of aggregate of monocyte +
thrombocite (CD41 FITC+ ve CD45 PerCP+) among all monocytes, the percentage
of aggregate of neutrophil + thrombocite (CD41 FITC+ ve CD45 PerCP+) among all
neutrophils are studied total of 3 times; just before, 5 minutes after, and 30 minutes
after the procedure. In addition, hs-CRP is studied total of 2 times; just before and 1
week after the procedure. When we compared these values for patients who
underwent monophasic and biphasic waveform ECV, all the markers except hs-CRP
increased, however the differences were not statistically significant. We observed
that hs-CRP levels decreased in the first week when compared with before procedure
levels. We believe the reason for this is the repeated hs-CRP one week after the
procedure. As a result, neither of these two ECV methods is superior to each other
from a thromboembolic complication point of view, and therefore there is no
motivation to prefer one against the other.
2022-06-22
2022-06-22
2009
physicsThesis
TARAKTAS M. Atriyum fibrilasyonunda bifazik ve monofazik kardiyoversiyonun koagulasyon sistemine etkisi. Eskisehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı, Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskisehir, 2009.
http://hdl.handle.net/11684/3454
tur
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3905
2022-07-28T00:00:33Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_193
Pozitif inotropik destek ihtiyacındaki klinik tablo ile hospitalize edilen dekompanse kalp yetmezliği olgularında levosimendan ve dobutaminin miyokardiyal enzim düzeyleri ve aritmi üzerine etkileri
Tek, Müjgan
Çavuşoğlu, Yüksel
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı
Pozitif İnotropik
Dekompanse Kalp Yetmezliği
Levosimendan
Dobutaminin
Miyokardiyal Enzim
Bu çalışmanın amacı pozitif inotropik destek ihtiyacındaki klinik tablo ile hospitalize edilen dekompanse kalp yetmezliği olgularında kullanılan dobutamin ve levosimendan tedavisinin aritmi ve miyokardiyal enzim düzeyleri üzerine etkisini karşılaştırmaktı. Çalışmaya dekompanse kalp yetmezliği nedeni ile kliniğimizde hospitalize edilen toplam 50 hasta (36 erkek, 14 kadın, yaş ortalaması 68±10 ) alındı. Hastalara klavuzlarda önerildiği şekilde optimum kalp yetmezliği tedavisi başlandı ve 24 saatlik holter cihazı takıldı. 24. saatin sonunda pozitif inotropik destek ihtiyacı olan hastalara 1:1 randomizasyonla dobutamin veya levosimendan infüzyonu başlanıp infüzyon sırasında 24 saatlik ikinci holter kayıtları alındı. İnfüzyon öncesi ve sonrası EKO ile ejeksiyon fraksiyonu bakıldı, kardiyak enzim düzeyleri belirlendi ve 6 dk yürüme testi yapıldı. Holter kayıtlarının analizinde kalp hızı, ventriküler erken vuru (VPC), couplet, supraventriküler erken vuru (SVPC), paroksismal atriyal fibrilasyon (PAF) ve nonsustained ventriküler taşikardi (NSVT) atak sayıları değerlendirildi. Tüm grupta ejeksiyon fraksiyonu ve 6 dk yürüme mesafelerinde anlamlı artış gözlendi. Tüm çalışma grubunda kalp hızı, VPC, couplet ve SVPC sayılarında anlamlı artış, NSVT atak sayılarında istatiksel anlamlılığa ulaşmayan artış gözlendi. Subgrup analizlerinde levosimendan ve dobutamin arasında ventriküler ve supraventriküler aritmi artışları açısından anlamlı fark gözlenmedi. Tüm grupta inotropik tedavi sonrası yaklaşık %20 olguda troponin pozitifleşmesi görüldü. Levosimendan ve dobutamin grupları arasında enzim yükselmesi görülen olgu oranı açısından fark bulunamadı. Bu çalışmanın sonuçları; levosimendan ile dobutaminin benzer aritmi potansiyeline sahip olduğunu ve benzer oranda miyokardiyal enzim yükselmesine yol açtığını desteklemektedir.
he aim of this study was to compare the effects of dobutamine and levosimendan on cardiac arrhytmias and myocardial enzyme levels in patients hospitalized with acute decompnsated heart failure in need of inotropic support. 50 heart failure patients (36 male, 14 female, mean age 68±10) who were hospitalized in cardiology department due to decompansated heart failure were included in the study. Optimum heart failure treatment was given as suggested in guidelines and all patients underwent 24-hour Holter electrocardiographic monitoring. At the end of 24 hour, patients who needed positive inotropic therapy were randomised to dobutamine or levosimendan in a 1:1 design and 24-hour holter electrocardiographic monitoring was repeated during inotropic infusion. Before and after the infusion of inotropic therapy, ejection fraction was measured with echocardiography, 6-minute walk test was performed and blood samples were assayed for laboratory tests. Heart rate, ventricular premature contraction (VPC), couplet, supraventricular premature contraction (SVPC), episodes of nonsustained VT (NSVT) and paroksismal atrial fibrilation (PAF) analysed from Holter records. Heart rate, VPC, couplet and SVPC increased significantly but episodes of NSVT increased nonsignificantly in the study population. Moreover, ejection fraction and 6 min walk distance increased significantly. In subgroup analysis, there was no significant difference was observed between dobutamine and levosimendan for the increasing of ventricular and supraventricular arrhytmias. After inotropic treatment, troponin levels were found to be increased in 20 % of patients. There was no difference between levosimendan and dobutamine groups in the proportion of patients who have an increase in myocardial enzyme levels. In conclusion, the results of this study suggests that levosimendan and dobutamin have similar potential in increasing risk of arrhytmia and myocardial enzymes.
2022-07-27
2022-07-27
2009
physicsThesis
http://hdl.handle.net/11684/3905
tur
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3410
2022-06-22T00:00:57Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_193
Atriyum fibrilasyonu olan olgularda CRP'nin kardiyoversiyon başarısına etkisi ile uzun dönemde protrombotik belirteçlerde düzey değişiklikleri
Özmen, Gökhan
Birdane, Alparslan
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı
Elektriksel Kardiyoversiyon
İnflamasyon
Protrombotik Durum
Elektriksel kardiyoversiyon (EKV) sonrası atriyum
fibrilasyonu (AF) yinelemesini ve tromboembolik olayları öngören inflamatuvar ve
protrombotik belirteçlerin düzey degisikliklerine ait çalısmaların sonuçları çeliskilidir.
Çalısmadaki amacımız EKV basarısının CRP ve protrombotik belirteçlerle olan uzun dönem
iliskisini arastırmak ve neden sonuç iliskisini ortaya koymaktır. Bu çalısmaya EKV islemi
uygulanan 89 AF’lu hasta ve sinüs ritminde (SR) olan 50 olgu olmak üzere toplam 139 hasta
(ortalama yas ve standart sapmaları sırasıyla 63,33 ± 9.14, 62,50 ± 5.54) dahil edilmistir.
