2024-03-28T17:57:58Z
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/oai/request
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/546
2016-07-26T00:00:44Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_187
Psoriazis hastalarında serum D vitamin düzeyi ve darbant ultraviole B fototerapisinin bunun üzerinde etkisi
Saleky, Seyamak
D vitamin üretimi ciltte 290-315 nm dalga boyunda güneş ultraviole B (UVB) radyasyonu tarafından indüklenir. Psoriazis tedavisinde yıllarca başarıyla kullanılan 311-313 nm dalga boyları bu spektrumun ortasında yer almaktadır. Bu çalışma (1) UVB fototerapinin psoriasis hastalarında serum 25(OH)D arttırabileceğini ve (2) darbant UVB‟nin psoriatik lezyonlar ve hayat kalitesi üzerinde tedavi edici etkisini serum D vitamin düzeyini arttırarak gösterebileceğini araştırmak için planlandı. Çalışmaya toplam 49 orta ve şiddetli plak tip psoriazis hastası alındı. Hastalara haftada 3 kez olmak üzere darbant UVB tedavisi uygulandı. Serum 25(OH)D, kalsiyum, fosfor, paratiroid hormon (PTH) ve alkalen fosfataz (ALP) ve hasta psoriazis alan ve şiddet indeksi (PASI) skorları ilk maruziyet öncesi ve son maruziyet sonrası ölçüldü. Hastalardan ayrıca tedavi önce ve sonrasında Skindex-29 anketinin doldurulması istendi. Tedavi sürecini 32 hasta tamamladı. Tedavi öncesinde serum D vitamin düzeyi hiçbir hastada yeterli düzeyde değildi. UVB tedavisi serum 25(OH)D değerlerini belirgin şekilde 14.14 ± 6.70 (mean ± SD) den 46.42 ± 15.51‟ye yükseltirken (p=<.001) PASI skorlarını ileri düzeyde iyileştirdi (p<.001). Serum ALP ve PTH düzeylerinin anlamlı bir şekilde düştüğü izlendi (sırayla p=.001 ve p=.019). Serum kalsiyum ve fosfor düzeylerinde anlamlı bir değişiklik gelişmedi. PASI skorlarının iyileşmesi serum 25(OH)D değerlerinin artışıyla doğrudan ilişkili değildi. Tedavinin Skindex-29 skalasına göre yaşam kalitesi üzerinde belirgin düzeyde düzelme sağladığı gözlendi. Darbant UVB fototerapinin psoriazis vulgaris lezyonlarını temizlediği, serum D vitamin düzeylerini arttırdığı ve değişik yönlerden hastaların hayat kalitesini iyileştirdiği izlendi.
Vitamin D production is induced by 290-315 nm wavelength of sun ultraviolet B (UVB) radiation in the skin. This spectrum contains the 311-313 nm wavelength which has been successfully used to treat psoriasis for years. The aim of this study was: (1) To investigate whether UVB Phototherapy was able to increase serum 25(OH)D levels in psoriatic patients. (2) To determine whether narrowband UVB may mediate its treating effects on psoriatic lesions and quality of life in psoriasis by elevating serum vitamin D levels. A total of 49 patients with moderate to severe plaque type psoriasis were included in this study. The patients received narrowband UVB therapy given three times a week. The concentration of serum 25(OH)D, calcium, phosphorus, parathyroid hormone (PTH) and alkaline phosphatase (ALP) and patients‟ psoriasis area and severity index (PASI) scores were measured before the first and after the last exposure. The patients were also asked to complete the Skindex-29 questionnaire before and after treatment. Thirty two patients finished the treatment course. Before the treatment serum D vitamin levels in non of the patients was in the sufficient range. UVB therapy improved PASI scores effectively (p<.001) while increasing serum 25(OH)D levels significantly from 14.14 ± 6.70 (mean ± SD) to 46.42 ± 15.51 (p<.001). Serum ALP and PTH levels significantly decreased (p=.001 and p=.019 respectively). Serum calcium and phosphorus levels didn‟t change significantly. The improvement in PASI scores wasn‟t directly correlated to elevation in serum 25(OH)D levels. The treatment was also found to lead to significant improvement in quality of life scores based on Skindex-29 scale. Narrowband UVB phototherapy cleared psoriasis vulgaris lesions, increased serum vitamin D levels and improved patients quality of life in different aspects.
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
2015
physicsThesis
tur
http://hdl.handle.net/11684/546
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/546/3/10067805.pdf.txt
f3f9f1f1b8772aaa898fd198b8e3b629
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/546/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/546/1/10067805.pdf
7b2e17edb9759177a58772946b974e39
Ultraviole
25(OH)D
Kalsidiol
Psoriazis Alan ve Şiddet İndeksi
Yaşam Kalitesi
Ultraviolet
Calcidiol
Psoriasis Area and Severity İndex
Quality of Life
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/636
2016-08-16T00:00:37Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_187
Kronik ürtiker ve atopik dermatitte deri prick test ve total ıge sonuçlarının değerlendirilmesi
Aslan, Abdurrahman
Kronik ürtiker toplumda % 0.1-3 oranında görülen, altı haftadan uzun süren, kaşıntının eşlik ettiği eritemli papül ve plaklarla karakterize bir hastalıktır. Etyolojisinde pek çok faktörün yanında alerjik duyarlanma varlığı da tanımlanmıştır. Atopik dermatit çocuklarda daha sık görülen, erişkin çağda farklı klinik görünümleri olabilen, tekrarlayıcı, yaşam kalitesini olumsuz etkileyen bir hastalıktır. Prick test standardize edilmiş alerjen ekstrelerini içeren ve dokuda spesifik IgE varlığını gösteren bir deri testidir. Bu çalışmaya Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Deri ve Zührevi hastalıkları polikliniğine başvuran kronik ürtiker tanılı 59 ve atopik dermatit tanılı 41 erişkin hasta dahil edildi. Gıdalar, ev tozu akarları, ağaç-çim-ot polenleri, küfler, hayvan tüyleri, bal arısından oluşan 30 maddelik prick test her iki hasta grubuna uygulandı. Kronik ürtikerli hasta grubunda en sık pozitif çıkan alerjenler sırasıyla; ev tozu akarları, ot polen karışımı, portakal, havuç, kakao ve inek sütüydü. 59 hastanın 32’sinde (%59.23) en az bir alerjene sensitizasyon mevcuttu. 59 kronik ürtikerli hastanın 29’unda (%49.1) total IgE yüksekti. Yalnız 2 hastada eozinofili mevcuttu. Atopik dermatitli hasta grubunda en sık pozitiflik gösteren alerjenler; ev tozu akarları, havuç, ceviz, ot poleni karışımı, kedi tüyü, buğday unu ve fıstıktı. 41 hastanın 34’ünde (%82.9) en az bir alerjene sensitizasyon mevcuttu. Atopik dermatitli 41 hastanın 19’unda (%46.3) total IgE yüksekliği mevcuttu. Hastaların hiçbirinde eozinofili görülmedi. Her iki hasta grubunda da ortalama IgE değerleri eozinofil artışıyla uyumlu artış göstermekteydi (p<0.005). Her iki hasta grubunda ortalama IgE değerleri açısından anlamlı fark yoktu (p>0.005). Sonuç olarak atopik dermatitte daha belirgin olmak üzere her iki hastalık grubunda da alerjen duyarlılığı açıktır. Bu sebeple klinikle uyumlu duyarlanma varlığında alerjenden sakınma ve tetikleyici olabilen bu faktörlerden uzak durma faydalı olabilir. Prick test, total IgE düzeylerinin değerlendirilmesi sorumlu alerjenin teşhisinde, hastalığın tedavisi ve alevlenmelerini önlemede faydalı olabilir.
Chronic urticaria, occurs in 0.01-3 % of the population and characterized with the presence of itchy, erythematous papules and plaques that lasts more than six weeks. Allergic sensitization have been described in the etiology of urticaria beside many factors. Atopic dermatitis is a relapsing skin disease affects quality of life. Prick test is a skin test which shows spesific IgE presence. In this study subjects were 100 adult patients, 59 of them had diagnosed chronic urticaria and 41 of them had atopic dermatitis who were admitted to dermatology outpatient clinic of Eskisehir Osmangazi University Hospital. Skin prick tests composed of 30 allergens including foods, house dust mites, tree-grass pollens, moulds, danders and Apis Mellifera were performed to both groups. Prick test was reactive mostly for house dust mites, grass pollens, orange, carrot, cacao and cow milk for chronic urticaria patients respectively. At least one allergen sensitization were positive in 32 of 59 patients (54.23%). Serum total IgE levels were elevated in 29 of 59 patients with chronic urticaria (49.1 %). Only two patients of chronic urticaria had eosinophilia. Prick test were reactive mostly for house dust mites, carrot, walnut, grass pollens, cat dander, wheat flour and peanut for atopic dermatitis. At least one allergen sensitization were positive in 34 of 41 patients with atopic dermatitis (82.9%). Serum total IgE levels were elevated in 19 of 41 patients (46.3%). The mean IgE levels increased comparatively with eosinophil increase in both groups (p<0.005) and there was no significant difference between the groups for IgE levels (p>0.005). As a result, allergen sensitization is clearly associated with both disease especially in atopic dermatitis and for this reason, if there is a positive prick test response consistent with the clinic, avoidance of these factors may be beneficial. Prick test and total IgE level evaluations are useful for detection of the responsible allergens and the treatment or prevention of disease flare up.
