2024-03-28T19:22:53Z
http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/oai/request
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/580
2016-08-09T00:00:28Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Alataş, Özkan
Ertorun, İpek
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya
2016-08-08T09:18:51Z
2016-08-08T09:18:51Z
2015
2015-06-30
http://hdl.handle.net/11684/580
İskemi ve reperfüzyon hasarı trombolitik tedavi, organ nakli, koroner anjioplasti ve kardiyopulmoner bypass gibi çeşitli tıbbi ve cerrahi girişimler sırasında görülen potansiyel olarak ciddi bir sorundur. İskemi ve reperfüzyon hasarında temel patofizyoloji, iskemik dokuların reperfüzyonu sonrası gelişen mikrovasküler disfonksiyondur. Bu durum, böbrek nakli ve aort anevrizması gibi bazı cerrahi girişimlerde sık görülmesi ve yüksek mortalite oranına sahip olması açısından klinik öneme sahiptir. Bu deneysel çalışma, renal iskemi reperfüzyon hasarında, Salvia L. ekstrelerinin böbrek dokusundaki koruyucu etkisini araştırmak amacıyla planlanmıştır. Çalışmada 40 Sprague Dawley sıçan her birinde 8 sıçan bulunan 5 gruba ayrıldı. Tüm gruplara sağ nefrektomi yapıldı. 1. Grup: Kontrol, 2. Grup: I/R, 3.Grup: I/R+50 mg/kg Salvia L., 4.Grup: I/R+100 mg/kg Salvia L., 5.Grup: I/R+50 mg/kg Rosmarinik asit. Salvia L. ve Rosmarinik asit 7 gün boyunca tek doz gavaj olarak verildi. Kontrol grubu hariç tüm gruplara 60 dakikalık iskemi, 60 dakikalık reperfüzyon uygulandı. İntrakardiak kan örneği alındı, Kan Ürea Azotu (BUN), Kreatinin (CREA), Alanin Amimotransferaz (ALT), Aspartat Aminotransferaz (AST), Gama Glutamil Transpeptidaz (GGT), yüksek duyarlılıklı C-Reaktif Protein (hsCRP), Myeloperoksidaz (MPO), Malondialdehid (MDA), Nitrik Oksit (NO), Kitotriozidaz (ChT) ve Tümör Nekroz Faktör (TNF-α) düzeyleri tespit edildi. Değerler istatistiksel olarak SPSS 20.0 Windows paket programda değerlendirildi. Böbrek dokuları ışık mikroskopta 100-500 μm kesitte Hematoksilen-Eozin yöntemiyle incelendi. Biyokimyasal ve histolojik verilerimize dayanarak I/R ile oluşturulan renal hasar sonucu rat doku örneklerinde oksidatif ve inflamasyon açısından ciddi hasarlar gözlemlenmiştir. Fakat buna rağmen elde ettiğimiz verilere göre tedavi gruplarımızdan 100 mg/kg Salvia L. başta olmak üzere 50 mg/kg Salvia L. ve 50 mg/kg rosmarinik asit kullanımının böbrek yapı ve fonksiyonlarına karşı koruyucu etki gösterdiği tespit edilmiştir.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-07-29T07:58:54Z
No. of bitstreams: 1
10076256.pdf.pdf: 2806406 bytes, checksum: bbc4be604a082570e9427977d215e70b (MD5)
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/openAccess
İskemi/Reperfüzyon
Bazı salvia türlerinin ekstrelerinin, böbrek iskemi/reperfüzyon modeli oluşturulan ratlarda inflamasyon ve oksidatif stres açısından değerlendirilmesi
doctoralThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/631
2016-08-16T00:00:28Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Akyüz, Fahrettin
Güney, Türkan
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya
2016-08-15T12:40:12Z
2016-08-15T12:40:12Z
2015
2015-03
http://hdl.handle.net/11684/631
Aort cerrahisinde abdominal aortun klemplenmesi ile oluşan iskemide
birçok dokuda uzak organ hasarı meydana gelmektedir. Bu çalışmada
fukoidinin rat aortik iskemi reperfüzyon modelinde böbrek ve akciğerler
üzerine etkisini araştırdık.
Çalışmamızda 40 tane Wistar türü erkek sıçan, her grupta 8 tane
olacak şekilde Grup 1 (Sham), Grup 2 (Kontrol), Grup 3 (İskemi öncesi) (İÖ),
Grup 4 (Reperfüzyon öncesi) (RÖ), Grup 5 (Hem iskemi hem reperfüzyon
öncesi) (İRÖ) olmak üzere 5 gruba ayrıldı. Sham grubuna, sadece laparotomi
uygulandı. Diğer gruplara laparotomi ve infrarenal aortik iskemi reperfüzyon
(AİR) uygulandı ( 120 dakika iskemi ardından 120 dakika reperfüzyon). İÖ
iskemiden 10 dak. önce juguler venden 25mg/kg fukoidin verildi. RÖ
grubuna, reperfüzyondan 10 dak. önce juguler venden 25mg/kg fukoidin
verildi. İRÖ grubuna, iskemiden 10 dak. önce 12,5mg/kg ve reperfüzyondan
10 dak. önce 12,5mg/kg olmak üzere juguler venden toplam 25mg/kg
fukoidin verildi. İşlemlerden sonra tüm hayvanlardan kan, böbrek ve akciğer
dokuları alınarak sakrifiye edildi. Plazmada protein karbonil (PCO), protein
sülfidril (P-SH) ve kitotriozidaz (CHIT), serumda iskemi modifiye albümin
(İMA), kan üre azotu (BUN), kreatinin, malondialdehit (MDA), nitrik oksit
(NO), myeloperoksidaz (MPO), böbrek ve akciğer doku örneklerinde, MDA,
NO, MPO, katalaz (CAT) düzeyleri biyokimyasal olarak ölçüldü ve histolojik
olarak doku örnekleri hemotoksilen-eosin boya ile boyanarak ışık mikroskobu
ile değerlendirildi.
Kontrol grubu ile RÖ ve İRÖ karşılaştırıldığında; PCO, CHIT, İMA, BUN,
kreatinin, MDA, NO, MPO, CAT da istatistiksel olarak anlamlı azalma
gözlenirken, P-SH grubunda istatistiksel olarak anlamlı artma olduğunu
belirledik. Kontrol grubu ile İÖ grubu arasında ise istatistiksel olarak
anlamlılık bulunmadı.
Böbrek dokusu, kontrol grubu ile Grup 4 ve Grup 5 histoloji yönünden
(fokal glomeruler nekroz, bowman kapsül dilatasyonu, tubuler epitel
dejenerasyonu, tubuler epitel nekrozu, tubuler dilatasyon, interstisiyel
inflamatuar infiltrasyon) değerlendirildiğinde toplam skorlara göre anlamlı
azalma bulundu. Kontrol grubu ile İÖ grubu arasında ise istatistiksel olarak
anlamlılık bulunmadı.
Akciğer dokusu, kontrol grubu ile RÖ ve İRÖ grubu histoloji yönünden
(fibrin platelet trombüs varlığı, kronik inflamasyon, intra alveolar kanama,
ödem, konjesyon, PMNL) değerlendirildiğinde toplam skorlara göre anlamlı
azalma bulundu. Kontrol grubu ile İÖ grubu arasında ise istatistiksel olarak
anlamlılık bulunmadı. Aortaya infrarenal kros-klempin konması iskemi-reperfüzyonuna bağlı
olarak böbreklerde ve akciğerde uzak organ hasarı meydana getirmiş ve
fukoidinin reperfüzyondan önce uygulanması bu hasarı azalttı. Fukoidinin
iskemi öncesi uygulamasında ise, iskemi de kan akışının tamamen durması
nedeni ile, nötrofil infiltrasyonu ve serbest oksijen radikal hasarı meydana
gelmediğinden, iskemi reperfüzyon hasarı üzerine koruyucu etki göstermedi.
Fukoidinin reperfüzyon hasarından önce verilmesinin iskemi reperfüzyon
hasarına karşı koruyucu olabileceğini belirledik.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-08-15T08:48:55Z
No. of bitstreams: 1
10071372.pdf: 1877467 bytes, checksum: a4525ea75b51de339d1e3f721fcb52fc (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/openAccess
İskemi/Reperfüzyon
Fukoidin’in rat aortik iskemi reperfüzyon modelinde böbrek ve akciğerler üzerine etkisi
doctoralThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/691
2016-12-01T01:00:27Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Sütken Demirkan, Emine
Tarhan, Seda
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya
2016-11-30T08:00:04Z
2016-11-30T08:00:04Z
2013
2013-09-26
http://hdl.handle.net/11684/691
Bu çalışmada ε-viniferinin tek başına ve vinkristin sülfat kombine uygulamasının HepG2 hücrelerinde lipid peroksidasyonu (LPO), süperoksit dismutaz (SOD) ve redükte glutatyon (GSH) düzeylerine doğrudan ve H2O2 ile dışsal kaynaklı oluşturulmuş oksidatif stres üzerine koruyucu etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır.
Çalışmamız birinci aşamada, maddelerin düşük ve yüksek dozlarından oluşturulmuş dVNF, yVNF, dVCR, yVCR, dETO, yETO, d(VCR+VNF), y(VCR+VNF) grupları ile Kontrol grubundan ve ikinci aşamada bu gruplara ek olarak dışsal kaynaklı oksidatif strese karşı maddelerin koruyucu etkilerini gözlemleyebilmek için kullanılan H2O2-Kontrol grubundan oluşturulmuştur.
Çalışmamızda sıvı azot tankından çıkarılan hücreler besiyerinde çoğaltılmıştır. Hücreler yeterli sayıya ulaştıktan sonra maddelerin düşük ve yüksek dozları ile 3, 6 ve 24 saat inkübe edilmişlerdir. Antioksidan özelliklerini incelediğimiz maddelerin LPO ve SOD ölçümleri deney kitleri ile kolorometrik olarak ölçülmüş sonuçlar absorbansa karşı değerlendirilmiştir. GSH ölçümleri ise flourometrik deney kiti ile ölçülerek sonuçlar floresans ışımasına karşı değerlendirilmiştir.
Sonuç olarak, birinci aşamada vinkristin sülfat zamana ve doza bağımlı olarak LPO SOD ve GSH değerleri üzerinde kontrole göre anlamlı bir etki göstermemiştir. ε-viniferin ile kombine uyguladığımız ise LPO ve GSH düzeylerinde kontrole göre anlamlı bir etki göstermemiş ancak SOD aktivasyonunu kontrole göre anlamlı olarak azaltmıştır (p<0,05). Elde ettiğimiz verilere göre, zamana bağımlı olarak kombine uygulamanın HepG2 hücrelerinde SOD aktivasyonunu azaltarak hücresel oksidatif stresi arttırabileceğini ve hepatoma hücrelerinde hasar yaratacağını düşünüyoruz.İkinci aşamada ise düşük doz kombine uygulamanın tüm parametrelerde artışa yol açarken, yüksek doz kombine uygulamanın H2O2 ile uyarılmış LPO düzeylerini etkilemeden SOD aktivasyonunu ve GSH düzeylerini arttırması kombine uygulamanın HepG2 hücreleri üzerinde dışsal oksidatif strese karşı koruyucu etkisi olduğunu göstermektedir.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-11-28T06:44:10Z
No. of bitstreams: 1
10008439.pdf.pdf: 2485238 bytes, checksum: b6cbb3af894ec64c40b9f8f19a26e105 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/openAccess
ε-viniferin
ε-Viniflerinin tek başına ve kemoterapötik bir ajan ile birlikte HEPG2 hücreleri üzerine antioksidan etkisinin incelenmesi
masterThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/837
2016-12-31T01:01:00Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Çolak, Ömer
Kocatürk, Evin
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya
2016-12-30T10:31:35Z
2016-12-30T10:31:35Z
2013
2013
http://hdl.handle.net/11684/837
Akut koroner sendrom
(AKS) yüksek morbidite ve mortalite oranlarıyla seyreden hastalıkların başında
gelmektedir. AKS’li hastaların hızlı bir şekilde değerlendirilmesi ve erken dönemde
risk sınıflandırması, akut miyokard infarktüsü (AMI) sonrası komplikasyonların
öngörülmesi ve önlenmesi açısından oldukça önemlidir. Bu çalışmada AKS tanısında
kullanılan ve prognostik öneme sahip olan miyoglobin, yüksek duyarlılıklı troponin
T (hsTnT), glukoz ve N-terminal pro B-tip natriüretik peptit (NT-proBNP) ile
araştırmaları halen devam eden yeni biyomarkır kopeptinin prognostik değerinin
araştırılması ve karşılaştırılmasını hedeflendi. Çalışmaya 120 AKS’li hasta dahil
edildi ve hasta verileri prospektif olarak incelendi. AMI’lı hastalarda başvuru
anındaki miyoglobin ve hsTnT seviyeleri ve 3.gün NTproBNP düzeyleri ile TIMI ve
GRACE risk grupları arasında anlamlı ilişki bulundu (p<0.05). Başvuru anındaki
miyoglobin, hsTnT, kopeptin ve glukoz değerleri ile 3.gün NT-proBNP düzeylerine
tek tek ve ikili gruplar halinde ROC analizleri yapılarak eğri altında kalan alanlar
(EAA) hesaplandı. Sonuçlara göre kalp yetmezliği (KY) öngörüsünde ikili markır
kombinasyonu ile EAA’larda artış saptandı. Mortalite öngörüsünde tek başına hsTnT
kullanımına göre miyoglobin-hsTnT (p=0.002) ve tek başına miyoglobin kullanımına
göre miyoglobin-glukoz (p=0.02) kullanımının daha anlamlı olduğu bulundu.
Kopeptin hariç diğer markırlardan bir panel oluşturularak yapılan ROC analizlerine
göre KY öngörüsünde çoklu markır kullanımı ile EAA’nın 0.917’ye, mortalite
öngörüsünde ise EAA’nın 0.875’e yükseldiği saptandı. Sonuç olarak, testlerle çoklu
markır paneli oluşturulabileceği ve klinik karar algoritimlerini destekleyebileceği
sonucuna varıldı.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2016-12-26T06:44:03Z
No. of bitstreams: 1
10016172.pdf: 1513638 bytes, checksum: 0a8126bf7efbd9cfb4a1e5c1b8f48de1 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/openAccess
Miyokard İnfarktüsü
Akut koroner sendrom prognoz tayininde multi biyomarkır yaklaşımı
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/852
2017-01-03T01:00:23Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Alataş, Özkan
Bekmez, Müge
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya
2017-01-02T14:09:55Z
2017-01-02T14:09:55Z
2013
2013
Bekmez, M. Alt solunum yolu enfeksiyonlarında D vitamininin immun sistem ve inflamasyondaki rolünün prokalsitonin ve diğer parametrelerle ilişkisi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2013.
http://hdl.handle.net/11684/852
D vitamini immun
regulasyon, solunumsal hastalıklar ve kanser gelişiminde anahtar rol oynamaktadır.
Bu tez çalışmasının amacı alt solunum yolu enfeksiyonu (ASYE) olan hastalarda, D
vitamininin prokalsitonin ve diğer inflamasyon belirteçleri ile ilişkisinin
incelenmesidir. Çalışmaya 90 ASYE tanılı hasta ve 50 sağlıklı gönüllü dahil edildi.
Çalışma grupları; kronik obstruktif akciğer hastalığı akut alevlenmesi (KOAH AA)
(n=30), toplum kökenli pnömoni (TKP) (n=45), KOAH+TKP (n=15) ve kontrol
grubu (n=50) idi. Çalışmamızda katılımcıların D vitamini, prokalsitonin (PCT),
yüksek duyarlılıklı C-reaktif protein (hs-CRP), parathormon, lökosit, nötrofil,
lenfosit sayıları, hemoglobin miktarları, miyeloperoksidaz (MPO) ve kitotriozidaz
aktivitelerini belirledik. D vitamini seviyesi hasta gruplarında kontrol grubundan
düşük iken; MPO, PCT, hs-CRP ve lökosit sayısı ise yüksekti (p=0.000). D vitamini
seviyeleri MPO, PCT, hs-CRP ve lökosit sayısı ile negatif koreleydi (p=0.000).
Ayrıca lökosit ve nötrofil sayıları, D vitamini ile negatif korelasyona sahipken, MPO
ve PCT ile pozitif korelasyona sahipti (p=0.000). D vitamini, MPO, PCT ve bu
testlerin ikili kullanımı pnömoni tanısında yüksek duyarlılık ve özgüllüğe sahipti.