Altmıs altı hastada (% 74,1) EKV sonrası SR saglandı. Yirmi üç olguda basarısız oldu. Sinüs
ritmine dönen 36 hastada (%54,5) AF tekrarladı. SR’li olgularda D-dimer, fibrinojen ve
antitrombin–3 anlamlı olarak daha düsüktü. EKV islemi sonrası SR’ne dönmeyen ve altı ay
sonrasında halen SR de olan hastalar karsılastırıldıgında CRP medyan degerleri 0,67 mg/dl ve 0,22
mg/dl bulundu (p< 0,05). SR korunan 30 hastada altı ay sonra 0,54 olan bazal medyan degeri
0,22’ye geriledi (p= 0,01). D-dimer medyan degeri EKV öncesi 0,175 mg/dl iken altıncı ayda
0,290 mg/dl saptandı (p< 0,05). CRP degerlerinin AF’ na dönenlerde daha yüksek olması uzun
dönemdeki yinelemelerle iliskili olabilir. SR korunan olgularda CRP düzeylerindeki azalma
AF’nun inflamasyonun nedeni oldugunu destekler niteliktedir. Protrombotik durumun altı ay
boyunca SR’de kalan olgularda devam ettigi görülmektedir. Daha ileri çalısmalara gereksinim
olmasına ragmen, bizim bulgularımız EKV öncesi CRP ölçümleri ile EKV basarısı hakkında
prognostik bilgi saglanabilecegini düsündürmektedir.
There are contradictory datas avaliable on different studies that estimate recurrences
and thromboembolic events relation with inflammation and prothrombotic events in atrial
fibrillation (AF). Our aim in this study is to investigate EC succees and AF relaps relation
with CRP and prothrombotic markers in long term. This study was held with total 139
patients (mean ages and standart deviation are sequentially 63,33 ± 9.14, 62,50 ± 5.54)
consist of 89 AF patients and 50 cases as sinus rhythm. In 66 cases (74,1) SR was obtained
after EC. In 23 cases EC was failed. AF recurred in 36 cases who is SR post-EC. In control
group D-dimer, fibrinogen, antithrombin-3 levels are significiantly lower than AF pre-EC.
When we compare EC failed patients with cases SR after six months, CRP median values
were found 0,67 mg/dl and 0,22 mg/dl (p<0,05). In 30 cases who saved SR after six months
basal median CRP values decreased from 0,54 mg/dl to 0,22 mg/dl (=0,01). When D-dimer
value was 0,175 mg/dl pre-EC, it was determined 0,29 mg/dl after six months (p<0,05). CRP
values determined higher who returns to AF. So CRP can associates with relaps in long term.
In cases saved SR prothrombotic state continues. CRP value decreasing in SR saved patients
after six months support that AF is a cause of inflammation. Although further studies are
required, our findings suggest that measurement of CRP before EC may provide prognostic
information regarding the success of the process.
2022-06-21
2022-06-21
2009
physicsThesis
Özmen, G. Atriyum fibrilasyonu olan olgularda CRP’nin kardiyoversiyon basarısı üzerine etkisi ile uzun dönemde protrombotik belirteçlerde düzey degisiklikleri. Eskisehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskisehir 2008.
http://hdl.handle.net/11684/3410
tur
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2010
2021-03-12T01:02:25Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_193
Balon ölçümü yapılmadan ASD perkütan yolla kapatılmasının güvenilirliği ve etkinliği
Salha, Wesam
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı
ASD
Transkatater Device
Balon Sizing
Transözofageal Ekokardiyografi
Bu çalışmada; ASD defekti transkatater yolla balon sizing yapılmaksızın kapatılmasının etkinliği ve güvenliğini araştırmak amacıyla 2007-2009 yılları arasında kliniğimizde gerçekleştirilen 158 hastanın işleminde (106 erkek, 52 kadın), (ortalama yaş:32±16, 14-76 yaşları arasında) görülen başarı oranı ve komplikasyon gelişimi değerlendirilmiştir. Hastaların onayı alındıktan sonra balon sizing yapılmadan ASD defekti ölçümü transözafegeal ekokardiyografi (TEE) ile ölçüldü, ardından ölçülen çapa 4-7 mm ilave edilerek device boyutu belirlendi. Ortalama işlem süresi 28±11.3 dk, ortalama atrial septal defekt çapı 22.6±8.1 (12-40 mm) idi. İşlem sonrası yaklaşık 6 aylık takipte 158 hastanın 153’ünde device başarılı bir şekilde yerleştirilmiştir. Takipte 3 hastada erken dönemde device embolizasyonu gözlendi, 3 hastada takipleri sırasında minimal rezidüel şant saptandı. Başarı oranı %94.9 olarak bulundu. Sonuç olarak balon sizing yönteminin transkatater yolla ASD kapatılmasında gerekli olmayabileceği, ASD defektinin ölçümü ve işlem sırasında yol göstermesi açısından TEE büyük bir başarı oranı ve düşük bir komplikasyon riskine sahiptir.
To evaluate the safety and feasibility of transcatheter closure of atrial septal defect without balloon sizing a total of 158 patients (106 male, 56 female) aged 14-76 (mean:32±16) underwent transcatheter closure without balloon sizing was been followed respectively for 6 month with acceptance of patients. The size of defect was measured by transesophageal echocardiographic images (TEE). The size of device selected was generally 4-7 mm larger than the maximal diameter of defect. Mean procedure period was 28±11.3 minutes, mean atrial septal defect diameter 22.6±8.1 (12-40 mm). Total of 158 septal occluders were deployed in 153 patients. 3 patients were found to develope embolization of a device in the early period. Through following period 3 patients were found to develope residual minimal shunt. Successful closure rate was 94.9 %. At result balloon sizing maybe not necessary in transcatheter closure of ASD defects, TEE maybe using as guiding for transcathater closure with high success rate and low complication risks.
2021-03-11
2021-03-11
2009
physicsThesis
Salha, W. Balon Ölçümü Yapılmadan ASD Perkütan Yolla Kapatılmasının Güvenirliği ve Etkinliği. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2009.
http://hdl.handle.net/11684/2010
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3841
2022-07-27T00:01:15Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_193
İlaç kaplı stent implantasyonunda intravasküler ultrason kullanımının akut tıkanma ve restenoz oranına etkisi
Ağamalıyev, Mehman
Göktekin, Ömer
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı
Koroner Anjiyografi
Stent-İçi Restenoz
Minimal Lümen Çapı
Geç Lümen Kaybı
Coronary Angiography
İn-Stent Restenosis
Minimal Lumen Diameter
Late Lumen Loss
Koroner arter hastalığının tedavisinde yaygın olarak kullanılan stentlerin takibinde en
büyük problem erken tromboz ve restenozdur. Şimdiye kadar hiçbir girişim erken
stent trombozu (ST) ve stent-içi restenozu (SİR) tamamıyla engelleyememiştir.
Klinik çalısmalarda intravasküler ultrasonun (IVUS) stent yerleştirme stratejilerinde
anahtar rol oynayabileceği iddia edilmiştir. Bu çalışmada; kliniğimizde Ekim 2006
ve Nisan 2010 tarihleri arasında, takibinde kontrol koroner anjiyografileri yapılmış,
IVUS rehberliğinde ilaç kaplı stent implantasyonu yapılan 23 hastayla (Grup I),
Eylül 2008 ve Nisan 2010 tarihleri arasında IVUS kullanılmaksızın implante edilen
23 hasta (Grup II) olmak suretiyle toplam 46 hastanın dosya kayıtları retrospektif
olarak incelendi. Grup II hastaları; Grup I’deki hastaların morfolojik ve angiyografik
özellikleri, risk faktörleri, ilaç kullanım rejimleri ve kullanılan stent özellikleri
açısından fark olmayacak şekilde belirlendi. Hastaların ortalama yaşı Grup I’de
62±11 yıl, Grup II’de 58.1±8.5 yıl olarak tespit edildi. Her iki grupta 23 hasta olup,
Grup I’de 17 (%73.9), Grup II’de 15 (%65.2) erkek vardı. Tüm olgularda lezyon
uzunluğu, darlık yüzdesi, işlem öncesi minimal lümen çapı, işlem sonrası stent içi
minimal lümen çapı, kontrol anjiyografide stent içi minimal lümen çapı ölçüldü ve
geç lümen kaybı (GLK) değerleri hesaplandı. Gruplar arasında GLK değerleri, ST ve
SİR gelişen olgu sayıları karşılaştırıldı. Grup I’de GLK 0.4±0.6 mm iken, Grup II ‘de
bu değer 0.53±0.7 mm idi. Grup I’de 1 olguda SİR tespit edildi, akut ST gözlenmedi.