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
2015
physicsThesis
tur
http://hdl.handle.net/11684/636
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/636/3/10067876.pdf.txt
d9ba4ce880f43e4022d03490c3d8c319
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/636/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/636/1/10067876.pdf
fe5a9483dd4d3046aa4e6f14e3323e0b
Kronik Ürtiker
Atopik Dermatit
Prick Test
IgE
Chronic Urticaria
Aatopic Dermatitis
Prick Test
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/869
2017-01-05T01:00:29Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_187
Plak tip psoriazis tedavisinde asitretin ve dar bant uvb ile plasebo ve dar bant uvb kombinasyonunun karşılaştırıldığı tek kör çalışma
Gürel, Gülhan
Psoriazis vulgaris etyolojisi tam olarak bilinmeyen, keskin sınırlı, eritemli, skuamlı papül ve plaklar ile karakterize, kronik seyirli bir hastalıktır. Hastalık günlük yaşam etkinliklerini ve yaşam kalitesini olumsuz etkiler. Bu nedenle etkin biçimde tedavisi önemlidir. Orta ve şiddetli psoriaziste dar bant UVB tedavisi etkili tedavi seçeneklerinden bir tanesidir. Asitretin ile dar bant UVB tedavisinin kombine edilmesinde amaç yan etkilerin azaltılması ve klinik etkinliğin arttırılmasıdır. Tedavi seçiminde ve tedaviye yanıtın değerlendirilmesinde, psoriazisin klinik şiddetinin yanısıra, yaşam kalitesi ölçeklerinin de kullanılması uygun olacaktır. Bu çalışmada vücut yüzey alanının %10’undan fazlası tutulmuş plak tip psoriazisi olan 50 hasta, yaş ve cinsiyet açısından farklılık olmayan 25’er kişilik 2 gruba ayrıldı. Birinci grupta hastalara dar bant UVB ile birlikte 25 mg/gün oral asitretin tedavisi, ikinci grupta hastalara dar bant UVB ile plasebo tedavisi 12 hafta boyunca verildi. Hastalar başlangıçta ve 12 hafta boyunca 2 haftada bir olacak şekilde değerlendirildi. Her kontrolde bağımsız bir gözlemci tarafından PASI değerlendirildi. Hasta tarafından değerlendirilen SAPASI hesaplandı. Yan etkiler açısından hastalar sorgulandı. Tedavi öncesi ve sonrasında hastaların yaşam kalitesi Skindex 29 ile değerlendirildi. Asitretin ve dar bant UVB kombinasyonunu ile tek başına dar bant UVB tedavisi alanlara göre klinik yanıtın daha iyi olduğu gözlendi. Yan etkiler açısından bakıldığında dar bant UVB’nin hastalar tarafından iyi tolere edildiği ve asitretine bağlı yan etkilerin düşük dozlarda daha az ortaya çıktığı saptandı. Yaşam kalitesine etkisi açısından her iki tedavi protokolününde de Skindex 29’un semptom, fonksiyon ve emosyon skalaları skorlarında ileri düzeyde anlamlı düzelme sağladığı gözlendi.
Psoriasis vulgaris is a chronic disease with unknown etiology that is characterized by sharply demarcated, erythematous, scaly papules and plaques. The disease affects the daily living activities and quality of life negatively. Therefore, effective treatment is important. Narrow-band UVB therapy is an effective treatment option for moderate to severe psoriasis. The objectives of combining narrow-band UVB therapy with acitretin are to decrease the side effects and to increase the clinical effectiveness. In addition to the clinical severity of psoriasis, the use of quality of life scales may be appropriate for treatment decision and evaluation of response to treatment. In this study, a total of 50 patients with plaque type psoriasis in whom more than 10% of body surface area affected were divided into 2 groups of 25 subjects with no difference in terms of age and sex. The first group of patients was treated with narrow-band UVB and 25 mg/day oral acitretin and the second group of patients was treated with narrow-band UVB and placebo for 12 weeks. Patients were evaluated at baseline and then every 2 weeks for 12 weeks. PASI was evaluated by an independent observer in each follow-up visit. SAPASI assessed by the patient was calculated. The patients were questioned for side effects. Pre- and post-treatment quality of life was evaluated by Skindex 29. Clinical response was found to be better in patients treated with the combination of acitretin and narrow-band UVB compared to those treated with narrow-band UVB therapy alone. With regard to side effects, narrow-band UVB therapy was well tolerated by patients and acitretin-related side effects were less common at lower doses. In terms of their impacts on quality of life, both treatment protocols were found to lead to significant improvement in the symptoms, function and emotional scales scores of Skindex 29.
2013
physicsThesis
tur
http://hdl.handle.net/11684/869
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/869/3/10019772.pdf.pdf.txt
19379d1c64da6cb4ff31f66e9d6294f7
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/869/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/869/1/10019772.pdf.pdf
5fe3a62c300b94635bf8dc7da9c16b19
Psoriazis
Dar Bant UVB
Asitretin
Skindex 29
Psoriasis
Narrow-Band UVB
Acitretin
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1045
2017-06-06T00:00:51Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_187
Psoriasis vulgaris hastalarında serum ve dokuda osteopontin, adiponektin, CTRP-3, IL-17 sitokinlerinin düzeylerinin tedavi ile değişiminin değerlendirilmesi, kontrollü çalışma
Böyük, Emine
Psoriasis, patogenezi tam olarak anlaşılamamış, yaygın görülen, multifaktöriyel tekrarlayıcı bir deri hastalığıdır. Psoriasisin metabolik sendrom (MetS) ve kardiyovasküler hastalıklarla birlikte görülme sıklığının normal popülasyona göre daha yüksek oranda olduğu bildirilmiştir.Psoriasis ve MetS ilişkisinin patofizyolojisinde; lipid metabolizmasındaki regülasyonda bozulma, kronik inflamasyon ve endotel disfonksiyon sorumlu tutulmaktadır.Yağ dokuda üretilen, metabolik yolaklarda aracı olan biyoaktif ürünler olan adipokinler; vasküler fonksiyon, immün regülasyon ve yağ metabolizmasındaki etkilerinin yanında MetS patogenezinde anahtar rol oynamaktadır. Psoriasis ve MetS birlikteliğinin, adipokinlerden bir kısmı ile ilişkili olabileceği düşünülmektedir.Bu çalışmada osteopontin(OPN),adiponektin, kartonektin (CTRP-3) ve IL-17sitokin düzeylerinin kardiyovasküler hastalık ve MetS’dan bağımsız olarak psoriasis ile ilişkisini araştırmayı planladık. OPN, adiponektin, kartonektin ve IL-17 düzeylerinin psoriasis ile ilişkisini araştırmak için, 41 kardiyovasküler hastalığı ve MetS tanısı olmayan psoriasis hastası çalışmaya dahil edildi, tedavi sonrası PAŞİ75’e ulaşılan 19 hastanın ve 14 sağlıklı bireyin OPN, adiponektin, kartonektin ve IL-17 düzeylerinin serum ve deri örnekleri değerlendirildi. Çalışmamızda serum ve cilt örneklerinde OPN düzeylerinin tedavi sonrası grupta tedavi öncesine göre anlamlı olarak yüksek, adiponektin ve IL-17 düzeylerinin cilt örneklerinde psoriasis hastalarında sağlıklı bireylere göre anlamlı olarak düşük, kartonektin düzeylerinin ise hem serum hem cilt örneklerinde psoriasis hastalarında sağlıklı bireylere göre anlamlı olarak düşük olduğu gözlendi.Çalışmamızın psoriasis patogenezini açıklamaya yardımcı olacağı ve yeni çalışmalara yol gösterici olabileceği düşüncesindeyiz.
Psoriasis is a common and multifactorial recurrent skin disease and its pathogenesis has not yet been fully clarified. The incidence of metabolic syndrome (MetS) and cardiovascular disorders is higher in psoriasis patients than in the normal population. Although the pathophysiology of the relationship between psoriasis and the metabolic syndrome is not clear, disturbed lipid metabolism regulation, chronic inflammation and endothelial dysfunction are thought to be responsible for the pathogenesis. The term 'adipokine' is used for bioactive products produced in fat tissue that are mediators in many metabolic pathways. Adipokines have effects on vascular function, immune regulation and fat metabolism and also play a key role in the pathogenesis of the MetS. The concurrence of psoriasis and obesity indicates that at least one adipokine could be interacting with both disorders. The aim of this study was to evaluate the relationship of osteopontin, adiponectin, cartonectin (CTRP-3) and IL-17 levels with psoriasis, independent of cardiovascular disease and MetS. We included a total of 41 psoriasis patients without cardiovascular disease or MetS to evaluate the relationship between the osteopontin, adiponectin, kartonectin and IL-17 levels and psoriasis. We also measured the serum and skin levels of these substances in 19 patients with post-treatment PASI 75 status and 14 healthy individuals. We found that osteopontin levels in serum and skin samples were significantly higher in the post-treatment group compared to the pre-treatment group. The adinopectin and IL-17 levels in skin samples were significantly lower in psoriasis patients than in healthy individuals. Cartonectin levels in both serum and skin samples were significantly lower in psoriasis patients compared to healthy individuals. We believe that our results could help explain psoriasis pathogenesis and guide new studies.
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
2016
physicsThesis
tur
http://hdl.handle.net/11684/1045
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/1045/3/10131876.pdf.txt
25e0882a160ed3fb762982bf81cfe0e1
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/1045/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/1045/1/10131876.pdf
79be64bb992d2bbd7703854ae543ddfd
Psoriasis
Osteopontin
Adiponektin
Kartonectin
IL-17
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1305
2018-02-09T01:00:31Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_187
Alopesi areata hastalarında serum interferon-gama, tümör nekrozis faktör-alfa, interlökin-13, interlökin-17 ve transforming growth faktör-beta düzeylerinin değerlendirilmesi
Yıldız, Bahadır
Alopesi Areata (AA), kıl köklerini etkileyerek skar bırakmaksızın yama tarzında saç ve kıl kaybına neden olan otoimmün bir hastalıktır. Sebebi tam olarak bilinmemekle beraber, bazı araştırmacılar kıl köklerindeki otoimmüniteye dikkat çekmektedir. Bulgular otoimmünitenin T hücre aracılı olduğunu göstermekte ve sitokinlerin patogenezdeki önemi gün geçtikçe artmaktadır. Çalışmalarda T helper 1 (Th1), T helper 2 (Th2), T helper 17 (Th17) ve T regulatuar (Treg) gibi farklı T hücre alt tipleri tarafından salgılanan bir çok sitokinin kan düzeyleri ile hastalık aktivitesi, süresi ve alt tipleri arasında ilişkiler bulunduğu saptanmıştır. Gelişen inflamatuar süreçlerde farklı derecelerde etkili olan sitokinlerin AA aktivitesi hakkında fikir verebilmesi, onlardan ''biyomarker'' olarak faydalanılabileceğini düşündürmektedir. Biz de çalışmamızda bu sitokinlerden İnterlökin-13 (IL-13), Transforming growth faktör-beta (TGF-β), Tümör nekrozis faktör-alfa (TNF-α), İnterlökin-17 (IL-17) ve İnterferon-gama (IFN-γ)'nın serum düzeylerini 46 AA hastası ve 42 sağlıklı bireyde ölçerek T hücrelerinin AA patogenezindeki rollerini araştırmayı amaçladık. Çalışmamızda serum IL-13 ve TGF-β konsantrasyonları hasta-kontrol grupları, AA alt grupları, sitokin düzeyi-toplam hastalık süresi ve atopi eşlik eden-etmeyen hastalar arasında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde farklı iken, serum TNF-α, IFN-γ ve IL-17 konsantrasyonlarına göre yapılan karşılaştırmalarda sonuçlar istatistiksel olarak benzerdi. Sonuç olarak AA patogenezinde atopinin, değişen T hücre fonksiyonlarının ve farklı T hücre alt grupları tarafından salgılanan sitokinlerin rolü olduğu kanısına varılmıştır. AA hakkında yapılan diğer çalışmalar incelendiğinde ortaya çıkan çelişkili sonuçlar, hastalığın daha iyi anlaşılması için daha geniş çalışmalara ihtiyaç olduğunu düşündürmektedir.