Çizilen Receiver Operating Characteristic (ROC) eğrisinde; D vitamini için eğri
altında kalan alan (EAA) 0.954, sensitivite 81.5, spesifite 98, MPO için EAA 0.975,
sensitivite 100, spesifite 92, PCT için EAA 0.933, sensitivite 85.2, spesifite 98
bulundu. MPO ve D vitamini birlikte değerlendirildiğinde EAA 0.993’e yükselirken,
sensitivite 96.3, spesifite 98 bulundu. MPO ve PCT için ise EAA 0.990’e
yükselirken, sensitivite 96.3, spesifite 94 bulundu. D vitamini eksikliği KOAH ve
pnömoni hastalarında oldukça yaygın olarak görülmektedir. Bu nedenle, alt solunum
yolu enfeksiyonu olan hastalarda D vitamini düzeyi bakılmasını ve gerekli
durumlarda tedaviye eklenmesini önermekteyiz.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-01-02T06:17:44Z
No. of bitstreams: 1
10024598.pdf: 2022074 bytes, checksum: 3112d664db6deaeb992b675bc7df4bfa (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/openAccess
Kronik Obstruktif Akciğer Hastalığı
Alt solunum yolu enfeksiyonlarında D vitamininin immun sistem ve inflamasyondaki rolünün prokalsitonin ve diğer parametrelerle ilişkisi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/892
2017-01-11T01:00:30Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Kanbak, Güngör
Ol, Kevser Kuşat
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya
2017-01-10T06:52:13Z
2017-01-10T06:52:13Z
2014-04
2014
http://hdl.handle.net/11684/892
Bu çalışmada modifiye sıvı diyet aracılığıyla prenatal ve postnatal etanol
maruziyeti oluşturulan rat yavrularının serebral korteksindeki nörodejenerasyonun
etkisini incelemeyi ve betain ve omega-3 takviyesinin koruyucu etkilerini göstermeyi
amaçladık. Prenatal ve postnatal periyodda etanole maruz kalındığında yavrularda Fetal
Alkol Sendromu (FAS) görülmektedir. Ratlar kontrol, etanol, etanol+omega-3,
etanol+betain, etanol+betain+omega-3 şeklinde 5 gruba ayrıldı. Rat yavrularının
serebral korteksindeki etanol indüksiyonuna bağlı değişiklerde betain ve omega-3 ün
etkilerini incelemek amacıyla biyokimyasal olarak sitokrom c, kaspaz-3, kalpain,
katepsin B ve L, DNA fragmantasyonu seviyeleri incelenmiş histolojik ve morfometrik
bulgular elde edilmiştir.
Etanol grubunda kaspaz-3, kalpain, katepsin B, sitokrom c seviyeleri kontrol
grubu ile karşılaştırıldığında belirgin derecede artmıştır. Dahası, kaspaz-3 ve kalpain
seviyeleri etanol+omega-3, etanol+betain, etanol+betain+omega-3 gruplarında etanol
grubuyla karşılaştırıldığında azalmıştır. Aynı zamanda katepsin B düzeyleri
etanol+betain grubunda kontrolden daha yüksektir. Etanol+betain+omega-3 grubunda
katepsin B etanol ve etanol+betain gruplarıyla karşılaştırıldığında azalmıştır. Katepsin L
ve DNA fragmantasyonunda istatistiksel olarak farklılık bulunamamıştır. Doku hasarı
değerlendirmesi histolojik açıdan; kontrol, etanol+omega-3, etanol+betain,
etanol+betain+omega-3 gruplarında hemoraji, PMNL, mikroglia etanol grubuyla
karşılaştırıldığında istatistiksel olarak düşüktür. Aynı zamanda etanol+omega-3 ve
kontrol gruplarında konjesyon ve nekroz etanol indüklü hasara göre azalış göstermiştir.
Morfometrik analiz sonucu etanol alınımı etanol+omega-3 ve kontrol gruplarına göre
nekrotik hücre sayısını artırmıştır.
Sonuç olarak, postnatal etanol maruziyeti rat beyinlerinde nekrotik hücre ölümünü
tetiklemektedir, omega-3 ve betain nörodejenerasyonu azaltmaktadır. Omega-3 ve
betain özellikle FAS ın önlenmesinde, nörodejenerasyon açısından yararlı olabilir.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-01-09T06:21:54Z
No. of bitstreams: 1
10032090.pdf: 13484778 bytes, checksum: 23b516f11c5ee759b116ca1f051f5355 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/openAccess
Betain
Prenatal ve postnatal alkol kullanımı sonucunda rat beyinlerinde oluşan nörodejenerasyonun betain ve/veya omega-3 uygulanmasıyla önlenmesinin araştırılması
doctoralThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/953
2017-01-28T01:00:22Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Çolak, Ömer
Koca, Halit Buğra
TR109394
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya
2017-01-27T13:14:34Z
2017-01-27T13:14:34Z
2013-05
2013
http://hdl.handle.net/11684/953
Prostat kanseri Türkiye’de erkekler arasında en yaygın olarak teshis edilen
kanser türüdür ve kanser nedeniyle ölümlerde erkeklerde akciğer kanserinden
sonra ikinci sırada yer almaktadır. Prostat kanserinde vasküler endotelyal
büyüme faktör-A’nın (VEGF-A) tek basına en önemli anjiogenik faktör olduğu
düsünülmektedir. Apoptotik süreçte yer alan poli-(ADP-riboz) polimeraz’ın
(PARP) yıkılımı apoptotik süreç markırı olarak kullanılmaktadır. Acorus
Calamus’un anti-kanserojen etkisi ile birlikte çesitli tıbbi özelliklere sahip olduğu
uzun yıllardır özellikle Asya’da kabul edilmektedir. Çalısmamızda acorus calamus
kökünün etanolik ekstraktının insan prostat kanser LNCaP hücre dizisinde hücre
çoğalmasına, anjiogeneze ve apoptozise olası etkileri in vitro ortamda çalısıldı.
Ekstraktın hücrelerin çoğalması üzerine etkisinin ve inhibitör konsantrasyon %50
(IC50) düzeyinin belirlenmesi amacıyla hücreler 24 ve 48 saat boyunca 0, 250, 500,
750, 1000 ve 1250 μg/ml ekstrakt konsantrasyonlarıyla muamele edildi. Bu
konsantrasyonlardaki ekstraktlar 24 ve 48 saatte LNCaP hücre yasayabilirliğini
kontrolle karsılastırıldığında doza ve zamana bağlı olarak %44’lere kadar azalttı.
24 saat sonra 750 μg/ml ekstrakt konsantrasyonunda bölünmüs PARP düzeyinde
%180 oranında anlamlı bir artıs gözlenirken 48 saat sonrası 500 ve 750 μg/ml
ekstrakt konsantrasyonlarında bölünmüs PARP düzeyleri sırasıyla %198 ile %244
oranlarında bulundu. VEGF-A protein ve gen ekspresyon miktarlarında 24 saat
sonra anlamlı bir farklılık bulunmazken 48 saat sonrası 750 μg/ml ekstrakt
konsantrasyonunda VEGF-A protein ve gen ekspresyonu düzeyleri sırasıyla 142
pg/ml ve %6 olarak bulundu. Bu çalısma acorus calamus kökünün etanolik
ekstraktının zaman ve doz bağımlı olarak güçlü bir anti-kanser, anti-anjiogenik ve
apoptotik etkileri olabileceğini ortaya koymaktadır.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-01-26T06:43:01Z
No. of bitstreams: 1
10002377.pdf.pdf: 1338903 bytes, checksum: cb60e517c144b76d79485b9a3ee0df21 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/openAccess
LNCaP
Prostat kanser hücre kültürü üzerine acorus calamus bitki ekstraktının etkisi
doctoralThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/982
2017-02-02T01:00:20Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Akyüz, Fahrettin
Bayraktar, Orhan
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya
2017-02-01T11:48:53Z
2017-02-01T11:48:53Z
2013
2013
http://hdl.handle.net/11684/982
Sepsis, mikroorganizma veya toksinlerinin normalde steril olan dokulara ve kana
geçmesi ve vücudun bu invazyona verdiği yanıttır. Bu çalışmada Lipopolisakkarit (LPS)
ile sepsis modeli oluşturulan ratlara verilen antioksidan özelliğe sahip S-Allil Sistein
(SAC)’in nükleer faktör kapa-B ile indüklenen Transglutaminaz 2 aktivitesi üzerine
etkileri araştırıldı. S-allylcysteine antioksidan özelliklere sahip bir sarımsak bileşiğidir.
Aynı zamanda, oksidatif stres ile ilişkili çeşitli deneysel modellerde sarımsak
ekstresinin koruyucu etkisinden sorumlu aktif bileşiklerden biri olduğu gösterilmiştir.
SAC’ın antioksidan özelliği ve reaktif oksijen radikallerini kovucu etkisi bilinmesine
karşın literatürlerde sepsisteki etkisi bilinmemektedir.
Çalışmamızda 32 adet 3-4 aylık erkek wistar albino cinsi ratlar kullanılarak
Kontrol, SAC, SEPSİS ve SEPSİS+SAC olmak üzere dört deneysel grup oluşturuldu.
Tek doz LPS(5 mg/kg) ile sepsis modeli oluşturulan ratlara sepsis oluştuktan sonra 12
saatte bir 2 gün boyunca SAC(50mg/kg) gavaj yolu ile verildi. Ratların serumlarında
ALT, AST, ALP, hsCRP, karaciğer dokularında ise Miyeloperoksidaz (MPO), DNA
Fragmantasyonu, Nitrik Oksit, Transglutaminaz 2 ölçüldü.
Sepsis oluşturulan grubun ALT , AST, ALP, hsCRP, DNA Fragmantasyonu ve
TG2 parametrelerinde kontrol grubuna göre artış gözlendi. Sepsis grubunun NO ve
MPO aktivitelerinde ise kontrol grubuna göre artış görülmekle birlikte bu artış
istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı. Tedavi amaçlı SAC verildiğinde ise SAC’ın
ALT, AST, ALP, hsCRP, DNA Fragmantasyonu üzerinde olumlu azaltıcı etkileri
olduğu gözlemlendi. TG2, NO ve MPO aktivitelerinde ise SAC’ın anlamlı olmamasına
rağmen azaltıcı etkisi olduğu saptandı. Çalışmamızda, ratların karaciğer dokusunda LPS ile indüklenen sepsis
modelinde özellikle DNA Fragmantasyonu ve TG2’yi arttırdığı, SAC’ın, çalışılan tüm
parametreler üzerine olumlu azaltıcı etkileri olduğu gözlendi.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-01-30T06:44:49Z
No. of bitstreams: 1
463105.pdf.pdf: 1713364 bytes, checksum: 1b672c2226a50fe1584be6abc1d25ba2 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/openAccess
Sepsis
Deneysel sepsis modeli oluşturulan ratlarda s-allilsistein’in transglutaminaz ii üzerine etkileri
masterThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/990
2017-02-02T01:00:24Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Akyüz, Fahrettin
Tekin, Neslihan
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya
2017-02-01T11:49:13Z
2017-02-01T11:49:13Z
2013-01
2013
http://hdl.handle.net/11684/990
Dietilnitrozamin (DEN) ve fenobarbital (FB) vererek deneysel kanser modeli oluşturmayı hedeflediğimiz çalışmamızda, apoptotik özelliği olan dipyrido[3, 2-a:2’, 3’- c]phenazine (dppz) Au(III) kompleksinin ([Au(dppz)Cl2]Cl) karaciğer dokusunda p53, kaspaz 3, Bcl-2, Bax, DNA fragmantasyonu ve ubikuitin üzerine etkileri araştırıldı.
Bu çalışmada, 48 erkek Spraque-Dawley türü sıçanlar her grupta 8 adet olacak şekilde, grup I (kontrol grubu), grup II (Dimetil sülfoksit (DMSO)), grup III ([Au(dppz)Cl2]Cl), grup IV (DEN+ FB), grup V (DEN+FB+[Au(dppz)Cl2]Cl (2. hafta)) ve grup VI (DEN+FB+[Au(dppz)Cl2]Cl (7. hafta)) olmak üzere 6 gruba ayrılmıştır. Dietilnitrozamin sıçanlara bir defa olmak üzere 175 mg/kg intraperitoneal (i.p.) olarak verildi. Dietilnitrozamin uygulamasından 2 hafta sonra FB 500 ppm olacak şekilde günlük olarak uygulandı. [Au(dppz)Cl2]Cl uygulaması grup V’te DEN uygulamasından 2 hafta sonra başladı ve haftada bir kez 2 mg/kg olmak üzere i.p. olarak verildi. Grup VI’da ise ([Au(dppz)Cl2]Cl kompleksi DEN uygulamasından 7 hafta sonra başladı ve sıçanlara haftada bir kez 2 mg/kg (i.p.) olmak üzere uygulandı. Deney toplam 13 hafta sürdü. 13. haftanın sonunda sıçanlardan kan ve doku örnekleri alındı. Serumda AST, ALT, LDH düzeyleri, karaciğer dokusunda kaspaz 3, p53, Bax, Bcl-2, ubikuitin ve DNA fragmantasyonu ölçüldü. Karaciğer dokuları histopatolojik olarak değerlendirildi. Grup IV, grup I ile karşılaştırıldığında AST, ALT, LDH, Bcl-2 ve ubikuitin düzeylerinde artış belirlenirken kaspaz 3 ve p53 düzeylerinde azalma belirlendi. Grup IV’te preneoplastik fokus bulgusu mevcuttu. Grup V, grup IV ile karşılaştırıldığında kaspaz 3, p53, Bax ve DNA fragmantasyonu değerlerinde artış gözlendi. Grup VI’da ise grup IV’e göre kaspaz 3 ve p53 düzeylerinde artış belirlendi.
Sonuçlarımız, DEN ve FB uygulaması ile oluşturulan hepatosellüler karsinoma modelinde, [Au(dppz)Cl2]Cl kompleksinin kaspaz 3, p53 seviyelerinde artışa ve DNA fragmantasyonuna neden olarak apoptozu indüklediğini göstermektedir. Bu durum kanserli dokularda görülen proliferasyona karşı [Au(dppz)Cl2]Cl kompleksinin etkili olabileceğini düşündürmektedir.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-01-31T06:17:01Z
No. of bitstreams: 1
460792.pdf.pdf: 2700864 bytes, checksum: 71e91348d7a56af0e91f5cbfdc9a7683 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/restrictedAccess
Kaspaz-3
Dietilnitrozamin ve fenobarbital uygulanan ratlarda dipyrido [3, 2-a’, 3’-c9 phenazine (dppz) au(iii) kompleksinin adoptotik proteinler ve ubikuitinin sistem üzerine etkileri
doctoralThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/983
2017-02-02T01:00:21Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Erden, Mine İnal
Yüksel, Mehtap
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya
2017-02-01T11:48:56Z
2017-02-01T11:48:56Z
2013-01
2013
http://hdl.handle.net/11684/983
UVA ışınlarına maruz kalan hücrelerde oluşan reaktif oksijen ürünleri (ROS) lipid, protein ve nükleik asitlerde hasar oluşturabilirler. Antioksidanlar bu hasardan koruma ve iyileştirmede yararlı olabilirler. Bu çalışmada UVA ışınına maruz bıraktığımız sıçanların deri, kan ve karaciğerinde MDA, GSH ve KAT düzeylerini tespit ederken diğer yandan da bu parametreler üzerinde CoQ10 ve ALA’nın etkisini inceledik. Bunun için sıçanlar kontrol, UVA, UVA+mısır yağı, UVA+CoQ10, UVA+ALA ve UVA+CoQ10+ALA olmak üzere 6 gruba ayrıldı. Sıçanlara UVA ışını 12 gün 20W/cm2 dozunda 4 saat boyunca uygulandı. Enjeksiyonda kullanılan maddeler ışınlama başlamadan 1.5 saat önce verildi. UVA+mısır yağı grubuna mısır yağı, UVA+CoQ10 grubuna 1mg/100 g vücut ağırlığında CoQ10, UVA+ALA grubuna 50mg/kg vücut ağırlığında ALA, UVA+ALA+CoQ10 grubuna 1mg/100 g vücut ağırlığında CoQ10 ve 50mg/kg vücut ağırlığında ALA ip olarak verildi. Antioksidan verilmeyen kontrol grubuna ve UVA grubuna SF verildi. 12 günlük periyot sonunda sıçanlar dekapite edildi. Plazma MDA düzeyleri kontrol grubuna göre; UVA grubunda, UVA+mısır yağı grubunda, UVA+CoQ10 grubunda ve UVA+ALA+CoQ10 grubunda anlamlı olarak düşüktü. UVA grubuna göre plazma MDA düzeyleri; kontrol grubunda anlamlı olarak yüksekti. Karaciğer (KC) MDA düzeyleri kontrol grubuna göre; UVA grubunda ve UVA+mısır yağı grubunda anlamlı olarak yüksekti. UVA grubuna göre karaciğer MDA düzeyleri; kontrol grubunda, UVA+CoQ10 grubunda, UVA+ALA grubunda, UVA+ALA+CoQ10 grubunda anlamlı olarak düşüktü. Deri MDA düzeyleri kontrol grubuna göre; UVA+ALA grubunda anlamlı olarak yüksekti. UVA grubuna göre deri MDA düzeyleri; UVA+CoQ10 grubu ve UVA+ALA grubunda anlamlı olarak yüksekti. KC GSH düzeyleri kontrol grubuna göre; UVA+mısır yağı grubunda, UVA+CoQ10 grubunda, UVA+ALA grubunda ve UVA+ALA+CoQ10 grubunda anlamlı olarak yüksekti. UVA grubuna göre KC GSH düzeyi; UVA+CoQ10 grubunda anlamlı olarak yüksekti. Eritrosit KAT değerleri kontrol grubuna göre; UVA+mısır yağı ve UVA+CoQ10 gruplarında anlamlı olarak düşüktü. KC KAT düzeyi kontrol grubuna göre; UVA grubu ve UVA+mısır yağı grubunda anlamlı olarak yüksekti. UVA grubuna göre KC KAT düzeyi; kontrol grubunda, UVA+ALA grubunda ve UVA+ALA+CoQ10 grubunda anlamlı olarak düşüktü. UVA grubuna göre deri KAT düzeyleri; UVA+CoQ10 ve UVA+ALA gruplarında anlamlı olarak arttı. Sonuç olarak, UVA’ya maruz kalan sıçanların KC dokusunda artmış MDA düzeyleri, KC dokusunda azalmış GSH düzeyleri, deride azalmış KAT düzeyleri bize UVA’nın oksidatif strese neden olduğunu göstermektedir. Bu oksidatif stresi önlemede ya da iyileştirmede CoQ10 ve ALA’nın yararlı olabileceğini düşünüyoruz.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-01-31T06:22:43Z
No. of bitstreams: 1
458650.pdf.pdf: 1743911 bytes, checksum: d4762fc7d1ff8f9b3f0f19a2fcbeff81 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/openAccess
UVA
Ultraviyole a ışığının oluşturduğu oksidatif koenszim q10 ve alfa lipoik asit’in koruyucu etkisi
masterThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1020
2017-06-06T00:00:36Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Kanbak, Güngör
Karımkhanı, Hadı
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya
2017-06-05T06:36:06Z
2017-06-05T06:36:06Z
2016-01
2016
http://hdl.handle.net/11684/1020
Dünyada mortalite ve morbidite nedenlerinin içerisinde ilk sırada yer
alan iskemik kalp hastalığı, sıklıkla koroner arterlerin ateromatöz plakla
daralması veya tıkanması sonucu meydana gelir ve bu nedenle koroner arter
hastalığı olarak isimlendirilir. Kardiyovasküler hastalıklar gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkelerde görülen ölümlerin başlıca sebeplerinden birisidir.