Grup II ‘de ise 3 hastada SİR, 1 hastada akut ST gözlendi. Her 3 parametrede IVUS
grubunda daha düşük değerler saptandı, fakat gruplar arasında istatistiksel olarak
anlamlı fark yoktu. Bunun nedeni muhtemelen calışmamızdaki en önemli kısıtlılık
olan yetersiz hasta sayısı idi. Sonuç olarak, ilaç kaplı stent implantasyonunda
IVUS’un akut tıkanma ve restenozu azaltmada diğer koroner girişimlerle beraber
tamamlayıcı bir yöntem olarak düşünülmesi gerekir.
Acute thrombosis and restenosis is
the most important problem related to stents, which are widely used in the treatment
of coronary artery disease. Currently, no procedure can prevent early stent
thrombosis (ST) and in-stent restenosis (ISR) completely. Clinical trials suggest that
ıntravascular ultrasound (IVUS) has a key role in stent implantation. In this study;
the records of 46 patients in total were analyzed retrospectively which are controlled
by follow-up coronary angiography and which consisting of two groups: 23 patients
with IVUS guidance drug-eluting stent implantation between October 2006 and April
2010 (Group I) and 23 patients without IVUS guidance implantation between
September 2008 and April 2010 (Group II). Group II patients were identified as will
be no difference in the morphologic and angiographic features, risk factors, drug
regimens and stent features of patients in Group I. The mean age of patients were
determined as 62±11 year in Group I and 58.1±8.5 year in Group II. There were 23
patients in each group, 17 (%73.9) male in Group I and 15 (%65.2) male in Group II.
In all cases were measured lesion length, percentage of stenosis, minimal lumen
diameter before operation, in-stent minimal lumen diameter after operation, in-stent
minimal lumen diameter in the control angiography and was calculated late lumen
loss (LLL) value. The LLL values, amount of patients with ST and ISR compared
between groups. The LLL value were 0.4±0.6 mm in Group I and 0.53±0.7 mm in
Group II. In Group I, ISR was detected in 1 case and acute ST not observed. In
Group II ISR was detected in 3 cases and acute ST in 1 case. In all three parameters
were determined lower values in IVUS group, but the differences were not
statistically significant. The reason for this probably was insufficient amount of
patients which were in our study. As a result, IVUS should be considered a
complementary method with other coronary interventions to decrease acute
thrombosis and restenosis in drug-eluting stent implantation.
2022-07-26
2022-07-26
2010
physicsThesis
Ağamalıyev, M. İlaç Kaplı Stent İmplantasyonunda İntravasküler Ultrason Kullanımının Akut Tıkanma ve Restenoz Oranına Etkisi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2010.
http://hdl.handle.net/11684/3841
tur
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3864
2022-07-27T00:00:40Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_193
Düşük riskli hipertansif hastalarda beta bloker kullanımının efor testi kan basıncı cevabına etkisi
Özduman, Hande
Birdane, Alparslan
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı
Beta Bloker
Efor Testi
Hipertansiyon
Metoprolol
Nebivolol
Beta Blocker
Exercise Stress Testing
Hypertension
Metoprolol
Nebivolol
Hipertansiyon, dünya nüfusunun önemli bir bölümünü etkileyen önemli bir sağlık
sorunudur. Hipertansiyon tanısında en sık kullanılan yöntemler muayenehanede veya
klinikte hemĢire veya doktor tarafından ya da hasta veya yakını tarafından evde veya
24 saatlik ambulatuar kan basıncı (KB) ölçümüdür. Ancak eforla oluĢan hipertansif
cevap, ofiste KB ölçümü ve ambulatuar KB ölçümüne kıyasla özellikle hedef organ
hasarını göstermede daha değerli bulunmuĢtur. Ayrıca antihipertansif ilaçların
yalnızca istirahatte değil, fiziksel aktivite sırasında da kan basıncını kontrol altına
alması gerektiği gösterilmiĢtir. Eforla oluĢan hipertansif cevabın
değerlendirilmesinde, fiziksel ya da mental stresi ve yeniden toparlanmayı içeren
kısa süreli, kolay uygulanabilir ve takip edilebilir bir test olan efor testi
uygulanabilir. Beta blokerlerin egzersiz sırasında kan basıncı cevabı üzerine olumlu
etkileri konusunda yapılmıĢ çeĢitli çalıĢmalar bulunmaktadır. Fakat beta bloker
ajanların kendi aralarında bu faydalı etki açısından fark olup olmadığı konusu ise
yeterince irdelenmemiĢtir. Bizim çalıĢmamızda her ikisi de beta-1 selektif beta
bloker olan metoprolol ile ek olarak nitrit oksit (NO) salınımı özelliği ile vazodilatör
etkiye sahip olan nebivololün düĢük riskli hipertansif hastalarda efor testi sırasında
sistolik ve diastolik kan basıncı ve kalp hızı üzerine etkileri karĢılaĢtırıldı. DüĢük
riskli hipertansif 50 hasta (38 kadın ve 12 erkek) çalıĢmaya alındı. Ortalama yaĢ
54.2±9.5 idi. Metoprolol ya da nebivolol tedavisi altında olan bu hastalara treadmill
egzersiz testi uygulandı. Egzersize hemodinamik cevap, sistolik ve diyastolik kan
basıncı ve kalp hızındaki değiĢikliklerle değerlendirildi. Metoprolol ve nebivololün
hem istirahat hem de egzersiz sırasında iyi kan basıncı kontrolü sağladığı ve egzersiz
sırasında kan basıncı ve kalp hızı üzerine benzer etkileri olduğu bulundu.
Hypertension is an important health
problem which affects a significant portion of the world population. Most frequent
methods on hypertension diagnosis are blood pressure measurement at doctor’s
office or clinic or at home by the patient or by relatives or 24 hours ambulatory blood
pressure measurement. However; hypertensive response that occurs by exercise have
been indicated to be more valuable than blood pressure measurement at office or 24
hours ambulatory blood pressure measurement at displaying target organ damages.
Additionally, it has been indicated that antihypertensive treatment is required for
blood pressure control not only on rest but also on exercise. Exercise stress testing
can be performed in evaluation of hypertensive response that occurs by exercise
because it is short-term, easy applicable and can be trace and includes physical or
mental stress and recovery stage. There are many studies about positive effects of
beta blokers on blood pressure response. However, whether there is difference in
beta blocker agents among themselves about this beneficial effects has not been
investigated sufficiently. In our study, affects of metoprolol which is B1 selective
and nebivolol is B1 selective which also has vasodilator affects, for low risk
hypertension patients during exercise test, maksimal sytolic, diastolic blood pressure
and blood velocity are compared. Fifty hypertensive patients (38 female and 12
male) with low risk included in the study. Mean age was 54.2±9.5. These patients
under antihypertensive therapy with metoprolol or nebivolol were studied during
treadmill exercise testing. The hemodynamic responses to exercise were evaluated by
changes in systolic and diastolic blood pressure and heart rate. It is concluded that
metoprolol and nebivolol provide blood pressure control both at rest and exercise
succesfully and show similar effects on blood pressure and heart rate during exercise.