Alopecia areata (AA) is an autoimmune disease that can cause patchy loss of hair without scarring by affecting the hair follicles. The reason is still unclear but some researchers showed that there is an autoimmune process against hair follicles. The findings show that the disease is related to T cell mediated autoimmunity and the cytokines are getting more important for the pathogenesis. According to researches, it is thought that there can be a relationship between serum levels of many cytokines which are produced by T cell subtypes like T helper 1 (Th1), T helper 2 (Th2), T helper 17 (Th17) and T regulatory (Treg) and disease activity, duration and subtypes. Cytokines which have effects with variable degree on development of inflammatory processes are able to give an idea about the activity of AA, so they may be useful as biomarkers. In our study, our aim was to research the role of T cells in the pathogenesis of AA by measuring the serum levels of interleukin-13 (IL-13), transforming growth factor-beta (TGF-β), tumor necrosis factor-alpha (TNF-α), interleukin-17 (IL-17) and interferon-gamma (IFN-γ) in 46 AA patients and 42 healthy controls. In our study, serum IL-13 and TGF-β concentrations were statistically significantly different between patients and controls, AA subgroups, cytokine levels and total duration of the disease and the patients with and without atopy, while serum TNF-α, IFN-γ and IL-17 levels were statistically similar between these groups. In conclusion, we suggest that atopy, altered T cell functions and cytokines which are produced by different T cell subtypes may have a role in the pathogenesis of AA. There were some contradictory results when we analysed other studies about AA, so we believe that more studies are needed to understand the role of T cell subtypes and cytokines better in the pathogenesis of AA.
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
2016
physicsThesis
tur
http://hdl.handle.net/11684/1305
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/1305/3/10124839.pdf.pdf.txt
b48e11534d587c45d90a00e8ba0ef4bb
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/1305/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/1305/1/10124839.pdf.pdf
1a715afc1eb895d1208caf1d2f624fe1
Alopesi Areata
Otoimmünite
Sitokin
Alopecia Areata
Autoimmunity
Cytokine
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1342
2018-02-28T01:00:55Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_187
Kronik idiyopatik ürtiker hastalarında serum resistin düzeyi ve metabolik sendrom ilişkisinin değerlendirilmesi
Akça, Hanife Merve
Kronik idiyopatik ürtiker (KİÜ)’ li hastalarda serum resistin düzeyi ve Metabolik sendrom (MetS) ilişkisini değerlendirmek amacıyla 42 KİÜ hastasını değerlendirdik ve sonuçları 42 sağlıklı birey ile karşılaştırdık. Kronik ürtikerli hastalar detaylı olarak sorgulanarak , laboratuvar ve klinik muayene bulguları açısından değerlendirildiler. Hastalardan venöz kan örnekleri alındı. AKŞ, TG, HDL düzeyleri belirlendi ve tüm hastaların ve kontrol grubunun bel çevreleri, boy ve kiloları ölçüldü. Hastaların rutin kan basıncı ölçümleri yapıldı. NCEP ATP III MetS tanı kriterlerine göre MetS’ u olan hastalar belirlendi. Çalışmaya dahil edilen hasta ve kontrol grubu MetS varlığı yönüyle incelendi. 42 KİÜ hastasından 14 (%33,3)’ ünde, 42 kontrol grubundan 5(%11,9)’ inde MetS saptandı. İki grup arasında MetS varlığı açısından anlamlı fark bulundu. (p=0,037) Hastaların ve sağlıklı gönüllülerin resistin ve TNF-α düzeyleri serum örneklerinde ölçüldü. KİÜ hastalarının serum resistin düzeyleri ortalaması (1928,31±212,85 pg/ml) ve kontrol grubunun serum resistin düzeyleri ortalaması (2107,60±156,71 pg/ml) karşılaştırıldı ve her iki grup arasında anlamlı fark saptanmadı. Kontrol grubunun serum TNF-α ortalaması hasta grubuna göre anlamlı olarak yüksek bulundu (p=0,036). KİÜ hastalarının serum hsCRP düzeyleri ortalaması (2,81±3,35 mg/L) kontrol grubu ortalaması (1,29±1,39 mg/L)’ na göre anlamlı olarak yüksek bulundu (p=0,031). KİÜ’ li hastalarda MetS araştırılmasının önemli olduğunu düşünüyoruz. KİÜ hastalarında resistin, TNF-α ve hsCRP düzeyi ölçümünün daha geniş serilerde önemli olabileceği kanaatindeyiz.
We investigated the relationship between serum resistin levels and metabolic syndrome (MetS) in 42 patients with chronic idiopatic urticaria (CIU) and also compared our results with the findings of 42 healthy controls. All patients with CIU were examined in detail and evaluated for laboratory and clinical findings. Venous blood samples were taken from the patients. Fasting blood glucose (FBG), triglyseride (TG) and HDL cholesterol levels of the patients were measured. The waistline, height and weight measurements of the patients and healthy individuals were performed. Routine blood pressure measurements of the patients were also performed. The presence of MetS was determined according to NCEPATP III MetS diagnosis criteria. The patients and control group included in the study were also examined with regard to the presence of MetS. MetS presence was observed in 14 of 42 patients with CIU (33,3%) and in 5 of 42 healthy individuals (11,9%). A significant difference in MetS presence was found between the groups (p=0,037). Resistin and TNF-α levels of the patients and healthy individuals were measured in serum samples. The mean serum resistin levels of the patients with CIU (1928,31±212,85 pg/ml) were compared to the mean levels of healthy individuals (2107,60±156,71pg/ml ), and no significant difference was observed between the groups. The mean serum TNF-α levels of the control group was found significantly higher than the level of patients (p=0,036). The mean serum hsCRP levels of the patients with CIU (2,81±3,35 mg/L) was found significantly higher than the mean levels of the control group (1,29±1,39 mg/L), (p=0,031).We consider that the evaluation of MetS in patients with CIU is vital. We may suggest that the measurements of resistin, TNF-α and hsCRP levels of patients with CIU will be more important in a broader scope.
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
2016
physicsThesis
tur
http://hdl.handle.net/11684/1342
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/1342/3/10111267.pdf.pdf.txt
32d659c31d5afd1f3e2b450f4c0eae80
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/1342/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/1342/1/10111267.pdf.pdf
697e3805c9c867fce89159d952a460b2
Kronik İdiyopatik Ürtiker
Metabolik Sendrom
Resistin
Tümör Nekrozis Faktör Alfa
Yüksek Sensitif C Reaktif Protein
Chronic Idiopathic Urticaria
Metabolic Syndrome
Tumor Necrosis Factor Alpha
High-Sensitive C-Reactive Protein
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1819
2021-03-05T01:00:17Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_187
Skindeks-29,u türkçe uyarlaması
Aksu Koku, Ayşe Esra
Cilt hastalıklarının insan yaşantısı üzerine etkisi diğer hastalıklardan daha farklı ve karmaşıktır. Bu etkiyi değerlendirmek için yaşam kalite ölçekleri geliştirilmiştir. İngilizce olarak geliştirilen bir ölçeğin diğer kültürlerde kullanımı için çeviri ve adaptasyonu gereklidir. Bu çalışmada dermatolojiye özel bir yaşam kalite ölçeği olan Skindeks-29'un Türkçe'ye çevirisi, adaptasyonu ve bu Türkçe versiyonun geçerlik, güvenirliği test edilmiştir. Adaptasyon işlemi kültürler arası adaptasyon için kabul edilen uluslararası kriterlere uyularak yapılmıştır. Klinik çalışma prospektif, randomize planlanarak Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabil im Dalına başvuran 419 hasta (175 erkek, 244 kadın, ortalama yaş 35.6 ± 14.2) üzerinde çalışılmıştır. Çalışmamıza katılmayı kabul eden hastalar Skindeks-29 formunu ortalama 5 dakikada tamamlamıştır. Sosyodemografik özellikler hastayı muayene eden doktor tarafından kaydedilmiş ve elde edilen veriler, Mann- Whitney U, Kruskal-Wallis, Stüdent't, Spearman testi ve tek yönlü varyans analizi ile değerlendirilmiştir. Skindeks-29 'un Türkçe versiyonunun güvenirliği içsel tutarlıkla gösterilmiştir (ölçeğin genelinde 0.94, skalalar için 0.7 ve 0.9 arasında bulunmuştur). Geçerlik yapı ve kavram geçerliği ile test edilmiştir. Hipotezle uyumlu olarak dermatoloji hastalarının skorları sağlıklı bireylerden oluşan kontrol grubundan yüksektir (p<0.001). İnflamatuar hastalığı olan grubun skala ortalamaları izole hastalığı olan gruptan yüksektir (p<0.001). Skindeks-29' un maddeleri açık uçlu soruya verilen cevapların çoğunu kapsamaktadır. 58Sonuç olarak Skindeks 29 'un Türkçe semantik eşdeğeri oluşturulmuştur. Geçerliği ve güvenirliği dermatoloji hastalarından oluşan örneklem grubunda gösterilmiştir. Bu çalışma sonucunda Türkiye'de dermatoloji hastalarında yaşam kalite ölçümünde kullanılabilecek geçerli ve güvenilir bir ölçek sağlanmıştır.
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
2005
physicsThesis
tur
http://hdl.handle.net/11684/1819
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/1819/3/SKINDEKS-29+TURKCE+UYARLAMA+A+ESRA+KOKU+AKSU.doc.txt
b5f6311736c4244ced25da959d2c45ec
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/1819/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/1819/1/SKINDEKS-29+TURKCE+UYARLAMA+A+ESRA+KOKU+AKSU.doc
6f150fdfabc0f77f8947439615e870f1
Melazma alan şiddet indeksi
Sağlıkla ilgili yaşam kalitesi
Kısa form-36
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1777
2021-03-04T01:00:28Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_187
Dermatoskopik yöntemle, pigmente lezyonların değerlendirilmesi ve beş farklı algoritmik yaklaşımla karşılaştırılması
Tayfun, Emre
Beyaz ırkta malign melanom insidansı son 20 yılda dünyanın her tarafında belirgin olarak artmıştır. Almanyada her sene 9000-10.000 yeni melanom vakası saptanmaktadır . Yeni cilt kanseri vakalarının sadece %2’sini malign melanomlar oluşturmasına rağmen cilt kanserinden ölümlerin %75’i MM yüzünden gerçekleşmektedir. MM prognozu saptandığı andaki lezyon derinliği ile alakalıdır1,2,3.