Kardiyovasküler hastalıklar içinde en sık görüleni miyokard infarktüsü
(MI)'dür. MI, yetersiz doku perfüzyonundan kaynaklanan uzamış iskemi
sonucu meydana gelen geri dönüşümsüz miyokard hücre hasarı ve
nekrozudur.
Çalışmamızda Spraque-Dawley cinsi erkek sıçanlar kullanıldı. Sıçanlar
Kontrol, MI, MI+Borik asit, MI+Omega-3 ve MI+Borik asit+Omega-3 grubu
olmak üzere 10’ar adet sıçandan oluşan 5 gruba ayrıldı. Kontrol grubuna 2 ml
serum fizyolojik; Borik asit gruplarına 100 mg/kg/gün Borik asit ve Omega-3
gruplarına ise 800 mg/kg/gün Omega-3 28 gün süre ile gavaj yoluyla verildi.
MI modeli için Borik asit ve/veya Omega-3 kullanımı uygulamasının son iki
gününde (26. ve 27. Günde) İsoproterenol-HCl (ISO) 24 saat aralıklarla iki
kez 200 mg/kg dozda subkutan olarak uygulandı. İkinci ISO dozundan 12
saat sonra sıçanlara anestezi uygulandı. Anestezi ile uyutulan sıçanlarda,
spontan solunum altında, Bilgisayarlı Biopar Marka MP100 Model Veri
değerlendirme ve Kayıt sistemi kullanılarak EKG ölçümleri yapıldı ve D-II
kayıtları kullanıldı.
MI grubunun kontrol grubuna kıyasla serumlarında CK-MB (p<0,001),
BNP (p<0,001), TNF-𝛼��������� (p<0,01) düzeylerinin yükseldiği görülmüştür. Kalp
dokusunda biyokimyasal metotlarla ölçülen kalpain aktivasyonu (p<0,01),
MDA’nın (p<0,001) arttığı, PON1’nın (p<0,05) düştüğü görülmüştür. EKG
incelemesi sonucunda ise ST dalgası (p<0,001) ve kalp atışının (p<0,001)
yükseldiği görülmüştür. Bu testlerin, MI+Borik asit, MI+Omega-3 ve
MI+Borik asit+Omega-3 grubu sonuçları MI grubu ile mukayase edildiğinde
iyileşme saptanmıştır. Ayrıca ışık mikroskopu ve TEM görüntüleri ile yapılan
histolojik inceleme sonucunda MI+Borik asit, MI+Omega-3 ve MI+Borik
asit+Omega-3 grubunun, MI grubuna kıyasla çok daha belirgin iyileşme
gösterdiği gözlenmiştir.
Omega-3, Borik asit ve bunların kombine uygulamasında MI’nın hücresel
hasarını belirgin biçimde azalttığı sonucuna varılmıştır.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-05-31T06:16:35Z
No. of bitstreams: 1
10099931.pdf: 17509075 bytes, checksum: f8a1007beb5c85caa3429579bac11cc3 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/openAccess
Miyokard İnfarktüsü
Deneysel akut miyokard infarktüsü modelinde borik asit kullanımı ve omega-3 yağ asidi tüketiminin miyokard dokusu üzerine olan etkilerinin araştırılması
doctoralThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1050
2017-07-13T00:00:38Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Kanbak, Güngör
Özkoç, Mete
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya
2017-07-12T05:25:34Z
2017-07-12T05:25:34Z
2016
2016
http://hdl.handle.net/11684/1050
Dünyada yaygın olarak kullanılan analjezik ve antipiretiklerin başında Parasetamol (PARA) gelmektedir. Özellikle hamilelikteki orta ve hafif şiddetli ağrılarda önerilebilmesi en muhtemel ağrı kesicidir. PARA’nın başta karaciğer ve böbrek gibi dokularda oluşturabileceği toksisite bilinmektedir. Çalışmamızda uzun dönem PARA uyguladığımız hamile ratların yeni doğan yavrularındaki hepatotoksisite ve nefrotoksisitede antioksidan özellikli Betainin koruyucu rolünü araştırdık.
Çalışmamızda; Kontrol, PARA ve PARA+Betain grupları oluşturduk. Gruplardaki annelere sperm gözlemlendiği günün ertesi gününden başlayarak doğumun olacağı güne (ortalama 21 gün) kadar maddeleri gavaj yolu ile uyguladık. Kontrol grubu için 2 ml serum fizyolojik (%0,09 NaCl çözeltisi), PARA grubu için 30 mg/kg/gün Parasetamol, PARA+Betain grubu için sırasıyla 30 mg/kg/gün ve 800 mg/kg/gün Betain uygulandı. Doğumun olduğu gün yeni doğan yavrular eter altında bayıltıldıktan sonra dekapite edilmiştir. 8 adet yavrunun böbrek ve karaciğer dokusunda MDA (malondialdehit), GSH (redükte glutatyon), NO (nitrik oksit), PON (paraoksanaz) ve ARE (arilesteraz) ölçümleri ve 5 adet yavrunun karaciğer ve böbrek örneklerinde ise histolojik çalışmalar yapılmıştır.
Biyokimyasal bulgularımız, Parasetamolun; karaciğer ve böbrek MDA ve NO düzeylerinde anlamlı bir artışa sebep olduğunu, GSH düzeylerinde belli bir oranda düşüşün olduğunu ancak anlam ifade etmediğini, PON aktivitesinin ise anlamlı düzeyde düştüğünü ve buna karşılık karaciğer ve böbrek ARE aktivitelerinde düşüşün olduğunu ancak anlam ifade etmediğini gösterdik. MDA ve NO düzeylerindeki anlamlı artışın ve PON düzeylerindeki anlamlı düşüşün karaciğer ve böbrekte oluşan toksisitenin varlığından söz etmemize yardımcı olmaktadır. Histolojik bulgularımız ise biyokimyasal parametrelerimizi destekler niteliktedir.
Uzun dönem terapötik dozda Parasetamol uygulanan grupta oluşan hepatotoksisite ve nefrotoksisiteye karşı uyguladığımız antioksidan özellikli ve iyi bir metil donörü olup hücre içi trans sülfürasyon reaksiyonlarında önemli bir basamağa sahip olan Betainin toksisiteyi bir miktar engelleyebileceğini hem biyokimyasal parametreler hem de histolojik bulgular yardımı ile araştırdık.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-07-03T10:49:47Z
No. of bitstreams: 1
10048766.pdf: 2211461 bytes, checksum: db6c7540a5722334ef60c0084cf52723 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/openAccess
Parasetamol
Uzun dönem terapötik dozda parasetamol (asetaminofen) uygulanan hamile ratların yeni doğan yavrularının böbrek ve karaciğeri üzerinde betain’in olası koruyucu etkileri
masterThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1057
2017-07-13T00:00:39Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Kanbak, Güngör
Oğlakçı İlhan, Ayşegül
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya
2017-07-12T05:26:01Z
2017-07-12T05:26:01Z
2016-05
2016
http://hdl.handle.net/11684/1057
Alkol tüketimi ve alkolizm yüksek bir mortalite ve morbiditeye
sahip sağlık sorunlarına yol açmaktadır. Aşırı dozda alkol tüketimi
önemli bir kalp dokusu hasarı oluşturarak ani ölümlere neden
olmaktadır. Alkolün oluşturduğu kalp dokusu hasarının mekanizması
tam olarak bilinmese de reaktif oksijen türlerinin oluşumu,
asetaldehidin protein adduktları oluşturması, mitokondri
fonksiyonlarının değişmesi gibi sebeplerin kalp dokusuna zarar
verdiği düşünülmektedir.
Kardiyovasküler hastalıklar gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkelerde görülen ölümlerin başlıca sebeplerinden birisidir.
Kardiyovasküler hastalıklar içinde en sık görüleni de miyokart
infarktüsü (MI)’dür. MI, yetersiz doku perfüzyonundan kaynaklanan
uzamış iskemi sonucu meydana gelen geri dönüşümsüz miyokart
hücre hasarı ve nekrozudur.
Çalışmada MI’a bağlı apoptotik hücre ölümü üzerine kronik alkol
kullanımının etkisi ve kalpain inhibitörü-1 kullanımının rat kalp
dokusu üzerindeki koruyucu rolü biyokimyasal, histolojik ve
morfometrik olarak ortaya konulmaya çalışıldı. Çalışmamızda erkek
Wistar Albino cinsi ratlar kullanıldı. Ratlar kontrol, çözücü, alkol,
miyokart infarktüsü, alkol+miyokart infaktüsü ve alkol+miyokart
infarktüsü+inhibitör grubu olmak üzere 18’er rattan oluşan 6 gruba
ayrıldı. Rat kalplerinde miyokartiyal hasarın yol açtığı apoptozun
göstergesi olarak sitokrom c düzeylerinin kontrol grubu ile
karşılaştırıldığında alkol, MI ve alkol+MI gruplarında (p<0,001) ve
kaspaz 3 düzeylerinin alkol (p>0,05), MI (p<0,001) ve alkol+MI
(p<0,001) gruplarında istatiksel olarak artmış olduğu, sitokrom c
salınımında rol oynayan mitokondriyal kardiyolipin içeriğinin alkol,
MI ve alkol+MI gruplarında azalmış olduğu (p<0,001) ve apoptozun
tetiklenmesinde rol aldığı bilinen sistein proteazlardan kalpain
düzeylerinin arttığı ve bu artışın istatiksel olarak anlamlı olmadığı
(p>0,05) bulundu. Alkol+MI grubu ile karşılaştırıldığında inhibitör
grubunda kalpain düzeyleri (p<0,05), kaspaz düzeyleri (p<0,001) ve
sitokrom c düzeylerinin (p<0,001) azaldığı, kardiyolipin içeriğinin
(p<0,001) arttığı görülmüştür. MI göstergesi olarak EKG
(elektrokardiyogram) ölçümleri yapıldı ve kan serumlarında kreatin
kinaz MB (CK-MB) düzeyleri ölçüldü. Serum CK-MB enziminin kontrol
grubuna göre MI (p<0,001), alkol (p<0,001) ve alkol+MI
gruplarında (p<0,05) arttığı ve inhibitör grubunda MI grubuna göre
düşme (p<0,05) olduğu gözlendi. Histolojik özellikler ve doku
hasarının incelenmesi sonucu, alkolün tek başına sadece hemoraji ve ödem bulgularında arttırıcı etkisi gözlendi. MI ise tüm histopatolojik
kriterler açısından ciddi hasar yaratmıştı. Alkolün MI ile birlikte bu
hasarları biraz daha arttırdığı gözlendi. Alkol+MI grubuna kalpain
inhibitörü ile tedavi uygulandığında, kalpain inhibitörünün
istatistiksel olarak sadece miyokartiyal fragmentasyon ve çizgilenme
kaybında azalmaya yardımcı olduğu, diğer histopatolojik kriterler
açısından ise anlamlı olmayan, ancak iyileşmeye yardımcı olabilecek
bir ajan olduğu izlendi. Morfometrik inceleme sonucu, alkol ve MI ile
artan infarkt alanı yüzdesi alkol+MI grubunda çok daha fazlayken,
alkol+MI+kalpain inhibitör grubunda azalmıştır.
Sonuç olarak MI’a bağlı apoptotik hücre ölümü üzerine kronik
alkol kullanımının etkisinin hücre ölümünü tetikleme kapasitesine
sahip olduğu, biyokimyasal, histolojik ve morfometrik incelemeler
sonucu kalpain inhibitörünün apoptozu azaltabileceği bulundu.
Kalpain inhibitörü 1’in alkol ve MI nedeniyle oluşan miyokartiyal
apoptozu ortadan kaldırabilecek terapotik yaklaşımlara katkı
sağlayabileceğini düşünmekteyiz.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2017-07-04T07:33:03Z
No. of bitstreams: 1
10072106.pdf: 4519875 bytes, checksum: 66096e8e44826346345fcd118e9b15ac (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/openAccess
Alkol
Ratlarda isoproterenol ile oluşturulan kalp krizi modelinde kronik alkol kullanımının miyokardiyal apoptoz üzerine etkisi ve kalpain inhibitörü 1’in (N-asetil-lösin-lösin-norlösinal) kardiyoprotektif rolünün araştırılması
doctoralThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1486
2018-04-18T00:00:51Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Akyüz, Fahrettin
Erkmen, Tuğba
TR237492
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya
2018-04-17T05:21:31Z
2018-04-17T05:21:31Z
2017
2017
http://hdl.handle.net/11684/1486
Diklofenak analjezik, antipiretik ve antiinflamatuvar etkilerinden dolayı dünyada reçeteli ve reçetesiz olarak en çok kullanılan nonsteroidal antiinflamatuvar ilaçlardan biridir. Yaygın kullanımı sebebiyle diklofenak kaynaklı idiyosenkratik hepatotoksisite vakaları sıkça görülebilmektedir. Lipoik asit, sülfidril grupları sayesinde oksidatif strese karşı korunmayı sağlayan doğal bir antioksidandır. Çalışmamızda, yetişkin sıçanlarda akut diklofenak ile indüklenen oksidatif stres kaynaklı karaciğer hasarına karşı lipoik asidin koruyucu ve tedavi edici etkisini ve transsülfürasyon yolağının bu mekanizmadaki rolünü incelemeyi amaçladık.
Çalışmamız sadece taşıyıcı çözeltiyi (%5 DMSO) intraperitonal (ip) yolla uyguladığımız kontrol grubu, lipoik asit (25mg/kg/gün, ip) uyguladığımız LA grubu, diklofenak (200mg/kg, ip) uyguladığımız DF grubu, diklofenak (200mg/kg, ip) ile indüklenen karaciğer hasarına karşı lipoik asidin (25mg/kg/gün, ip) koruyucu etkisini incelediğimiz LA+DF grubu ve yine diklofenak (200mg/kg, ip) ile indüklenen karaciğer hasarına karşı lipoik asidin (25mg/kg/gün, ip) tedavi edici etkisini incelediğimiz DF+LA grubu olmak üzere beş gruptan oluşan, beş gün süren bir deney modelini içermektedir. 6. gün gruplardaki tüm hayvanlar anestezi altında ekssanguinasyon (kanatma veya yüksek miktarda kan alma) yöntemiyle sakrifiye edildi ve laboratuvarlarımızda serumda aspartat aminotransferaz (AST), alanin aminotransferaz (ALT), alkalen fosfataz (ALP), total bilirubin (T.Bil), direkt bilirubin (D.Bil) ve karaciğer dokusunda malondialdehit (MDA), katalaz (CAT), glutatyon (GSH), homosistein (Hcy) düzeyleri ölçüldü. Ayrıca karaciğer dokusunun histolojik incelemeleri de gerçekleştirilmiştir.