Key Words: beta blocker, exercise stress testing, hypertension, metoprolol, nebivolol
2022-07-26
2022-07-26
2011
physicsThesis
Özduman, H. Düşük riskli hipertansif hastalarda beta bloker kullanımının efor testi kan basıncı cevabına etkisinin değerlendirilmesi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2011.
http://hdl.handle.net/11684/3864
tur
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3967
2022-07-30T00:01:49Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_193
Yaygın koroner arter hastalığı bulunan kalp yetersizlikli olgularda levosimendanın iskemik göstergeler üzerine etkisi
Gencer, Erkan
Çavuşoğlu, Yüksel
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı
Levosimendan
Kardiyak Troponin- I
Kalp Yetersizliği
Ck-mb
Heart Failure
Çalışmamızda, akut dekompanse kalp yetersizlikli olgularda, pozitif inotropik tedavi rejimlerini de içeren uygulamaların etkilerini, hemodinamik ve fonksiyonel özellikler ile miyokardiyal iskemik göstergeler yönünden karşılaştırmalı olarak inceledik. Akut dekompanse kalp yetersizliği nedeni ile kliniğimizde daha önce takip edilmiş olan toplam 122 olgu (93 erkek, 29 kadın ve yaş ortalaması 66 ± 9) değerlendirildi. Ekokardiyografi ile LVEF % 35 ve altında saptanmış, fonksiyonel kapasitesi NYHA III-IV olan, Levosimendan veya Dobutamin infüzyonu verilmiş ya da İV diüretik ile İV vazodilatatör infüzyonu uygulanmış (Plasebo) hastalar karşılaştırıldı. Başvuruda cTnI üst limitini (>0,07 ng/ml) geçen olgu oranı %32 idi. Tedavi sonrası gruplar arasında, ortalama cTnI'daki değişim yönünden ve cTnI artışının görüldüğü olgu oranları açısından istatiksel fark saptanmadı (p= 0.845 ve p=0.687). Tedavi öncesine göre sonrasında gruplar arasında kütle CK-MB, miyoglobin, total CK, CK-MB artış oranları yönünden istatiksel fark saptanmadı (sırasıyla p=0,291, p=0.181, p= 0.259, p=0.066). Gruplar arasında tedavi sonrasındaki LVEF'deki değişim anlamlı istatiksel farka ulaştı. (Levosimendan ? Dobutamin > Plasebo, p< 0.001). Gruplar arasında tedavi sonrasında altı dakikalık yürüme mesafesi, ProBNP ve yüksek duyarlıklı CRP düzeylerindeki değişim yönünden anlamlı istatiksel farklılık oluşmadı. Tedavi sonrasında gruplar arasında triküspit yetersizliği akım gradiyentlerinde istatiksel anlamlı azalma izlendi (p= 0.017). Sonuç olarak bu çalışmada, akut kalp yetersizliği ile gelen olguların yaklaşık 1/3'ünde cTnI yüksekliği bulunduğunu ve bazı olgularda tedavi sırasında cTnI, CK-MB ve miyoglobin artışı olduğunu saptadık. Standart kalp yetersizliği tedavisine göre levosimendan ve dobutamin ile LVEF ve pulmoner basınç değişimleri anlamlı düzeyde iken cTnI, CK-MB, altı dakika yürüme mesafesindeki değişim benzer oranda olmaktadır.
In this present study, the effects of different therapeutic strategies including positive inotropic treatment regimens were compared in terms of hemodynamic and functional features and myocardial ischemic indicators. 122 patients (93 male, 29 female, mean age 66 ± 9 years) previously admitted for acute decompensated heart failure were included in the study. Patients with LVEF? 35%, determined by echocardiography, and NYHA III-IV heart failure had been treated with standard heart failure therapy with IV diuretic and IV vasodilators (placebo) or inotropic therapy including levosimendan or dobutamine in addition to standard therapy. At admission, 32% of patients have detectable cTnI level (>0,07 ng/ml). After heart failure therapy, no statistically significant difference was found among standard therapy, levosimendan or dobutamine groups in terms of changes of mean concentration of cTnI increase and percent of patients who have a cTnI increase during treatment (p= 0.845 and p=0.687). Also there was no significant difference in the ratios of CK-MB, myoglobin and total CK increase among the groups. (p=0,291, p=0.181, p= 0.259, p=0.066, respectively). LVEF was found to significantly increase in each therapeutic regimens but this increase was more pronounced with inotropic strategies (Levosimendan ? Dobutamin > Placebo, p< 0.001). There was no significant difference in the improvement in six minute walk distance and the reduction of ProBNP and highly sensitive CRP levels between groups. After treatment, systolic pulmonary pressure estimated with tricuspid regurgitant flow gradients decreased significantly in all three groups (p= 0.017). In conclusion this study suggests that almost one-third of patients presenting with acute heart failure and coronary artery disease has detectable levels of cTnI at admission and some patients develop cTnI and also CK-MB or myoglobin increase during the treatment period. The changes in LVEF and pulmonary pressure with levosimendan and dobutamine treatments differ from standard therapy but no difference changes in cTnI, CK-MB, six-minute walk between groups.
2022-07-29
2022-07-29
2010
physicsThesis
Gencer, E. Yaygın koroner arter hastalığı bulunan kalp yetersizlikli olgularda Levosimendanın iskemik göstergeler üzerine etkisi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2010.
http://hdl.handle.net/11684/3967
tur
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3865
2022-07-27T00:01:21Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_193
Akut miyokard infarktüsünde polimorfik ventriküler taşikardilerinin, ventriküler flatter ve ventriküler fibrilasyonlarının gelişimi
Cengiz, Osman
Görenek, Bülent
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı
Polimorfik Ventriküler Taşikardi
Ventriküler Fibrilasyon
Akut Miyokard İnfarktüsü
Polymorphic Ventricular Tachycardia
Ventricular Flutter
Acute Myocardial İnfarction
Polimorfik ventriküler
taşikardi (PMVT), ventriküler flatter (VFL) ve ventriküler fibrilasyon (VF) akut
miyokard infarktüsü (Mİ) sırasında ortaya çıkabilir. Bu çalışmada akut Mİ
hastalarında PMVT, VFL ve VF’nun başlama paterni, klinik ve elektrofizyolojik
karakteristikler arasında bir ilişki bulunup bulunmadığının belirlemek için farklı
başlangıç paternli ventriküler taşiaritmilerin elektrofizyolojik özelliklerini
araştırdık. Akut ST yüksekliği Mİ’lü 55 hastadan (ortalama yaş 64±7) PMVT,
VFL ve VF saptanmış 67 ritm şeridi incelendi. Tüm hastalar koroner yoğun bakım
ünitesinde yattıkları sürece monitörize edildi. Ventriküler ektopik vuru ile
başlamayan ventriküler taşiaritmiler ani başlangıçlı taşiaritmi olarak
isimlendirildi. Tek veya multiple ektopik vuruyla başlayan ventriküler
taşiaritmiler ani başlangıçlı olmayan taşiaritmi olarak isimlendirildi. Ani
başlangıçlı olmayan epizodlar ani başlangıçlı epizodlardan daha sıktı (45 epizoda
[%67,16] karşılık 22 epizod [%32,84] ). Ani başlangıçlı olmayan grupta 15
epizod (%33,34) multiple kompleks sonrasında başlamışken, 30 epizod (%66,66)
tek ektopik vuru sonrasında başlamıştı. Ani başlangıçlı olmayan PMVT ve VF’de
ventriküler ejeksiyon fraksiyonu düşüktü (52±7 karşılık 64±7, p<0,01). Ani
başlangıçlı olmayan taşiaritmilerde ani başlangıçlı olan taşiaritmilere göre daha
kısa eşleşme aralığı ( CI: coupling intervals ) mevcuttu. Benzer şekilde PMVT ve
VF döngü (siklus) süresi ani başlangıçlı olmayan taşikardilerde daha kısaydı.