Derinin intravital yağlı diaskopik incelenmesi anlamına gelen dermatoskopi, kullanım kolaylığı ve kolay uygulanabilirliği göz önüne alındığında dikkatle üzerinde durulması gereken bir yöntemdir. İlk geliştirilen patern analizi yönteminden sonra süreci basitleştirmek amacı ile geliştirilen yöntemlerin duyarlılıkları %60-95 arasında değişirken, özgüllük değerleri %40-80 arasında geniş bir değer aralığında belirtilmiştir.
Bu çalışmadaki sonuçlarda: Patern analizi duyarlılık % 100, özgüllük %77; ABCD yönteminde duyarlılık %80, özgüllük %72; 7 Puan kontrol listesi duyarlılık % 81, özgüllük %51 , Menzie yöntemi duyarlılık % 90 , özgüllük % 55 ; 3 Puan kontrol listesi duyarlılık %81, özgüllük % 52 olarak saptanmıştır.
Bu bulgular literatürdeki diğer çalışmalar ile uyumlu olup dermatoskopik yöntemin MM saptanmasında etkin bir şekilde kullanılabileceği ama yöntemlerin duyarlık ve güvenilirlik olarak birbirlerine bir üstünlüklerinin olmadığı saptanmıştır.
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
2005
physicsThesis
tur
http://hdl.handle.net/11684/1777
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/1777/3/tez+son.doc.txt
e42f26bfcdb7593087ad585053f06d1c
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/1777/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/1777/1/tez+son.doc
95c7c6766aaa095aff062244cfe4a096
Dermatoskopik Yöntem
Pigmente Lezyonları
Algoritmik Yaklaşım
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1778
2021-03-04T01:00:29Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_187
Yüzde yerleşen hiperpigmente lezyonlarda filagrin bazlı aminoasitlerle yapılan kimyasal soyucu tedavinin etkinlik ve güvenirliği
Yalçın, Özlem
Yüzde yerleşen hiperpigmente lezyonlar kozmetik ve psikolojik sorunlara yol açmaktadır. Bu lezyonların tedavisinde kullanılan yöntemlerden birisi de kimyasal soyucu tedavidir. Kimyasal soyucu tedavide amaç, kimyasal koterize edici bir ajan kullanılarak deride belirli düzeylerde hasarlanma oluşturmaktır.
Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Polikliniğinde Kasım 2004 ile Mayıs 2005 tarihleri arasında, melazma, lentigo, efelid ve postinflamatuar hiperpigmentasyon tanısı olan toplam 22 hasta çalışma kapsamına alındı. Hastalara %20-60 konsantrasyonlarında AFA jellerle toplam 239 seans kimyasal soyucu tedavi yapıldı. Uygulamalar sonucunda hastaların MASI skorları ve 0-9 skalasına göre değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı düşüşler saptandı. Komplikasyon olarak, 5 seansta herpetik enfeksiyon (%2.1), 4 seansta birkaç gün süren 1. derece eritem (%1.7), 6 seansta birkaç gün süren hafif kaşıntı (%2.5), 5 seansta hiperpigmentasyon gelişimi (%2.1) oldu.
Sonuç olarak, yüzde yerleşen hiperpigmente lezyonlarda AFA jellerle yapılan kimyasal soyucu tedavinin komplikasyonları az ve etkili bir yöntem olduğu söylenebilir.
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
2005
physicsThesis
tur
http://hdl.handle.net/11684/1778
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/1778/3/%C3%96zlem+Tez+%2823+Haziran+2005%29%5B1%5D%5B1%5D.doc.txt
46a11db050b310f656bd2974e8e4e898
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/1778/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/1778/1/%C3%96zlem+Tez+%2823+Haziran+2005%29%5B1%5D%5B1%5D.doc
084b919ed8f8ef34f92b2095ce6e072e
Hiperpigmente Lezyon
Filagrin Bazlı Aminoasitler
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2004
2021-03-12T01:01:57Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_187
Vertiligolu hastalarda otoimmünitenin araştırılması
Duman, Cengiz
Vitiligo, ciltteki melanositlerin destrüksiyonuyla ortaya çıkan depigmente maküllerle karakterize bir cilt hastalığıdır. Hastalığın etyopatogenezinde geçen hipotezlerden bir tanesi de otoimmünite teorisidir. Bu çalışmada, vitiligo ile sık birliktelik gösteren otoimmün hastalıklardan tiroid hastalığı, Addison hastalığı, SLE ve otoimmün hepatitler, otoantikorlar ve/veya hormonlar düzeyinde araştırıldı.
Erkek/kadın oranı eşit olan 50 kişilik hasta grubu cinsiyet oranı eşit ve otoimmün hastalık anamnezi olmayan 50 kişilik kontrol grubuyla karşılaştırıldı.
İki grupta çalışılan TSH, FT3, FT4, kortizol, anti-TPO, anti-Tg değerleri Mann-Whitney testiyle karşılaştırıldı. İki grup arasında sadece anti-Tg açısından önemli düzeyde anlamlı istatistiksel fark saptandı (p<0,01). Hasta grubunda çalışma sırasında 1 klinik, 2 subklinik otoimmün hipotiroidi ile 1 subklinik otoimmün hipertiroidi tanısı kondu; 3 hastada yüksek anti-TPO ve -Tg, 3 hastada sadece yüksek anti-TPO değerleri saptandı. Kontrol grubunda ise 1’er otoimmün subklinik hipo- ve hipertiroidi tanısı kondu; 1 kontrolde anti-TPO ve -Tg, 4 kontrolde anti-TPO, 1 kontrolde anti-Tg yüksekliği saptandı.
Anti-DNA için hiçbir hastada normal sınırlar dışında değer saptanmazken, kantitatif değer olmayan ANA ve ASMA da hiçbir hastada pozitif çıkmadı. Dolayısıyla bunlarla ilgili istatistiksel değerlendirme yapılamadı.
Araştırılan hastalıklar içinde daha önce yapılmış benzer çalışmaların çoğunluğunda olduğu gibi otoimmün tiroidit, (bunun içinde de hipotiroidi) vitiligo ile yine en sık birliktelik gösteren hastalık olarak saptandı. Çalışmadan çıkan sonuçlar vitiligonun otoimmün hipotezini destekler niteliktedir.
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
2005
physicsThesis
tur
http://hdl.handle.net/11684/2004
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/2004/3/Tezin+sayfa+numaral%C4%B1+as%C4%B1l+k%C4%B1sm%C4%B1.doc.txt
c3b066d1b20b2412878cb340ea62e862
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/2004/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/2004/1/Tezin+sayfa+numaral%C4%B1+as%C4%B1l+k%C4%B1sm%C4%B1.doc
b4c23be4b271550a658e75b0675a9b1f
Vitiligo
Anti-DNA
kortizol
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3104
2022-06-11T00:00:13Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_187
Yüzde yerleşen hipergmente lezyonlarda filagrin bazlı aminoasitlerle yapılan kimyasal soyucu tedavinin etkileri ve güveniriliği
Yalçın, Özlem
Ürer, S. Murat
Yüzde yerleşen hiperpigmente lezyonlar kozmetik ve psikolojik sorunlara yol açmaktadır. Bu lezyonların tedavisinde kullanılan yöntemlerden birisi de kimyasal soyucu tedavidir. Kimyasal soyucu tedavide amaç, kimyasal koterize edici bir ajan kullanılarak deride belirli düzeylerde hasarlanma oluşturmaktır.
Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Polikliniğinde Kasım 2004 ile Mayıs 2005 tarihleri arasında, melazma, lentigo, efelid ve postinflamatuar hiperpigmentasyon tanısı olan toplam 22 hasta çalışma kapsamına alındı. Hastalara %20-60 konsantrasyonlarında AFA jellerle toplam 239 seans kimyasal soyucu tedavi yapıldı. Uygulamalar sonucunda hastaların MASI skorları ve 0-9 skalasına göre değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı düşüşler saptandı. Komplikasyon olarak, 5 seansta herpetik enfeksiyon (%2.1), 4 seansta birkaç gün süren 1. derece eritem (%1.7), 6 seansta birkaç gün süren hafif kaşıntı (%2.5), 5 seansta hiperpigmentasyon gelişimi (%2.1) oldu.
Sonuç olarak, yüzde yerleşen hiperpigmente lezyonlarda AFA jellerle yapılan kimyasal soyucu tedavinin komplikasyonları az ve etkili bir yöntem olduğu söylenebilir.
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
2005
physicsThesis
tur
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
http://hdl.handle.net/11684/3104
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/3104/3/%C3%96zlem+Tez+%2823+Haziran+2005%29%5B1%5D%5B1%5D.doc.txt
46a11db050b310f656bd2974e8e4e898
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/3104/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/3104/1/%C3%96zlem+Tez+%2823+Haziran+2005%29%5B1%5D%5B1%5D.doc
084b919ed8f8ef34f92b2095ce6e072e
Soyucu tedavi
AFA
hiperpigmentasyon
melazma
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3105
2022-06-11T00:00:15Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_187
Dermatoskopik yöntemle, pigmente lezyonların değerlendirilmesi ve beş farklı algoritmik yakllaşımla değerlendirilmesi
Tayfun, Emre
Sabuncu, İlham
Beyaz ırkta malign melanom insidansı son 20 yılda dünyanın her tarafında belirgin olarak artmıştır. Almanyada her sene 9000-10.000 yeni melanom vakası saptanmaktadır . Yeni cilt kanseri vakalarının sadece %2’sini malign melanomlar oluşturmasına rağmen cilt kanserinden ölümlerin %75’i MM yüzünden gerçekleşmektedir. MM prognozu saptandığı andaki lezyon derinliği ile alakalıdır1,2,3.
Derinin intravital yağlı diaskopik incelenmesi anlamına gelen dermatoskopi, kullanım kolaylığı ve kolay uygulanabilirliği göz önüne alındığında dikkatle üzerinde durulması gereken bir yöntemdir. İlk geliştirilen patern analizi yönteminden sonra süreci basitleştirmek amacı ile geliştirilen yöntemlerin duyarlılıkları %60-95 arasında değişirken, özgüllük değerleri %40-80 arasında geniş bir değer aralığında belirtilmiştir.