Sonuçlarımız, diklofenak uygulanması sonucu karaciğer hasarında önemli klinik belirteçler olan serum AST, ALT, T.Bil, D.Bil düzeylerindeki artışın hepatik MDA düzeylerindeki artış ile paralel olduğunu; buna karşılık hepatik GSH ve CAT düzeylerinde düşüş yaşandığını göstermektedir. Bu tablo diklofenak kaynaklı oksidatif stresin neden olduğu karaciğer hasarından söz etmemize olanak sağlamaktadır. Lipoik asidin gelişen hasara karşı koruyucu etkisini incelediğimiz LA+DF grubunda ise AST, ALT, T.Bil, D.Bil, MDA değerlerinin DF grubuna göre belirgin bir şekilde düştüğünü ve Hcy düzeylerindeki azalmayla birlikte GSH seviyelerinin belirgin bir şekilde yükseldiğini gözlemledik. Ayrıca CAT aktiviteleri, kontrol grubu düzeylerine ulaşarak iyileşme göstermiştir. Elde ettiğimiz histolojik bulgular da biyokimyasal bulgularımızla örtüşmektedir. DF+LA grubunda, biyokimyasal ve histolojik olarak belirgin bir iyileşme gözlenmemiştir. Çalışmamız, diklofenak kaynaklı oksidatif stresin neden olduğu karaciğer hasarına karşı lipoik asidin antioksidan özelliği ve homosisteinden transsülfürasyon yolağı aracılığıyla GSH sentezini indüklemesi sebebiyle hepatoprotektif etkilerinin olabileceğini göstermiştir.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2018-04-05T07:30:21Z
No. of bitstreams: 1
10163957.pdf: 2712145 bytes, checksum: a18153aa15812962d32a60bd66ddec11 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/openAccess
Diklofenak
Diklofenak sodyum kaynaklı oksidatif stresin neden olduğu hepatotoksisite üzerine alfa lipoik asidin koruyucu etkisi
masterThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1511
2018-05-09T00:00:33Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Alataş, Özkan
Can, Betül
TR135246
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya
2018-05-08T05:30:06Z
2018-05-08T05:30:06Z
2017
2017
Can, B. Deneysel Serebral İskemi-Reperfüzyon Modelinde Mannitol ve Conivaptan Tedavisinin Beyin Ödemi ve Nöroinflamasyon Üzerindeki Etkilerinin Karşılaştırılması. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Biyokimya Programı, Doktora Tezi, Eskişehir, 2017.
http://hdl.handle.net/11684/1511
Amaç ve Kapsam: Serebral kan akışının kritik eşik değerin altına düşmesi ile ortaya çıkan beyin iskemisi sırasında ve reperfüzyon sürecinde meydana gelen hücresel ve metabolik değişiklikler, beyinde geri döndürülemeyen fonksiyon bozukluklarına neden olmaktadır. Bu süreç, Kan Beyin Bariyeri yıkımı ve artan beyin ödemi ile daha da komplike hale gelmektedir. Buna eşlik eden Antidiüretik hormon salgılanmasındaki artış, beyin hasarını ve ödemini şiddetlendirmektedir. Bu nedenle, beyin ödemi inme hastalarında en yıkıcı komplikasyonlardan biridir. Beyin su içeriği yüzdesindeki küçük azalmalar dahi prognoza olumlu yönde etki gösterebilir. Bu bakımdan, özellikle akut evrede, ödemi kontrol altına alabilmek, beyin dokusunun ileri düzey hasarlardan korunmasında ve iyi klinik sonlanım bakımından büyük bir önem taşımaktadır. Bu çalışmada, beyin ödemi oluşumu için uygun bir serebral iskemi-reperfüzyon modeli oluşturularak; diüretik bir ajan olan Mannitol'ün ve akuaretik bir ADH reseptör antagonisti olan Conivaptan'ın, post-iskemik beyin hasarı, nöroinflamasyon ve beyin ödemi oluşumu üzerine akut dönemdeki etkileri arasındaki farklılığın araştırılması amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: Çalışmada 58 adet Sprague Dawley sıçan kullanıldı. Kontrol (n=10), İskemi/Reperfüzyon (n=12), Mannitol Tedavi (n=12), Conivaptan Tedavi-1 (n=12) ve Conivaptan Tedavi-2 (n=12) olmak üzere beş grup oluşturuldu. Kontrol haricindeki tüm gruplarda, bilateral a.carotis communis 30 dakika süreyle klemplendi. Reperfüzyon ile birlikte, juguler venden ilgili gruplara 30 dakika süreyle Serum fizyolojik, Conivaptan ve Mannitol tedavisi uygulandı. Tedavi etkisi, reperfüzyondan 6 saat sonra alınan kan ve beyin dokusu örneklerinde biyokimyasal ve histolojik analizler yardımıyla değerlendirildi. Serum örneklerinde Na+, K+, Cl-, antidiüretik hormon, progranulin, Tümör nekroz faktör alfa, İnterlökin-15, İnterlökin-35, Nöron spesifik enolaz, Miyeloperoksidaz aktivitesi, Albumin ve Ozmolalite ölçüldü. Doku örneklerinde beyin su içeriği hesaplandı; Frontal korteks ve hipokampüs kesitlerinde histolojik incelemeler için Hematoksilen-Eosin ve TUNEL boyama işlemleri uygulandı. Veri analizleri, SPSS 21.0 paket programı ile yapıldı.
Bulgular: Biyokimyasal ve histolojik bulgular doğrultusunda, iskemi/reperfüzyon grubunda post-iskemik serebral hasar ve ödem meydana geldiği tespit edildi. Doza bağlı olarak Conivaptan'ın doku hasarının önlenmesi, inflamasyonun kontrollü sürdürülebilmesi ve beyin hidromineral dengesinin sağlanabilmesinde Mannitol'e göre daha etkili olabileceği görüldü.
Sonuç: Serebral iskemi-reperfüzyon hasarına ve ödeme karşı, Conivaptan tedavisinin, klinikte kabul gören ancak ciddi yan etkileri olabilen Mannitol'e göre, akut dönemde doza bağlı olarak daha etkili olduğu sonucuna ulaşıldı.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2018-04-18T08:07:35Z
No. of bitstreams: 1
10163165.pdf: 4261373 bytes, checksum: 2ebb7f4fd64cfbba97b56f6d72870967 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/openAccess
İnme
Deneysel serebral iskemi-reperfüzyon modelinde mannitol ve conıvaptan tedavisinin beyin ödemi ve nöroinflamasyon üzerindeki etkilerinin karşılaştırılması
doctoralThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1643
2019-01-31T01:07:15Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Alataş, Özkan
Canik, Ağgül
TR58217
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya
2019-01-30T08:19:29Z
2019-01-30T08:19:29Z
2017
2017
Canik, A. Sağlıklı Adolesanlarda Bilirubin Düzeyleriyle; Okside LDL Düzeyleri, Metabolik, İnflamatuar Parametreler Ve Karotis İntima Media Kalınlığı Arasındaki İlişkinin İncelenmesi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı Tıpta Uzmanlık Tezi, Eskişehir, 2017.
http://hdl.handle.net/11684/1643
Bilirubinin antioksidan, antiinflamatuar özelliklerinin olduğu ve kardiyovasküler hastalıkların (KVH) en önemli nedeni olan ateroskleroz gelişim riskini azaltabileceği birçok çalışmada belirtilmiş olup çalışmamızda serum bilirubin düzeyleri ile ateroskleroz ile ilişkili bazı kardiyometabolik parametreler ve aterosklerozun öngörücüsü karotis intima media kalınlığı (KİMK) arasındaki ilişkinin çocuklarda incelenmesi amaçlanmıştır. Çalışmaya 14-17 yaş aralığında 250 sağlıklı çocuk alınmıştır. Laboratuvar testleri olarak total bilirubin (TB), direkt bilirubin (DB), okside düşük yoğunluklu lipoprotein (Oks-LDL), hsCRP (yüksek duyarlılıklı C-reaktif protein), tümör nekrozis faktör alfa (TNFα), lipid profili, insulin düzeyleri çalışılmış, direkt bilirubin (DB), yüksek dansiteli lipoprotein dışı kolesterol (non-HDL-K) düzeyleri ve insulin direnci göstergesi olan Homeostasis Model Of Assessment-İnsülin Resistance (HOMA-IR), apolipoprotein B/ apolipoprotein A1 (Apo B/Apo A1) değerleri hesaplanmıştır. Çalışma kriterlerine uyan 226 çocuğun bilirubin düzeyleri ile bahsedilen parametreler arasındaki ilişki incelenmiştir. Bilirubin düzeyleri ile KİMK arasındaki ilişki ise 145 çocukta incelenmiştir. TB düzeylerinin hsCRP, trigliserit (TG), yüksek dansiteli lipoprotein kolesterol (LDL-K), non-HDL-K, Apo B, insulin düzeyleri ve Apo B/Apo A1, HOMA-IR değerleri ile arasında anlamlı negatif yönde ilişki, düşük dansiteli lipoprotein kolesterol (HDL-K) düzeyi ve sistolik kan basıncı (SKB) değeri arasında ise anlamlı pozitif yönde ilişki olduğu saptanmıştır. Oks-LDL, TNFα, glukoz düzeyleri ile arasında ise bir ilişki bulunmamıştır. TB, DB, İB düzeyleri ile KİMK arasında da anlamlı ilişki görülmemiştir. Çalışmamızda bilirubin ile KVH gelişimi açısından önemli birçok parametre arasında anlamlı ilişki bulunmuş olup bu konunun aydınlatılması için daha fazla sayıda çalışmaya ihtiyaç olduğu düşünülmüştür.
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2018-06-12T08:47:29Z
No. of bitstreams: 1
10162093.pdf: 1446253 bytes, checksum: baf28e0fcd18accf06dd71e767d10b99 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/openAccess
Bilirubin
Sağlıklı adolesanlarda bilirubin düzeyleriyle, okside LDL düzeyleri, metabolik, inflamatuar parametreler ve karotis intima media kalınlığı arasındaki ilişkinin incelenmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/1801
2021-03-05T01:00:24Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Çolak, Ömer
Selbes, Yeşim Somay
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Biyokimya Anabilim dalı
2021-03-04T07:48:43Z
2021-03-04T07:48:43Z
2005
2005
http://hdl.handle.net/11684/1801
Kalbi korumaya yönelik birçok yaklaşım geliştirilmesine rağmen, iskemi-reperfüzyon hasarı halen koroner bypass cerrahisi uygulanan hastalarda morbidite ve mortalitede önemli rol oynamaktadır. Koroner arter bypass cerrahisi (KABC) sırasında görülen miyokardiyal iskemi-reperfüzyon hasarını en aza indirmek amacıyla yapılan çalışmalar, tekniğin uygulamaya başlandığı ilk yıllardan beri önemini yitirmeden devam etmektedir.
Bu çalışma; KABC sırasında Brain Natriüretik Peptid (BNP) ve Matriks Metalloproteinaz (MMP-9) düzeylerine bakılarak mitokondriyal fonksiyonları koruyucu ve antioksidan özelliği bilinen nebivololun miyokardiyal iskemi-reperfüzyon hasarına ne derecede etkili olduğunu araştırmak amacıyla yapıldı.
Koroner arter hastalığı nedeniyle gelen ve açık kalp cerrahisi tekniğiyle koroner arter bypass cerrahisi planlanan 30 hasta, nebivolol ve kontrol grubu olarak ayrıldı. Nebivolol grubuna preoperatif 7 gün boyunca nebivolol verilirken, kontrol grubuna nebivolol veya başka bir β- bloker verilmedi. Gruplar arasında yaş, cins, diabetes mellitus, hipertansiyon, eski MI, preoperatif ekokardiyografik ejeksiyon fraksiyonu ve kardiyak indeks açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktu. Miyokardiyal hasarı değerlendirmek amacıyla intraoperatif ve erken postoperatif dönemde alınan kan örneklerinde, kardiyovasküler yapılanma sürecinde rol oynayan BNP ve MMP-9 düzeyleri incelendi.
Bu çalışmada anestezi indüksiyonu sırasında alınan kan örneklerinde, nebivolol grubundaki BNP ve MMP-9 değerleri kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşüktü ( p<0,05). Kross klemp kaldırıldıktan 2, 6, 12 ve 24 saat sonra alınan kan örneklerinde BNP ve MMP-9 düzeylerinde, gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktu (p>0,05)
Kontrol ve nebivolol gruplarının BNP ve MMP-9 düzeyleri örnek alım zamanlarına göre kendi aralarında karşılaştırıldığında; BNP düzeyleri kross klemp kaldırıldıktan 6 saat sonrasına kadar değişmeden kalırken, kross klemp kaldırıldıktan 12 ve 24 saat sonra anlamlı olarak artış göstermiştir (Sırasıyla p<0,05 , p<0,01). MMP-9 düzeyleri ise kross klemp kaldırıldıktan 2 saat sonra anlamlı olarak artış gösterdi ve kross klemp kaldırıldıktan 6 saat sonra düşmeye başladı. Kross klemp kaldırıldıktan 24 saat sonra preoperatif düzeylerine yaklaştı (p<0,001).
Çalışmaya dahil edilen hastalar MI geçirip geçirmemesine göre gruplandırıldı. MI geçiren grubun preoperatif BNP düzeyleri MI geçirmeyen gruba göre anlamlı şekilde yüksek bulundu ( p<0,05). Preoperatif MMP-9 düzeylerinde ise gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmadı (p>0,05).
Yapılan çalışma sonucunda BNP düzeyinin koroner arter bypass cerrahisi sırasında oluşan ventrikül hasarı için bir fikir verebileceği ve MMP-9 aktivitesinin miyokardiyal iskemi-reperfüzyon hasarının derecesini yansıtabileceği yönünde bir sonuç elde edildi. Ayrıca KABC uygulanan hastalarda, preoperatif verilen nebivololun iskemi-reperfüzyon hasarının azalmasında anlamlı bir etki göstermediği sonucuna varıldı.
Submitted by ÖNDER GÜNGÖR (g1063) on 2021-01-26T11:44:58Z
No. of bitstreams: 1
tez.doc: 706560 bytes, checksum: 1943a81ca2f9087397ba1d475c182323 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/openAccess
Kabc
Koroner Arter Bypass Cerrahisi (Kabc) Uygulanan Hastalarda Brain Natriüretik Peptid (Bnp) ve Matriks Metalloproteinaz -9 (Mmp-9) Düzeylerinin Ölçümü ve Nebivololün Etkisi
masterThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3125
2022-06-11T00:00:45Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Alataş, Özkan
Tutar, Semiha
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı
2022-06-10T13:00:29Z
2022-06-10T13:00:29Z
2006
2006
http://hdl.handle.net/11684/3125
Doku hasarı veya vücudun patojen mikroorganizmalar tarafından
hücuma ugraması, organizmada lokal ve sistemik olaylar olusturmaktadır.
Zedelenmeye karsı olusan bu cevaba inflamasyon denir. nflamasyon,
aterosklerotik hastalıklar, romatoid artrit ve myokard infarktüsü
patofizyolojisinde önemli rol oynar.
nflamasyon mediatörlerinin etkisiyle kızarıklık, sislik, ısı artısı, agrı
ve fonksiyonlarda azalma semptomları olusmaktadır.
Biz bu çalısmada dogum sekline göre (vajinal dogum n: 27, sezeryan
dogum n: 36) yenidogan serumlarında, inflamasyon markerlarından interlökin-8
(IL-8), high sensitif C-reaktif protein (hsCRP) ve miyeloperoksidaz (MPO)
düzeylerini çalıstık.
IL-8 ve hsCRP düzeyleri gruplara göre farksızdı. Vajinal yolla dogan
bebeklerde MPO düzeyleri, sezeryanla doganlara göre yüksekti.
Sonuç olarak inflamasyon markerlarının dogum sekline göre farklılık
gösterebilecegi bulunmustur. Bu mekanizmaların daha iyi anlasılabilmesi için
daha ileri çalısmalara gerek vardır.
Submitted by ÖNDER GÜNGÖR (g1063) on 2021-02-01T12:24:20Z
No. of bitstreams: 1
semiha_tutar_özet_tr.pdf: 16300 bytes, checksum: 076dd9f73c3395c209236d5da9628472 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/openAccess
İnflamasyon
Yenidoğanda İnflamasyon Markerları
masterThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2083
2021-03-12T01:01:58Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Alataş, Özkan
Nusret Alp, Onataslan
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı
2021-03-11T10:51:51Z
2021-03-11T10:51:51Z
2006
2006
http://hdl.handle.net/11684/2083
Akciger kanseri, ülkemizde ve birçok ülkede genel ölüm nedenleri arasında kalp
hastalıklarından sonra gelmesi ve gittikçe artan insidansı sebebiyle çok ciddi bir saglık
sorunudur. Günümüzde bu saglık sorunu ile ilgili birçok arastırma yapılmakta ve problem
farklı yönleriyle ele alınmaktadır.