Akut Mİ hastalarında ventriküler taşiaritmilerin sıklıkla ventriküler ektopiyle
başladığını gösterdi. Ani başlangıçlı olmayan ventriküler taşiaritmiler genellikle
daha düşük CI, daha kısa PMVT ve VF döngü süresi ve daha düşük ejeksiyon
fraksiyonuyla ilişkiliydi.
Polymorphic ventricular tachycardia
(PMVT), ventricular flutter (VFL) and ventricular fibrillation (VF) can occur during
acute myocardial infarction (MI). In this study, we investigated the
electrophysiological features of ventricular tachyarrhythmias with different initiation
patterns in acute MI patients to assess whether there is a relationship between the
initiation patterns of PMVT,VFL and VF and clinical and electrophysiological
characteristics.We analysed 67 rhythm strips defined as PMVT,VFL or VF from 53
patients (mean age of 64±7 years) with acute ST elevation MI. All patients were
monitored while they were hospitalised in the coronary care unit. Ventricular
tachyarrhythmia that was not preceded by ventricular ectopik beats was defined as
sudden onset tachycardia. Ventricular tachyarrhythmia that was preceded by single
or multipl ectopic beats was defined as non-sudden onset tachycardia. Non-sudden
onset episodes were more common than sudden onset episodes (45 episodes
[%67,16] versus 22 episodes [%32,84] ). In the non-sudden onset group, 30 episodes
(%66,66) were initiated after a single ectopic beat, while 15 episodes (%33,34) were
initiated after multipl complexes.The left ventricular ejection fraction of patients with
non-sudden onset PMVT and VF were decreased (52±7 versus 64±7, p<0,01 ).
Tachyarrhythmias with non-sudden onset had lower coupling intervals (CI) than
tachyarrhythmias with sudden onset. Similarly, the PMVT and VF cycle length was
shorter in the presence of non-suden onset initation. These result demonstrate that
ventricular tachyarrhythmias are often preceded by ventricular ectopy in acute MI
patients. Non-sudden onset ventricular tachyarrhythmias are usually characterised by
lower CI, shorter PMVT and VF length and associated lower ejection fraction.
2022-07-26
2022-07-26
2010
physicsThesis
Cengiz, O. Akut Miyokard İnfarktüsünde Polimorfik Ventriküler Taşikardilerinin, Ventriküler Flatter ve Ventriküler Fibrilasyonlarının Gelişimi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2010.
http://hdl.handle.net/11684/3865
tur
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/4003
2022-08-02T00:00:45Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_193
Kompleks koroner arter lezyonlarında ilaç kaplı stent kullanımının etkinlik ve güverliği
Solak, Mustafa Tunç
Göktekin, Ömer
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı
Revaskülarizasyon
Restenoz
Koroner Anjiografi
Revascularization
Coronary Angiography
Bu çalışmada kompleks koroner arter lezyonlarında ilaç kaplı stentlerin kullanımı ve sonuçlarını araştırdık. 2006-2009 yılları arasındaki dönemlerde Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Kliniğinde ilaç kaplı stent uygulanan kompleks koroner darlıklı 101 hastada anjiodan önce ve ilaç kaplı stent yerleştirildikten sonra hastaların durumları değerlendirildi. Hastaların yaş ortalaması 63, 79 u erkek (%78), 22 si kadındı (%21.8). Hastaların 36 sı diabetik ve büyük çoğunluğu diğer risk faktörlerine sahipti. 34 hasta (%32.7) SAP tanısıyla, 32 hasta (%30.8) UAP tanısıyla, 10 hasta (%9.6) Akut MI tanısıyla takip edildi. Lezyonların büyük çoğunluğu (%46.5) LAD de , (%29.8) i CX de, (%21.9) u RCA da idi. Yaklaşık 6 ay sonra 101 hastanın 56 sına (%55.4) kontrol anjiografi yapıldı ve 6 hasta da (%10.7) restenoz saptandı. Yaş ortalamaları 59.8 di, restenoz olan hastalarla olmayanlar arasında anlamlı bir fark saptanmadı. Restenoz olan stentlerde ki ortalama çap 2.86 mm (<3 mm), ortalama boy 25 mm olarak saptandı. Bu durumun hastaların semptomları ve yaşam beklentileri ile uyumlu olduğu gösterildi.
In this study the usage and results of the drug-eluted stents in complex coronary artery lesions were examined. In the period of year 2006-2009, in 101 patients with coronary artery stenosis drug-eluted stents were used. The sutiation of patients were evaluated before angiography have been done and after the implantation of DES in the Cardiology Department of the Medical Scool of Osmangazi Universty. 101 patients of the group includes 79 male (78.2%), mean age was 63. 36 of the patients has diabetes mellitus and most of them has the other risk factors. 34 of them hospitilized with SAP (32.7%), 32 of them has UAP (30.8%), 10 patients has Acute MI (9.6%). After 6 months we made control anjiography of the 56 patients (55.4%) and we noticed that 6 of them has restenosis (10.7%). The mean age of the patients has restenozis was 59.8 and we did not see significant age difference between the patiences has restenozis and has no restenozis. Mean length of the stents which have restenozis were 25 mm and the mean diameter were 2.86 mm. This study showed that the symptoms and life expectations of the patients were in comformity with this treatment.
2022-08-01
2022-08-01
2010
physicsThesis
Solak, M.T. Kompleks Koroner Arter Lezyonlarında İlaç Kaplı Stent Kullanımının Etkinliği Ve Güvenilirliği. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2010.
http://hdl.handle.net/11684/4003
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3312
2022-06-18T00:00:52Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_193
Sol ventrikül sistolik disfonksiyon olan olgularda dobutamin ve levosimendanın sistolik interval üzerindeki etkisi
Nadir, Aydın
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı
Sistolik Zaman Intervalleri
Kalp Yetmezliği
Levosimendan
Systolic Time Intervals
Heart Failure
Levosimendan
Bu çalıĢmanın amacı pozitif inotropik destek ihtiyacındaki klinik tablo ile hospitalize edilen dekompanse kalp yetmezliği olgularında kullanılan dobutamin ve levosimendan tedavisinin sistolik zaman intervalleri (STĠ) üzerine etkisini karĢılaĢtırmaktı. ÇalıĢmaya dekompanse kalp yetmezliği nedeni ile kliniğimizde hospitalize edilen fonksiyonel kapasitesi NYHA III-IV ve ekokardiyografide LVEF < %35 tespit edilen toplam 50 hasta (42 erkek, 8 kadın, yaĢ ortalaması 61,7±10,3) alındı. Levosimendan ve dobutamin tedavisinin STĠ üzerine etkilerini değerlendirebilmek amacıyla tüm hastaların infüzyon öncesi ve infüzyonun 24. saatinde olmak üzere iki kez transtorasik EKO yapıldı. EKO ile LV sistolik, diastolik ve STĠ ölçümleri alındı ve hastalar 1:1 gruplara randomize edildi.