Bu çalışmadaki sonuçlarda: Patern analizi duyarlılık % 100, özgüllük %77; ABCD yönteminde duyarlılık %80, özgüllük %72; 7 Puan kontrol listesi duyarlılık % 81, özgüllük %51 , Menzie yöntemi duyarlılık % 90 , özgüllük % 55 ; 3 Puan kontrol listesi duyarlılık %81, özgüllük % 52 olarak saptanmıştır.
Bu bulgular literatürdeki diğer çalışmalar ile uyumlu olup dermatoskopik yöntemin MM saptanmasında etkin bir şekilde kullanılabileceği ama yöntemlerin duyarlık ve güvenilirlik olarak birbirlerine bir üstünlüklerinin olmadığı saptanmıştır.
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
2005
physicsThesis
tur
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
http://hdl.handle.net/11684/3105
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/3105/4/tez+son.doc.txt
e42f26bfcdb7593087ad585053f06d1c
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/3105/3/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/3105/1/tez+son.doc
95c7c6766aaa095aff062244cfe4a096
Beyaz ırk
malign melanom insidans
Menzie yöntemi
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3650
2022-07-07T00:00:55Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_187
Akneli Hastalarda, Cinsel Hormonların Çalışması ve Akne ile İlişkisinin Araştırılması
Mehrdad, Amiri
Sabuncu, İlham
Araştırmalara göre, adölesan dönemde ortaya
çıkan hormonal değişiklikler akne vulgarisin oluşmasına yol açabilir. Değişik çalışmalarda
akne vulgarisin patogenezinde androjenlerin etkisi önem kazanmıştır. Bu çalışmaların
sonuçlarına göre hasta ve kontrol grupları arasında cinsel hormonlarının plazma seviyelerinde
istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmıştır. Bu çalışmada hasta ve kontrol grubu
arasında cinsel hormonlarının (prolaktin, FSH, LH, estradiol, total ve serbest testosteron,
SHBG, DHEA-SO4, 17-OH progesteron) plazma seviyeleri karşılaştırıldı. Akneli kadınlarda
LH’nın, total testosteronun, DHEA-SO4’ın ve akneli erkeklerde total ve serbest testosteronun
plazma seviyeleri kontrol grubuna göre yüksek bulundu ve iki grup arasında istatistiksel
olarak anlamlı farklılık saptandı (P<0,05). Elde edilen sonuçlar akne vulgarisin oluşumunda
androjenlerin önemli rolu ve kadınlarda LH ‘nın etyolojik faktör olduğunu açıklamaktadır.
On the basis of investigations, hormonal changes found in the
adolescence period can result to the appearance of acne vulgaris. In the different
investigations the role of androgens has been shown in the pathogenesis of acne vulgaris. On
the basis of the results of these investigations plasma levels of some of the sex hormones
statistically were different between patient and control groups. In this investigation plasma
levels of sex hormones (prolactin, FSH, LH, estradiol, total and free testosterone, SHBG,
DHEA-SO4,17-OH progesteron) measured in patient and control groups and analyzed
statistically. There was statistically significant difference between females with acne and the
controls without acne for the plasma levels of LH, total testosterone and DHEA-SO4
(p<0,05). There was also statistically significant difference between males with acne and the
controls without acne for the plasma levels of total and free testosteron (p<0,05). These
results show the role of the androgens in the pathogenesis of acne vulgaris. Furthermore in
females with acne vulgaris the LH may be considered as an etiologic factor.
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
2008
physicsThesis
tur
http://hdl.handle.net/11684/3650
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/3650/3/Tez.pdf.txt
6213b62ff2a26c11c032582c20afa7d5
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/3650/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/3650/1/Tez.pdf
5db6ec2994cc68a61ecf65465a78ef7c
Akne Vulgaris
Cinsel Hormonlar
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2091
2021-03-12T01:02:32Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_187
Alopesi areatalı hastalarda etyolojik faktörlerin arastırılması.
Yıldız, Çetin
Alopesi areata, saçlı deri, sakal, kaslar,
kirpikler veya vücudun baska bir bölgesindeki kılların subjektif belirti olmaksızın,
odaklar seklinde dökülmesiyle karakterize bir hastalıktır. Bazen spontan olarak
gerileyebilir, bazen de progresyon göstererek tüm saçlı deriyi ve diger vücut kıllarını
tutabilir. Hastalık her yas grubunda görülebilir ve her iki cins esit oranda tutulur.
Hastalıgın etyolojisinde genetik yapının, otoimmünitenin, psikolojik stresin,
enfeksiyonların, endokrin ve nörolojik faktörlerin rolü oldugu öne sürülmekle
beraber etyopatogenezi tam olarak aydınlatılabilmis degildir. Bu çalısmada AA
etyolojisinde rolü olan basta otoimmun hastalıklar (tiroid hastalıkları, diyabet,
pernisiyöz anemi, vitiligo) olmak üzere, atopik dermatit, emosyonel stres, demir
eksikligi, aile öyküsü pozitifliginin arastırılması amaçlandı. Çalısmaya klinik olarak
alopesi areata tanısı alan 26’sı kadın, 24’ü erkek toplam 50 hasta ile yas ve cinsiyet
uyumlu, 13’ü kadın, 12’si erkek toplam 25 saglıklı birey alındı. Her bir grupta Hb,
ferritin, vitamin B12, folik asit, glikoz, TSH, FrT3, FrT4, anti-TG, anti-TPO, ANA,
Total Ig E düzeylerine bakıldı. Hasta ve kontrol grubunun Hb, ferritin, vitamin B12,
folik asit, glikoz, FrT3 ve FrT4 degerlerinde istatistiksel olarak anlamlı bir fark
saptanmazken, TSH, Anti-TG, Anti-TPO, Total IgE düzeylerinde anlamlı fark
saptandı (p>0,05). Bu çalısmada 50 AA’lı hastanın 4’ünde (%8) anemi, 8’inde (%16)
tiroid fonksiyon testlerinde anormallik, 13’ünde (%26) tiroid otoantikor pozitifligi,
3’ünde (%6) glikoz yüksekligi, 9’unda (%18) Total IgE düzeyi yüksekligi, 5’inde
(%10) atopi, 14’ünde (%28) aile anamnezi pozitifligi, 15’inde (%30) otoimmun
hastalık, 37’sinde (%74) emosyonel stres, 44’ünde (%88) tırnak tutulumu, 2’sinde
(%4) ofiyazis, 2’sinde (%4) nevus flammeus saptanırken, hasta ve kontrol grubunda
ANA pozitifligine rastlanmadı. Sonuç olarak, AA’da genetik faktörlerin önemli bir
rol oynadıgı, otoimmün hastalıklar, anemi ve atopinin AA’ya eslik edebildigi ve bu
yöndeki tetkiklerin arastırılması gerektigi, stres faktörünün de göz önüne alınarak
gerekli durumlarda hastaların psikiyatrik tedavi yönünden degerlendirilmeleri
düsünülmelidir.
Alopecia areata is a common
disease, which is characterized by localized loss of hair without any subjective
symptoms. It could regress spontaneously or progress involving whole scalp and
other body hair. The disease could affect all age groups and both sexes. Genetics,
autoimmunity, psychosocial stress, infections, endocrine and neurological factors are
thought be involved, however exact etiology remains unclear. In this study, the aim
was research of the factors important for AA etiology, such as autoimmune diseases
(thyroid diseases, diabetes, pernicious anemia, and vitiligo) atopic dermatitis,
emotional stress, iron deficiency, positive family history. We have studied 50
patients with clinical AA diagnosis (26 female and 24 male) and 25 healthy controls
(13 female and 12 male, in consistent ages). In both groups, Hb, ferritin, vitamin
B12, folic acid, glucose, TSH, FrT3, FrT4, anti-TG, anti-TPO, ANA, and Total Ig E
levels were measured. In both patient and control groups, there were no statistically
significant difference at Hb, ferritin, vitamin B12, folic acid, glucose, FrT3 and FrT4
levels. At TSH, anti-TG, anti-TPO and Total Ig E levels there were statistically
significant differences were determined (p>0, 05). In this study, we determined
anemia at four of patients (%8), abnormal thyroid functions at 8 of patients (%16),
positive thyroid autoantibody at 13 of patients (%26), high glucose levels at 3 of
patients (%6), high Total Ig E levels at 9 of patients (%18), atopy at 5 of patients
(%10), positive family history at 14 of patients (%28), autoimmune disease at 15 of
patients (%30) , emotional stress at 37 of patients (%74), nail involvement at 44 of
patients (%88), ophiasis at 2 of patients (%4) and nevus flammeus at 2 of patients
(%4). We did not determine any positive ANA levels at both groups. In conclusion,
important role of genetic factors at AA, accompanying of autoimmune diseases,
anemia and atopy to AA and requirement of related examinations about these
diseases, importance of psychiatric therapy in necessary cases should be considered.
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
2009
physicsThesis
tur
http://hdl.handle.net/11684/2091
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/2091/3/yildiz_cetin_tez.pdf.pdf.txt
d5a07ed830ff6e40b57bc5b96705eb46
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/2091/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/2091/1/yildiz_cetin_tez.pdf.pdf
b5e0f48183bfc623ccd7719cf4903bca
Alopesi Areata
Etyopatogenez
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2165
2021-03-17T01:00:26Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_187
Akne vulgaris tedavisinde oral azitromisin ile topikal adapalen ve oral doksisiklin ile topikal adapalenin etkinliğinin, güvenilirliğinin karşılaştırılması ve bu tedavilerin yaşam kalitesi üzerine etkilerinin ölçülmesi
Kayhan, Serap
Akne pilosebase ünitenin kronik inflamatuar bir hastalığıdır. Oral antibiyotiklerin ve topikal retinoidlerin akne tedavisinde etkili olduğu bilinmektedir. Akneli hastalarda tedavi seçiminde ve tedaviye yanıtın değerlendirilmesinde aknenin klinik şiddetinin ölçülmesinin yanı sıra yaşam kalite ölçeklerinin de kullanılması daha uygun olacaktır. Bu çalışma da hastalar yaş, cinsiyet ve akne dereceleri açısından farklılık olmayan 30'ar kişilik 2 gruba ayrıldı. Birinci gruba azitromisin 500 mg haftada 3 gün, 2. gruba doksisiklin 100 mg/gün tedavisi verildi. Sistemik tedaviye ek olarak her iki gruptaki hastaların tedavisine topikal adapalen jel eklendi. Klinik değerlendirme başlangıçta 1, 2 ve 3. ayın sonunda yapıldı. Hastaların yaşam kaliteleri Skindeks-29 ve Akne Yaşam Kalite Ölçeği ile tedavi öncesi ve 3. ayın sonunda değerlendirildi. Her iki grupta da yüzdeki lezyonlarda istatistiksel olarak anlamlı iyileşme elde edildi. Hastaların yaşam kalitesinde her iki grupta da tedavi sonrasında tedavi öncesine göre istatistiksel olarak anlamlı düzelme gözlendi. Her iki tedavi grubu arasında yüzdeki lezyonların iyileşmesinde ve yaşam kalitesinin düzelmesinde istatistiksel olarak anlamlı fark gözlenmedi.