Akciger kanseri tedavisi arastırmalarında ele alınan yaklasımlardan biri de,
tümöral olusumu destekleyen en önemli faktör olan yeni damar olusumlarını ve bu
olusumlara sebep olan çesitli mediatörleri incelemek ve bu moleküllerin arastırılması ile
kanser tablosundaki rollerini belirleme amacı güder.
Bu çalısmada insülin-benzeri büyüme faktörü-1 (IGF-1), insülin-benzeri büyüme
faktörü baglayıcı protein-3 (IGFBP-3), bazik-fibroblast büyüme faktörü (bFGF), vasküler
endotelyal büyüme faktörü (VEGF), transforme edici büyüme faktörü-beta (TGF-beta
yada TGF- ) ve tümör nekroz faktör–alfa (TNF-alpha yada TNF- ) düzeylerinin,
olusturulan akciger kanserli hasta grubunda ölçülmesi ve saglıklı kontrol grubuyla
karsılastırılması amaçlandı.
Serum VEGF düzeyleri hasta grubunda, saglıklı kontrol grubuna göre anlamlı
sekilde yüksek bulundu (p<0.001).
Serum TGF-beta düzeyleri hasta grubunda, saglıklı kontrol grubuna göre anlamlı
sekilde yüksek bulundu (p<0.001).
Serum TNF-alfa düzeyleri hasta grubunda, saglıklı kontrol grubuna göre anlamlı
sekilde yüksek bulundu (p<0.001).
IGF-1, IGFBP-3 ve bFGF düzeyleri bakımından akciger kanserli grupta saglıklı
kontrol grubuna karsı anlamlı istatistiksel bir fark gözlenemedi (p>0.05).
Bu bulgular, konu hakında yapılan diger benzer çalısmalar göz önüne alındıgında,
akciger kanserli hastalarda VEGF, TGF-beta ve TNF-alfa’nın artmıs düzeylerini
dogrulamakta ve ileride bu faktörlerin degerlerinin tanısal belirteç olabilecegi kanısını
güçlendirmektedir.
IGF-1, IGFBP-3 ve bFGF düzeylerinin ölçümler sonucu çıkan degerleri ise bu
faktörlerin miktarlarının akciger kanserinde göze çarpan bir degisiklik göstermedigini
ortaya koysa da bu çalısma, gerek IGF-1 ve IGFBP-3, gerekse VEGF ve bFGF hakkında
daha genis çalısmaların yapılması gerekliligine isaret etmektedir.
Submitted by ÖNDER GÜNGÖR (g1063) on 2021-02-02T08:29:32Z
No. of bitstreams: 1
nusret_alp_onataslan_tez.pdf: 574861 bytes, checksum: 9c8edce1f4d3b44a3c7872f1b9b4e2dd (MD5)
eng
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/openAccess
Akciger Kanseri
Akciğer kanserinde büyüme faktörleri
masterThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3455
2022-06-23T00:00:32Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Kanbak, Güngör
Söğüt, İbrahim
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Biyokimya Anabilim Dalı
2022-06-22T06:22:29Z
2022-06-22T06:22:29Z
2008
2008
http://hdl.handle.net/11684/3455
Bu çalısmada, degisik dozlarda etanol ve aspirinin birlikte kullanımının rat beyin
sinaptozomları üzerine olan in vitro etkisi ve betainin olası koruyucu yolu arastırıldı. Bu
amaçla yirmi bir adet Spraque Dawley cinsi erkek albino rat dekapite edilerek
öldürüldü. Frontal korteksleri (ön beyin) alındıktan sonra her ön beyin dört parçaya
bölündü. Bu doku örneklerinden on dört grup olusturuldu ve her bir grup altı adet ön
beyin parçası içeriyordu (n=6). Sinaptozomal fraksiyonlar ön beyin parçalarının
homojenizasyon ve santrifüj asamaları sonrasında elde edildi. Etanol (50, 100, 200mM),
aspirin (100μg/ml) ve betainin (0,5, 1mM) varlıgında inkübe edilen sinaptozamal
fraksiyonlarda siyalik asit (SA) ve nitrik oksit (NO) düzeyleri ile adenozin deaminaz
(ADA) aktiviteleri ölçüldü.
Farklı akut dozlarda in vitro olarak uygulanan etanol doza baglı olarak rat beyin
sinaptozomları üzerinde nörotoksik etki göstermektedir. 100mM ve 200mM dozlarda
uygulanan etanol, SA parametresinde gösterildigi gibi sinaptozomal zarlarda hasar
yaratabilmektedir. 200mM dozda uygulanan etanol, NO ve ADA parametrelerinin
gösterdigi gibi fonksiyonel metabolik yollarda degisimlere sebep olmaktadır. Buna baglı
olarak zarda protein yapıdaki reseptör ve enzimlerin fonksiyonları bozulabilmektedir.
100μg/ml dozda aspirin, SA ve NO düzeylerinde herhangi bir degisiklige neden
olmamıstır. Etanol ile aspirin (100μg/ml) beraber uygulandıgı zaman olusan hasar
etanol dozuna baglı olarak SA ve NO düzeylerinde toksik etkiyi artırabilmektedir.
Betainin ise doza baglı olarak aspirin ile etanolün birlikte kullanımıyla artan
sitotoksiteyi azaltabilecegini düsünüyoruz.
Submitted by Ramazan Karayel (g1216) on 2021-03-05T08:21:52Z
No. of bitstreams: 1
ibrahim_sogut_tez.pdf: 1467807 bytes, checksum: 96a287d617fbb16b253afe5a26b05085 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/openAccess
Adenozin Deaminaz
Değişik dozlarda Etanol ve Aspirinin birlikte kullanımının rat beyin sinaptozomları üzerine olan in vitro etkisi ve Betain'in olası koruyucu rolünün araştırılması
masterThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3441
2022-06-22T00:00:32Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Erden İnal, Mine
Temel, Halide Edip
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Biyokimya Anabilim Dalı
2022-06-21T13:40:14Z
2022-06-21T13:40:14Z
2008
2008
http://hdl.handle.net/11684/3441
Alzheimer hastalığı temel olarak kolinesteraz metabolizmasındaki değişim ve
dejenerasyon ile ilişkilidir. Alzheimer hastalığının semptomatik tedavisinde kullanılan
acetylcholiesterase inhibitörlerinin, serbest radikal toksisitesinden hücreleri koruduğuna ve
antioksidan üretimini arttırdığına dair kanıtlar bulunmaktadır.
Bu tez çalışmasında 3 ay süresince, donepezil ve rivastigmin tedavisi alan Alzheimer
hastalarında kolinesteraz inhibisyonu ile oksidatif stres değişiminin incelenmesi
hedeflenmiştir.
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Polikliniği’nde Alzheimer
hastalığı tanısı konulan 13 hastaya (8 kadın, 5 erkek), rivastigmin, geri kalan 13 hastaya (8
erkek, 5 kadın) ise donepezil tedavisi başlandı. Kontol grubu ise 17 sağlıklı kişiden (9 erkek,
8 kadın) oluşturuldu.
Kontrol grubu ile tedavi öncesi ve sonrasında hasta grubundan elde edilen örneklerde;
asetilkolinesteraz, bütirilkolinesteraz, süperoksit dismutaz, katalaz, glutatyon peroksidaz
aktivitesi ve malondialdehit düzeyleri ölçüldü. Mini mental durum incelemesi yapıldı,
kognitif demans evrelendirilmesi ve günlük yaşam becerileri saptandı.
Çalışmamızda rivastigmin ve donepezil tedavisinin Alzheimer tanı gruplarında artmış
olarak saptadığımız malondialdehit düzeylerini anlamlı düzeyde azalttığı saptanmıştır.
Rivastigmin ve donepezil tedavisi, Alzheimer hastalarında azalmış olduğunu saptadığımız
eritrosit süperoksit dismutaz ve katalaz aktivitesini anlamlı düzeyde arttırmıştır. Rivastigmin
tedavisinin plazma bütirilkolinesteraz aktivitesini donepezil tedavisinin ise eritrosit
asetilkolinesteraz aktivitesini anlamlı düzeyde azalttığı saptanmıştır. Rivastigmin tedavisi
uygulanan hastaların günlük yaşam becerileri olumlu etkilenmiştir.
Çalışmamızdan elde ettiğimiz sonuçlar; rivastigmin ve donepezil tedavisinin
Alzheimer hastalığının semptomatik tedavisinde asetilkolin düzeylerini arttırarak kolinerjik
iletinin düzenlenmesine yardımcı olabileceğini ve aynı zamanda oksidatif stres üzerindeki
olumlu etkileri ile tedavinin etkinliğinin arttırılmasında rol oynayabileceğini göstermektedir.
Submitted by Ramazan Karayel (g1216) on 2021-03-05T08:26:36Z
No. of bitstreams: 1
halide_edip_temel_tez.pdf: 1592723 bytes, checksum: bed7cd8711e94276f8d10db55631962d (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/openAccess
Oksidatif Stres
Demanslı hastalarda asetilkolinesteraz aktivitesi ve oksidatif stresin asetilkolinesteraz enzim inhibitörleri ile değişimi
doctoralThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3725
2022-07-19T08:21:36Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Sütken, Emine
Tokman, Feride
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı
2022-07-19T08:21:36Z
2022-07-19T08:21:36Z
2009
2009
http://hdl.handle.net/11684/3725
Gebelikte sigara içimi, gebelik ile ilişkili mortalite ve morbidite için önlenebilir önemli bir risk faktörüdür. Gebelikte sigara içilmesi veya ortamdaki sigara dumanının solunması, fertiliteyi, fetüsün gelişmesini, gebeliğin her safhasını, doğumu, bebek sağlığını ve gelişimini etkileyebilmektedir.
Kontrol grubu (KG, n: 25) gebelikten önce ve gebelik sırasında sigara kullanmamış, gebe ve yenidoğanda herhangi komplikasyon bulunmayan vajinal doğum yapan, gebelikten önce ve gebelik esnasında sigara kullanmış, gebe ve yenidoğanda herhangi komplikasyon bulunmayan vajinal doğum yapan 50 gebe çalışmaya dahil edilmiştir. Gebelerin doğumdan önce venöz kan örnekleri ve doğumda kordon kan örnekleri alınmıştır. Sigara içen gebeler Hafif-Orta Sigara İçen Grup (HOSİG, n: 37, sigara : 7.64 adet / gün) ve Ağır Sigara İçen Grup (ASİG, n: 13, sigara: 20.38 adet / gün) olarak ayrılmıştır.
Bu çalışmada ASİG’un gebe malondialdehit (MDA) düzeyleri KG MDA düzeylerinden (P < 0.001) ve HOSİG’un MDA düzeylerinden yüksekti (P < 0.001). ASİG’un gebe E vitamini düzeyleri KG E vitamini düzeylerinden (P < 0.001) ve HOSİG’un E vitamini düzeylerinden düşüktü (P < 0.001). ASİG’un gebe homosistein (HCY) düzeyleri KG HCY düzeylerinden (P < 0.001) ve HOSİG’un HCY düzeylerinden yüksekti (P < 0.001). Gebe Kardiyak Troponin I (cTn-I) seviyelerinde istatistiksel fark bulunmadı.
ASİG’un kordon MDA düzeyleri KG MDA düzeylerinden (P < 0.001) ve HOSİG’un MDA düzeylerinden yüksekti (P < 0.001) ASİG’un kordon E vitamini düzeyleri KG vitamin E düzeylerinden (P < 0.001) ve HOSİG’un E vitamini düzeylerinden düşüktü (P < 0.001). ASİG’un kordon HCY düzeyleri KG HCY düzeylerinden (P < 0.001) ve HOSİG’un HCY düzeylerinden yüksekti (P < 0.001).
Kordon cTn-I seviyelerinde istatistiksel fark bulunmadı.
Sonuç olarak, gebelikte günde 20 adet ve üzeri sigara kullanımının gebe ve yenidoğan üzerindeki oksidatif stresin artışına neden olduğunu düşünmekteyiz.
Submitted by Mustafa Meteoğlu (g0682) on 2021-03-09T08:28:53Z
No. of bitstreams: 0
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/openAccess
Gebelik,
Sigara içen gebelerin kordon kanında kardiyak Troponin I, Homosistein, E Vitamini ve Malondialdehit düzeyleri
masterThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3727
2022-07-20T00:00:23Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Uslu, Sema
Özçelik, Eda
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı
2022-07-19T10:12:15Z
2022-07-19T10:12:15Z
2009
2009
http://hdl.handle.net/11684/3727
Metabolik sendrom, insülin direnci, bozulmuş glikoz toleransı, abdominal obezite, hipertansiyon ve dislipidemi ile karakterize, kardiyovasküler hastalık riskinin arttığı bir durumdur. Karbonhidrat ve lipid metabolizmasının düzenlenmesinde merkezi konumda bulunan kortizolün, metabolik sendromda oynadığı rolle ilgili olarak çok sayıda araştırma yapılmıştır. Bu araştırmaların merkezinde hipotalamik pitüiter adrenal aks, dolayısıyla kortizol ve adrenokortikotrop hormonu (ACTH) bulunmaktadır. Bir adrenal hormon olan dehidroepiandrosteron (DHEA) ve onun metaboliti olan dehidroepiandrosteron sülfat (DHEA-SO4) neredeyse tamamen adrenal korteks tarafından sekrete edilir ve obezite karşıtı bir hormon olduğu düşünülmektedir.
Bu çalışmada düşük doz dekzamethazon supresyon testi uygulanarak cushing sendromu ekarte edilen 35 metabolik sendromlu kadın hasta ve yaş, cinsiyet uyumlu 20 sağlıklı kontrol grubunda serum leptin düzeyleri ile ACTH, bazal kortizol ve DHEASO4 düzeylerini inceledik. Bu hormonların birbirleri, metabolik sendrom kriterleri ve rutin biyokimyasal parametreler arasındaki ilişkilerini araştırdık.
Çalışmamızda metabolik sendrom hasta grubunda kontrol grubuna göre serum leptin düzeyleri ve kortizol düzeyleri yüksek bulunurken, ACTH ve DHEA-SO4 düzeyleri düşük bulundu. Serum leptin düzeyleri ile metabolik sendrom kriterleri arasında pozitif, ACTH düzeyleri arasında negatif korelasyon bulmamıza rağmen, leptin ile bazal kortizol, DHEA-SO4 düzeyleri arasında korelasyon bulamadık.
Çalışmamızda, leptin düzeylerinin metabolik sendromlu hastalarda artış göstermesiyle, ACTH düzeylerinde bir inhibisyona neden olmuş olabileceğini düşünmekteyiz. Bunun dışında belki de ilk düşünülmesi gereken mekanizma artan kortizol düzeylerinin negatif feed back yoluyla ACTH düzeylerini baskılamış olmasıdır. Sonuç olarak metabolik sendrom patogenezindeki hormonal değişikliklere leptin düzeyindeki artışın eşlik edebileceğini ve leptinin metabolik sendrom kriteri olabileceğini düşünmekteyiz.
Bu çalışma metabolik sendrom hasta grubunda serum leptin düzeyleri ile ACTH, bazal kortizol ve DHEA-SO4 düzeyleri arasındaki ilişkiyi inceleyen ilk çalışma olarak özgün niteliktedir. Ayrıca sadece kadın populasyonda yapılmış olması, yeni tanı almış ve hiçbir ilaç tedavisi almayan hastalarda yapılması çalışmanın özgün değerini arttırmaktadır.
Submitted by Mustafa Meteoğlu (g0682) on 2021-03-09T10:35:51Z
No. of bitstreams: 1
Eda_Özçelik_tez.pdf.pdf: 1439767 bytes, checksum: b84c1e16368b9b712b60d9e854a13a43 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/openAccess
Leptin
Metabolik sendromlu hastalarda serum leptin düzeyleri ile adrenokortikotrop hormon, bazal kortizol ve dehidroepiandrosteron sülfat düzeyleri arasındaki ilişkiler
masterThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3729
2022-07-20T00:01:07Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Alataş, İ.Özkan
Erdoğan, İpek
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı
2022-07-19T10:16:39Z
2022-07-19T10:16:39Z
2009
2009
http://hdl.handle.net/11684/3729
Sigara içimi, kardiyovasküler hastalıkların en önemli ve önlenebilir risk faktörlerinden biridir. Okside LDL, kardiyovasküler hastalıklarda artış gösterir. Normal yüksek dansiteli lipoprotein (HDL), LDL’yi oksidasyondan koruyabilirken proinflamatuar HDL bunu yapamamaktadır. Bu çalışmanın amacı, hem akut hem de kronik olarak genç sigara içen bireylerin, sigara içmeyenlere göre kardiyovasküler hastalıklara yatkın olan proinflamatuar HDL’ye sahip olup olmadıklarını belirlemekdi.