Yapılan çalıĢma sonucunda levosimendan grubunda lateral E/E‟ ve septal E/E‟
QS2i, PEP, cPEP ve PEP/LVET değerlerinde anlamlı kısalma, altı dakika yürüme testinde, LVEF, LVET, lateral Sm ve septal Sm ise anlamlı artıĢ gözlendi. EKO parametrelerindeki bu anlamlı değiĢiklikler QS2i dıĢında dobutamin grubunda da gözlendi. Dobutamin grubunda QS2i değerlerinde istatistiksel anlamlı değiĢiklik gözlenmedi. Sistolik fonksiyonlar üzerine levosimendanın dobutamine göre daha fazla düzelme sağladığı saptandı [Tedavi öncesine göre levosimendan grubunda sol ventrikül EF‟nda % 4.64± 3.58, dobutamin grubunda ise % 2.84±1.95 artıĢ izlendi (p< 0,05)]. Dobutamin grubunda levosimendan grubundan farklı olarak cLVET anlamlı artıĢ, proteinüride ise anlamlı azalma gözlendi. Sonuç olarak levosimendan ve dobutaminin, kalp yetmezliği olgularda elektromekanik sistolik interval ile sistolik doku Doppler parametrelerini hemen hemen benzer etkinlikte düzelttiğini, levosimendanın dobutaminden farklı olarak vazodilatatör etkinliğine bağlı kan basıncında azalmaya neden olduğunu desteklemektedir. Bu sonuç levosimendanın dobutamine üstün hemodinamik etkinliğinin, benzer inotropik etkinliğine ilave olan vazodilatör özelliğinden kaynaklandığına iĢaret etmektedir.
. The aim of this study was to compare the effects of dobutamine and levosimendan on systolic time intervals (STI) in patients hospitalized with acute decompansated heart failure in need of inotropic support. 50 heart failure patients with LVEF≤ 35%, determined by echocardiography and NYHA III-IV (42 male, 8 female, mean age 61,7±10,3) who were hospitalized in cardiology department due to decompansated heart failure were included in the study. Ġn order to assess the effects of levosimendan and dobutamine treatment on STI, transthoracic echocardiography measurements were taken two times from all patients prior and after (24 hours) the treatment. The LV systolic, diastolic, and STI were measured by Echocardiography and all patients were randomized 1:1 groups. As a result of study group levosimendan lateral E/E‟ and septal E/E‟,QS2Ġ, PEP, cPEP, and PEP/LVAT value significantly shortened, six- minute walk test, LVEF, LVET, the lateral Sm and septal Sm were significantly increased. All these changes were also observed in the dobutamine group with the exception of QS2i. There was no statistically significant change in the dobutamine group at QS2i. It was found that levosimendan had higher effect on systolic function than dobutamine [a 4.64± 3.58 % increase in EF in levosimendan group, 2.84±1.95 % in dobutamine group (p<0,05)]. Dobutamine group as different levosimendan showed a significant increase in cLVET and significantly decreased in proteinuria. Both drugs didn‟t have any significant effect on diastolic parameters. In conclusion, over findings suggest levosimendan and dobutamin improve electromechanic systolic intervals and systolic tissue Doppler parameters at almost same level and differrently dobutamine, levosimendan causes to decrease in blood pressure dependent on its vazodilatator effects. This result indicates levosimendan is superior to dobutamine because its vasodilatator property.
2022-06-17
2022-06-17
2011
physicsThesis
Nadir, A. Sol ventrikül sistolik disfonksiyon olan olgularda dobutamin ve levosimendanın sistolik interval üzerindeki etkisi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2011.
http://hdl.handle.net/11684/3312
tur
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3315
2022-06-18T00:00:41Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_193
Torsades de pointes'in oluşumuna katkıda bulunan ve tetikleyen etyolojik faktörler
Demirtaş, Hale
Görenek, Bülent
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı
Ani Başlangıçlı
Ani Başlangıçlı olmayan
Torsades de Pointes
In this study, we investigated the electrophysiological features of ventricular tachyarrhythmias with different initiation patterns to assess whether there is a relationship between the initiation patterns of TdP and clinical and electrophysiological characteristics. We analysed 50 rhythm strips defined as TdP from 32 patients (mean age of 66±8) years) in this retrospective study. All patients were monitored while they were hospitalised in the coronary care unit. Ventricular tachyarrhythmia that was not preceded by ventricular ectopik beats was defined as sudden onset tachycardia. Ventricular tachyarrhythmia that was preceded by single or multipl ectopic beats was defined as non-sudden onset tachycardia. Non-sudden onset episodes were more common than sudden onset episodes (32 episodes [%64] versus 18 episodes [% 36] ). In the nonsudden onset group, 22 episodes (%68,75) were initiated after a single ectopic beat, while 10 episodes (%31,25) were initiated after multipl complexes.The left ventricular ejection fraction of patients with non-sudden onset TdP were decreased
(38±6 versus 55±7, p<0,001 ). Tachyarrhythmias with non-sudden onset had lower coupling intervals (CI) than tachyarrhythmias with sudden onset. Similarly, the TdP cycle length was shorter in the presence of non-suden onset initation. These result demonstrate that ventricular tachyarrhythmias are often preceded by ventricular ectopy in patients with TdP. Non-sudden onset ventricular tachyarrhythmias are usually characterised by lower CI, shorter TdP cycle length and associated lower ejection fraction.
Bu çalışmada Torsades de Pointes‟in başlama paterni ile klinik ve elektrofizyolojik karakteristikler arasında bir ilişki bulunup bulunmadığının belirlemek için farklı başlangıç paternli ventriküler taşiaritmilerin elektrofizyolojik özelliklerini araştırdık Bu retrospektif çalışmada 32 hastadan (ortalama yaş 66±8) Torsades de Pointes tanımlanan 50 ritm şeridi incelendi. Tüm hastalar koroner yoğun bakım ünitesinde yattıkları sürece monitörize edildi. Ventriküler ektopik vuru ile başlamayan ventriküler taşiaritmiler ani başlangıçlı taşiaritmi olarak isimlendirildi. Tek veya multiple ektopik vuruyla başlayan ventriküler taşiaritmiler ani başlangıçlı olmayan taşiaritmi olarak isimlendirildi. Ani başlangıçlı olmayan epizodlar ani başlangıçlı epizodlardan daha sıktı (32 epizoda [%64] karşılık 18 epizod [%36] ). Ani başlangıçlı olmayan grupta 10 epizod (%31,25) multiple kompleks sonrasında başlamışken, 22 epizod (%68,75) tek ektopik vuru sonrasında başlamıştı. Ani başlangıçlı olmayan TdP‟de ventriküler ejeksiyon fraksiyonu düşüktü (38±6 karşılık 55±7, p<0,001). Ani başlangıçlı olmayan taşiaritmilerde ani başlangıçlı olan taşiaritmilere göre daha kısa eşleşme aralığı ( CI: coupling intervals ) mevcuttu. Benzer şekilde TdP döngü (siklus) süresi ani başlangıçlı olmayan taşikardilerde daha kısaydı. Bu sonuçlar TdP‟li olgularda ventriküler taşiaritmilerin sıklıkla ventriküler ektopiyle başladığını gösterdi. Ani başlangıçlı olmayan ventriküler taşiaritmiler genellikle daha düşük CI, daha kısa TdP döngü süresi ve daha düşük ejeksiyon fraksiyonuyla ilişkiliydi
2022-06-17
2022-06-17
2011
physicsThesis