Acne is a chronic inflammatory disease of the pilosebaceous unit. It is well known that oral antibiotics and topical retinoids are effective in the therapy of acne. It will be more appropriate to use quality of life measurement scales as well as clinical severity of acne in evaluating the choice of treatment and the response to therapy in patients with acne. In this study, patients were divided into two groups of 30 patients, the study groups had been matched with respect to age, sex and clinical severity of acne. Azithromycin with a dose of 500 mg three times in a week were given to group 1 and doxycycline with a dose of 100 mg once in a day were given to group 2. Topical adapalane gel was added to systemic treatment in both groups. Clinical evaluation was made at baseline and at the end of 1., 2. and 3.month. Quality of life in patients were measured with Skindex-29 and Acne Quality of Life Scale before treatment and at the end of 3 month. There were a statistically significant improvement in facial lesions in both groups. After treatment, there were statistically significant improvement in quality of life scale scores. No statistically significant difference was observed between two treatment groups in healing of the lesions on face and improvement in quality of life.
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
2010
physicsThesis
tur
http://hdl.handle.net/11684/2165
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/2165/3/serap_kayhan_tez.pdf.pdf.txt
ab4900bb51e69f5a89e4b5244d52aad2
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/2165/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/2165/1/serap_kayhan_tez.pdf.pdf
ef813162ac781040e6e21900a4716ee1
Akne Vulgaris
Tedavi
Yaşam Kalitesi
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/4048
2022-08-02T00:00:54Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_187
Nikel kontakt duyarlılığında risk faktörlerinin belirlenmesi
Köksüz, Tuğçe
Saraçoğlu, Z. Nurhan
Nikel;
hem olası allerjik kontakt dermatit tanısı ile yama testi yapılan hastalarda,
hem de genel popülasyonda en sık görülen kontakt duyarlandırıcıdır. Nikelle
duyarlanmada yaĢ ve cinsiyet dıĢında meslek, atopik dermatit varlığı, küpe
takma, diĢ teli kullanımı, metal diĢ protezi ya da ortopedik protez varlığı,
sigara kullanımı gibi faktörlerin de rol oynayabileceği öne sürülmüĢtür. Bu
çalıĢmada kontakt dermatitli hastalara nikel maddesi ile yama testi
uygulanarak duyarlı olan bireylerin belirlenmesi, duyarlanmaya neden
olabilecek risk faktörlerinin saptanması amaçlandı. ÇalıĢmada 78‘i kadın,
30‘u erkek toplam 108 kontakt dermatitli hastaya %5 nikel sülfat ile yama
testi uygulandı. Kırk sekinci saat ve 72. saatte değerlendirilmeleri yapıldı.
Hastalara nikel duyarlanmasında risk faktörü olan ve olabileceği düĢünülen
etmenler hakkında anket soruları yöneltildi. Kulağı delik olanlar nikel pozitifliği
açısından deldirmeyenlere göre 5,2 kat risk oluĢturmaktaydı ve istatistiksel
olarak da anlamlı bulundu (P<,05 tek değiĢkenli ve çok değiĢkenli analize
göre). On sekiz - otuz yaĢ arasındaki bireyler 50 yaĢ üstü bireylere göre nikel
duyarlılığı yönünden 8,5 kat riskli bulundu ve aralarında anlamlı bir farklılık
mevcuttu (P<,05 tek değiĢkenli analize göre ). Sigara içenler grubu hiç
sigara kullanmamıĢ olanlara göre nikel duyarlanma açısından 2,5 kat riskli
bulundu ve istatistiksel olarak anlamlıydı (P<,05 tek değiĢkenli ve çok
değiĢkenli analize göre). Bütün risk faktörleri beraber değerlendirildiğinde
(çoklu regresyon) sadece sigara durumu ve kulak deldirme risk faktörü olarak
görüldü. Sonuç olarak nikel duyarlanmasında genç yaĢ, kulak deldirme ve
sigara içme bir risk faktörü olarak bulunmuĢtur. Risk faktörü analizi için geniĢ
sayıda hasta popülasyonuyla yapılan epidemiyolojik çalıĢmalara gerek
olduğu düĢünülmektedir.
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
2010
physicsThesis
tur
http://hdl.handle.net/11684/4048
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/4048/3/tugce_koksuz_tez.pdf.pdf.txt
b1bbbaf1fddeb27e151560941c177458
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/4048/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/4048/1/tugce_koksuz_tez.pdf.pdf
894bf9884b145f059ad78b71182cfa9d
Nikel Kontakt Alerji
Risk Faktörleri
Nickel Contact Allergy
Risk Factors
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3314
2022-06-18T00:00:41Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_187
Melanositik nevuslarda klinik, dermoskopik ve histopatolojik korelasyon
Tekçe, Asude Kara
Sabuncu, İlham
Dermoskopi, melanositik nevusların tanısında dermatologların tanı koymasını kolaylaştıran noninvazif bir tekniktir. Çıplak gözle görülemeyen epidermis, dermoepidermal bileşke ve papiller dermisin çeşitli büyütme ve ışık yardımı ile görüntülenmesine olanak sağlar. 2010-2011 yılları arasında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı polikliniğine başvuran hastalardan toplam 60 melanositik nevus değerlendirildi. Her dermoskopik görüntü patern analizi, 7 nokta kontrol listesi ve ABCD kuralı ile incelendi. Tüm lezyonlar histopatolojik olarak Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı tarafından değerlendirildi. Tüm lezyonların dermoskopik ve histopatolojik incelemesi tamamlandığında, dermoskopik ve histopatolojik tanıların uyumluluğu değerlendirildi. Bu 3 metodun duyarlılığı ve özgüllüğü histopatolojik bulgularla uyumlu bulundu. Sonuçta patern analizinin tanı doğruluğu, duyarlılığı ve özgüllüğü diğer dermoskopik yöntemlerden üstün bulundu.
Dermoscopy is a technique for non-invasive diagnosis of melanocytic nevi that improves the diagnostic performance of dermatologists. It allows imaging of epidermis, dermoepidermal junction and papillary dermis which cannot be seen with the naked eye with help of various magnification and lighting display. A total of 60 melanocytic nevi from patients who attended to Eskişehir Osmangazi University Medical Faculty Department of Dermatology outpatient clinic, between 2010-2011 have been evaluated. Each of the dermoscopic images was assessed with the pattern analysis, the 7 point checklist and the ABCD rule. All lesions were histopathologically evaluated by Eskişehir Osmangazi University Medical Faculty Department of Pathology. After dermoscopic and histopathologic examination of all the lesions were completed, the concordance between dermoscopic and histopathologic diagnosis were evaluated. The sensitivity and specificity of these three methods were correlated with histopathological findings. Consequently, diagnostik accuracy, sensitivity and specificity of pattern analysis was found superior than the other dermoscopic algoritms.
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
2011
physicsThesis
tur
http://hdl.handle.net/11684/3314
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/3314/3/416265.pdf.txt
23cb1969932b2439c244abc499db0be2
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/3314/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/3314/1/416265.pdf
74dd54e05d99d361e448f68722fa53c5
Dermoskopi
7 Nokta Kontrol Listesi
ABCD Kuralı
Patern Analizi
Histopatoloji
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2608
2022-02-11T01:00:19Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_187
Üniversite öğrencilerinde erken başlangıçlı androgenetik alopesi prevelansının saptanması, yaşam tarzı ve beslenme alışkanlıkları ile ilişkisinin değerlendirilmesi
Ağaoğlu, Esra
Kaya Erdoğan, Hilal
Bu çalışma,
01.03.2018-31.05.2018 tarihleri arasında 30 yaş ve altı 1507 erkek öğrencide yapıldı.