Bu çalışmaya yaklaşık 8-10 yıldır sigara kullanan 40 sağlıklı birey ve 40 sigara kullanmayan sağlıklı birey dahil edildi. Kan örnekleri bir gecelik açlık ve sigara yokluğu durumunda ve sigara içiminden 1 saat sonra toplandı. LDL’nin oksidasyondan korunmasında HDL’nin antioksidan yeteneği ölçüldü. Aynı zamanda total kolesterol, trigliserid, HDL kolesterol, LDL kolesterol, Apo A-1, Apo B, hsCRP ve Lp(a) rutin standart metodlar kullanılarak klinik laboratuarımızda belirlendi.
Sigara içenler yüksek oranda proinflamatuar HDL’ye sahiplerdi. Sigara içenlerin proinflamatuar HDL oranı %80, sigara içmeyenlerin %15 iken; sigara içimi öncesi bu oran %68, sigara içimi sonrası ise %48 idi.
Sonuç olarak, sigara içimi, HDL’nin antiinflamatuar fonksiyonlarını zayıflatmıştır. Bu sonuç, sigara içiminin proinflamatuar HDL dzeylerini artırarak ateroskleroz prosesinde rolü olduğunu göstermektedir.
Submitted by Mustafa Meteoğlu (g0682) on 2021-03-09T11:13:29Z
No. of bitstreams: 1
ipek_erdogan_tez.pdf: 1194779 bytes, checksum: c6ab42c928c1f15dc8c3e4eb75961f61 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/openAccess
Sigara içimi
Sigara içiminin lipoprotein düzeyleri ve HDL'nin antioksidan özelliklerine etkileri
masterThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3482
2022-06-23T00:00:41Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Kanbak, Güngör
Dündar Demir, Melek
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı
2022-06-22T11:04:00Z
2022-06-22T11:04:00Z
2009
2009
http://hdl.handle.net/11684/3482
Bu çalışmada kronik alkol kullanımı sırasında Pseudomonas aeruginosa
(P.aeruginosa) pnömonisi varlığında karaciğer ve akciğerde oluşan hücresel
değişiklerin; apoptotik metabolik yollar ve oksidan stres ile ilişkisinin araştırılması
amaçlandı.
Erkek wistar ratlar; normal katı diyet verilen sham (n=6), normal sıvı diyet
verilen (n=8) ve etanollü sıvı diyet verilen (n=7) kontrol grupları, normal sıvı diyet
verilen ve P.aeruginosa pnömonisi oluşturulan (n=7) ve etanollü sıvı diyet verilen ve
P.aeruginosa pnömonisi oluşturulan (n=5) pnömoni grupları şeklinde beş gruba ayrıldı.
İn situ hücre ölümüne TUNEL yöntemi ile bakıldı. Hücresel hasarın ve konak yanıtının
biyokimyasal göstergeleri için serum ALT ve LDH aktiviteleri ile doku ve serum
malondialdehid (MDA) düzeyi, serum ve doku paraoksonaz ve arilesteraz ve doku
kaspaz-3 aktiviteleri ölçüldü.
Etanollü sıvı diyet verilmiş kontrol ve etanollü sıvı diyet verilmiş pnömoni
gruplarının her ikisinde serum ALT aktiviteleri diğer gruplara göre anlamlı olarak
yüksekti (p<0.05). Tüm gruplarda sham grubuna göre karaciğer MDA düzeyi artmıştı,
ancak sadece etanollü diyet verilen pnömoni grubunda fark istatistiksel olarak
anlamlıydı (p<0.05). Akciğer MDA düzeyleri arasında fark saptanmadı. Karaciğerde
TUNEL pozitif hücre artışı etanollü diyet verilen kontrol ve pnömoni gruplarında ve
normal sıvı diyet verilen pnömoni grubunda, sham ve normal sıvı diyet verilen kontrol
grubuna göre daha yüksekti (p<0.05). Karaciğer ve akciğer kaspaz-3 aktiviteleri gruplar
arasında farklı değildi. Serum paraoksonaz aktivitesi pnömoni gruplarında daha düşük
olmakla birlikte gruplar arasında fark bulunmadı.
vi
Etanollü sıvı diyet verilen ve pnömoni oluşturulan grupta artmış karaciğer MDA
düzeyinin varlığı ve serum paraoksonaz aktivitesindeki düşme eğilimi, kronik alkol
kullanımı sırasında gelişen enfeksiyonun karaciğerde serbest oksijen radikalleri
aracılıklı hasarı artırırken, antioksidan kapasitede de azalmaya neden olduğu şeklinde
yorumlanabilir.
Submitted by Ramazan Karayel (g1216) on 2021-03-11T07:33:23Z
No. of bitstreams: 1
melek_demir_tez.pdf.pdf: 5682313 bytes, checksum: 87ffc76c95f4e0d61f59e405f77afac4 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/openAccess
Alkol
Kronik alkol tüketen ratlarda Pseudomonas aeruginosa ile indüklenmiş pnömoni modelinde biyokimyasal hücresel hasar göstergeleri ve in situ hücre ölümü
doctoralThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3820
2022-07-26T00:00:46Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Kanbak, Güngör
Kartkaya, Kazım
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı
2022-07-25T08:31:03Z
2022-07-25T08:31:03Z
2012
2012
http://hdl.handle.net/11684/3820
Alkol tüketimi ve alkolizm yüksek bir mortalite ve morbiditeye sahip sağlık
sorunlarına yol açmaktadır. Bu çalışmada akut alkol tüketimi ile kardiyomiyopati
oluşturduğumuz sıçanlara alkol ile birlikte kalpain inhibitörü vererek apoptoz ve
nekrozda rol oynayan kalpain aktivasyonunun engellenmesi ile doku hasarını azaltmayı
amaçladık.
Çalışmamızda erkek Spraque-Dawley türü sıçan kullanıldı. Sıçanlar kontrol,
çözücü, alkol ve alkol+inhibitör grubu olmak üzere 10’ar sıçandan oluşan 4 gruba
ayrıldı. Kontrol grubuna gavajla izokalorik maltoz, çözücü grubuna izokalorik maltoz +
DMSO, alkol grubuna 8 g/kg etanol verildi. İnhibitör grubuna alkol verilmesinden 15
dakika önce kalpain inhibitör-1 intraperitonal olarak 20 mg/kg uygulandı. Bu
uygulamalardan 12 saat sonra doku ve serum örnekleri alındı. Alkol grubu kalpain
aktivitesi, katepsin L oranı, sitokrom c salınımı oranları kontrol grubuna göre yüksekti
ve bu yükseklik istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0,05). Bu testlerin inhibitör grubu
sonuçları alkol grubuna göre daha düşüktü. Ama bu düşüş istatiksel olarak anlamlı
değildi (p>0,05). Alkol grubu kaspaz-3 aktivitesi ve katepsin B oranı diğer gruplara
göre artmıştı fakat bu artış istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0,05). Alkol grubu
serum CK-MB ve BNP sonuçları, kontrol grubuna göre önemli düzeyde yüksekti
(sırasıyla p<0,001 ve p<0,01). İnhibitör grubu BNP sonuçları alkol grubuna göre önemli
miktarda azalmıştı (p<0,05). Ayrıca histolojik inceleme olarak yapılan ışık mikroskobu
görüntüleri, DNA fragmantasyonu ve immüno-histokimyasal kaspaz 3 aktivitesi
sonuçları alkol grubuna göre inhibitör grubunda belirgin bir iyileşmeyi göstermiştir
(p<0,05).
Sonuç olarak biyokimyasal ve histolojik bulgularımız; kalpain inhibitörü N asetil-lösin-lösin-norlösinal’ın hücre ölümü yolaklarına etkisi aracılığı ile akut alkol
kullanımına bağlı kalp dokusu hasarının azaltılmasında tedavi edici etkisinin
olabileceğini göstermektedir.
Submitted by ÖNDER GÜNGÖR (g1063) on 2021-03-23T06:51:36Z
No. of bitstreams: 1
437477.pdf.pdf: 5544318 bytes, checksum: 76a25b92af2106d95d3ca37735137bff (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/openAccess
Kardiyomiyopati
Akut alkol alımına bağlı olarak ortaya çıkan kardiyomiyopatide, bir kalpain inhibitörü olan n-acetyl-l-leucyl-l-leucyl-l-norleucinal'ın koruyucu etkisi
doctoralThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/4019
2022-08-02T00:01:15Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Alataş, Özkan
Akalın, Gülşen
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı
2022-08-01T06:19:56Z
2022-08-01T06:19:56Z
2010
2010
http://hdl.handle.net/11684/4019
Hiperkolesterolemi, aterogenezin en önemli nedenlerinden birisidir. Bu dönemde, endotelyal disfonksiyonu, adezyon moleküllerinin ekspresyonu, hasarlı endotele lökositlerin toplanması ve arteriyel intimaya monositlerin göçü gözlenmektedir.Bu tez çalışmasında 60 gün süreyle özel diyetle beslenen ratlarda hiperkolesterolemi modeli oluşturularak, 21 gün süreyle rosiglitazon (1-4 mg) ve pioglitazon (3 mg) ile atorvastatin (10 mg) kombine ve ayrı ayrı tedavi amacıyla uygulandı. Sıçanlarda endotel fonksiyonları değerlendirmek amacıyla NO, ADMA, homosistein; antioksidatif ve antiinflamatuar aktiviteyi belirlemek için, Paraoksonaz, Arilesteraz ve hsCRP; karaciğer fonksiyonlarının belirlenmesi için AST ve ALT ölçüldü.Çalışmamızda 4 mg rosiglitazon ve 10 mg atorvastatin kombine tedavisi lipit profilini düzeltmede ve NO düzeylerini artırmada diğer mono ve kombine tedavilere göre daha başarılı bulunmuştur. HDL ve ApoA 10 mg. atorvastatin etkisi ile daha fazla yükselirken, Lp(a), ApoB düzeyleri diğer tedavi gruplarına göre daha fazla azalmıştır. ADMA düzeyleri bakımından atorvastatin ve rosiglitazon monoterapide doza bağımlı olmaksızın pioglitazondan daha başarılı bulunmuştur. Kombine tedavide ise 1 mg rosiglitazon kombine tedavisi pioglitazon ve atorvastain kombinasyonundan daha etkili olmuştur. PON düzeylerinde ise rosiglitazon doza bağımlı olarak etki göstermiştir. hsCRP düzeyleri monoterapi ile benzer şekilde azalma göstermişlerdir. HDL antiinflamatuar kapasitesi üzerine mono ve kombine tedaviler arasında farklılık gözlenmemiştir. Ayrıca mono tedavide atorvastatin HDL düzeyinde artış sağlayarak, rosiglitazon ve pioglitazon ise HDL düzeylerini değiştirmeden HDL'nin antioksidan kapasitesinde artışa neden olmuşlardır.Sonuç olarak, rosiglitazon ve pioglitazon tedavilerinin dislipidemi tedavisinde kullanılan atorvastatin kadar lipit profilleri, endotel fonksiyonlar, ateroskleroz gelişmesinin önlenmesi üzerinde etkilere sahip oldukları hatta bazı durumlarda rosiglitazonun atorvastatin ile kombine halde verilmesi ile tedavi etkinliğinde mono terapiye göre daha fazla başarı sağlanabileceği gösterilmiştir.
Submitted by Görkem Çınar (18262273360) on 2021-03-23T08:03:09Z
No. of bitstreams: 1
378407.pdf.PDF: 2340508 bytes, checksum: 05df60a199c024fb46363310a69bae65 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimler Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/openAccess
Hiperkolesterolemik
Hiperkolesterolemik ratlarda, statin ve tiazolidindion tedavisi ile aterojenik risk faktörleri, endotelyal fonksiyonlar ve inflamasyon markırlarının değerlendirilmesi
doctoralThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2317
2022-01-15T01:00:19Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Akyüz, Fahrettin
Aydın, Özlem
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı
2022-01-14T13:36:10Z
2022-01-14T13:36:10Z
2010
2010
http://hdl.handle.net/11684/2317
Subkronik p-dimetilaminoazobenzen (DAB) ve 2,3,7,8, tetraklorodibenzo-p-dioksin (TCDD) vererek deneysel kanser modeli oluşturmayı hedeflediğimiz çalışmamızda, antiproliferatif ve apoptotik özelliklere sahip inositol 6 fosfat (IP6) ile retinil asetat (RA)'ın karaciğer dokusundaki koruyucu rollerini değerlendirdik.Çalışmamızda Spraque dawley erkek sıçanlar her grupta 30 adet olacak şekilde 6 gruba ayrıldı. Kontrol hayvanları (grup 1 ve 2) standart laboratuvar diyeti ile beslendiler. Grup 2'ye diyetin yanı sıra gavajla mısır yağı (0,25 mL/100 g vücut ağırlığı, haftada 5 gün) da verildi. Grup 3'teki hayvanlara yemleriyle DAB (%0,06) ve gavajla TCDD (70 ng/100 g vücut ağırlığı, haftada 1 gün) verildi. DAB + TCDD verilen diğer üç grup sırayla IP6 (%0,5, içme suyunda), RA (1 mg/100 g vücut ağırlığı, haftada 5 gün) ve IP6 + RA aldı. Tüm maddeler başlandıktan sonra 15., 30., 60., 90. ve 120. günlerde her gruptan 6 sıçanın kan ve doku örnekleri alındı. Serumda ALT, AST, ALP, LDH; plazmada VEGF, MMP-2; karaciğerde MDA, Sitokrom c, DNA Fragmantasyonu ölçüldü. CYP1A1 western blot ile belirlendi. Karaciğer dokuları histopatolojik olarak değerlendirildi.Grup 3'ün 90. ve 120. gün örneklerinde VEGF ve MMP-2 değerleri artarken, Sitokrom c ve DNA fragmantasyonu değerleri ile CYP1A1 enzim ekspresyonu azalmıştı. Yine grup 3'ün 90. ve 120. gün örneklerinde preneoplastik fokus bulgusu mevcuttu. Grup 4, 5 ve 6'da istatistiksel olarak preneoplastik fokusa rastlanmadı.Karaciğer kanser modeli oluşturmak için DAB'ın başlatıcı (initiator) ve TCDD'nin promotör olarak kullanıldığı bu deneysel çalışmada DAB + TCDD kombinasyonunun karaciğerde preneoplastik fokus oluşumunu tetiklediği gösterildi. Bu süreçte IP6 ve RA'nın preneoplastik dönüşümü büyük oranda engelleyerek koruyucu rol oynadığı belirlendi.
Submitted by Görkem Çınar (18262273360) on 2021-03-23T08:08:43Z
No. of bitstreams: 1
380722.pdf.pdf: 5120296 bytes, checksum: 20b4c9b236ef6517ae3627bc93189d07 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/openAccess
p-DAB
Subkronik p-dimetil aminoazobenzen (p-DAB) uygulanan sıçanlarda İnositol 6-fosfat ve Retinil Asetat'ın karaciğer dokusu üzerindeki etkileri
doctoralThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2455
2022-01-28T01:00:20Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Uslu, Sema
Sezgin, Gülay
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı
2022-01-27T07:26:45Z
2022-01-27T07:26:45Z
2019
2019
http://hdl.handle.net/11684/2455
Amaç: Bu çalışmada obez ve obez olmayan bireylerde diyet ve
egzersiz tedavisinin bazı biyokimyasal parametreler, plazma irisin, serum
adiponektin, IL-6, semaforin-3E ve pleksin-D1 düzeylerine etkilerini
araştırmak amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya Eskişehir Özel Fora Fizik Tedavi ve
Rehabilitasyon Merkezi' ne obezite tedavisi amacıyla başvuran 37 hasta
dahil edildi. Bireyler beden kitle indeklerine(BKİ) göre obez olmayan
bireyler, 1. derece obez bireyler ve 2. derece obez bireyler olmak üzere 3
gruba ayrıldı. Sekiz hafta boyunca üç gruba da diyet ve egzersiz tedavisi
uygulandı. Açlık kan glukozu, açlık insülini, trigliserit, total kolesterol, HDL K, LDL-K, HsCRP, TSH, Serbest-T3, Serbest-T4, BUN ve kreatinin seviyeleri
ölçüldü. Semaforin-3E, pleksin-D1, adiponektin, IL-6' nın serumdaki
seviyeleri ve irisinin plazmadaki seviyeleri enzim bağlı immünosorbent
(ELISA) yöntemi ile ölçüldü. Bireylerin antropometrik değerleri dahil olmak
üzere tüm verilerin analizi IBM SPSS Statistics 21 paket programları
kullanılarak yapıldı. Veri analizleri hem üç grup için ayrı ayrı hem de
çalışmaya dahil edilen 37 kişinin birlikte değerlendirildiği dördüncü bir grup
oluşturularak gerçekleştirildi.