Demirtaş, H. Torsades de Pointes’in oluşumuna katkıda bulunan ve tetikleyen faktörler.Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi,Eskişehir,2011
http://hdl.handle.net/11684/3315
tur
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3904
2022-07-28T00:01:16Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_193
Pozitif inotrop desteği gereken dekompanse kalp yetersizliği hastalarında ivabradin kullanımının pozitif inotrop ajanların neden olduğu pozitif kronotropik cevap üzerine etkisi
Mert, Kadir Uğur
Çavuşoğlu, Yüksel
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı
İvabradin
Akut Kalp Yetersizliği
Dobutaminin
İvabradine
Acute Heart Failure
Dobutamine
. Bu
çalıĢmanın amacı; ivabradinin, dobutamin uygulanan akut dekompanse kalp
yetersizliği olgularında dobutamine bağlı geliĢen kalp hızı artıĢı üzerine etkisini
karĢılaĢtırmalı olarak değerlendirmektir. ÇalıĢmaya dekompanse kalp yetmezliği
nedeni ile kliniğimizde hospitalize edilen fonksiyonel kapasitesi NYHA III-IV,
EKG‟de sinüs ritmi gözlenen ve ekokardiyografide LVEF< %35 tespit edilen toplam
58 hasta (40 erkek, 18 kadın, yaĢ ortalaması 65.57±10.5) alındı. Hastaların tümünün
6 saatlik holter kaydı ile bazal kalp hızı değerlendirildi. Sonrasında 5 ≧g/kg/dk
dozunda dobutamin infüzyonu baĢlandı ve her 6 saatte 5 ≧g/kg/dk doz artıĢı ile 15
≧g/kg/dk dozuna çıkıldı. Dobutamin infüzyonu süresince holter kaydına 18 saat daha
devam edilerek; holter ile toplam 24 saat boyunca kalp hızı değerlendirildi. Hastalar
randomize edilerek 29 hastaya dobutamin infüzyon protokolü baĢlanması anında
ivabradin7.5 mg b.i.d. ilk dozu verilerek, diğer gruba ise ivabradin verilmeksizin
holter kaydı alındı. Dobutamin infüzyonu öncesi kalp hızları değerlendirildiğinde iki
grup arasında anlamlı fark gözlenmedi. 5≧g/kg/dk, 10≧g/kg/dk, 15 ≧g/kg/dk
dobutamin infüzyon dozlarındaki kalp hızları, dobutamin öncesi kalp hızları ile
karĢılaĢtırıldığında, kontrol grubunda ortalama kalp hızlarının istatistiksel olarak
anlamlı olacak Ģekilde yüksek olduğu görülürken (sırasıyla p=0.001, p=0.00,
p=0,00); ivabradin alan grupta anlamlı fark görülmemiĢtir. Görece yüksek
dobutamin dozlarında ivabradinin kalp hızı artıĢını engelleyici etkisi daha fazla
görülmektedir. Bu çalıĢmanın sonuçları, akut kalp yetersizliği hastalarında
dobutamin bağlı oluĢabilecek miyokardiyal oksijen tüketimi artıĢı ile
subendokardiyal iskemiyi tetikleme potansiyeli olan kalp hızı artıĢının ivabradin ile
engellendiğini desteklemektedir.
The aim
of this study was to evaluate the effect of ivabradine on the increase in heart rate
during dobutamine infusion in patients hospitalized with acute heart failure. 58
decompansated heart failure patients with LVEF≤35% determined by
echocardiography, sinus rhythm in ECG and NYHA III-IV who were hospitalized in
our cardiology department were included in the study (40 male, 18 female, mean age
65,57±10,5). Basal heart rates of all patients recorded by holter monitorization for 6
hours. After than dobutamine infusion was started at 5 ≧g/kg/min and titrated up to
15 ≧g/kg/min with 5 ≧g/kg/min increases at each 6 hours period. Holter
monitorization was continued for 18 hours during dobutamine infusion; holter
records were completed after 24 hours. After the randomization, ivabradine 7.5 mg
b.i.d was started at the same time with dobutamin infusion for 29 patients; otherwise
the holter monitorization was completed without ivabradine for the rest of 29
patients. There was no significant difference in mean of basal heart rates between
treatment groups that has been recorded before dobutamin infusion. Heart rates
during dobutamine infusion at 5≧g/kg/min, 10≧g/kg/min, 15 ≧g/kg/min dosages was
compared with the basal heart rates recorded before dobutamine infusion; and it was
found that the mean heart rates at each dobutamine infusion dosages of the control
group was higher and statistically significant (respectively, p=0.001, p=0.00,
p=0,00); and there is no significant difference in ivabradin group for each dosages. It
is revealed that ivabradine prevents increase in heart rate much more at the relatively
higher dobutamine dosages. The results of this study supports that ivabradine
prevents increases in heart rate, occurs due to dobutamine infusion in acute heart
failure patients, which can induces myocardial oxygen consumption and potentially
causes subendocardial ischemia.Key Words: ivabradine, acute heart failure, dobutamine
2022-07-27
2022-07-27
2011
physicsThesis
Mert, K.U. Pozitif inotrop desteği gereken dekompanse kalp yetersizliği hastalarında ivabradin kullanımının pozitif inotrop ajanların neden olduğu pozitif kronotropik cevap üzerine etkisi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2011.
http://hdl.handle.net/11684/3904
tur
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3771
2022-07-22T00:00:38Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_193
Atriyum fibrilasyonlu hastalarda monofazik ve bifazik kardiyoversiyonun kardiyak markerler üzerine olan etkisinin karşılaştırılması
Doksöz, Ahmet
Birdane, Alparslan
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı
Atriyum Fibrilasyonu
Elektriki Kardiyoversiyon
Kardiyak Troponin-I
Monofazik
Bifazik
Atriyum fibrilasyonunda kardiyoversiyonun kardiyak
markerler üzerine olan etkisi birçok çalışmada araştırılmış olup, monofazik ve
bifazik yöntemlerin karşılaştırıldığı çok az çalışma vardır. Çalışmaya elektriki
kardiyoversiyon endikasyonu konulmuş, yaş ortalaması 64.8±10.5 olan 28’i bayan ve
22’si erkek olmak üzere atriyal fibrilasyonu olan toplam 50 hasta dahil edildi. Daha
önce yapılan bir çok çalışmada monofazik ve bifazik dalga formu karşılaştırılmış ve
kardiyoversiyon uygulanan AF’li hastalarda bifazik dalga formu kullanılması ile,
monofazik dalga kullanılmasına göre daha düşük enerji kullanıldığı ve daha yüksek
SR’ne döndürme oranı tespit edilmiştir Bizim çalışmamızda da benzer şekilde,
EKV'de bifazik yöntem kullanılmasıyla daha az enerji verilerek daha çok hastada SR
sağlandı. Hastalardan işlem öncesi ve işlemden 6, 12. saatlerde cTn-I, kütle CK-MB,
miyoglobin çalışıldı. Hastalara 15. gün ve 6. ayda kontrol vizitleri yapıldı.
Monofazik ve bifazik dalga formu ile yapılan EKV sonrası kardiyak belirteçlerde
(cTn-I, kütle CK-MB, miyoglobin) anlamlı bir artış olduğu, cTn-I değerlerinin diğer
markerlere göre daha fazla hastada yükseldiği saptandı. Monofazik ve bifazik
yöntemin kardiyak markerler üzerine olan etkisi karşılaştırıldığında, iki yöntemin
birbirine benzer olduğu ve anlamlı bir fark olmadığı saptandı. EKV sonrası cTn-I
pozitif saptanan hastalarda, EKV sonrası cTn-I negatif saptanan hastalara göre EKV
dan hemen sonra daha az SR sağlandı. Ayrıca 15. gün ve 6. ay vizitlerinde SR de
kalan hasta sayısı yine cTn-I pozitif grupta belirgin olarak daha az saptandı. EKV
sonrası oluşan cTn-I yüksekliği kardiyak hasarı yani kısmi nekrozu ve dolayısıyla
fibrozisi gösterebileceğinden, EKV sonrası cTn-I yüksekliğinin uzun dönemde
hastaların daha az SR de kalabileceğinin bir göstergesi olabileceği düşünüldü.