Çalışmaya alınan öğrencilerden androgenetik alopesi (AGA) bulunanlar Hamilton Norwood sınıflamasına göre hafif AGA ve orta-şiddetli AGA olarak gruplandı. Öğ rencilerin yaşı, kilosu, boyu, bel çevresi ölçülerek, AGA varlığı ve başlangıç yaşı,
AGA’lı aile öyküsü, saç hastalığı varlığı, saç bakım alışkanlıkları, kendisinde ve aile sinde metabolik sendrom (MS) ilişkili hastalık varlığı, sigara veya alkol kullanımı,
egzersiz alışkanlıkları sorgulandı. Beslenme alışkanlıklarının değerlendirilmesinde
yağ, tuz, kırmızı et, sebze-meyve tüketimi sorgulandı ve Adolesan Beslenme Alışkan lıkları Kontrol Listesi (The Adolescent Food Habits Checklist, AFHC) kullanıldı. Üni versite öğrencilerinde erken başlangıçlı AGA prevelansı %19.2 bulundu. 26-30 yaş
arası öğrencilerde erken başlangıçlı AGA ve orta-şiddetli AGA prevelansının yaşla
doğru orantılı artış gösterdiği saptandı. AGA’lı aile öyküsü bulunanlarda AGA ve orta şiddetli AGA görülme sıklığının arttığı saptandı. AGA’lılarda saç hastalığı varlığı, saç
şekillendirici ürün kullanma alışkanlığı, sigara kullanımı, aşırı kırmızı et tüketimi ve
az sebze-meyve tüketimi AGA bulunmayanlara göre istatistiksel olarak daha yüksek
bulundu. Vücut kitle indeksi (VKİ), AGA’lılarda AGA bulunmayanlara göre, orta şiddetli AGA’lılarda hafif AGA’lılara göre daha yüksek saptandı. Bel çevresi ise, orta şiddetli AGA’lılarda hafif AGA’lılara göre daha geniş ölçüldü. AGA’lı öğrencilerin
AFHC’den aldıkları puan ortancaları daha düşük saptandı ve bu durum sağlıksız bes lenme tutumu olarak değerlendirildi. Sonuç olarak, çalışmamızda erken başlangıçlı
AGA’nın ve eşlik eden kardiyometabolik komorbiditelerin önlenmesinde yaşam tarzı
ve beslenme alışkanlıklarının düzenlenmesinin etkisi olabileceği ortaya çıkmıştır
This study was conducted on 1507
male students aged 30 years and less through out the period between 01.03.2018 and
31.05.2018. Students included in this study with androgenetic alopecia (AGA) were
grouped as mild and moderate-severe AGA groups according to Hamilton-Norwood
classification. Student’s age, weight, length, measurement of waist circumference,
presence of AGA and its time onset, family history of AGA, presence of hair diseases,
hair care habits, presence of metabolic syndrome (MS) related diseases in himself or
in his family, smoking or alcohol consumption and exercise habits were assessed. In
the dietary habits evaluation; consumption of fat, salt, red meat and vegetable-fruit
were questioned and The Adolescent Food Habits Checklist (AFHC) was used. In uni versity students the prevalence of early onset AGA was 19.2%. In 26-30 years old
students the prevalence of early onset AGA and moderate-severe AGA was propor tionally related to the age. The incidence of early onset AGA and moderate-severe
AGA was found to be increased in patients with a family history of AGA. Those with
AGA; the presence of hair diseases, usage of hair style products, smoking habit, ex cessive red meat consumption, and low consumption of vegetable-fruit was statisti cally higher as compared to those without AGA. Body mass index was found to be
higher in patients with AGA compared to those without AGA, and in patients with
moderate-severe AGA compared to those with mild AGA. The waist circumference
was measured wider in moderate-severe AGA as compared to mild AGA. In students
with early onset AGA, median score of AFHC was lower than those without AGA and
this was evaluated as a reflection of unhealthy dietary habit. In conclusion; this study
demonstrated probable role of rectification of lifestyle and dietary habits in prevention
of early onset AGA and the related cardiometabolic comorbidities
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
2020
physicsThesis
tur
http://hdl.handle.net/11684/2608
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/2608/3/362-7182-10328996.pdf.txt
dae0a48c6b7af9fc4b46d6b712b1aab7
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/2608/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/2608/1/362-7182-10328996.pdf
81a207672deaad8e56f06e8ee5637e61
Erken Başlangıçlı Androgenetik Alopesi
Beslenme
Metabolik Sendrom
Early Onset Androgenetic Alopecia
Nutrition
Metabolic Syndrome
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2696
2022-02-19T01:00:25Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_187
Psoriasisli hastalarda metabolik sendrom, kardiyovasküler hastalık riski ve tiyol-disülfid homeostazının değerlendirilmesi
Yüksel Çanakçı, Nihan
Acer, Ersoy
Bu
çalışmaya, 01.04.2019-31.09.2019 tarihleri arasında son 6 aydır sistemik tedavi
almamış 60 psoriasis hastası ile sistemik ve dermatolojik hastalığı olmayan 60 gönüllü
dahil edildi. Psoriasis grubunda hastalık şiddetinin hesaplanması için Psoriasis Alan
Şiddet İndeksi (PAŞİ) kullanıldı. Metabolik Sendrom (MetS) varlığı NCEP III
kriterlerine göre belirlendi. Kardiyovasküler risk Framingham Risk Skorlamasına
(FRS) göre hesaplandı. Katılanların hemogram, glukoz, insülin, trigliserit, kolesterol,
düşük ve yüksek dansiteli lipoprotein, C-reaktif protein ile oksidatif stres belirteci
olarak total tiyol, native tiyol ve disülfid değerleri ölçüldü. Hasta ve kontrol grubu
cinsiyet ve yaş dağılımı açısından benzerdi. Psoriasis grubunda kontrol grubuna göre
total tiyol ve native tiyol daha düşük; disülfid daha yüksek olmakla beraber gruplar
arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmadı. PAŞİ ile disülfid arasında
aynı yönlü anlamlı ilişki saptandı. MetS olanlarda total tiyol ve native tiyol hem
psoriasis hem kontrol grubunda anlamlı derecede düşük bulundu. Psoriasis
hastalarında FRS kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksek; FRS ile total tiyol ve
native tiyol arasında da ters yönlü anlamlı ilişki saptandı. Sonuç olarak çalışmamızda
psoriasis hastalarında MetS varlığı ve FRS yüksekliği ile tiyol-disülfid homeostazının
difülfid lehine bozulmuş olduğunun görülmesi psoriasis hastalarında
kardiyometabolik komorbiditelerin gelişmesinde oksidatif stresin de bir etken
olduğunu desteklemektedir. Psoriasis hastalarında tiyol-disülfid homeostazının
değerlendirilmesi; hangi hastaların kardiyometabolik hastalıklar açısından risk altında
olduğunu tahmin edebilmek ve bu hastalar için uygun tedavi seçenekleri oluşturmak
adına yararlı ve prediktif bir yöntem olabilir
This study was conducted
between 120 people, including 60 psoriasis patients who have not received any
systemic treatment for the last 6 months and 60 volunteers without any systemic and
dermatological disease, between 01.04.2019-31.08.2019. Psoriasis Area Severity
Index (PASI) was used to calculate the severity of the disease in the psoriasis group.
The presence of Metabolic Syndrome (MetS) was determined according to the NCEP
III criteria. Cardiovascular risk was calculated using the Framingham Risk Scoring
(FRS). The hemogram, glucose, insulin, triglyceride, cholesterol, low-and -high
density lipoprotein, C-reactive protein and total thiol, native thiol and disulfide values
were measured. The patient and control groups were similar in terms of gender and
age distribution. Although total thiol and native thiol values were lower in psoriasis
group than the control group and disulfide values were higher, no statistically
significant difference was found between the groups. There was a significant positive
correlation between PASI and disulfide. In those with MetS, total thiol and native thiol
values were significantly lower in both psoriasis and control groups. FRS was
significantly higher in psoriasis patients than in the control group and a significant
negative correlation was found between total thiol and native thiol values. In
conclusion, the presence of MetS and elevation of FRS, and the fact that thiol-disulfide
homeostasis is impaired in favor of disulfide supports oxidative stress in the
development of cardiometabolic comorbidities in psoriasis patients. Evaluation of
thiol-disulfide homeostasis in psoriasis patients can be a useful and predictive method
to predict which patients are at risk for cardiometabolic diseases and to create
appropriate treatment options for these patients
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
2020
physicsThesis
tur
http://hdl.handle.net/11684/2696
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/2696/3/464-6970-10363184.pdf.txt
f5d86e5fa1407f5e31276e6036413059
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/2696/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/2696/1/464-6970-10363184.pdf
e95160988cb9af5452783a839f1d7ec0
Psoriasis
Metabolik Sendrom
Framingham Risk Skoru
Tiyol Disülfid Homeostazı
Metabolic Syndrome
Framingham Risk Score
Thiol-Disulfide Homeostasis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/4171
2022-08-05T00:01:29Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_187
Kronik spontan ürtikerli hastalarda aleksitimi ve anksiyete duyarlılığının değerlendirilmesi
İğrek, Ali
Saraçoğlu, Zeynep Nurhan
Bu çalışmaya 01.06.2019-01.06.2020 tarihleri arasında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Deri ve Zührevi Hastalıkları polikliniğine başvuran 126 Kronik Spontan Ürtiker (KSÜ) hastası ve kontrol grubu olarak da 90 sağlıklı gönüllü ile 86 psikodermatolojik özelliği olmayan dermatolojik hastalığı olan hastalar dahil edildi. Bir sosyodemografik veri formu hazırlanarak hasta ve kontrol gruplarının yaş, cinsiyet, eğitim durumu, özgeçmiş, alkol ve sigara kullanım alışkanlıkları gibi demografik verileri kaydedildi. KSÜ hastalarında ayrıca kullandıkları tedaviler, hastalık şiddeti, Kronik Ürtiker Yaşam Kalite Anketi (KÜYKA), hastalık süresi kaydedildi. Hasta ve kontrol grupları Beck Anksiyete Ölçeği (BEÖ), Anksiyete Duyarlılığı İndeksi-3 (ADİ-3) ve alt ölçekleri, Toronto Aleksitimi Ölçeği-20 (TAÖ-20) ve alt ölçekleri ile değerlendirildi. Çalışmamızda yaş ve cinsiyet bakımından gruplar arası istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktu. KSÜ hastalarının BAÖ, ADİ-3 ve alt ölçekleri, TAÖ-20 ve alt ölçekleri ortalama puanları her iki kontrol grubundan da istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek saptandı. KSÜ hastaları kullandığı omalizumab ve antihistamin tedavisine göre değerlendirildiğinde BAÖ, ADİ-3 ve alt ölçekleri, TAÖ-20 ve alt ölçekleri ortalama puanları açısından istatistiksel olarak anlamlı düzeyde fark saptanmadı. KSÜ hastalarının hastalık şiddeti BAÖ, ADİ-3 ve alt ölçekleri ile istatistiksel olarak anlamlı düzeyde pozitif yönde ilişkiliyken, TAÖ-20 ve alt ölçekleri ile anlamlı bir ilişki saptanmadı. KSÜ hastalarının hastalık süreleri ile hastalık şiddeti, yaşam kalitesi ve psikometrik ölçekler arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı. Sonuç olarak çalışmamızda KSÜ hastalarının anksiyete, anksiyete duyarlılığı ve aleksitimi düzeylerinin yüksek saptanması, KSÜ hastalarının yönetiminde dermatologlar ile psikiyatristlerin birlikte çalışmasının hastalığın seyrine olumlu etki oluşturabileceğini düşündürmektedir