Bulgular: Vücut ağırlığı, yağ kütlesi ve bel çevresi uzunluğu her üç
grupta da istatistiksel olarak azaldı (p<0.001). Tedaviye katılan tüm
bireylerin birlikte değerlendirildiği grupta açlık kan şekeri (p <0.05), açlık
insülini (p<0.001), HOMA-IR değeri (p<0.001) ve trigliserit düzeyleri
(p<0.001) istatistiksel olarak anlamlı azalma gösterdi. Total kolesterol ve
LDL-K değerleri tedavi ile birlikte istatistiksel olarak anlamlı düzeyde
değişmezken (p>0.05), HDL-K değerleri yükseldi (p<0.05). HsCRP
değerleri yalnızca 2. derece obez bireylerde tedavi ile birlikte azalma
gösterdi (p<0.001). Adiponektin değerlerinde her üç grupta da istatistiksel
olarak anlamlı azalma meydana geldi (p<0.001). IL-6 değerleri her üç
grupta da artış göstermesine rağmen bu artışlar anlamlı değildi (p>0.05).
Tedaviye katılan tüm bireylerin birlikte değerlendirildiği grupta serum IL-6
değerleri istatistiksel olarak anlamlı artış gösterdi (p<0.05). Plazma irisin
değerlerinde hiçbir grupta diyet ve egzersiz tedavisiyle istatistiksel olarak
anlamlı bir fark meydana gelmedi (p<0.05). Serum adiponektin ve plazma
irisin düzeyleri arasında hem tedavi öncesinde (r=-0.658, p=0.001) hemde
tedavi sonrasında (r=-0.472, p=0.001) negatif korelasyon vardı. Sema-3E
düzeyleri yalnızca 1. derece obez bireylerde anlamlı olarak artış gösterirken
(p<0.05) pleksin-D1 değerleri hiçbir grupta anlamlı fark göstermedi
(p>0.05).
Sonuç: Hem obez bireylerde hem de obez olmayan bireylerde sekiz
haftalık diyet ve egzersiz tedavisi hem antropometrik ölçümlerde hem de
biyokimyasal parametrelerde iyileşme sağlamıştır. İrisin ve HOMA-IR
düzeyleri arasında pozitif yönlü, orta düzeyde korelasyon olması irisinin,
iv
insülin direnci ve obeziteye karşı koruyucu bir mekanizma aracılığı ile
üretildiğini düşündürmektedir
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2022-01-25T11:56:28Z
No. of bitstreams: 1
213-6567-10258308.pdf.pdf: 11441146 bytes, checksum: 474fa9f43b061357c2ff65505274d417 (MD5)
tur
Esogü, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/openAccess
Obezite
Obez bireylerde diyet ve egzersiz tedavisinin irisin ve semaforin-3E düzeylerine etkisi
masterThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2456
2022-01-28T01:00:20Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Akyüz, Fahrettin
Erdaş, Meltem
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı
2022-01-27T07:28:03Z
2022-01-27T07:28:03Z
2019
2019
http://hdl.handle.net/11684/2456
Bu çalışmada Karbon tetraklorür(CCl4) uygulamasının meydana
getirdiği oksidatif stres kaynaklı karaciğer hasarına karşı Viscum album ve
probiyotiklerin sinerjistik etkileri düşünülerek koruyucu ve tedavi edici etkileri
araştırıldı.
Lipit peroksidasyonunun serbest radikallerden kaynaklanan bir
mekanizma ile başladığını ve "pozitif feed back" ile serbest radikallerin
artışına sebep olduğu gösterilmiştir. Viscum album(VA) çeşitli biyolojik aktif
maddeler içeren bir bitkidir ve bu bitkinin antioksidan etkileri bilinmektedir.
Probiyotikler(pro) ise barsak mikrobiyotasının gelişmesinde önemli rol oynar
ve böylelikle CCl4 gibi toksik maddelerin olumsuz etkilerini azaltıp VA nın
terapötik etkilerini arttıracağı düşünülmüştür. Hem oksijenaz-1 (HO-1),
strese tepki veren bir enzimdir. 8-hidroksi-2'-deoksiguanozin (8-OHdG),
serbest radikal kaynaklı oksidatif lezyonların baskın formlarından biridir ve
oksidatif stres ve karsinogenez için bir biyobelirteç olarak kullanılmaktadır.
Bu çalışmada 56 adet wistar rat kullanulmıştır, bunlar; Kontrol, Kronik
Hasar (k) CCl4, (k) CCl4+VA, (k) CCl4+VA+Probiyotik, Akut Hasar (a) CCl4,
VA+CCl4 (a), VA+Probiyotik+CCl4 (a) olmak üzere yedi grup oluşturulmuştur.
Hayvanlardan karaciğer doku ve kan örnekleri alındıktan sonra dokuda ve
plazmada lipit peroksidasyon düzeyi belirteci olarak Malondialdehit (MDA),
oksidatif stres parametrelerinden doku ve tam kan Glutatyon (GSH)
seviyeleri ve doku Katalaz (KAT) aktiviteleri ölçüldü. Serumdan ise rutin
biyokimya ile HO-1 ve 8-OHdG seviyeleri ölçüldü. Viscum album’un metanollü
ekstresi 300mg/kg ve probiyotik bakteriler oral yolla verilmek üzere
hazırlandı. Kronik hasar grubuna 1 ml/kg CCl4, akut hasar grubuna 2ml/kg
CCl4 i.p. olarak enjekte edildi.
Kronik hasar gruplarındaki karaciğer KAT aktivitesine bakıldığında CCl4
(C) grubu ile kıyaslandığında VAPC (VA+Pro+CCl4) grubunda anlamlı bir
yükseliş vardır(p<0.05). Kronik hasar gruplarındaki karaciğer MDA düzeyleri
C grubu ile kıyaslandığında VAPC grubundaki seviyeler anlamlı olarak
azalmıştır(p<0.001). Akut hasar gruplarındaki plazma ve karaciğer MDA
düzeyleri C grubuna göre VA+CCl4(VAC) ve VAPC gruplarında anlamlı şekilde
azaldı(p<0.01,p<0.001). Kronik hasar HO-1 düzeyleri incelendiğinde C
grubuna göre VAPC grubunda anlamlı bir yükseliş vardır(p<0.01).
Sonuç olarak bu çalışmada CCl4 hasarı ile oluşturulmuş kronik ve akut
karaciğer hasarında, VAPC grubu, genel anlamda VAC grubuna göre daha
etkili olduğu gözlemlendi
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2022-01-25T12:47:25Z
No. of bitstreams: 1
214-6566-10166968.pdf: 3256241 bytes, checksum: 0668dfbfd1a383022aeefbe0a5994a3c (MD5)
tur
Esogü, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/openAccess
Viscum Album
Viscum album ile birlikte verilen probiyotiklerin, CCI4 ile oluşturulan karaciğer hasarında koruyucu ve tedavi edici etkilerinin incelenmesi
masterThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2483
2022-02-03T01:00:35Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Alataş, İ. Özkan
Erdoğan, Ezgi
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı
2022-02-02T07:23:43Z
2022-02-02T07:23:43Z
2019
2019
http://hdl.handle.net/11684/2483
Yüksek flavonoid ve fenolik asit içeriği olan pepino (solanum
muricatum) serbest radikalleri ortadan kaldırma özelliği sayesinde kuvvetli
bir antioksidan ve anti-inflamatuardır. Pepino, ayrıca çeşitli biyolojik ve
farmakolojik özelliklerinden dolayı son yıllarda araştırmacıların ilgisini çeken
doğal bir tarım ürünüdür. Anti-tümör, anti-hepatotoksik, immünomodülatör
etkinlik gibi özelliklere de sahiptir.
Vücutta meydana gelen doku hasarı veya patojen mikroorganizma
enfeksiyonundan sonra sistemik veya bölgesel cevaplar oluşur. Hasara karşı
oluşan bu cevaba inflamatuar cevap veya inflamasyon denir. İnflamasyon
sırasında oluşan serbest radikaller ve lipid peroksidasyonu ürünleri, genlerde
mutasyonlara ve kanser de dahil olmak üzere birçok hastalıkla ilgili anahtar
proteinlerin translasyon sonrası değişiklik geçirmesine sebep olmaktadır.
İnflamasyon; sepsis, aterosklerotik hastalıklar, romatoid artrit ve myokard
infarktüsü gibi birçok hastalığın patofizyolojisinde önemli rol oynar.
Lipopolisakkarit (LPS), gram negatif bakterilerin dış zarının bir parçası
olup, inflamatuar sitokinlerin, serbest oksijen radikallerinin, nitrik oksit ve
araşidonik asit metabolitlerinin aşırı miktarda açığa çıkmasına yol açarak
çeşitli inflamatuar hastalıkların patogenezinde yüksek ölçüde yere sahiptir.
Bu çalışmada lipopolisakkaritle oluşturulan deneysel inflamasyon ile
pepino (solanum muricatum) ekstresinin inflamasyon ve antioksidan sistem
üzerine olan koruyucu etkileri araştırılmıştır.
Çalışmamızda 31 adet 3 aylık Sprague Dawley cinsi dişi sıçan ile 4
çalışma grubu hazırlandı. 1. Grup: DMSO+LPS ile indüklenmiş hasta kontrol,
2. Grup: 250 mg/kg pepino+LPS, 3. Grup: 500 mg/kg pepino+LPS, 4. Grup:
5 mg/kg indometazin+LPS olarak belirlendi. Dört gruba da 6 gün boyunca
ilgili maddeler tek doz gavaj yolu ile verildi. 7. Gün 4 gruba da
intraperitoneal olarak 5 mg/kg LPS (E. coli, serotip 055B5) verildi. 24 saat
sonra diseksiyon işlemleri yapıldı. İntrakardiyak kan örnekleri ve karaciğer
doku örnekleri alındı. Laboratuar çalışmasında, bu örneklerden Aspartat
Aminotransferaz (AST), Alanin Aminotransferaz (ALT), Alkalen Fosfataz
(ALP), Gama Glutamil Transferaz (GGT), Yüksek duyarlılıklı C-Reaktif Protein
(hsCRP), Malondialdehit (MDA), Myeloperoksidaz (MPO), Nitrik Oksit (NO),
Tümör Nekroz Faktör (TNF-α) düzeyleri belirlendi. Karaciğer dokuları ışık
mikroskopta 100-500 μm kesitte Hematoksilen-Eozin yöntemiyle incelendi.
İstatistiksel bulgular SPSS 20.0 Windows paket programda değerlendirildi.
iv
Biyokimyasal ve histolojik bulgularımıza dayanarak LPS ile indüklenen
inflamasyon modelimizdesıçan doku örneklerinde serbest radikallerin artışı ile
karaciğer hasarının oluştuğu tespit edilmiştir. Elde ettiğimiz verilere göre
koruyucu etkinliğin belirleneceği tedavi gruplarımızdan başta 500 mg/kg
pepino olmak üzere 250 mg/kg pepino ve 5 mg/kg indometazin alımının
karaciğer yapı ve fonksiyonlarının korunmasına katkı sağladığı gözlenmiştir
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2022-01-28T12:17:54Z
No. of bitstreams: 1
247-6577-10248639.pdf: 2399057 bytes, checksum: c53b3371283deed1cb14dab77a76004c (MD5)
tur
Esogü, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/openAccess
İnflamasyon
LPS ile indüklenmiş inflamasyon oluşturulan ratlarda pepino ekstraktının etkisi
masterThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/2607
2022-02-11T01:00:27Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Kanbak, Güngör
Hacıoğlu, Ceyhan
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı
2022-02-10T13:28:39Z
2022-02-10T13:28:39Z
2020
2020
http://hdl.handle.net/11684/2607
Nörodejenerasyonla ilişkili nöronal işlev bozukluklarını araştırmak için
kullanılan sinaptozomlar, sinaptik fonksiyonların incelenmesine olanak
sağlayan bir in vitro model sistemidir. Sirtuin 1 (SIRT1) ve poli(ADP-riboz)
polimeraz-1 (PARP1)’in yanı sıra peroksizom proliferatör ile aktive edilmiş
reseptör gama (PPARγ), Alzheimer hastalığında (AD) rol oynayan stres yanıtı
ve apoptotik yolakları regüle ederek nöroprotektif etkiler göstermektedir. AD
etyopatogenezinde henüz etkin bir tedavi şekli bulunmamaktadır. Bu nedenle,
potansiyel yeni terapötik ajanların AD’deki rollerini daha iyi anlayabilmek
için nöroprotektif sinyal yolakları üzerindeki etkilerinin araştırılması
gerekmektedir. Çalışmamızda, nükleer reseptör agonisti olan bexarotene ve
hücresel biyoenerjetiğin homeoastazından sorumlu olan nikotinamid, Aβ(1-42)
ile inkübe edilmiş sinaptozomlardaki nöroprotektif etkilerinin antioksidan,
oksidatif stres, apoptoz ve SIRT1/PARP1/PPARγ sinyal yolakları üzerinden
araştırılması amaçlanmıştır.
Çalışmamız in vivo ve in vitro olmak üzere 2 kısımdan oluşmaktadır. İn
vivo kısmında, her grupta altı hayvan olacak şekilde yirmi dört adet Wistar
albino erkek sıçan 4 gruba (kontrol, DMSO, nikotinamid ve bexarotene)
ayrıldı. Deney gruplarındaki hayvanlara 7 gün boyunca intraperitoneal olarak
DMSO (%1), nikotinamid (100mg/kg) ve bexarotene (0.1mg/kg) uygunlandı.
Ardından, hayvanlar dekapite edilerek serum ve beyin dokuları alındı.
Çalışmamızın in vitro kısmında ise, AD modelinin oluşturulmasında
kullanılacak olan sinaptozomların beyin dokusundan elde edilme için 3 farklı
izolasyon yöntemi (Whittaker, Percoll gradient ve sükroz gradient) kullanıldı.
Elektron mikroskop analiz sonuçlarına göre, en efektif izolasyon yönteminin
sükroz gradient prosedürü olduğu belirlendi. 10µM Aβ(1-42) konsantrasyonu
ile inkübe edilen sinaptozomlardaki TAS, TOS, CASP3, Cyt c, SIRT1, PPARγ
ve PARP-1 seviyeleri ELISA yöntemiyle ölçüldü.
Serum ve beyin örneklerindeki biyokimyasal analizler ve histopatolojik
incelemeler DMSO, nikotinamid ve bexarotene uygulamalarının sıçan beyin
dokusunda herhangi bir hasara neden olmadığını gösterdi. İn vitro Aβ(1-42)
iv
uygulamasının sinaptozomlarda TAS, SIRT1 ve PPARγ seviyelerini
azaltırken, TOS, CASP3, Cyt c, ve PARP1 seviyelerini arttığını bulduk.
Nikotinamid tedavisinin antioksidan kapasitesini destekleyerek oksidatif
stresi ve apoptozu baskıladığı ve SIRT1 aktivasyonu üzerinden PPARγ
artırırken, PARP1 düşüşüne neden olmuştur. Bexarotene ise, PPARγ
aktivasyonu ile SIRT1 seviyelerinde ılımlı bir artışa neden olmuştur.
Sonuç olarak, AD patogenezinde nikotinamid sinaptozomlardaki
miktokondriyal fonksiyonları düzenleyerek bexarotene göre daha etkili
olabileceğini bulduk
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2022-02-10T08:40:17Z
No. of bitstreams: 1
369-7012-10320718.pdf: 3247805 bytes, checksum: fcabc7bb48503239ca34ad8be03512b6 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/openAccess
Alzheimer Hastalığı
Ab (1-42) ile muamele edilmiş sıçan sinaptozomları üzeriinde koruyucu ajan olarak bexarotene ve nikotinamid fonksiyonunun ex vivo olarak araştırılması
doctoralThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/4045
2022-08-02T00:01:52Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Kanbak, Güngör
Özkoç, Mete
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı
2022-08-01T11:54:22Z
2022-08-01T11:54:22Z
2021
2021
http://hdl.handle.net/11684/4045
Crohn ve Ülseratif kolit olmak üzere iki alt sınıfı olan inflamatuar bağırsak hastalıklarının (İBH) günden güne insidansı artmaktadır. Hem Crohn hem Ülseratif kolit hastalarının bağırsaklarında yoğun bir inflamasyon söz konusudur. Borik asidin, oksidatif stresi modüle ettiği ve bazı proinflamatuar sitokinleri inhibe ederek inflamasyonu azalttığı belirlenmiştir. Araştırmalar Bacillus clausii probiyotiğinin antioksidan sistemler üzerinde pozitif bir etki göstererek oksidatif stresi azalttığı belirtilmiştir. Bu tez çalışmasında İBH modeli oluşturulmuş sıçanlarda, oral yolla uygulanan borik asit ve Bacillus clausii probiyotiğinin antioksidatif ve anti-inflamatuar etkinliklerinin araştırılması amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Bu tez çalışmasında borik asit ve Bacillus clausii probiyotiği, İBH modeli oluşturulan sıçanlara oral yolla uygulandıktan sonra etkinlikleri çeşitli biyobelirteçler aracılığı ile belirlenmiştir. Kontrol (sham) (n=9), İBH (n=9), İBH+Borik Asit (BA) (n=9), İBH+Probiyotik (PB) (n=9) ve İBH+Kombine (KOM) (n=9) olmak üzere toplamda 5 grup için 45 adet Spraque Dawley türü sıçan kullanıldı. Hayvanların, serum örneklerinde ALT, AST, ALP, BUN, kreatinin, TNF-α, İnterlökin-35 seviyeleri ölçüldü. Tam kan örneklerinde, eritrosit, hemoglobin, monosit, lenfosit, nötrofil ve beyaz kan hücrelerinin sayımı gerçekleştirildi. Kalın bağırsağın inen (descending) kolon kısmından doku örnekleri alınıp, malondialdehit (MDA), nitrik oksit (NO), katalaz, glutatyon peroksidaz (GPx), miyeloperoksidaz (MPO) ve indüklenebilir nitrik oksit sentaz (iNOS) analizleriyle birlikte histolojik incelemeler için Hematoksilen-Eosin boyaması ve skorlama yapıldı.