Ancak bunun daha doğru olarak gösterilebilmesi için daha büyük çalışmalara ihtiyaç
duyulmaktadır.
The effect of cardioversion at atrial fibrillation on cardiac
markers have been investigated in many studies altough there are few studies
comparing monophasic and biphasic methods. In the study a total of 50 patients with
atrial fibrillation had indication of electrical cardioversion and the average age of
64.8 ± 10.5 and 28 female and 22 male were included. In many previous studies
monophasic and biphasic waveform cardioversion have been compaired and in
patients with AF lower energy have needed with the biphasic waveform compared
with using monophasic waveform and higher rate of the rotation to SR were
determined. In our study, similarly, SR was achieved in most patients by giving less
power with using biphasic manner in ECV. CTn-I, mass CK-MB, myoglobin studied
from the patients before the procedure and in 6 ve 12 hours after the procedure.
Check-up visits were performed in 15th day and 6th month. We found that a
significant increase on cardiac markers (cTn-I, mass CK-MB, myoglobin) occured
after the ECV performed with monofazik and biphasic waveform and cTn-I values
increased in more patients than other markers. Monophasic and biphasic method
compared the effects on cardiac markers, two methods are similar to each other and
there was no significant difference. In patients with CTn-I positive after compared
with the patients with cTn-I-negative after ECV the rate of rotation to SR was
achieved less. In addition, in 15th day and 6th month visits, the number of patients
still in SR in the cTn-I positive group was significantly less. Due to elevation on cTn I after ECV can show the cardiac injury and so partial necrosis and fibrosis, we
thouht that elevation on cTn-I after ECV can be an indicator to stay in SR less in
long-term.Hovewer more studies are needed in order to show this beter.
Key Words:Atrial fibrillation, electrical cardioversion, cardiac troponin- I,
monophasic, biphasic.
2022-07-21
2022-07-21
2011
physicsThesis
Doksöz, A. Atriyum fibrilasyonlu hastalarda monofazik ve bifazik kardiyoversiyonun kardiyak markerler üzerine olan etkisinin karşılaştırılması. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Kardiyoloji Anabilim Dalı, Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2011.
http://hdl.handle.net/11684/3771
tur
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/4096
2022-08-04T00:01:16Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_193
İkinci nesil kriyobalon kullanılarak pulmoner ven izolasyonu yapılan paroksismal atriyal fibrilasyon hastalarımızın uzun dönem takip sonuçları
Yılmaz, Ahmet Serdar
Ulus, Taner
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı
Atriyal Fibrilasyon
Kriyobalon
Ablasyon
Pulmoner Ven
Rekurrens
Atrial Fibrillation
Criyobaloon
Ablation
Pulmonary Vein
Recurrence
Fibrilasyon (AF) klinikte en sık karşılaşılan ritim bozukluğudur. Pulmoner ven (PV) izolasyonu, ilaca dirençli AF’si olan hastalar için perkutan kateter yoluyla ablasyonun temel bileşenidir. İkinci nesil kriyobalonlar (KB2) PV izolasyonu için geliştirilmiş olan ve son zamanlarda artan sıklıkla kullanılan araçlardır. Çalışmamızda KB2 kullanarak PV izolasyonu yapılan paroksismal AF’li hastaların uzun dönem sonuçlarını araştırmayı amaçladık.Çalışmamıza KB2 kullanılarak PV izolasyonu yapılan 84 paroksismal AF hastasını aldık. İşlem sonrası ilk üç aylık dönemi (kör periyod) takiben 30 sn’den uzun süren herhangi bir atriyal taşiaritminin (ATa) varlığı (AF, atriyal flutter ya da atriyal taşikardi) rekurrens olarak tanımlandı. İşlem sonrası ilk 3 ay içinde görülen tekrarlar ‘erken rekurrens’ olarak tanımlandı. İşlem ile ilgili komplikasyon oranları da araştırıldı. Hastalar 32.00 (22.25-41.75) ay izlendi. Akut işlem başarısına 83 hastada ulaşıldı (%98.8), toplam 336 PV’in 333’ü (%99.1) izole edildi. On hastada (%11.9) erken ATa rekurrensi, 23 hastada (%27.4) kör periyod sonrası izlemde rekurrens gözlendi. İşlem ile ilgili komplikasyonlar 5 hastada (%5.9) gözlendi. Bunların üçü (%3.6) giriş yeri ile ilgili, biri kardiyak tamponat (%1.2), biri de frenik sinir paralizisi (%1.2) idi. Takipte ATa rekurrensi gözlenen hastaların 15’i (%17.9) medikal olarak izlendi, 8’i (%9.5) ikinci ablasyon işlemine alındı. Çoklu lojistik regresyon analizinde işlem öncesi AF süresi uzun dönem izlemde ATa rekurrensinin bağımsız belirleyicisi olarak bulundu (Risk oranı: 1.13, %95 güven aralığı: 1.06–1.21, p<0.001.Çalışmamızda merkezimizde paroksismal AF hastalarında KB2 kullanılarak yapılan PV izolasyonu işleminin uzun dönem izlemde sinüs ritmini korumada etkin ve güvenilir olduğu sonucuna ulaştık. İşlem öncesi AF süresi uzun dönem rekurrensin bağımsız belirleyisiydi
AF is the most common arrhythmia in the clinic. Pulmonary vein (PV) isolation is the main component of percutaneous transcatheter ablation for patients with drug-resistant AF. Second generation cryoballons (CB2) are tools that have been developed for PV isolation and have been increasingly used recently. In our study, we aimed to investigate the long-term results of patients with paroxysmal AF who underwent PV isolation using CB2.We enrolled 84 patients with paroxysmal AF who underwent PV isolation using CB2. The presence of any atrial tachyarrhythmia (ATa) (AF, atrial flutter, atrial tachycardia) lasting more than 30 seconds following a three-month blanking period after the procedure was defined as recurrence. Recurrences seen in the first 3 months after the procedure were defined as 'early recurrence'. Procedure-related complication rates were also investigated.Patients were followed for 32.00 (22.25-41.75) months. Acute procedural success was achieved in 83 patients (98.8%), 333 (99.1%) of 336 PVs in total were isolated. Early ATa recurrence was observed in 10 patients (11.9%), and recurrence after blanking period was observed in 23 patients (27.4%). Procedure-related complications were observed in 5 patients (5.9%). Three of them (3.6%) were related to the access site, one was cardiac tamponade (1.2%) and one was phrenic nerve paralysis (1.2%). Fifteen (17.9%) of the patients with recurrent ATa were followed up medically and 8 (9.5%) were taken to the second ablation procedure. In multiple regression analysis, pre-procedural AF duration was found to be independent predictor of long-term recurrence (Odds ratio: 1.13, 95% confidence interval: 1.06–1.21, p<0.001). In our study, we concluded that PV isolation using CB2 in paroxysmal AF patients was effective and safe in maintaining sinus rhythm in long-term follow-up. Pre-procedural AF duration was independent predictor of long term-recurrence
2022-08-03
2022-08-03
2021
physicsThesis
http://hdl.handle.net/11684/4096
tur
ESOGÜ, Tıp Fakültesi