This study was conducted with 126 Chronic Spontaneous Urticaria (CSU) patients, 90 healthy volunteers and 86 patients with dermatological diseases without psychodermatological features, who applied to Eskişehir Osmangazi University Medical Faculty Department of Dermatololgy between 01.06.2019-01.06.2020. A sociodemographic data form was prepared and the demografic information of the patient and control groups such as age, gender, educational status, medical history, alcohol and smoking habits were recorded. Treatments used in patients with CSU, disease severity, Chronic Urticaria Quality of Life Questionnaire (CU-Q2oL) and disease duration were recorded. Patients and control groups were evaluated with Beck Anxiety Inventory (BAI), Anxiety Sensitivity Index-3 (ASI-3) and its subscales, Toronto Alexithymia Scale-20 (TAS-20) and its subscales. In our study, there was no statistically significant difference between the groups in terms of age and gender. The mean scores of CSU patients in the BAİ, ASI-3 and subcales, TAS-20 and subcales were statistically significantly higher than both control groups. According to the omalizumab and antihistamine treatment used by CSU patients, there was no statistically significant difference in terms of mean scores of BAI, ASI-3 and subscales, TAS-20 and subscales. While the severity of the disease of CSU patients showed a statistically significant correlation with BAI, ASI-3 and its subscales, there was no significant correlation with TAS-20 and subscales. There was no significant relationship between disease duration and disease severity, quality of life, psychometric scales in CSU patients. In conclusion, the higher levels of anxiety, anxiety sensitivity and alexithymia of the CSU patients in our study suggest that cooperation of dermatologists and psychiatrists in the management of CSU patients may have a positive effect on the course of the disease
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
2021
physicsThesis
tur
http://hdl.handle.net/11684/4171
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/4171/3/45-7342-10392030.pdf.txt
650a17193ad31dcfac60bf5ab65be8a2
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/4171/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/4171/1/45-7342-10392030.pdf
9e39a611c9fe153411d40c428817af33
Aleksitimi
Anksiyete
Anksiyete Duyarlılığı
Kronik Spontan Ürtiker
Alexithymia
Anxiety
Anxiety Sensivity
Chronic Spontaneous Urticaria
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3212
2022-06-16T00:02:10Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_187
Seboreik dermatit ile diyet alışkanlıkları ve psikoemosyonel durum ilişkisinin değerlendirilmesi
Batan, Tayfun
Acer, Ersoy
Bu çalışmaya, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Deri ve Zührevi Hastalıkları Polikliniğine 30.12.2019- 30.12.2020 tarihleri arasında başvuran 18-65 yaş arası seboreik dermatit tanısı alan 100 hasta ve 110 sağlıklı gönüllü dahil edilmiştir. Hastalar ve gönüllülere çalışmaya alınmadan önce çalışma hakkında bilgi verilmiş ve bilgilendirilmiş onam formu imzalatılmıştır. Hasta ve gönüllülerin dermatolojik muayeneleri yapılmış ve sosyodemografik bilgileri kaydedilmiştir. Özgeçmiş, eğitim düzeyi, sigara, alkol alışkanlığı, diyet özellikleri, yüz ve saç bakımı gibi verileri içeren bir form, Adolesan Beslenme Alışkanlıkları Kontrol Listesi (ABAKL) ve Depresyon Anksiyete Stres Ölçeği-21 (DASS-21) hastalar tarafından doldurulmuştur. Çalışmamızda seboreik dermatit grubunda anlamlı olarak daha fazla ekmek tüketimi ve daha az sebze- meyve tüketimi saptanmıştır. Şiddetli grupta ise daha fazla margarin ve hayvansal yağ, şeker tüketimi mevcuttu. Seboreik dermatit hastalarının beslenme alışkanlıklarının daha kötü olduğu saptanmıştır. Şiddetli grupta da beslenme alışkanlıkları skoru daha düşüktü ancak istatistiksel olarak anlamlı değildi. Seboreik dermatit şiddeti ile vücut ağırlığı ve vücut kitle indeksi arasında pozitif korelasyon saptandı. Seboreik dermatit hastalarında depresyon, anksiyete, stres ve DASS-21 skorları daha yüksekti ancak istatistiksel olarak anlamlı değildi. Şiddetli grupta ise anlamlı olarak yüksek anksiyete ve DASS-21 skoru mevcuttu, depresyon ve stres skoru da yüksekti ancak istatistiksel olarak anlamlı değildi. Sonuç olarak diyet, depresyon, anksiyete ve stres hem hastalığın etiyolojisinde hem de hastalığın tetikleyici faktörü olarak rol oynayabilir. Seboreik dermatit hastalarının etkin tedavi ve yönetimi için diyet ve psikoemosyonel faktörlerin de göz önünde bulundurulması gerektiğini düşünüyoruz
This study included 100 patients with seborrheic dermatitis and 110 healthy volunteers aged between 18-65 years who applied to the Eskişehir Osmangazi University Faculty of Medicine, Dermatology and Venereal Diseases Polyclinic between 30.12.2019 and 30.12.2020. 100 patients and 110 healthy volunteers were included. Before the patients and volunteers were enrolled in the study, they were informed about the study and the informed consent form was signed. Dermatological examinations of the patients and volunteers, were performed and their sociodemographic informations were recorded. A form containing data such as medical history, education level, smoking, alcohol habits, and dietary characteristics, facial and hair care, Adolescent Food Habits Checklist (AFHC) and Depression Anxiety Stress Scale-21 (DASS-21) were completed by the patients. In our study, significantly higher bread consumption and less vegetable-fruit consumption were found in the seborrheic dermatitis group. In the severe group, there was more consumption of margarine, animal fat, sugar. It has been determined that the eating habits of seborrheic dermatitis patients were more worse. Nutritional habits score was lower in the severe group, but it was not statistically significant. There was a positive correlation between the severity of seborrheic dermatitis and body weight and body mass index. The depression, anxiety, stress and DASS-21 scores were higher in seborrheic dermatitis patients, but they were not statistically significant. The severe group had significantly higher anxiety and DASS-21 scores. Furthermore depression and stress scores were also higher, but they were not statistically significant. As a result, diet, depression, anxiety and stress may play a role in both the etiology of the disease and as the triggering factor of the disease. We think that dietary and psychoemotional factors should also be taken into consideration for the effective treatment and management of seborrheic dermatitis patients
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
2021
physicsThesis
tur
http://hdl.handle.net/11684/3212
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/3212/3/91-7373-10418871.pdf.txt
f269bbd6b15c234fff2d4ae7e7c1026c
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/3212/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/3212/1/91-7373-10418871.pdf
f9e50e1802ccc28b51b6ec7aaee6df15
Seboreik Dermatit
Diyet
Depresyon
Anksiyete
Stres
Seborrheic Dermatitis
Diet
Depression Anxiety
Stress
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/4102
2022-08-04T00:01:20Z
com_11684_84
com_11684_21
com_11684_1
col_11684_187
Alopesi areata hastalarında nörotrofinler ve psikolojik stres ilişkisinin değerlendirilmesi
Subaşı, Hatice Parlak
Kaya Erdoğan, Hilal
Bu çalışmaya 01.06.2019-01.06.2020 tarihleri arasında son 1 aydır sistemik tedavi
almamış 50 alopesi areata (AA) hastası ile kontrol grubu olarak hastalarla yaş ve
cinsiyet açısından eşleştirilmiş, diğer yönlerden sağlıklı, hastane personelinden oluşan
50 gönüllü dahil edildi. Bir sosyodemografik veri formu hazırlanarak katılımcıların
yaşı, cinsiyeti, medeni hali, eğitim durumu gibi demografik verileri kaydedildi. Hastalarda
ayrıca AA'nın klinik alt tipi, AA başlangıç yaşı, geçirilen atak sayısı, hastalığın
toplam süresi, en son gelişen AA atağının ay olarak süresi ve hastalık şiddeti kaydedildi.
Psikolojik stres durumunun değerlendirilmesinde sıkıntıya dayanma ölçeği
(SDÖ) ve depresyon anksiyete stres ölçeği-21 (DASS-21) kullanıldı. AA ve nörotrofin
ilişkisinin değerlendirilmesi amacıyla beyin kaynaklı nörotrofik faktör (BDNF), sinir
büyüme faktörü (NGF), nörotrofin-3 (NT-3) ve nörotrofin-4 (NT-4) serum düzeyleri
ölçüldü. Çalışmamızda AA hastalarında toplam DASS-21 ve depresyon, anksiyete,
stres alt ölçeklerinin puanları daha yüksek, toplam SDÖ ve tolerans, regülasyon, özyeterlilik
alt ölçeklerinin puanları daha düşük bulunmuştur. Çalışmamızda serum
BDNF ve NT-3 seviyeleri hasta ve kontrol grubu arasında anlamlı farklılık göstermezken,
serum NGF seviyesi AA grubunda kontrol grubuna göre anlamlı yüksek, NT-4
seviyesi ise anlamlı düşük saptanmıştır. Çalışmamızın sonuçları AA’nın depresyon ve
anksiyete gibi psikolojik faktörler ve nörotrofinler ile ilişkisini desteklemektedir. Selektif
nörotrofin reseptör agonistleri ve antagonistleri ilerleyen dönemlerde tedavi hedefi
olarak görülebilir ve bu sayede mevcut tedavi rejimlerine yenileri eklenerek
AA'nın daha iyi yönetimi sağlanabilir. AA'nın ve çeşitli psikiyatrik hastalıkların ortak
patofizyolojisinin daha iyi anlaşılması için AA ve stres nöroimmünolojisi ilişkisini
araştıran daha fazla çalışma yapılması gerekmektedir
This study was conducted between 01.06.2019-01.06.2020 with 50 alopecia
areata (AA) patients who had not received systemic treatment for the last 1 month
and 50 otherwise healthy, hospital personnel as a control group were included. A sociodemographic
data form was prepared and demographic data of the participants such
as age, gender, marital status and educational status were recorded. The clinical
subtype of AA, the age of onset of AA, the number of attacks, the total duration of the
disease, the duration of the most recent AA attack in months, and the disease severity
were also recorded in AA patients. In the evaluation of the psychological stress state,
the distress tolerance scale (DTS) and the depression anxiety stress scale-21 (DASS-
21) were used. In order to evaluate the relationship between AA and neurotrophin,
serum levels of brain derived neurotrophic factor (BDNF), nerve growth factor (NGF),
neurotrophin-3 (NT-3) and neurotrophin-4 (NT-4) were measured. In our study, scores
of total DASS-21 and depression, anxiety, and stress subscales were found to be higher,
scores of total DTS and tolerance, regulation, and self-efficacy subscales were
found to be lower in AA patients. In our study, serum BDNF and NT-3 levels did not
differ significantly between the patient and control groups, while the serum NGF level
was found to be significantly higher in the AA group compared to the control group,
and the NT-4 level was found to be significantly lower. The results of our study support
the relationship between AA and psychological factors such as depression and
anxiety, and neurotrophins. Selective neurotrophin receptor agonists and antagonists
can be seen as treatment targets in the future, and thus better management of AA can
be achieved by adding new ones to existing treatment regimens. More studies are needed
to investigate the relationship between AA and stress neuroimmunology to better
understand the common pathophysiology of AA and various psychiatric diseases
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
2021
physicsThesis
tur
http://hdl.handle.net/11684/4102
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/4102/3/139-7488-10388450.pdf.txt
6c5403e0953c17cc92b37f75289a997e
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/4102/2/license.txt
6cf488a9029cb3848b3e960b25b3caf3
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/11684/4102/1/139-7488-10388450.pdf
00f296fa48070c9ca3a603d123dd6dd0
Alopesi Areata
Norotrofin
Psikolojik Stres
Alopecia Areata
Neurotrophin
Psychological Stress