Bulgular ve Sonuç: Bulgularda, 2,4,6-Trinitrobenzensülfonik asidin (TNBS) intrarektal uygulanması ile kolonda yoğun bir inflamatuar sürecin ve oksidatif stresin başladığı tespit edildi. Sonuç olarak, borik asit ve probiyotik uygulanmasının, özellikle BA grubunda çok daha yüksek olmakla birlikte KOM ve PB gruplarının da İBH’ye karşı iyileştirici özelliğe sahip olabileceği hem biyokimyasal hem de histolojik analizlerle ortaya koyuldu
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2022-04-19T07:29:53Z
No. of bitstreams: 1
36-7390-10292718.pdf: 3267009 bytes, checksum: 425df463ed6c542928a98395ab9fb509 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/openAccess
İnflamatuar Bağırsak Hastalıkları
Borik asit ve bacillus cllaısii probiyotiğinin inflamatuar bağırsak hastalığı modeli oluşturulmuş sıçanlar üzerindeki etkilerinin araştırılması
doctoralThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/4283
2022-08-09T00:02:10Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Uslu, Sema
Kar, Fatih
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı
2022-08-08T13:33:35Z
2022-08-08T13:33:35Z
2021
2021
http://hdl.handle.net/11684/4283
İskemi/reperfüzyon (İ/R) hasarı, böbrek fonksiyon bozukluğu ve yüksek mortalite oranlarına sahip klinik bir sendrom olan akut böbrek hasarı (AKI)’nın en önemli sebeplerindendir. AKI patofizyolojisinin daha iyi aydınlantılabilmesi için yeni tanı biyobelirteçlerinin tanımlanması gerekmektedir. Semaforin ailesinden olan SEMA3A'nın, özellikle AKI’nın erken bir göstergesi ve böbrek hastalıklarında bir biyobelirteç olarak kullanılabilirliği belirlenmemiştir. Çalışmamızda, antioksidan ve antiinflamatuar özelliği bilinen Curcumin ve 12/15 lipoksijenaz inhibitörü olan LOXblock-1’in böbrekte İ/R hasarına karşı protektif etkilerinin inflamatuar süreçler, oksidatif stres, apoptoz ve semaforin-pleksin sistemi üzerinden araştırılması amaçlanmıştır.
Bu amaçla, her grupta sekiz hayvan olacak şekilde 40 Wistar albino sıçan beş gruba ayrıldı: Sham, İ/R, İ/R + DMSO, İ/R + CUR, İ/R + LOXblock-1. Sham grubuna sadece cerrahi stres prosedürü uygulandı. İ/R gruplarında sol böbreğe 45 dk iskemi ve ardından 24 saat reperfüzyon uygulandı. 100 mg/kg CUR ve 2μg/kg LOXblock-1 reperfüzyon başlangıcında intraperitonal olarak verildi. Serum örneklerinde BUN, CREA, ALT, AST, UA, Na ve K parametreleri otoanalizör ile SEMA3A, PLXNA1, NRP1, TNF-α, IL-6, MCP1, CYCS, CASP3, TAS ve TOS parametreleri ise ELISA yöntemiyle ölçüldü. Böbrek dokusundaki oksidatif hasarı belirlemede MDA düzeyleri, MPO aktivitesi ve GSH seviyelerinin ölçümleri yapıldı. RT-PCR ile SEMA3A, PLXNA1, NRP1, TNF-α, IL-6 ve MCP1’in mRNA ekspresyon düzeylerine bakıldı. Histopatolojik incelemeler için de hematoksilen-eosin, TUNEL ve immunohistokimyasal boyamalar yapıldı.
Biyokimyasal analizler sonucunda, serumda böbrek hasar belirteçlerinin İ/R grubunda anlamlı derecede yükseldiği görülmüştür. ELISA ile ölçülen inflamatuar, apoptotik ve oksidatif stres parametrelerinde İ/R grubunda ciddi oranda arttığı bulunmuştur. Histopatolojik analizlerde İ/R’nin böbrek dokusunda ciddi düzeyde hasar meydana getirdiği gözlenmiştir. SEMA3A’nın hem serum düzeyi hem de gen ekspresyonu İ/R hasarında arttığı tespit edilmiştir. Curcumin ve LOXblock-1’in ise semaforin-pleksin sistemi üzerinden inflamatuar süreçleri, oksidatif stresi ve apoptozu azalttığı hem ölçümler hem de histopatolojik analizler ile gösterilmiştir. Curcumin’in antioksidan özelliği ile LOXblock-1’e göre İ/R hasarında daha etkili olduğu kanıtlanmıştır.
iv
Sonuç olarak, bu çalışmada, renal I/R’nin sebep olduğu böbrek hasarına karşı CUR ve LOXblock-1’in semaforin-pleksin sistemi üzerinden etkileri aydınlatılarak ortaya konulmuştur
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2022-04-19T07:43:40Z
No. of bitstreams: 1
38-7396-10320714.pdf: 4234225 bytes, checksum: d3987f3b4e6a148b90b317866a4ed961 (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/openAccess
Akut Böbrek Hasarı
Ratlarda renal iskemi reperfüzyon ile oluşturulan böbrek hasarına karşı curcumin ve loxblock-1'in potansiyel etkilerinin semaforin 3a ve pleksin a1 üzerinden araştırılması
doctoralThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/3066
2022-06-10T00:00:35Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Uslu, Sema
Alchaib, Huda
2022-06-09T07:21:20Z
2022-06-09T07:21:20Z
2021
2021
http://hdl.handle.net/11684/3066
Lung cancer is the leading cause of cancer-related deaths in males and second after breast cancer in females. Lung cancer etiology is mainly genetic and epigenetic damage caused by smoking. According to recent studies, orientin (Ot) and vicenin-2 (Vc), two water-soluble flavonoids extracted from Indian Holy Basil, can function as antitumor by stopping inducing apoptosis, as well as anti-proliferative and anti-angiogenic. The aim of the study was to investigate the effect of orientin and vicenin-2 on the growth and apoptosis of A549 cells and to study their effect on Sema 3F, VEGF and Np-2.
Material methods: The cytotoxicity of our compounds against A549 (cancer cell line) and CCD-19 and L929 (normal cell lines) was determined by MTT assay and their apoptotic effects were determined by flow cytometry methods. Our compunds effect on expression levels of genes involved in apoptotic and cell proliferation on A549 cells was studied with Real time PCR.
Results: In this study, orientin and vicenim demonstrated anticancer activity against the A549 cell line, a) significantly reduced viability of A549 cells (p <0.001), b) low toxicity in MTT tests on healthy cells c) inducing both late and early apoptosis by flow cytometry experiments has been observed. In oreintin treated cells Bax expressions of apoptosis-related proteins increased, while antiapoptotic Bcl-2 expression decreased, e) orientin up-regulates tumor suppressor gene Sema 3F, which can also block VEGF effect associated with increased cell migration and metastasis. f) orientin has also been shown to significantly down-regulate nueruphilin- 2, which is overexpressed in lung cancer. g) It has also been shown to down-regulate the PERK and ERK genes. These results provided in vitro evidence of orientin‘s and to a lesser ectent vicenin‘s antitumor particularly apoptotic effects. Further preclinical trials on the orientin and the vicenin-2 are needed to further investigate the maximum potential as an anti-cancer agent in lung cancer
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2022-04-26T07:53:25Z
No. of bitstreams: 1
133-7410-10321352.pdf: 6473236 bytes, checksum: bea82a5c3f2cdffcaec3c7ee99027292 (MD5)
Akciğer kanseri, erkeklerde kansere bağlı ölümlerin önde gelen nedenidir ve kadınlarda meme kanserinden sonra ikinci sıradadır. Akciğer kanseri etiyolojisi, sigaranın neden olduğu esas olarak genetik ve epigenetik hasardır. Son araştırmalara göre, Hint Kutsal Fesleğeninden elde edilen suda çözünür iki flavonoid olan orientin (Ot) ve vicenin-2 (Vc), anti-proliferatif ve anti-anjiyojeniklerin yanı sıra apoptozu indüklemeyi durdurarak antitümör olarak işlev görebilir. Çalışmanın amacı orientin ve vicenin-2'in A549 hücrelerinin büyümesi ve apoptozisi üzerindeki etkisini araştırmak ve Sema 3F, VEGF ve Np-2 üzerindeki etkilerini incelemektir.
Material metod: Bileşiklerimizin A549 (kanser hücre hattı) ve CCD-19 ve L929'a (normal hücre hatları) karşı sitotoksisitesi MTT testi ile, apoptotik etkileri ise akış sitometri metotları ile belirlenmiş. Bileşiklerimizin A549 hücrelerinde apoptotik ve hücre proliferasyonunda yer alan genlerin ekspresyon seviyeleri üzerindeki etkisi gerçek zamanlı PCR ile çalışılmıştır.
Sonuçlar: Bu çalışmada orientin ve vicenin-2, A549 hücre hattına karşı antikanser aktivite gösterdi, a) A549 hücrelerinin canlılığını önemli ölçüde azaltmıştır (p <0.001), b) sağlıklı hücreler üzerinde MTT testlerinde düşük toksisite göstermiştir c) akış sitometri deneylerinde hem erken hem de geç apoptozu indüklediği gözlenmiştir. Orientin ile muamele edilmiş hücrelerde apoptozla ilişkili proteinlerin Bax ekspresyonları artarken, antiapoptotik Bcl-2 ekspresyonu azalmıştır, e) Orientin, artan hücre göçü ve metastaz ile ilişkili VEGF etkisini de bloke edebilen tümör baskılayıcı gen SEMA3f'yi yukarı düzenlemiştir. f) Orientin'in akciğer kanserinde aşırı eksprese edilen Nörofilin-2'yi önemli ölçüde aşağı regüle ettiği gösterilmiştir. g) PERK ve ERK genlerini de aşağı regüle ettiği gösterilmiştir. Bu sonuçlar, orientin'in ve daha az ölçüde vicenin-2 antitümör, özellikle de apoptotik etkilerine in vitro kanıtlar sağlamıştır. Akciğer kanserinde anti-kanser ajan olarak maksimum potansiyeli daha fazla araştırmak için orientin ve vicenin-2 üzerinde daha fazla preklinik denemelere ihtiyaç duyulmaktadır.
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/openAccess
Akciğer
Orientin (ot) ve vicenin-2'nin (vc) akciğer kanser hücre hatları üzerinde etkisinin incelenmesi ve sema 3f, np-2 ve vegf üzerinden araştırılması
masterThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/4211
2022-08-06T00:01:44Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Alataş, İ. Özkan
Demir, Şükrü Saygın
ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı
2022-08-05T13:15:33Z
2022-08-05T13:15:33Z
2021
2021
http://hdl.handle.net/11684/4211
Major depresif bozukluk (MDB) ile bipolar bozukluk (BB) ‘un akut depresyon dönemlerinin ayrımı yanlış tanı, tedavi direnci, hayat kalitesinde azalma ve suisid riski nedeniyle oldukça önemlidir. Monoaminerjik nörotransmitter sistemleri ile ilişkili tedavilerden yarar sağlanması bu alandaki çalışmaların güncel kalmasını sağlamaktadır. Bu çalışmada MDB ve Bipolar depresyon (BD)’un tanısında ve ayrımında epinefrin (E), norepinefrin (NE), dopamin (DA), serotonin (5-HT) nörotransmitterlerin ve yıkılım ürünleri olan 5-hidroksiindolasetikasit (5-HIAA), vanilmandelik asit (VMA), homovanilik asit (HVA) düzeylerinin biyomarker olarak kullanılabilirliği hedeflendi. Bu amaçla, 01.10.2019 – 01.11.2020 tarihleri arasında çalışmaya DSM-5 tanı kriterlerine göre 33 BD, 33 MDB ve 34 sağlıklı gönüllü dahil edildi ve elde edilen veriler prospektif olarak incelendi. E, NE, DA/NE, 5-HIAA/5-HT, VMA/(NE+E) parametrelerinde grup karşılaştırmalarında istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu (P< 0,05) ve post-hoc analizlerde her bir parametrenin düzeyleri arasındaki farkın MDB ve BD grupları arasında olduğu bulundu (P< 0,05). Tüm parametrelerin tek tek ve çoklu kombinasyonlarının incelenmesi sonucunda MDB ve BD gruplarının ayrımında epinefrin, DA/NE, 5-HIAA/5-HT parametrelerinden oluşan ve kesim noktası sıfır olarak belirlenen multimarker panelinin duyarlılığı %82,8, özgüllüğü %81,2 ve ROC analizine göre EAA’sı 0,883 (P< 0,001) olarak tespit edildi. Kesim noktasının üstündeki ve altındaki değerlerin sırasıyla, MDB ve BD’yi öngördüğü bulundu. Çalışmamızın sonuçları MDB ve BB’nin akut depresyonlarının ayırıcı tanısında multimarker yaklaşımı ile nörotransmitterlerin klinik pratikte yararlı olabileceğini göstermektedir
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2022-04-26T12:26:12Z
No. of bitstreams: 1
146-7482-10389164.pdf: 1413235 bytes, checksum: a7b125b04011d2cff8103c5199b76364 (MD5)
tur
ESOGÜ, Tıp Fakültesi
info:eu-repo/semantics/openAccess
Major Depresif Bozukluk
Major depresyon ile bipolar depresyonun ayrımında nörotransmitter ve yıkım ürünleri düzeylerinin incelenmesi
physicsThesis
oai:openaccess.ogu.edu.tr:11684/4256
2022-08-09T00:01:37Z
com_11684_26
com_11684_2
col_11684_170
Kocatürk, Evin
Uzun, Yavuz
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı
2022-08-08T10:24:56Z
2022-08-08T10:24:56Z
2021
2021
http://hdl.handle.net/11684/4256
Bu çalışmada tam kan ve retikülosit sayımı sonucu elde edilen veriler ile vitamin B12 eksikliği arasındaki ilişkilerin değerlendirilmesi amaçlandı.
Yöntem: Araştırmaya, retrospektif olarak Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Biyokimya Laboratuvarı’nda MCV’si 90 fL ve folik asit düzeyi 4.6 ng/mL’nin üzerinde saptanan gönüllüler çalışmaya dahil edildi. Çalışmaya dahil edilen gönüllülerin, vitamin B12 ve tam kan sayımı sonuçları kaydedildi ve retikülosit sayımı yapıldı. Gönüllüler vitamin B12 ve hemoglobin düzeylerine göre gruplandırıldı.
Bulgular: Gönüllüler vitamin B12 düzeyi göre yapılan gruplamada gruplar arasında RBC, HCT, MCH, MCHC, WBC, RET-HE, RBC-HE ve Delta-HE parametreleri açısından istatistiksel olarak anlamlı düzeyde fark saptandı (sırasıyla P=0,004, P=0,008, P=0,001, P=0,002, P=0,029, P=<0,001, P=0,005, P=0,008). Vitamin B12 düzeyi düşük olan grupta, RBC ve HCT düzeyleri istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek bulundu. Vitamin B12 düzeyi ile RBC ve HCT düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde negatif yönlü korelasyon bulundu. Gönüllüler anemisi olan ve olmayanlar şeklinde gruplandığında, gruplar arası vitamin B12, RBC, HCT, MCV, RDW-SD, RDW-CV, NRBC#, NRBC%, RET%, IRF, LFR, MFR, HFR, Hypo-HE ve Hyper-HE parametrelerinde istatistiksel olarak anlamlı düzeyde fark bulundu. Vitamin B12 düzeyi anemisi olan grupta istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek saptandı.
Sonuç: Çalışma sonuçları, Vitamin B12 eksikliği kararında serum vitamin B12 düzeyinin tek başına yeterli olmadığını ve yeni parametrelerin de rutin kullanıma girmesi gerekliliğini düşündürmektedir
Submitted by Kaner Ulusoy (kaneru26@gmail.com) on 2022-04-28T10:45:04Z
No. of bitstreams: 1
193-7475-14156145.pdf: 1527380 bytes, checksum: bf9345c1f024631aa2e1c80d2f9c24ab (MD5)
tur
ESOGÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
info:eu-repo/semantics/openAccess
B12 Eksikliği
Vitamin B12 eksikliği ile tam kan sayımı parametreleri arasındaki ilişkilerin araştırılması
masterThesis